TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
S.A. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/19664)
|
|
Karar Tarihi: 7/2/2019
|
R.G. Tarih ve Sayı: 8/3/2019-30708
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Ceren Sedef EREN
|
Başvurucu
|
:
|
S.A.
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, hakaret suçundan mahkûmiyet kararı verilmesi
nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 16/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda bildirilen görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş
bildirmeyeceğini ifade etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Barosu Başkanlığına (Baro) bağlı
olarak çalışmakta olan bir avukattır. Başvurucunun bir dönem çalıştığı büronun
sahibi olan kadın Avukat A., başvurucunun İstanbul Barosu, Türkiye Barolar
Birliği, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Cumhuriyet savcılıklarına kendisi aleyhine
verdiği şikâyet dilekçelerinde hakaret, tehdit, şantaj ve suç isnadı içeren
ifadelerde bulunduğu gerekçesiyle ve başvurucunun cezalandırılması talebiyle
Baroya şikâyette bulunmuştur.
9. Şikâyet üzerine Baro başvurucudan hakkındaki iddialara
karşı savunmasını göndermesini talep etmiştir. Başvurucu 23/9/2013 tarihinde,
hem yazılı savunmasını içerir hem de A. hakkında karşı şikâyetlerde bulunduğu
dilekçeyi Baroya sunmuş; kendisi hakkında yapılan şikâyetin reddine ve A.
hakkında kovuşturma açılarak dosyanın disiplin kuruluna gönderilmesine karar
verilmesi taleplerinde bulunmuştur. 23/9/2013 tarihli söz konusu dilekçenin
ilgili kısımları şu şekildedir:
"
Şikâyetçi, kendisinin suç teşkil eden eylemlerini açığa çıkarmam nedeniyle
şahsıma beslediği yüksek dozajdaki husumet, kin ve nefret duygularıyla, intikam
hırsının ateşiyle şahsıma fahiş miktarlarda tazminat davası açmayı ve şikâyet
etmeyi alışkanlık haline getirmiş, söz konusu davaları ve şikâyetleri bir gelir
kapısı olarak benimsemiş, artık şikâyet edecek bir şey bulamadığı için resmi
kurumlara sunduğu ve istediği bir şekilde cevap alamadığı konuları ısıtıp
ısıtıp gündeme getirmiş, iddia ve savunma dokunulmazlığı çerçevesinde mahkemeye
sunulan dilekçelerden medet dilenecek seviyeye düşmüş, bir zamanlar evrakta
sahtecilik suçuyla aldatmaya teşebbüs ettiği (ekte sunulan belgelerden sabit)
hâkim ve savcıların avukatı olmaya soyunmuş ve bu surette Sayın Başkanlığınızı
sözde kandıracağını ummuş ve böylece haksız kazanç sağlamayı ilke ve hedef
edinmiş, hakkında son soruşturmanın açılmasına karar verilmiş, ileride yüz
kızartıcı suçlardan biri olan evrakta sahtecilikten hükümlü olması muhtemel
bir sanıktır.
...
Sanık olan şikâyetçi, şikâyet
dilekçesinin altıncı paragrafında tabir-i caizse ipin ucunu kaçırmış, avukatlık
mesleğinin etik ilke ve kurallarından bahsetmeye kalkmıştır. Meslektaşlarının
imzalarını taklit ettiği veya ettirdiği bilirkişi raporuyla sabit olan birinin,
meslektaşlarını sigortasız çalıştırarak mağdur eden birinin avukatlık
mesleğinin etik ilke ve kurallarından bahsetmeye hakkı yoktur.
...
Şikâyetçi sanık hakkımda suç duyurusunda
bulunulmasını istemiş olsa da Sayın Mahkeme dikkate almamış ve dilekçemiz
doğrultusunda suçun hukuki niteliğini değiştirmiştir (A. hakkında görevi kötüye
kullanma suçundan yürütülen yargılamayı yapan mahkemeye başvurucu tarafından
sunulan dilekçe). Söz konusu dilekçemizde şikâyetçi sanığı hedef alan doğrudan ve
dolaylı hiçbir açıklama yoktur. Şikâyetçi sanık, hâkim ve savcılar suç
duyurusunda bulunmayınca ve tazminat davası açmayınca 18 yıllık tecrübesiyle
kendisini hadsiz bir şekilde hâkim ve savcıların avukatı olarak
yetkilendirmiş, kendisinin çirkin ve haksız çıkarları uğruna hâkim ve savcıları
kullanmaya teşebbüs etmiş, onlar adına beyanda bulunmuş ve Sayın
Başkanlığınızı da bu şekilde etkilemeyi ummuştur.
