TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASAN OĞUZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/2700)
|
|
Karar Tarihi: 7/2/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucular
|
:
|
Hasan OĞUZ
|
|
|
Şükran OĞUZ
|
|
|
Umut İNAL
|
Vekili
|
:
|
Av. İlkin Barış POYRAZOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ölüm olayından dolayı uğranılan zararın tazmini
istemiyle idari yargıda açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 3/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından 2015/2701 ve 2015/2702 numaralı bireysel
başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması
nedeniyle 2015/2700 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve
incelemenin 2015/2700 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, bu aşamada başvuru hakkında bir görüş
bildirilmeyeceğini ifade etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvurucuların murisi olan B.O. 23/5/2009 tarihinde bacak
ağrısı şikâyetiyle Aydın Devlet Hastanesi Acil Servisine müracaat etmiştir.
Burada yapılan muayenesi neticesinde B.O.ya
Derin Ven Trombozu (DTV) + myali
şüphesi nedeniyle kalp damar cerrahisi polikliniğine gitmesi önerilmiş,
ağrısının giderilmesi amacıyla enjeksiyon yapıldıktan sonra B.O. Acil Servisten
gönderilmiştir.
9. B.O., Acil Servisten ayrıldıktan yaklaşık 20 dakika sonra
yolda yürürken durumunun kötüleşmesi üzerine çevredeki vatandaşlar tarafından
aynı Hastaneye getirilmiş ancak sağlık personeli tarafından yapılan
müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir.
10. Ölüm olayı üzerine Aydın Cumhuriyet Başsavcılığınca
(Savcılık) ilgili sağlık personeli hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan
soruşturma başlatılmış, aynı gün otopsi işlemi yapılmıştır. Otopsi sonucunda B.O.nun ölüm nedeninin belirlenememesi üzerine doku ve kan
örnekleri Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Öte yandan başvurucular da
Savcılığa müracaat ederek B.O.nun ölümünde kusuru
bulunan sağlık personelinden şikâyetçi olduklarını bildirmiştir.
11. Aynı süreçte Sağlık Bakanlığı (Bakanlık) da olayla ilgili
olarak idari soruşturma başlatmıştır. Bakanlık tarafından yapılan inceleme
neticesinde düzenlenen 16/7/2009 tarihli raporda sağlık personelinin B.O.nun tetkik, tedavi ve müdahale işlemlerinde herhangi
bir ihmal veya kusurunun tespit edilemediği, bu sebeple haklarında adli veya
idari yönden yapılacak bir işlem bulunmadığı belirtilmiştir.
12. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 2/6/2010 tarihli raporda ise
otopsi, klinik ve laboratuvar bulgularına göre tüm kan değerlerinde düşüklük
bulunan B.O.nun ölümünün kendinde mevcut hastalıktan
ileri geldiği görüşü belirtilmiştir. Raporda ayrıca; şikâyetleri üzerine
ayırıcı tanıda DTV düşünülerek B.O.nun kalp damar cerrahisi polikliniğine gönderilmesinin
uygun olduğu, ağrısı üzerine kendisine diklofenak
ampul yapıldığı, olayın oluş şekli ve otopsi bulgularına göre anaflaktik şok tablosunun mevcut olmadığı, buna göre
tedaviyi veren hekim ve uygulayan hemşirenin uygulamalarının tıp kurallarına
uygun olduğu görüşüne de yer verilmiştir.
13. Başvurucular Adli Tıp Kurumu raporunun kendilerine tebliğ
edilmesi üzerine 10/11/2010 tarihinde Savcılığa sundukları dilekçede; söz
konusu raporu kabul etmediklerini, raporda eksiklikler bulunduğunu belirterek
Yüksek Sağlık Şurasından rapor alınmasını talep etmiştir.
