TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖMER AYICI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/2555)
|
|
Karar Tarihi: 10/1/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Volkan
ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Ömer AYICI
|
Vekili
|
:
|
Av. Halil
ÖZTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, maluliyete neden olan psikolojik rahatsızlık
nedeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı
yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Kara Harp Okulundan 1996 yılında mezun olmasının
ardından Tuzla Piyade Okulunda kursiyer subay olarak eğitim görmüştür. Eğitim
sürecini tamamlamasının akabinde başvurucu, Kıbrıs 39. Tümen Komutanlığına
takım komutanı olarak atanmıştır.
9. 1997 ile 2013 tarihleri arasında sırasıyla Kars 14. Mekanize
Piyade Tugay Komutanlığı, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı, Kayseri 1.
Komando Tugay Komutanlığı, Kıbrıs 28. Tümen Komutanlığı ve Bingöl 49. Motorlu
Piyade Tugay Komutanlığı bünyesinde görev alan başvurucu; bu süreçte takım
komutanı, bölük komutanı, kısım amiri, ikmal subayı ve hava subayı olarak
vazife yapmıştır. Başvurucunun sunmuş olduğu belgelerden görev süresi boyunca
harekât ve operasyonlara katıldığı ve bu nedenle farklı tarihlerde berat,
takdir gibi belgeler aldığı anlaşılmaktadır.
10. Başvurucu 16/7/2007 tarihinde Çelik 2007-1 operasyonu
kapsamında PKK terör örgütü ile Şırnak'ın Varikurdi
mevkiinde girilen çatışmada boynundan yaralanmıştır.
11. Şırnak Asker Hastanesi bünyesinde tedavi edilen başvurucuya
23/7/2007 tarihli sağlık raporu ile ateşli
silahla yaralanma medikal tedavi tanısıyla otuz gün istirahat izni
verilmiştir.
12. Millî Savunma Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonu 26/3/2008
tarihli kararıyla, görevi gereği teröristlerle girdiği çatışma sonucu on beş
gün iş ve gücünden yoksun kalacak şekilde yaralandığı gerekçesiyle başvurucuya
7.051,75 TL nakdi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
13. Kayseri Asker Hastanesinde 23/8/2010 tarihinde yapılan
muayenesinde anksiyete bozukluğu tanısı konulan
başvurucu 17/11/2011 tarihinde Kıbrıs'ta görev yaptığı birliğin revirine baş
ağrısı, ayak kasılması şikâyetiyle başvurmuş ve Girne Asker Hastanesi
bünyesinde nöroloji, iç hastalıkları ve kulak burun boğaz polikliniklerinde
muayene edilmiştir.
14. Girne Asker Hastanesi tarafından travma sonucu yeniden yaşantılama ve
tedirginlik hâli nedeniyle 9/4/2012 tarihinde Gülhane Askerî Tıp
Akademisi (GATA) psikiyatri bölümüne sevk edilen başvurucu bu tarihten sonra
düzenli olarak psikolojik tedavi görmeye başlamıştır.
15. Başvurucu 2012 ve 2013 yılları içinde GATA tarafından
verilen raporlar uyarınca anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu
tanılarıyla farklı sürelerde istirahat izinleri almıştır.
16. Bu sürecin akabinde GATA tarafından tanzim edilen 12/9/2013
tarihli rapor ile başvurucu için "kronik
nitelik kazanmış travma sonrası stres bozukluğu" tanısı konularakTürk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde görev
yapamayacağı tespitinde bulunulmuştur.
17. Başvurucu 18/9/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına
başvuruda bulunarak malul hâle gelmesi nedeniyle oluşan maddi ve manevi
zararlarının ödenmesini istemiştir.
18. Talep cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir.
19. Başvurucu zımnen ret kararının ardından maddi ve manevi
zararlarının ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde
tam yargı davası açmıştır.
20. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 24/9/2014 tarihli kararıyla
davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
21. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin
hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların
dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret
işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları
gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun 2007 yılında yaralanmasından sonra
kendisinin veya arkadaşlarının terör örgütü mensupları ile girilen bir
çatışmada yaralandığına dair bilgi/belge bulunmadığının ve kendisinin 2012 yılı
itibarıyla düzenli psikolojik tedavi görmeye başladığının altı çizilmiştir. Bu
noktadan hareketle başvurucunun 2007 yılında zarardan ve eylemden haberdar
olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca 12/9/2013 tarihli raporun zararın öğrenilmesine
bir etkisinin bulunmadığı bu raporun ancak vazife malullüğü durumuna etki
edeceği ifade edilmiştir. Bu tespit uyarınca başvurucunun 2007 yılından
itibaren en geç bir yıl içinde idareye zararının tazmini istemiyle başvurması
gerekirken 18/9/2013 tarihinde yaptığı başvuru üzerine açtığı davanın süre
aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur.