...
Sonuç olarak dilekçelerinde kendi
tabiriyle evrene verdiği pozitif mesajdan medet bekleyen, kadın olduğunu,
çocuğu olduğunu, çocuğun adının Emek olduğunu, çocuğunu dövmediğini, 40 yaşında
olduğunu, mavi döpiyesli savcıyı, erkek çocuk doğuramadığı için her an kuma
tehlikesi yaşayan bir ailesi olduğunu dosyayla ilgisi olmamasına rağmen
belirten, hakkında hakim ve savcılar ile münasebetsiz ilişkiler yaşadığı
belirtilen, yer altı dünyasının topuk sesleri benzetmesi ile anılan,
ünlülerin boşanma avukatı olarak da ün kazanmış ve medyatik olduğu ifade edilen
tekzip edilmemiş haberler yayınlanan sanık hakkında, evrakta sahtecilik suçu
ekte de sunulan bilirkişi raporuyla da sabit olmasına rağmen iddianamenin
sadece görevi kötüye kullanma suçundan hazırlanmış olması haksızlığı ve
hukuksuzluğu karşısında hukuki tükenmişlik içerisinde ne sanık olan şikâyetçiye
ne de hâkim veya savcılara hakaret kastı içerisinde hareket edilmeden, iddia ve
savunma dokunulmazlığı çerçevesinde haklı ve doğal şüpheler ile sisteme
eleştiri ve sitem dile getirilmiştir. Söz konusu dilekçenin verilmesinin
ardından sayın Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının suçun hukuki
niteliğini değiştirerek iddialarımızın haklılığını ortaya koyması da 3/7/2013
tarihli dilekçenin niteliğini ve önemini göstermektedir.
...
Maalesef şikâyetçi Av. A. tarafından hem
sayın Başkanlığınıza sunulan dilekçelerinde hem de Mahkeme ve Savcılıklara
sunulan dilekçelerinde yukarıda bahsettiğimiz davalarla ve şikâyetlerle ilgili
olmayan konuları ve unsurları kullanarak ayrıcalık beklemiş ve beklemeye devam
etmektedir. Tarafımca da şikâyetçinin bu yolla haksız bir şekilde amaçlarına
ulaşmasından endişe etmem ve bunları da dile getirmem son derece olağan, doğal
ve yerindedir.
... "
10. Söz konusu dilekçedeki ifadelerin A. yönünden hakaret
oluşturduğundan bahisle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yapılan
yargılama sonucunda başvurucu 6/10/2015 tarihinde İstanbul 72. Asliye Ceza
Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 1.500 TL adli para cezasına mahkûm edilmiş ve
hükmün açıklanması geri bırakılmıştır.
11. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının gerekçesinde
Mahkeme, dava konusu 23/9/2013 tarihli dilekçede yer verilen "hakkında
hakim ve savcılarla münasebetsiz ilişkiler yaşadığına dair haberler
yayımlanmıştır", "yüz kızartıcı suçlardan biri olan sahtecilik
suçundan yargılanıyor", "meslektaşlarının imzalarını taklit
ettiği veya ettirdiği bilirkişi raporuyla sabit olan birisi", "kendisini
hadsiz bir şekilde hakim ve savcıların avukatı olarak yetkilendirmiş, çirkin ve
haksız çıkarları uğruna hakim ve savcıları kullanmaya teşebbüs etmiş, hakkında
hakim ve savcılarla münasebetsiz ilişkiler yaşadığı belirtilen, yeraltı
dünyasının topuk sesleri benzetmesi ile anılan" şeklindeki ifadeler
nedeniyle başvurucunun üzerine atılı hakaret suçunun yasal unsurlarının
oluştuğu sonuç ve kanaatine varıldığını ifade etmiştir.
12. Başvurucu, hakkında verilen hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararına itiraz etmiştir. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi
25/11/2015 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 8/12/2015
tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu 16/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
14. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Hakaret" kenar başlıklı 125. maddesinin (1) ve (3) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek
nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir
kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar
hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin
cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi
gerekir.
...
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden
dolayı,
...
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı
bir yıldan az olamaz."
