TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FİKRET TOPÇU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/2568)
|
|
Karar Tarihi: 18/4/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan
SEVTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Fikret TOPÇU
|
Vekili
|
:
|
Av. Gökçe
TURAN ALTAY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kat mülkiyetinden kaynaklanan uyuşmazlıkta arsa
payının bedeli karşılığı iptali ve diğer bağımsız bölümlere arsa payları
oranında özgülenerek tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının,
yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Uyuşmazlık konusu Kadıköy ili Zühtüpaşa
Mahallesi 1147 ada 12 parsel numaralı ana taşınmaz 4/2/1941 tarihinde yapılan
kadastro tespiti sonucunda bahçeli ahşap köşk vasfı ile tapuya tescil
edilmiştir. Taşınmazın alanı 24/8/1959 tarihinde yola terk edilen kısmın ifrazı
sonucunda 2.674 m² olarak tashih edilmiştir. Aynı tashihte beyanlar hanesindeki
ahşap evin yıkıldığı ve yerine 9,7x12,90 metre ebadına sahip kargir bir ev inşa edildiği belirtilmiştir.
8. Dava konusu ana taşınmaza ilişkin 15/8/1964 tarihli şahsi
irtifak hakkı sözleşmesi yapılmıştır. Tapu siciline tescil edilen bu sözleşmede
taşınmaz maliki K.M.B.nin 1356/2674 payını uhdesinde
tutarak taşınmaz üzerine inşaat yapılması amacıyla geri kalan payı A.B. ve C.A.ya devrettiği, K.M.B.nin uhdesinde kalan payın 400/2674 payının yeni
yapılacak binadan kendisine verilecek dört adet daireye, 956/2674 payının ise
mevcut villa (bahçeli kargir ev) için tefrik edildiği
belirtilmiştir.
9. Başvurucunun 16/2674 arsa paylı 29 No'lu
bağımsız bölüm maliki olduğu 1147 ada 12 parsel numaralı ana taşınmazda
23/1/1968 tarihinde kat mülkiyeti tesis edilirken 31 No.lu bağımsız bölüm
956/2674 oranında arsa paylı olarak "bahçede kargir
ev" niteliğiyle tapuya bağlanmış ve 20/7/1999 tarihinde Ş.Ç. adına satış
suretiyle tapuya tescil edilmiştir.
10. Ş.Ç.nin 4/8/2005 tarihli
dilekçesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu diğer kat maliklerine karşı
açtığı davada; 31 No.lu bağımsız bölümün yeri ayrılmak ve sahibinin kullanımına
verilmek suretiyle ana taşınmaz üzerine "otuz bağımsız bölümden oluşan Ç.
Palas" adlı apartmanın inşa edildiğini ve kargir
evin ise irtifak hakkı tesisinden sonra yıkıldığını bir daha da yapılmadığını
belirtmiştir. Ayrıca 31 No.lu bağımsız bölümün arsa payının açıkta kalması
nedeniyle bu bağımsız bölüm ve buna özgülenen 956/2674 arsa payının iptaliyle
belirlenecek rayiç bedeli karşılığında diğer kat malikleri adına tesciline
karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
11. Kadıköy 1. Sulh Hukuk Mahkemesi 9/6/2011 tarihli kararı ile
davanın kabulüne hükmetmiştir. Hükmün başvurucuya yönelik kısmında 29 No'lu bağımsız bölümün arsa payının 250/26740 olarak tashihen tesciline buna karşılık 58.500 TL arsa payı
bedelinin başvurucudan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Karar
gerekçesinde; davacıya ait 31 No.lu bağımsız bölümün fiilen mevcut olmadığı,
Yargıtay uygulamalarına göre fiilen mevcut bulunmayan bağımsız bölüme arsa payı
ayrılamayacağı ve davacının arsa payına isabet eden kısmın ana taşınmazdan
ifrazı da mümkün bulunmadığından 956/2674 arsa payının belirlenen rayiç değeri
karşılığında diğer kat malikleri adına tescili gerektiği belirtilmiştir.
12. Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin denetiminden geçerek 24/9/2013
tarihli kararıyla hüküm onanmış ve 3/11/2014 tarihli karar düzeltme isteğinin
reddi kararı ile kesinleşmiştir.
13. Nihai karar başvurucu vekiline 5/1/2015 tarihinde tebliğ
edilmiş, başvurucu 4/2/2015 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
14. 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 5.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Anagayrimenkulde,
kat mülkiyetine bağlanmamış veya lehine kat irtifakı kurulmamış arsa payı
bırakılamaz."
B. Yargıtay Kararları
15. Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 20/6/2013 tarihli ve
E.2013/7611, K.2013/10776 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasasının 5.
maddesi hükmüne göre bir anataşınmazda kat
mülkiyetine bağlanmamış veya lehine kat irtifakı kurulmamış arsa payı
bırakılamaz. Yine aynı Yasanın 10/2. fıkrasına göre, anataşınmazın
tümünün mülkiyeti kat mülkiyetine çevrilmeden o gayrimenkulün yalnız bir veya
birkaç bölümü üzerinde kat mülkiyeti kurulamaz.''
16. Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 1/5/2001 tarihli ve
E.2001/2644, K.2001/4360 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''..Bu durumda, var olmayan
"kargir ev"e ayrılmış
bulunan 956/2674 oranındaki arsa payının iptali ile Kat Mülkiyeti Yasasının 5.
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "anataşınmazda
kat mülkiyetine bağlanmamış arsa payı bırakılamaz" emredici kuralı da gözönünde tutularak iptal edilen bu payın (uzman bilirkişi
aracılığıyla saptanacak değeri karşılığında) diğer bağımsız bölümlere arsa
payları oranında özgülenerek arsa paylarının yeniden düzenlenmesi suretiyle
tapuya tesciline, her bir bağımsız bölüme eklenen arsa payına isabet eden
bedelin kat maliklerinden alınıp payı iptal edilen malike ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
...
Davalılar ve karşı davacı vekilleri Kat
Mülkiyeti Yasasının 47. maddesine dayanarak, üzerinde kat mülkiyeti kurulmuş
olan ana taşınmazdaki 31 No.lu bağımsız bölümün harap olduğunu ve anılan
maddede öngörülen süreler içinde yeniden yapılmadığını, böylece kat
mülkiyetinin ortak mülkiyete dönüştüğünü öne sürerek, taşınmazdaki ortaklığın
giderilmesini istemiş iseler de, yukarıda belirtildiği üzere 31 bağımsız bölüm
No.lu "kargir ev"in
kat mülkiyeti kurulmadan önce yıkılıp yok olduğu olgusu karşısında 47. maddenin
burada uygulanmasına olanak yoktur. Çünkü, anılan madde hükmü bir bağımsız
bölümün kat mülkiyeti kurulduğu tarihte var olup da sonrada harap olması
durumuna özgü düzenlemeler içermektedir. O nedenle mahkemece, ortaklığın
giderilmesi istemine ilişkin davanın reddine karar verilmiş olmasında bir
isabetsizlik bulunmadığından.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 18/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu; ana taşınmazda fiilen mevcut bulunmayan 956/2674
arsa payına sahip 31 No.lu bağımsız bölümün apartmanın ortak alanı olduğunu, bu
durumun Kadıköy 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1997/611 sayılı dosyasında verilen
kesinleşmiş kararla tespit edildiğini iddia etmiştir. Uyuşmazlık konusu
bağımsız bölümü satın alan davacı hakkında da anılan kararın kesin hüküm teşkil
edeceği belirtilerek, bağımsız bölümün diğer kat malikleri adına bedelsiz
olarak özgülenmesine karar verilmesi gerekirken hukuka aykırı şekilde kendisine
ait yeri satın almak zorunda bırakılmak suretiyle mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
19. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
20. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
22. Başvurucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yanında
adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak
başvurucunun temel iddiası, uyuşmazlık konusu ana taşınmazdaki 31 No.lu
bağımsız bölüm ve buna isabet eden arsa payının bedeli karşılığında diğer kat
maliklerine özgülenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine
ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki
bütün iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
24. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucu, uyuşmazlık konusu 31 No.lu
bağımsız bölümün bağlı bulunduğu ana taşınmazda bağımsız bölüm maliklerinden
olup yapılan yargılama neticesinde ana taşınmazın arsa oranlarında değişiklik
meydana geldiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın 35.
maddesi bağlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
25. Başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik
olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel
kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Ayrıca başvurucunun diğer bağımsız
bölümler arasında 956/2674 arsa payın dağıtımına yönelik doğrudan bir şikâyeti
de bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin
pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.
a. Genel İlkeler
26. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirlerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar
yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler
Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
27. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri
kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir.
Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin
gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir.
Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve
gerçekleştirilmesi için devletin alacağı tedbirlerden bahsetmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, § 38).
28. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma
alanında bulunan temel haklara özel hukuk kişileri tarafından yapılan
müdahaleler sonucu bireylerin haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilir. Devletin bu tür haksız müdahalelere
karşı bireylerin mülkiyet hakkının korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas
ederek yapılan müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle
koruma talep edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda özel
kişilerin çatışan hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce anayasal
yorumla temel hakların korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili bir
iç hukuk yolu ihdas ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı
oluşturup üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye Emekliler Derneği, § 39).
29. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir.
Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına
ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi
durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet
hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B.
No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41).
30. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren
etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve
kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan
uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek
sorumluluklarını da içermektedir (Abbas
Korkmaz ve diğerleri, B. No: 2014/17715, 9/11/2017, § 42).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
31. Ana taşınmaza ilişkin 15/8/1964 tarihli şahsi irtifak hakkı
sözleşmesi ile taşınmaz üzerinde bulunan kargir ev
için ayrılan alanın daha sonradan 31 No.lu bağımsız bölüm olarak tescil
edildiği ve kargir evin yıkılması sonucunda bu
bağımsız bölüm için ayrılan arsa payının açıkta kaldığı gerekçesiyle söz konusu
davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Dava konusu arsa payının bedelsiz olarak
devredilmesini savunan başvurucu görüşünün aksine bedeli karşılığında devrinin
başvurucu hakları yönünden olumsuz bazı etki ve sonuçlara yol açtığı açıktır.
32. Başvuru konusu olayda davacı, zeminde fiilen mevcut
bulunmayan bağımsız bölümün tapusunun iptaliyle bedeli karşılığında diğer
malikler adına tescilini istemekte, başvurucu ise anılan bağımsız bölüme ait
arsa payının fiilen bulunmadığını ve ana taşınmazın ortak alanı olduğundan
bedelsiz olarak adına tescili gerektiğini iddia etmektedir. Bu itibarlamenfaatleri çatışan her iki tarafın da mülkiyet
hakkını gözetmekle yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif
yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca
varılmalıdır.
33. Bu bağlamda ilk olarak fiilen mevcut bulunmayan bağımsız
bölüme ve bunaayrılan arsa payının iptali ve diğer
malikler adına tescilinin belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanuna
dayalı olup olmadığı irdelenmelidir. Derece mahkemeleri, gerekçe olarak 634
sayılı Kanun'un 5. maddesine dayanmaktadırlar. Bu maddeye göre kat mülkiyetine
tabi bir taşınmazda, kat mülkiyetine bağlanmamış veya lehine kat irtifakı
kurulmamış arsa payı bırakılamaz. Öte yandan Yargıtay kararlarında bu gibi
hâllerde var olmayan bağımsız bölümün iptal edilerek arsa payının bedeli
karşılığında diğer bağımsız bölümlere özgülenmesi gerektiği kabul edilmektedir.
Bu durumda derece mahkemelerince mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
konu edilen uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden oluşturulan belirli,
ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu anlaşılan bir hukuksal çerçeve
kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının yorumlanarak
sonuca varıldığı görülmektedir.
34. İkinci olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili
makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının kendisine tanınıp tanınmadığı
incelenmelidir. Başvuru konusu olayda başvurucu esas olarak 31 No.lu bağımsız
bölümün taşınmazın ortak alanı olduğunu ve bu hususa ilişkin mahkeme
kararlarının dikkate alınmadığını ifade etmişse de usule ilişkin güvencelerin
kendilerine sağlanmadığına yönelik bir iddiada bulunmamıştır. Yapılan
yargılamada başvurucu uyuşmazlığa konu yargılamaya davalı sıfatıyla iştirak
ederek mahkeme önünde itiraz ve savunmalarını ortaya koyup delillerini
sunabilmiştir.
35. Derece mahkemeleri, tarafların iddia ve savunmaları, ileri
sürdükleri deliller, taşınmaza ilişkin tapu kayıtları ve dayanakları ile aynı
taşınmaza ilişkin daha önceden gerçekleşen yargılamalarda verilip kesinleşen
kararları esas alarak yargılama yapmıştır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin
uyuşmazlığı ilgili hukuk kuralları doğrultusunda tarafların sundukları deliller
ve beyanlara göre çözüme kavuşturdukları görülmektedir.
36. Son olarak fiilen mevcut olmayan bağımsız bölüm ve bu bölüme
tahsis edilen arsa payının iptaliyle bedeli karşılığında diğer kat maliklerine
ait bağımsız bölümlere dağıtılarak tapuya tesciline karar verilmesinin
başvurucuya mülkiyet hakkı yönünden şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir
külfet yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir. Gerçek kişilerin mülkiyet
haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük
tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir
yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca
dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol
açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine
bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif
yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve
taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurulduğunda davacıya ait arsa payının sahip
oldukları arsa payı ile orantılı olarak diğer kat malikleri adına rayiç bedeli
karşılığında tesciline karar verildiği saptanmıştır. Bu itibarla uyuşmazlığın
çözüm şeklinin menfaatler dengesinde başvurucu aleyhine olduğundan ve
dolayısıyla başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet
yüklediğinden söz etmek mümkün değildir.
37. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddia yönünden başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
40. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 50, 52).
41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
42. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 9 yıl 3 aylık
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
44. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…"
45. Başvurucu tazminat talebinde bulunmamıştır.
46. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
47. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinden tazminat talebinde
bulunmadığından lehine tazminata hükmedilmesi mümkün değildir.
48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin bilgi için (kapatılan) Kadıköy 1. Sulh
Hukuk Mahkemesinin (E.2006/1372, K.2011/748) dosyalarının devredildiği
Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/4/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.