TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
LÜTFİYE ŞEN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/19590)
|
|
Karar Tarihi: 7/3/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Lütfiye
ŞEN
|
|
|
2.
Selahaddin ŞAHİN
|
|
|
3. Zeynep
TOY
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet
Necati SERİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru önalım hakkının kullandırılmaması nedeniyle mülkiyet
hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca 2015/19591 ve 2015/19592 başvuru numaralı bireysel
başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/19590 başvuru
numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2015/19590
başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar
verilmiştir
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucular, İstanbul'un Kartal ilçesine bağlı Soğanlık Mahallesi'nde
bulunan 5691 ada 308 parsel sayılı taşınmazın 1/6 oranında paydaşlarıdır. Bu
taşınmazın diğer 1/6 payları ise L.Ş. ve İ.Ş. adına, 1/12 payları da N.A. ve
F.Ş. adına tapuda kayıtlıdır.
10. Başvurucuların da vekâlet verdikleri taşınmaz maliklerinden
İ.Ş. ile D. Yapı İç ve Dış Ticaret Sanayi A.Ş. (Şirket) arasında 18/1/2011
tarihinde noterde arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi düzenlenmiştir.
Bu sözleşme kapsamında taşınmazın maliklerinden N.A.nın payı mirasçıları tarafından 29/4/2011 tarihinde
İ.Ş.e satılmıştır. Yapılan satış ve hisse
birleştirmeleri sonucu taşınmazın 1/4 payı aynı tarihte İ.Ş. adına tapuya
tescil edilmiştir.
11. İ.Ş. taşınmazdaki 1/4 payını 50.000 TL bedelle 5/8/2011
tarihinde Şirkete satmıştır. Yine maliklerden F.Ş. de bu taşınmazdaki payını
22.000 TL bedelle 30/9/2011 tarihinde Şirkete satmıştır. Böylece taşınmazın 1/3
payı 30/9/2011 tarihi itibarıyla Şirket adına tapuya kaydedilmiştir. Bununla
birlikte Şirket 7/12/2012 tarihinde taşınmazın 1/6 payını İ.Ş.ye geri
satmıştır. Şirketin taşınmazdaki kalan payı 1/6 olarak tapuya tescil
edilmiştir.
12. Başvurucular 17/1/2013 tarihinde Şirket aleyhine İstanbul
Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde önalım hakkına dayalı olarak tapu iptali
ve tescil davası açmışlardır. Dava dilekçesinde, davalı Şirketin başvurucuların
paydaşı oldukları taşınmazdan paylar satın aldığı ancak bu payların satışı ile
ilgili olarak başvuruculara bilgi verilmediği belirtilmiştir. Başvurucular
kanundan doğan önalım haklarını kullanmak suretiyle davalının satın almış
olduğu payların tamamının kendi adlarına tapuya tescil edilmesinin gerektiğini
öne sürmüşlerdir. Dilekçenin sonuç kısmında da anılan taşınmazdaki davalı adına
kayıtlı tüm hisselerin başvurucuların adına tapuya tescil edilmesi talep edilmiştir.
Dilekçede dava konusunun değeri 73.250 TL olarak gösterilmiştir.
13. Mahkeme 9/7/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde davanın, "davalı
şirketin dava konusu olan taşınmazdaki 1/3 hissesinin 1/2 payına isabet eden 1/6
payını dava dışı ve davacıların vekili İ. Ş.ye satmış olmasından kaynaklanan ön
alım davası" olduğu belirtilmiştir. Mahkeme başvurucular adına
vekâleten İ.Ş. ile davalı Şirket arasında arsa payı karşılığı inşaat yapım
sözleşmesi düzenlendiğine dikkati çekmiştir. Mahkeme davalının savunmasına
itibar ederek başvurucuların vekili olarak hareket eden dava dışı İ.Ş.nin kendisine ait olan payın tamamını davalı Şirkete
devrettiği için bu kişiye ait olması gereken 1/6 payın Şirket tarafından İ.Ş.ye
satıldığını belirtmiştir. Mahkeme bu gerekçeyle önalım hakkının koşulları
oluşmadığından davanın reddi gerektiği sonucuna ulaşmıştır.