15. 5237 sayılı Kanun'un "İddia ve savunma
dokunulmazlığı" kenar başlıklı 128. maddesi şöyledir:
"(1) Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı
veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak
somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza
verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut
vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 7/2/2019 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu, Mahkemece hakkında ceza verilmesine neden
olan ifadelerin bağlamından kopartıldığını ve yer aldığı dilekçenin tamamı
gözönüne alınmadan bir değerlendirme yapıldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca
daha önce aynı ifadelerle ilgili olarak A. tarafından yapılan şikâyetler
üzerine hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesine rağmen bu durumun
Mahkeme tarafından dikkate alınmadığını belirtmiştir.
18. Başvurucu söz konusu dilekçede kullandığı ifadelerde
amacının A.ya hakaret etmek olmadığını, kendisi hakkında yapılan şikâyete karşı
savunma hakkı ile hak arama hürriyetini kullandığını fakat Mahkeme tarafından
söz konusu ifadelerin iddia ve savunma dokunulmazlığı çerçevesinde
değerlendirilmediğini de ileri sürmüştür. Başvurucu; özellikle Avukat A.nın
Baroya sunduğu şikâyet dilekçesinde kendisi hakkında meslek etiğine aykırı
davrandığı, ayrıca aşiret ağası olduğunu söyleyerek kendisini tehdit ettiği iddialarına
yer vermesi nedeniyle hem kendisini savunmak hem de şikâyette bulunduğu
olguların Baro tarafından dikkate alınarak A.ya disiplin cezası verilmesini
sağlamak amacıyla bu ifadeleri kullandığını söylemiştir.
19. Mahkemenin etkin, tarafsız bir soruşturma ve
kovuşturma yürütmediğini, ayrıca gerekçenin açık, anlaşılır ve denetime
elverişli olmadığını da ifade eden başvurucu keyfî bir şekilde, ceza tehdidi
altında yaşamasına sebep olan bir karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkı, ifade özgürlüğü, savunma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
20. Başvurucu, başvuru konusu ifadeler nedeniyle daha
önce hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararları verildiğini belirtmişse de bu
kararlara konu ifadelerin başvuru konusu dilekçeden farklı mecralarda ileri
sürüldüğü anlaşıldığından başvurucunun anılan iddiası hakkında bir
değerlendirme yapılması gerekli görülmemiştir.
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu bağlamda başvurucunun diğer tüm iddialarının ifade özgürlüğü
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin
Varlığı
23. Kendisi hakkında yapılan bir şikâyete yönelik verdiği
savunma ve karşı şikâyet dilekçesinde kullandığı ifadeler nedeniyle başvurucu
hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş ve hükmün açıklanması geri bırakılmıştır.
Anayasa Mahkemesi içtihadında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararlarının ifade özgürlüğüne müdahale teşkil edebileceği kabul edilmiştir
(Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 65; Bekir Coşkun [GK], B. No:
2014/12151, 4/6/2015, § 40). Bu nedenle söz konusu mahkeme kararıyla
başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahalede bulunulmuştur.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
24. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin
... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
25. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanun tarafından öngörülme,
Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi
gerekir.
i. Kanunilik
26. 5237 sayılı Kanun'un 125. maddesinin kanunla
sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
27. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının başkalarının
şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve
meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik
Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel
İlkeler
(a) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi
28. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik
toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce
pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere,
başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden
dolayı kınanamaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli
yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına
aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil
olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye
paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda
başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu
demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal
çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe
ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü
demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet
Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan,
B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).
(b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine
Uygun Olması
29. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması
gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile
bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde
temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13.
maddesinde demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama ve ölçülülük
ilkesine aykırı olmama biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla
birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki
vardır (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM,
E.2018/69, K.2018/47, 31/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017,
§ 18).
30. İfade özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın demokratik
bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve
istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya
elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem
olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya
ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (bazı
farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,
§ 68; Tansel Çölaşan, § 51).
31. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin
fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26.
maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir
dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda
varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru
amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Bekir Coşkun,§§
44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§§ 58, 61, 66).
32. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç
ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına
işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun
menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer
bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret
etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin
diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran
açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi
yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir. Kamu gücünü kullanan
organların düşüncelerin açıklanmasına ve yayılmasına müdahale ederken ifade
özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır basan, korunması
gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların
varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (bazı farklılıklarla
birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50;
Hakan Yiğit, §§ 59, 68).