22. Ret kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan
üyelerin karşıoy gerekçesinde özetle başvurucunun
psikolojik rahatsızlığına sebep olan başka olguların bulunup bulunmadığı
hususunun anlaşılamadığı, bu durum tespit edildikten sonra süre aşımı konusunun
değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
23. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin
24/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
24. Başvurucu nihai kararı 6/11/2014 tarihinde tebellüğ
etmesinin ardından 11/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
25. 1602 sayılı mülga Kanun’un43. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
26. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
27. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta
bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine
izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı
sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından
doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan
mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda
belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam
yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik
olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
28. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal
edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme
bağlanmıştır.
Anılan Kanun hükmünde idareye başvuru için
öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman
zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir
hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle
ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla
birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve
hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru
sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul
bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
30. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa
da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına
halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul
kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları
gerekir (Walchli/Fransa, B. No. 35787/03, 26/7/2007, §
29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde
tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde
davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir
engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No. 36998/02,
27/7/2006,§ 24).
31. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Běleš ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No:
47273/99, 12/11/2002, §§ 49-51).
32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013)
kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının engellenip engellenmediği hususunu incelemiştir. Söz konusu olayda
başvurucu askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir
çatışmada yaralanmış, başvurucunun tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve
sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda
sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında
belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki
muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu
19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak
başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare
aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu
olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle
davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir (Eşim/Türkiye,
§§ 4-10).
33. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun
aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren
hesaplayan yerel mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş;
başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmamasının
tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası
açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, mahkemenin
nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının
tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi
gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı
hakkındaki katı yorumunun davanın esasının tam olarak incelenmesine engel
olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 10/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu; psikolojik yönden yaşadığı rahatsızlığın
maluliyete neden olduğunu 12/9/2013 tarihinde tanzim edilen sağlık raporu ile
öğrendiğini, dolayısıyla zarara uğradığına bu tarihte vâkıf olduğunu ve bu
nedenle zorunlu idari başvuru süresinin yaralanma tarihinden itibaren
başlatılmaması gerektiğini belirterek mahkemenin idari başvuru süresini 2007
yılını esas alarak hesaplaması sonucu davayı reddetmesinin adil yargılanma
hakkı, sosyal hukuk devleti ve eşitlik ilkesini ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyeti, Mahkemenin dava açma
süresine dair hukuk kurallarını hatalı değerlendirdiği iddiasına müteallik
olduğundan başvuru mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
39. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "... adil yargılanma" ibaresinin
eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
40. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
41. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
42. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre
aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b.Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
43. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
44. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
45. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
46. Başvurucunun idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle
açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Mahkeme kararının
1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla
somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni
dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii.Meşru Amaç
47. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017,
§§ 54, 55; Fatma Altuner,
B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1)
Genel İlkeler
48. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli
ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
49. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken
yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten
kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka
açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması
nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını
kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., §
38).
50.Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının
doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun
kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava
hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (benzer
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar
Çoban, § 66).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
51. Başvurucu, tam yargı davası açmak için gerekli olan zorunlu
idari başvuru süresinin başlangıç tarihi olarak TSK'da görev yapamayacağını
tevsik eden sağlık raporunun esas alınmamasının mahkemeye erişim hakkını ihlal
ettiğinden şikâyet etmektedir.