14. Başvurucuların temyiz ettiği karar Yargıtay 14. Hukuk
Dairesince, usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle 3/3/2015 tarihinde onanmıştır.
Başvurucuların karar düzeltme talepleri ise aynı Daire tarafından 14/10/2015
tarihinde kanunda öngörülen karar düzeltme sebeplerinden birinin mevcut
olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
15. Nihai karar başvurucular vekiline 20/11/2015 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular 15/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
732. maddesi şöyledir:
"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz
üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer
paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler."
18. 4721 sayılı Kanun’un 733. maddesi şöyledir:
"Cebrî artırmayla satışlarda önalım hakkı
kullanılamaz.
Önalım hakkından feragatin resmî şekilde
yapılması ve tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir. Belirli bir satışta önalım
hakkını kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle tâbidir ve satıştan önce veya sonra
yapılabilir.
Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından
diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir.
Önalım hakkı, satışın hak sahibine
bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her hâlde
satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer."
19. 4721 sayılı Kanun’un 734. maddesi şöyledir:
"Önalım hakkı, alıcıya karşı dava
açılarak kullanılır.
Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline
karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim
tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla
yükümlüdür."
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
..."
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin temel
amacı, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı
kişinin korunmasını sağlamaktır. Sözleşme'nin 1. maddesi uyarınca her taraf
devlet "kendi yetki alanı içinde
bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve
özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü
altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence
altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı
pozitif yükümlülüklere yol açmaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan,
Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014,
§ 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99,
25/7/2002, § 96).
22. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı
pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e
göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin
müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da
gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 143).
23. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı
özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet
hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul
etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası
mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına
yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir.
Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar
yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma
oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında
ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında etkin ve adil
bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§
90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, §
112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD],
B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007,
§ 47).
24. Bununla birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve
uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk
kurallarının yorumlanması bakımından sahip oldukları takdir hakkına açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası içermedikçe
karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑Busch
Inc./Portekiz,
§ 83).
25. Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden
söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla, mülkiyet
hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde
uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir
biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını
belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak
yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık,
B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Jokela/Finlandiya,
B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).
26. AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında
ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan
birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, §
100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler
kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması
gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk
davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte
en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama
makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması
gerektiği vurgulanmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05,
34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).
27. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda
idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların
tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin
kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki
iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği
tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine
getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır
(Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 7/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
31. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 45, 47).
32. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı
ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin
Akyıl, § 41).
33. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yaklaşık 2 yıl 8 aylık
yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varmak gerekir. Bu sebeple makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediği açıktır.
34. Açıklanan gerekçelerle makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun diğer kabul edilebilirlik
nedenleri incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
35. Başvurucular, paydaşları oldukları taşınmazda davalı
Şirketin iki ayrı tarihte ve iki farklı kişiden pay satın aldıklarını
belirtmişlerdir. Buna göre davalı Şirket önce 5/8/2011 tarihinde İ.Ş.den 50.000 TL bedelle payını satın almış, bunun yanında
30/9/2011 tarihinde de 22.000 TL bedelle F.G.nin
payını satın almıştır. Başvurucular buna karşın satışı yapan pay malikleri veya
Şirketin kendilerine noterden bir bildirim yapmadıklarını ifade etmişlerdir.
Başvurucular bu sebeple kanundan doğan önalım haklarını kullanmak için
açtıkları davanın ise reddedildiğinden yakınmışlardır. Başvurucular derece
mahkemelerinin İ.Ş.nin başvuruculardan birinin
akrabası olması ve başvurucuların bu kişiye vekâlet vermiş olmalarının önalım
hakkının kullandırılmaması sonucuna yol açamayacağını öne sürmüşlerdir.
36. Başvurucular açtıkları dava bağlamında ilk olarak İ.Ş.
tarafından yapılan satışa yönelik olarak arsa payı karşılığı inşaat yapım
sözleşmesinin Şirketin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği için
feshedildiğini belirtmişlerdir. Başvuruculara göre bu husus derece
mahkemelerince göz ardı edilerek davanın reddi sonucuna ulaşılmıştır.