33. Buna göre ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale,
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal
ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(c) Bireyin
Şeref ve İtibarının Korunmasında Devletin Pozitif Yükümlülüğü
34. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve
manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No:
2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî
olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür
(Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan
Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder
Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).
35. Devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki
alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek
kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet
bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten
korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752,
17/9/2013, § 51).
36. Devletin kişilerin maddi ve manevi varlıklarına
yapılan müdahaleler bakımından söz konusu pozitif yükümlülüğü; müdahalelere
karşı etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri
sunan yargısal prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların
bireylerin idareyle ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili, adil bir
karar vermesini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Hüdayi Ercoşkun,
B. No: 2013/6235, 10/3/2016, § 94).
(d) Hak Arama
Hürriyeti
37. Anayasa'nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36.
maddesinin birinci fıkrasında, kişilerin hak arama özgürlükleri güvence altına
alınmıştır. Hak arama özgürlüğü toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri
olmasının yanında bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı
giderme yoludur. İnsan varlığını soyut ve somut değerleriyle koruyup
geliştirmek amacıyla hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama, bu konuda
tüm yollardan yararlanma hakkını içeren hak arama özgürlüğü hukuk devletinin ve
çağdaş demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biridir (AYM, E.2014/86,
K.2015/109, 25/11/2015, § 91; Ali Abbas Yalman, B. No: 2015/11456,
19/4/2018, § 28).
38. Hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir
(AYM, E.2015/61, K.2016/172, 2/11/2016, § 123; Ali Abbas Yalman, § 29).
39. Öte yandan Anayasa'nın 36., 40. ve 74. maddeleri
birlikte değerlendirildiğinde hak arama hürriyeti sadece yargısal başvuru
yollarını değil idari başvuru yollarını ve duruma göre Türkiye Büyük Millet
Meclisine başvuruyu da içeren siyasi başvuru yollarını kapsamaktadır (Ali
Abbas Yalman, § 30).
(e) Çatışan
Haklar Arasında Dengeleme
40. Mevcut başvuruya benzer başvurularda, başvurucunun
Anayasa'nın 36. ve ilgili diğer maddelerinde güvence altına alınan hak arama
hürriyeti ve savunma hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 26. maddesinde
güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile davacının Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğinin
değerlendirilmesi gerekir. Bu, soyut bir değerlendirme değildir (Ali Abbas
Yalman, § 32).
41. Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı
ile hak arama hürriyetiyle bağlantılı olarak ifade özgürlüğünün karşı karşıya
geldiği durumlarda çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut
olaya uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şöyledir:
i. Hak arama hürriyetinin kullanılmasını haklı gösterecek
-oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- emarelerin varlığı
ii. Hak arama hürriyetinin sırf üçüncü kişilere zarar
vermek amacıyla kullanılıp kullanılmadığı
iii. Hak arama hürriyetinin kamu görevlilerine karşı
görevlerinin yerine getirilmesiyle ilgili konularda kullanılıp kullanılmadığı
iv. Hak arama hürriyetinin kullanılması esnasında hedef
alınan kişiye yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla
-oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunup bulunmadığı ve
uyuşmazlığın çözümüne katkısının olup olmadığı
v. Hak arama hürriyetinin kullanılması esnasında dile
getirilen ifadeler ve bunların hedef alınan kişinin yaşamına etkileri (Ali
Abbas Yalman, § 33).
42. Başvuru konusu ifadelerin yer aldığı dilekçe aynı
zamanda başvurucunun kendisi hakkında disiplin cezası talebiyle yapılan mesleki
bir şikâyete ilişkin verdiği cevap niteliğinde olduğundan yapılacak dengelemede
söz konusu ifadelerin savunma hakkının kullanılması esnasında sarf edildiği de
dikkate alınmalıdır.
(f)Maddi Olgular ile Değer Yargısı
Arasındaki Fark
43. Öte yandan dava konusu söylemlerin maddi vakıaların
açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi önemlidir. Bu noktada
maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir.
Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın
mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç [GK], B. No:
2013/6617, 8/4/2015, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Ancak bir
açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin
orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip
desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla
desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (Cem Mermut, B. No:
2013/7861, 16/4/2015, § 48).
