TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
İBRAHİM ŞEN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/19415)
Karar Tarihi: 8/5/2019
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Hüseyin KAYA
Başvurucu
İbrahim ŞEN
Vekili
Av. Abdulhalim YILMAZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gözaltında darba maruz kalma nedeniyle kötü muamele yasağının, makul süreyi aşan bir yargılamada hukuka aykırı delillerle mahkûm edilme nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu 1/10/1980 doğumlu olup Van'da mukimdir.
7. Başvurucu, Van Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 5/1/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve 9/1/2008 tarihinde aynı suç ithamıyla tutuklanmıştır.
8. Başvurucu üzerine atılı suçlama ile ilgili olarak Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede gözaltında kolluk görevlilerinin darbına maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/1/2008 tarihinde kolluk görevlileri hakkında kasten yaralama suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır.
9. Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan soruşturma kapsamında başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor temin edilmiştir. Söz konusu adli raporda başvurucunun sol üst dudak mukozasında 0,5 cm'lik bir laserasyon (yırtılma) olduğu, bunun dışında herhangi bir darp ya da cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.
10. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuya kolluk görevlilerinin fotoğrafları gösterilerek teşhis işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu bu teşhis işlemi sonrası kendisini darbettiğini iddia ettiği beş kolluk görevlisinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu tarafından teşhis edilen kolluk görevlilerinden ikisinin Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınmıştır. İfadesi alınan kolluk görevlileri savunma yapmayarak susma haklarını kullanmak istediklerini ve daha sonra yazılı savunma ibraz edeceklerini belirtmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor hakkında ayrıca bir bilirkişi raporu almıştır. Bu rapora göre; başvurucunun dudağındaki yaralanma -ağız çevresinde darp şüphesini gösterir herhangi bir ekimoz, kanama ve laserasyon bulunmaması dikkate alındığında- şahsın kendi ağız mukozasını ısırmasıyla oluşabileceği gibi ağız hijyeninin bozuk olması nedeniyle de kendiliğinden oluşabilir.
11. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 28/3/2009 tarihinde kovuşturmasızlık kararı verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun kendisini beş kolluk görevlisinin vücudunun çeşitli yerlerine yumruk ve tekme ile vurarak darbettiğini söylemesine rağmen başvurucu hakkında düzenlenen adli raporda sadece dudakta basit bir yaralanmanın tespit edildiği hususuna vurgu yapılmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun iddiaları ile uyumlu bir adli raporun bulunmaması kanaati ile adli rapora ilişkin alınan bilirkişi raporundaki tespitler karara dayanak yapılmıştır.
12. Başvurucu, söz konusu soruşturma ile ilgili olarak detaylı bilgi ve/veya belgelere başvurusunda yer vermemiş; sadece olay nedeniyle kolluk görevlileri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Bu nedenle söz konusu kovuşturmasızlık kararının başvurucuya tebliğ edilip edilmediği Anayasa Mahkemesince 1/2/2019 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan müzekkere ile sorulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığının 8/2/2019 tarihli cevap yazısında; kovuşturmasızlık kararının başvurucuya tebliğ edilmesi için 24/4/2009 tarihinde Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderildiği ancak başvurucunun Kurumda olmaması nedeniyle tebligatın yapılamadığı, bunun dışında başkaca herhangi bir tebliğ işleminin de ifa edilmediği bildirilmiştir.
13. Öte yandan başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/5/2008 tarihinde düzenlenen iddianamenin Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmesiyle kamu davası açılmıştır. Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda 31/7/2012 tarihinde başvurucu hakkında anılan suçtan mahkûmiyet kararı verilmiştir.
14. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin (Daire) 14/11/2014 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.
15. Kesinleşen bu mahkûmiyet kararı hakkında Mahkeme tarafından 2/2/2015 tarihinde kesinleştirme şerhi düzenlenmiştir.
16. Başvurucu 10/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 8/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, gözaltında tutulduğu zaman diliminde kolluk görevlileri tarafından darbedildiğini iddia etmiş; buna ilişkin olarak hakkında düzenlenen adli rapor bulunduğunu, Mahkemede alınan savunmasında da bu hususu dile getirmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmadığını, bu nedenle Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunduğunu belirtmiştir. Bu nedenle başvurucu, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
19. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
20. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
22. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
23. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20). Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
24. Diğer taraftan tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte olmalıdır. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).
25. Devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110).
26. Şikâyetleri konusunda çözüm sağlayabilecek etkili bir başvuru yolunun mevcut olması hâlinde öncelikle bireysel başvuruda bulunmak, dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülüğü bulunan başvurucu en kısa sürede yetkili makamlara başvurmalıdır (Adle Azizoğlu ve Sedat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/2018, § 84).
27. Somut olayda başvurucunun ileri sürdüğü kötü muamele iddiasına ilişkin olarak makul bir başarı şansı sunabilecek, başka bir ifade ile olayın gerçekleşme koşullarını aydınlatıp bu şekilde maddi gerçeği ortaya çıkarabilecek ve gerektiğinde varsa olayın sorumlularının cezai yaptırımlar ile hesap vermesini sağlayabilecek başvuru yolunun ceza soruşturması yolu olduğu açıktır. Nitekim başvurucu da kendisini gözaltında darbettiğini iddia ettiği kolluk görevlileri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının da kolluk görevlileri hakkında bir ceza soruşturması yürüttüğü ve soruşturmayı kovuşturmasızlık kararı ile sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.
28. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ceza soruşturması sonucunda verilen kovuşturmasızlık kararının başvurucuya tebliğ edilemediği de görülmektedir (bkz. § 12). Ne var ki başvurucunun da bireysel başvuru formu ve/veya eklerinde kötü muamele iddiasına ilişkin olarak tüketmesi gereken ceza soruşturmasına ilişkin olarak herhangi bir bilgi ya da belge sunmadığı, sadece bu konuda Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunduğunu söylemekle yetindiği anlaşılmaktadır. Öyle ki başvurucunun bireysel başvuruda bulunduğu tarih itibarıyla üzerinden yaklaşık altı yıl geçen kovuşturmasızlık kararından haberinin dâhi olmadığı gözlemlenmiştir. Başka bir ifadeyle başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu kararından sonra yetkili makamlara başvurup soruşturmanın akıbeti hususunda bir bilgi veya belge talep etmediği, soruşturma mercilerine herhangi bir taleple müracaatta bulunmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun bireysel başvuruda bulunmadan önce tüketmesi gereken, ceza soruşturmasını takip etme konusunda gerekli olan asgari özeni göstermediği anlaşılmaktadır.
29. Başvurucunun etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ne zaman farkına varması gerektiği doğal olarak her olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak değerlendirilecektir (Özeyir Kocakaya, B. No:2014/1457, 14/11/2018, § 68). Somut olayda başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyetin akıbetini belli bir süre takip etmesi ve soruşturmanın sonuçlanması ya da artık etkisiz bir hâle gelmesi üzerine bireysel başvuruda bulunması gerektiği açıktır. Öte yandan Anayasa Mahkemesi bireysel başvurulara 23/9/2012 tarihinden sonra bakmaya başladığından başvurucunun en azından bu tarihten itibaren makul bir süre içinde bireysel başvuruda bulunmuş olması şartı aranmalıdır. Buna göre başvurucunun belirtilen tarihten üç yılı aşkın bir süre sonra 10/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunduğu dikkate alındığında başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır.
30. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu, hukuka aykırı şekilde elde edilen delillere dayanılarak hakkında mahkûmiyet kararı verildiğinden yakınmaktadır. Başvurucu ayrıca, hakkında verilen mahkûmiyet kararının yeterli gerekçe içermediğinden, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığından ve savunma hakkının kısıtlandığından da şikâyet etmektedir. Son olarak hakkında mahkûmiyet kararı veren ve kararın temyiz incelemesini yapan hâkimlerin bağımsız ve tarafsız olmadığını iddia ederek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
32. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
33. Bireysel başvurunun süre koşuluna bağlanmasıyla başvuruculara bireysel başvuruda bulunmak için imkân tanınmasının yanında hukuki belirlilik de sağlanmaktadır. Dolayısıyla dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırı değildir (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
34. Bireysel başvuruların 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Anılan düzenlemelerde başvuru yolu öngörülen durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak başvuru yollarının tüketildiği tarihten söz edilmekte ise de haberdar olunmayan bir hususta başvuru yapılamayacağı dikkate alınarak bu ibarenin nihai kararın gerekçesinin öğrenilebildiği tarih olarak anlaşılması gerekir. Bu öğrenme, somut olayın özelliklerine göre farklı şekillerde gerçekleşebilir.
