TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NEZAHAT DOĞAN VE UMUT DOĞAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/19970)
|
|
Karar Tarihi: 15/11/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Nezahat DOĞAN
|
|
|
2. Umut
DOĞAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Selin
GÜNDOĞDU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yanlış teşhis ve tedavi sonucu ölüm olayının meydana
gelmesi ve buna sebep olan doktor hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi
nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların 25/8/2010 tarihinde dünyaya gelen kızları
E.A.D., doğumdan hemen sonra birtakım sağlık sorunları yaşamaya başlamıştır.
E.A.D. bu kapsamda 26/8/2010 ile 1/9/2010 tarihleri arasında Erciyes
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Kayseri Çocuk Cerrahisi Ana Bilim
Dalında kabızlık tanısı ile tedavi görmüştür. İlerleyen dönemde de kabızlık ve
kusma şikâyeti devam eden E.A.D., anılan Hastanede birkaç defa daha muayene
olmuştur. Bu muayeneler neticesinde -başvurucuların beyanına göre- E.A.D.nin makatında darlık olduğu anlaşılmış ve bu darlığın
giderilmesi için bazı işlemler uygulanmıştır.
9. Kayseri'deki tedaviden olumlu sonuç alamayan başvurucular, E.A.D.yi Ankara'ya götürmüşlerdir.
Başvurucular; Ankara'da önce Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesine, ardından da Ankara Dışkapı
Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine gitmişlerdir.
10. Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesine 23/2/2011 tarihinde götürülen E.A.D.nin burada vücudunun bazı gölgelerinin röntgeni
çekilmiş, tüm karın bölgesi ultrasonla incelenmiştir. Bu ve diğer bazı
tetkikler sonucunda Dr. E.Ş., anal stenoz (makatta darlık) tanısıyla E.A.D.yi 25/2/2011 tarihinde
ameliyata almıştır. E.A.D.nin sağlık sorunları bu
ameliyattan sonra da artarak devam etmiştir.
11. Başvurucular, Ankara Dışkapı Çocuk
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki tedaviden memnun kalmamaları
üzerine kızları E.A.D.yi
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine götürmüşlerdir. Bu Hastanede
21/4/2011 tarihinde E.A.D.nin omuriliği MR ile
görüntülenmiştir. MR sonucuna göre presakral alanda (makat ile kuyruk sokumu arasındaki bölge) kitle
(tümör) tespit edilmiştir.
12. Bu tespit üzerine E.A.D., uzun süren tedavi sürecinde bir
dizi ameliyat geçirmiş ancak kurtarılamayarak 30/12/2014 tarihinde yaşamını
yitirmiştir.
13. Başvurucular 30/3/2015 tarihli bir dilekçeyle diğer bazı
doktorların yanı sıra Ankara Dışkapı Çocuk
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yapan Dr. E.Ş. hakkında da
suç duyurusunda bulunmuşlardır.
14. Başvurucuların bu dilekçesi üzerine -başvuru formuna eklenen
belgelerden anlaşıldığı kadarıyla- Dr. E.Ş. hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483
sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun
uyarınca bir ön inceleme başlatılmış ve bu ön inceleme kapsamında olayla ilgili
olarak 23/6/2015 tarihli bir bilirkişi raporu hazırlanmıştır.
15. Ankara Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü, ön inceleme
kapsamında elde edilen verileri dikkate alarak Dr. E.Ş. tarafından yapılan
muayene, tetkik ve müdahalelerde herhangi bir eksikliğin veya kusurlu
davranışın tespit edilemediği, hastanın yakınmalarının kitleye bağlı olmadığı,
Dr. E.Ş.nin kitle tanısında gecikmeye yol açmadığı
sonucuna ulaşmış ve Dr. E.Ş. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar
vermiştir.
16. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Ankara Bölge
İdare Mahkemesi 1. Kurulunun 27/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
17. Bu karar 25/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular 25/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. İlgili hukuk için bkz.
Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844,
1/12/2016, §§ 34-36; Nimet Bacaklılar [GK],
B. No: 2014/19349, 15/3/2018, §§45-50.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 15/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
21. Başvurucular; Dr. E.Ş.nin
kızlarına yanlış teşhis koyarak hatalı tedavi uyguladığını, kızlarının bu
tedavi nedeniyle defalarca ağır ve acılı operasyonlara maruz kaldığını ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular, söz konusu operasyonların ilkinde hatalı bir tıbbi
müdahale yapıldığını, bu sebeple başka bir ameliyatla kolostomi
açıldığını, kızlarının iki yıl boyunca yaşamını bu şekilde idame ettirmek
zorunda bırakıldığını iddia etmişlerdir. Başvurucular, yanlış tanı nedeniyle
tedavinin geciktiğini, kızlarının bu sebeple yaşamını yitirdiğini ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular; Dr. E.Ş. hakkında soruşturma izni verilmemesinin
hukuka ve yasaya aykırı olduğunu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunun
kararının gerekçesiz olduğunu, Mahkemenin etkili bir tahkikat yapmadan sadece
soruşturma izni vermeyen kurumun göndermiş olduğu belgelere göre inceleme
yaptığını, Mahkemenin taraflara eşit mesafede duramadığını iddia etmişlerdir.