(g) İfade
Özgürlüğüne Yapılan Müdahalenin Gerekçesi
44. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan
kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya
koyup koyamadığı olacaktır. İfade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa
Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan
müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir.
(2)İlkelerin Olaya Uygulanması
45. Başvuru konusu olayda bir avukat olan başvurucunun
mahkûm edilmesine sebep olan ifadeler, başka bir avukat tarafından yapılan
şikâyet üzerine Baro tarafından yapılan soruşturmada verilen ve başvurucunun
savunmaları ile karşı şikâyetlerini içeren dilekçede yer almıştır. Dolayısıyla
bir avukatın başka bir avukat tarafından etik ve ilkelerine uygun davranmamak
suretiyle mesleğin onurunu zedelediği gerekçesiyle Baroya şikâyet edilmesini
hak arama hürriyeti, disiplin cezasıyla sonuçlanabilecek bu nitelikte bir
şikâyete karşı cevap vermesini ise savunma hakkı ışığında ve ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirmek gerekir.
46. İlk olarak başvurucunun cezalandırılmasına neden olan
ifadelerin bir kısmının olgusal iddialar, bir kısmının ise değer yargıları
olduğu ve olayların bütününe bakıldığında bu değer yargılarının da somut
unsurlarla desteklenmeye çalışıldığı görülmektedir. Bununla birlikte Mahkemece
başvurucunun şikâyet konusu ifadelerle hak arama hürriyetini kullanmasını haklı
gösterecek emarelerin var olup olmadığı ve hak arama hürriyetini sırf üçüncü
kişilere zarar vermek amacıyla kullanıp kullanmadığı değerlendirilmemiştir.
Bundan başka hak arama hürriyetinin kullanılması esnasında açıklanan sözlerin
taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla ilgisinin bulunup bulunmadığının ve
uyuşmazlığın çözümüne katkısının olup olmadığının da değerlendirilmesi
gerektiği hâlde bu hususta da bir açıklama yapılmamıştır. Son olarak Mahkemece
başvuru konusu ifadelerin değerlendirilmesinde ifadelerin sarf edildiği bağlamdan
koparıldığı ve dilekçenin tamamı gözönüne alınmadan bir gerekçelendirme
yapıldığı görülmektedir.
47. Dolayısıyla şikâyet veya savunma dilekçelerinde yer
alan ve kişilerin şeref ile itibarlarına müdahale teşkil eden düşünce
açıklamalarının derece mahkemelerince ele alınma usulüne ilişkin Anayasa
Mahkemesinin pek çok içtihadında ortaya konan kriterlerin ilk derece
mahkemesince gözetilmediği anlaşılmaktadır.
48. Öte yandan olgusal isnatların ispatlanamadığı veya
değer yargısı içeren ifadelerin somut olgularla yeterince desteklenmediği
durumlarda bile cezalandırmanın ancak düşünce açıklamasının ölçüsüz bir saldırı
oluşturduğunun kabul edilmesi hâlinde mümkün olduğu unutulmamalıdır (Emin
Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 50; Sinem Hun, B. No: 2013/5356,
8/5/2014, § 55; Kaos GL Derneği, B. No: 2014/18891, 23/5/2018, §54) .
49. Sonuç olarak başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet
kararında, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının zorunlu bir ihtiyaca karşılık
geldiği ilgili ve yeterli bir gerekçe ile inandırıcı bir şekilde ortaya
konulamamıştır. Bu sebeplerle somut olayda devletin ceza yargılaması yoluna
başvurmasını gerekli kılacak koşulların oluştuğundan ve bu müdahalenin demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun olduğundan söz edilemeyeceği sonucuna
ulaşılmıştır.
50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde
güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin uygulanmasına
ilişkin kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No:
2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60.
53. Başvurucu, yeniden yargılama ve 50.000 TL manevi
tazminat taleplerinde bulunmuştur.
54. Anayasa Mahkemesi başvurucunun söz konusu dilekçe
nedeniyle Mahkeme tarafından mahkûmiyetine karar verilmesi ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun düşmediği, bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği
sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
55. Bu durumda ifade özgürlüğü ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un
50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken
iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet
ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın
bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 72. Asliye Ceza
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
56. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine
muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir.
Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle
yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç
bedelinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğü ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 72. Asliye Ceza Mahkemesine (E. 2014/895 K. 2015/798) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 226,90 TL harç bedelinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 7/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.