35. Bireysel başvuru süresi bakımından nihai kararın gerekçesinin tebliği öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme, gerekçeli kararın tebliği ile sınırlı olarak gerçekleşmez; başka şekillerde de öğrenme söz konusu olabilir. Bu kapsamda nihai kararın gerekçesinin dosyadan suret alınması gibi hâllerde öğrenilmesi de mümkündür. Başvurucuların nihai kararın gerekçesini öğrendiklerini beyan ettikleri tarih de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir (İlyas Türedi, B. No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21, 22).
36. Diğer yandan nihai kararın gerekçesi öğrenilmemiş olmakla birlikte sonucunun öğrenildiği durumlar da söz konusu olabilir. Böyle bir durumda sonucu öğrenilen nihai kararın gerekçesine derece mahkemesinden kesin olarak erişilebilmesi mümkün ise bireysel başvuru süresinin sonucun öğrenildiği tarihten itibaren başlatılması gerekir. Bu kapsamda bir ceza mahkûmiyetine ilişkin nihai kararın sonucunun infaz aşamasında yakalama, müddetname veya çağrı kâğıdının ya da ödeme emrinin tebliği suretiyle öğrenildiği durumlarda başvurucu, nihai kararın sonucundan haberdar olmakta ve nihai karar gerekçesini kesin olarak öğrenme olanağına sahip bulunmaktadır (Aydın Selçuk, B. No: 2014/3194, 20/11/2014, § 23; Özgür Çapkın, B. No: 2014/2546, 30/12/2014, § 22; Halil Aslan, B. No: 2014/3038, 10/12/2014, § 38).
37. Nihai kararın gerekçesinin öğrenilemediği veya nihai kararın sonucunun öğrenilip gerekçesinin kesin olarak öğrenilme imkânının elde edilemediği hâllerde başvuru süresinin hangi tarihten başlayacağının belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde sınırsız bir başvuru süresi söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda yapılacak değerlendirmede sürenin başlangıç tarihinin başvurucunun özen yükümlülüğü ile mahkemeye erişim hakkının aşırı sınırlanmaması hususlarının birlikte dikkate alınması gerekir.
38. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunmak amacıyla dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülüğü vardır.Bu yükümlülük kapsamında ilk derece mahkemesine fiilen ulaşan nihai kararın gerekçesini öğrenme konusunda gerekli özeni gösterme sorumluluğu başvurucuya aittir. Diğer bir ifadeyle başvurucu veya vekilinin ilk derece mahkemesine ulaşan kararın bir örneğini almak için özenli davrandıklarını kanıtlamaları gerekir (A.C. ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1827,25/2/2016, § 29).
39. Yargıtay ceza daireleri tarafından verilen kararların taraflara tebliğine ilişkin bir düzenleme mevzuatta bulunmamaktadır. Ceza yargılamasında nihai kararın tebliğ edilmediği durumlarda kararın derece mahkemesine ulaşmasından ve böylece gerekçesinin erişilebilir olmasından sonra, özen yükümlülüğü kapsamında makul bir süre içinde bireysel başvuru yapmak isteyen ilgililerden karara erişmeleri ve karar gerekçesini öğrenmeleri beklenir. Bu kapsamda erişilebilir olan nihai kararın en geç üç ay içinde ilgilileri tarafından bilindiği ve gerekçesinin öğrenildiği kabul edilmelidir. Aksi tespit edilmediği sürece bireysel başvuru için 6216 sayılı Kanun'da öngörülen otuz günlük başvuru süresi bu tarihten itibaren başlayacaktır (A.C. ve diğerleri, § 30).
40. Somut olayda Mahkemenin 31/7/2012 tarihli kararı, Dairenin 14/11/2014 tarihli ilamıyla onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir. UYAP'tan yapılan araştırmada Yargıtay ilamının en geç kesinleştirme şerhinin gerçekleştirildiği 2/2/2015 tarihinde Mahkemeye ulaştığı görülmüştür. Diğer bir ifadeyle başvurucunun nihai kararın içeriğine erişme imkânını en geç 2/2/2015 tarihinde elde ettiği anlaşılmıştır.
41. Nihai kararın içeriğine erişme imkânının elde edildiği 2/2/2015 tarihinden itibaren özen yükümlüğü kapsamında kararın içeriğinin öğrenildiği kabul edilen üç aylık sürenin sonundan itibaren en geç otuz günlük bireysel başvuru süresi sonunda 1/6/2015 tarihine kadar başvurucu tarafından bireysel başvuruda bulunulması gerekirken başvuru süresi geçtikten sonra 10/12/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 8/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.