Başvurucular ayrıca 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verip vermemeye
karar verecek olan merciin, hakkında soruşturma izni istenen kişilerin bağlı
bulunduğu kurumlar olduğunu, bu kurumların taraflı ve sübjektif incelemeler
sonucunda kararlar verdiğini belirtmişlerdir. Başvurucular bu iddialarla yaşam
hakkının, gerekçeli karar hakkının, etkili başvuru hakkının, eşitlik ilkesinin
ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, temel olarak kızları E.A.D.nin yaşamının korunamamasından ve olay hakkında
etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesinden şikâyet etmektedir. Bu sebeple
başvurucuların tüm iddialarının yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
23. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
24. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
25. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir
başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucular, ölen kişinin anne ve
babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
26. Somut olayda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamakla birlikte başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi kuralı yönünden
ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
27. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale
neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
29. Başvuru konusu olayda başvurucular, tüm ihlal iddialarını
Dr. E.Ş. hakkındaki ceza soruşturması süreci kapsamında ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular, yaşanan olayla ilgili olarak idare mahkemeleri önünde tam yargı
davası açıp açmadıkları hususunda Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi
vermemişlerdir.
30. Bu durumda somut olayda öncelikle etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün
başvuruculara idare mahkemeleri önünde açabilecekleri bir tam yargı davası yolu
imkânının sağlanmasıyla yerine getirilmiş sayılıp sayılamayacağı hususunun
değerlendirilmesi gerekir.
31. Bu değerlendirmede öncelikle devletin yaşam hakkı
kapsamındaki yükümlülüklerinin çerçevesinin belirlenmesi gerekir.
32. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son
vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer
bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
33. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse
özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının
korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde
düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
34. Pozitif yükümlülüklerin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı
sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her
ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın
temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve
varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
35. Yaşam hakkına ilişkin bu usul yükümlülüğü olayın niteliğine
bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikteki soruşturmalarla yerine
getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında
Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve
cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat
davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali
gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
55).
36. Ancak kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm
olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım
benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline
kasten sebebiyet verilmeyen durumlarda pozitif yükümlülük her olayda mutlaka
ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
37. Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen
ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür
olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi
hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu
tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016,
§ 78; Nail Artuç,
§ 38).
38. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana
gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası veya dikkatsizliği
aşan bir kusuru olduğu ya da olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz
konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir
faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli
önlemleri almadığı durumlarda -ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş
olsalar dahi- kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında
bir ceza soruşturmasının yürütülmesi gerekir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).
39. Aynı durum yetkili kişi ve kurumların, mesleki ödevlerini
hiçe sayarak, sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut
bütünlüğüne zarar vermeleri hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de
geçerlidir (Kenan Sayın, B. No:
2013/5376, 14/10/2015, § 47; Nafia Sevin
Ergün Sefada ve diğerleri, § 68).
40. Görüldüğü üzere yaşam hakkı kapsamında devletin etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülüğü, olayın niteliğine bağlı olarak farklı nitelikteki hukuki
yolların etkili yürütülmesiyle yerine getirilmiş sayılabilmektedir. Bu durumda
başvuruya konu ölüm olayının niteliğinin belirlenmesi önem arz etmektedir.
41. Başvuru formu ve eklerinde başvurucuların yaşadığı üzüntü
verici olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bilgi ve
belge bulunmamaktadır. Olayın meydana geldiği koşullar da bu bağlamda herhangi
bir şüphe uyandırmamaktadır. Nitekim başvurucular da söz konusu olayın ilgili
sağlık personeli tarafından kızlarına zarar vermek kastıyla gerçekleştirildiği
yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir.
42. Esasen mevcut başvurunun merkezinde tanı ve tedavide
yapıldığı iddia edilen hatalar yer almaktadır. Bu gibi olaylar ise Anayasa
Mahkemesince tıbbi değerlendirme hatası olarak nitelendirilmektedir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu etkili yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülük, somut olayda mağdurlara adli yargı mercileri önünde
tazminat davası açma yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.
43. Somut olayda başvurucular, kızlarının ölümü üzerine Dr. E.Ş.
hakkında başlatılan ceza soruşturması sürecinin kesinleşmesinden sonra bireysel
başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki
yollardan olup hem idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği
takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek olan tam yargı davası yolunu
tükettiklerine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine
sunmamışlardır. Bu durumda yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetler
yönünden kanunda öngörülen yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
15/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.