Başvurucular ikinci olarak ise davalı Şirketin taşınmazın maliklerinden biri
olan F.G.den satın aldığı pay için ise derece
mahkemelerince hiçbir açıklama yapılmadığını vurgulamışlardır. Başvurucular F.G.nin sattığı pay için açtıkları davanın niçin
reddedildiğini anlayamadıklarını, gerekçeli kararda bu hususun hiçbir şekilde
belirtilmemiş olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular bu gerekçelerle adil
yargılanma, kişi özgürlüğü ve güvenliği, yaşam hakları ve eşitlik ilkesi ile
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
37. Anayasa’nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet hak[kına] sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
38. Anayasa’nın
"Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun belirtilen iddiaları ileri
sürdüğü kişi özgürlüğü ve güvenliği ve yaşam haklarıyla ilgili görülmemiş olup
eşitlik ilkesinin ihlali iddiasını da temellendirememiştir. Başvurucu ayrıca
adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de taşınmazda
pay sahibi olan başvurucuların önalım hakkından yararlandırılmadığı yönündeki
şikâyetlerin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından,
başvurucunun belirtilen şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
41. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucuların uyuşmazlık konusu
taşınmazda pay sahibi oldukları tartışma konusu değildir. Dolayısıyla
uyuşmazlığa konu taşınmaz yönünden Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında
başvurucuların mülklerinin mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
42. Önalım hakkı 4721 sayılı Kanun'un 732. maddesine göre paylı
mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü
kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlara kanun ile tanınan bir haktır. Bu
yönüyle önalım hakkının paylı mülkiyetin söz konusu olduğu durumlarda mülkiyet
hakkı sahibine sağlanan kanuni bir hak olduğu ve önemli bir ekonomik değer
ifade ettiği açıktır. Başvurucular da pay sahibi oldukları taşınmazda diğer
paydaşlarca yapılan satışlar yönünden kanunla önalım hakkına tanındığı hâlde
bundan yararlanamadıklarından şikâyet etmektedirler. Başvuru konusu olayda
başvurucuların mülkiyet haklarına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan
yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz
konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif
yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.
i. Genel İlkeler
43. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif
yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir
biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen
müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin
ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda
koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak
güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek
anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif
yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35.
maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler,
kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere
mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını
gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği,
B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842,
17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim
Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi,
B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
44. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren
etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve
kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan
uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek
sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin
Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
45. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden
söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda
korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da
ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da
makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu
makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması
güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe
bakılarak yapılmalıdır (Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, §
36; Bekir Yazıcı [GK], B. No:
2013/3044, 17/12/2015, § 71).
46. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler
arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü
olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz
konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine
getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu
ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu
zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle
birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin
temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde
değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End.
San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
47. Somut olayda başvurucular ilk olarak İ.Ş. ile Şirket
arasında yapılan pay satışı yönünden önalım hakkının haksız yere
kullandırılmadığından yakınmışlardır. Başvurucular buna gerekçe olarak ise
derece mahkemelerinin İ.Ş.nin başvuruculardan birinin
akrabası olması ve başvurucular adına vekâleten arsa payı karşılığı inşaat
sözleşmesi yapılmasını gösterdiklerini dile getirmişlerdir. Ancak
başvurucuların bu iddiaları derece mahkemeleri önünde de dile getirilmiş, ilk
derece mahkemesi özellikle başvurucuların vekili sıfatıyla hareket eden İ.Ş.nin arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde
ilk satışı yaptığı, 7/12/2012 tarihli ikinci satışın ise kendisine ait payın da
ilk satışta devredilmiş olması nedeniyle yapıldığını belirterek bu satış
işlemleri yönünden önalım koşullarının oluşmadığı sonucuna ulaşmıştır. Yargıtay
Dairesi de bu yorumu hukuka uygun bulmuştur.
48. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında kural
olarak muvazaa veya yetkisiz temsil gibi borçlar hukukuna ilişkin olay ve
olguları değerlendirme görevi bulunmamaktadır. Bu aşamada belirtmek gerekir ki
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması yetkisi kural
olarak -keyfî olmadığı veya açık ve bariz bir takdir hatası içermediği sürece-
derece mahkemelerine aittir.
49. Buna göre başvurucuların belirtilen iddialarını dile
getiremediklerine yönelik bir şikâyetlerinin olmadığı ve yapılan yargılama
sonucunda ise bu iddiaları toplanan deliller doğrultusunda ilgili hukuk
kurallarının yorumlanmak suretiyle değerlendirildiği dikkate alındığında derece
mahkemelerinin kararlarında bu yönden bir keyfiliğin veya bariz takdir
hatasının olduğu ortaya konulamamıştır.
50. Bununla birlikte başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamında
dile getirdiği ayrı bir iddiaları daha bulunmaktadır. Başvurucular paylarının
olduğu taşınmazda Şirketin dava dışı F.Ş.nin payını
da satın aldığını, bu satış işlemi yönünden de önalım haklarının mevcut
olduğunu öne sürmüşlerdir. Gerçekten de taşınmazın paydaşlarından biri olan
F.Ş. payını 30/9/2011 tarihinde Şirkete satmıştır. Başvurucular da önalım
haklarının kullandırılması istemiyle açtıkları davanın dilekçesinde, davalı Şirketin satın aldığı bütün paylar yönünden bu
davayı açmış olduklarını açık olarak belirtmişlerdir. Nitekim dilekçenin talep
ve sonuca ilişkin kısmında da aynı talebin yinelendiği görülmektedir.
Dolayısıyla başvurucuların önalım hakkı taleplerinin uyuşmazlık konusu
taşınmazda davalı Şirketin satın aldığı bütün paylara ilişkin olduğu son derece
açıktır.
51. Buna karşın ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında
davanın davalı Şirket tarafından İ.Ş.ye yapılan satış ile sınırlı olduğu
belirtilmiş ve yalnızca bu satış işlemiyle sınırlı olarak değerlendirmeler
yapılarak sonuca varılmıştır. Yargıtay Dairesi de onama ve karar düzeltme
kararlarında konu hakkında ayrıca bir değerlendirme yapmamıştır. Buna göre
başvurucuların önalım haklarını kullanmak istedikleri bir satış işlemi yönünden
derece mahkemelerince herhangi bir kararın verilmediği görülmektedir. Hâlbuki
başvurucular bu haklarını 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesine göre ancak dava
yoluyla kullanabilirler. Başvurucuların mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin
kullanılmasıyla ilgili söz konusu talebin önemi ise tartışmasızdır.
52. Bu durumda derece mahkemelerince başvurucuların mülkiyet
haklarına ilişkin bir davanın sonucu ile ilgili önemli bir konuda herhangi bir
değerlendirme yapılmadığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak bu sebeple mülkiyet
hakkının korunmasına ilişkin usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine
getirilmediği kanaatine varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin
ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin
ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep
olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen
diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
56. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §
58).
58. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği
hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece
mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,
§ 59).
59. Başvurucular, yeniden yargılama yapılması ve tazminata
hükmedilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
60. Anayasa Mahkemesi önalım hakkı davasında uyuşmazlık konusu
taşınmazın diğer paydaşlardan F.Ş. tarafından davalı Şirkete satışı ile ilgili
iddia yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
61. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun olarak uyuşmazlık konusu olup daha önce hakkında bir karar
verilmeyen satış işlemi yönünden 4721 sayılı Kanun'da öngörülen önalım hakkı
koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde bir değerlendirme yapmaktan
ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
62. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi somut olay
bağlamında mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçları bakımından yeterli bir giderim
oluşturduğundan başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine,2.475 TL tutarındaki
vekâlet ücretinin ise başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/67, K.2014/247)
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
AYRI AYRI ÖDENMESİNE, 2.475 TL tutarındaki vekâlet ücretinin ise BAŞVURUCULARA
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/3/2019
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.