52. Somut olayda 2007 yılında katıldığı operasyon sırasında
teröristler tarafından açılan ateş sonucu boynundan yaralanan ve ameliyat
edilen başvurucu 2013 yılına değin psikolojik tedavi görmüş bununla beraber TSK
bünyesinde görev yapmaya devam etmiştir. 12/9/2013 tarihinde ise başvurucunun
kronik travma sonrası stres bozukluğu tanısı nedeniyle TSK bünyesinde görev
yapamayacağı tespit edilmiştir. Bu raporun ardından başvurucu, idareye
zararının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuş ve başvurusunun zımnen reddi
üzerine tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi başvurucunun yaralanma
olayının meydana geldiği 2007 yılı itibarıyla uğradığı zarardan haberdar
olduğunu vurgulamak ve 12/9/2013 tarihli raporun sağlık durumunun tespiti
açısından bir farklılık yaratmadığını da belirtmek suretiyle 2007 yılından
tarihten itibaren bir yıl içinde idareye zararının tazmini istemiyle
başvurulması gerekirken 2013 yılında yapılan başvuru üzerine açılan davanın
süre aşımına uğradığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
53. Anayasa Mahkemesince daha önce benzer nitelikte başvurularda
da belirtildiği üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada
idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı
bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya
yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (Mehmet Çınar ve Nuray Çınar, B. No: 2015/4807, 19/4/2018, §
46).
54. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun psikiyatrik
rahatsızlığının ilk kez 2010 yılında tespit edildiği ve hastalığa neden olduğu
ileri sürülen olayların da bu tarihten önce yaşandığı hususlarında ihtilaf
bulunmamaktadır. Bununla birlikte fiziksel rahatsızlıklarda, rahatsızlığın ilk
defa bilindiği veya bilinmesi gerektiği tarihten itibaren zararın
değerlendirilebileceği kabul edilebilir ise de psikiyatrik rahatsızlıklar
açısından rahatsızlığı doğuran olayın bilindiği tarihte uğranılan zararın
değerlendirilebilmesi çoğunlukla mümkün olmayabilir. Zira somut olayda olduğu
gibi psikiyatrik hastalıklar, hastalığa sebep olduğu ileri sürülen olaylarla
aynı tarihlerde ortaya çıkmamakta; çok sonraki bir tarihte ve anılan olaylara
bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla psikiyatrik hastalığa neden
olan olayların yaşandığı anda başvurucuların uğradıkları zararı öğrenmeleri ve
değerlendirmeleri her zaman beklenemez (benzer mahiyette bir olaya ilişkin aynı
yönde değerlendirme için bkz. Alpay Dinç ve
diğerleri, B. No: 2014/12678, 6/7/2017 § 66).
55. Diğer taraftan başvurucunun psikolojik rahatsızlığından
tedavi süreci raporlar ve istirahat izinleri sebebiyle 12/9/2013 tarihinden
önce haberdar olduğu açık ise de başvurucu, yaralanma olayının meydana geldiği
tarihten sonra da TSK bünyesinde görev yapmaya devam etmiştir. Bir başka
ifadeyle sağlık durumu görevini ifasına engel olarak görülmemiştir. Ancak
12/9/2013 tarihli rapor, başvurucunun rahatsızlığının kronik hâle geldiğini ve
TSK bünyesinde görev yapmasına mâni olduğunu tespit etmiştir.
56. Başvurucunun sağlık durumunun TSK bünyesinde görev yapmasını
engelleyecek duruma geldiği hususunun 12/9/2013 tarihinde düzenlenen rapor ile
tespit edildiği dikkate alındığında psikolojik rahatsızlığa neden olduğu ileri
sürülen olayların yaşandığı tarih itibarıyla anılan rahatsızlığının
bulunduğunu, rahatsızlık nedeniyle zarara uğradığını ve bu rahatsızlığın askerî
görev kapsamındaki olayların sebep ve etkisinden kaynaklandığını mutlak suretle
bildiğinden ya da bilmesi gerektiğinden söz edilemez. Bu itibarla yaralanma vakası esas
alınarak uğradığı zararla ilgili idari başvuru yapmak suretiyle dava açmasının
beklenmesi başvurucuya orantısız bir külfet yüklemektedir.
57. Bu hâle göre mahkemenin başvurucunun uğradığı zararı
öğrenmesine ve değerlendirmesine imkân tanımayan olay tarihini (başvurucunun
yaralandığı tarihi) esas alarak dava açma sürelerini belirlemesine ilişkin
yorumunun başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu
ve bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede
güçleştirerek, neredeyse imkânsız hâle getirdiği değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu
sonucuna varılmıştır.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
60. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
61. Adil yargılanmahakkı kapsamındaki
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
62. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
63. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin
birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı
merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, AYİM İkinci Dairesinin 24/9/2014 tarihli ve
E.2014/83, K.2014/1322 sayılı kararıyla ilgilidir.),
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.