14. Savcılık 2/12/2010 tarihinde, şüphelilerin atılı suçu
işlediklerine dair yeterli sebep bulunmadığı gerekçesiyle haklarında kovuşturma
yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Söz konusu kararda, Adli Tıp Kurumu
raporundaki değerlendirmelere göre B.O.nun ölümünün
doğal ölüm olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, Yüksek Sağlık
Şurasının sadece kovuşturma aşamasına geçildiği takdirde rapor vermesi
sebebiyle başvurucuların bu yöndeki talebinin yerine getirilemediği de ifade
edilmiştir. Başvurucuların söz konusu karara karşı yaptığı itiraz Söke Ağır
Ceza Mahkemesinin 2/3/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
15. Bu süreçte başvurucular 11/1/2011 tarihinde Bakanlığa
müracaat etmiş ve hizmet kusuru nedeniyle yakınlarını kaybetmelerinden dolayı
uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminini talep etmiştir. Başvurucular,
taleplerinin 15/3/2011 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine 18/5/2011 tarihinde
idari yargıda tam yargı davası açmıştır.
16. Aydın 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 1/6/2011 tarihli
kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde,
başvurucuların ölüm olayının gerçekleştiği 23/5/2009 tarihinden itibaren bir
yıl içinde ve en geç 23/5/2010 tarihine kadarzorunlu
idari başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten sonra 11/1/2011
tarihinde idareye başvurduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla idareye süresinde
yapılmayan başvurunun reddi üzerine açılan davanın süresinde olmadığı ifade
edilmiştir.
17. Karar Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 12/2/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
18. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı Dairenin
23/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
19. Nihai karar5/1/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir.
20. Başvurucular 3/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanun
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin
tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap
verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde
dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
22. Danıştay Onuncu Dairesinin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/2637,
K.2017/180 sayılı kararı şöyledir:
"Tam yargı davaları idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
(...)
Söz konusu eylemin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılaması sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle
bağdaşmayacağı açıktır.
Uyuşmazlıkta tazmini istenilen zarar, idarenin hizmet kusuru nedeniyle
uğranılan zarar olduğuna göre, davacıların kardeşinin Şanlıurfa Kapalı Cezaevi'ndemeydana gelen olaylar sonucunda 16/06/2012
tarihinde çıkan yangında hayatını kaybetmesinde davalı idareye yüklenebilecek
hizmet kusurunun varlığı, idarenin bir kusurunun bulunup bulunmadığının
belirlenmesine bağlıdır.
Dava dosyası ile Dairemizin E:2015/1145 sayılı dosyası içerisinde yer
alan Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 06/06/2013 tarih ve … sayılı
"Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararı"ndan;
davacılar yakınının diğer 12 hükümlü ve tutuklu ile beraber Şanlıurfa Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda 16/06/2012 saat 23:00 sıralarında çıkan
yangında yaşamını yitirdiği, cezaevinden sorumlu Cumhuriyet Savcısının
nezaretinde elektrik ve inşaat mühendisi, iş ve sosyal güvenlik uzmanı, kimya
uzmanı, itfaiyeciler ve olay yeri inceleme ekibi tarafından yapılan incelemede,
13 kişinin koğuşun üst katında kol kola ve sıralı bir şekilde yanarak
yaşamlarını yitirdikleri, koğuş kapısının dolap ve ranzalarla kapatıldığı,
yangına katılmak istemeyen 5 mahkumun diğer hükümlü ve tutuklular tarafından tuvalete
kilitli vaziyette bırakıldıkları ve bu kişilerin kurtarıldığı, cezaevi kamera
kayıtlarına göre yangının 22:40 sıralarında başladığı, infaz koruma
memurlarının yangından 22:41 sıralarında haberdar oldukları, ilk itfaiye
aracının 22:47'de, ilk ambulansın da 22:51'de cezaevine giriş yaptığı ve
yangının 23:13 sıralarında tamamen söndürüldüğü, olayla ilgili yapılan disiplin
soruşturması neticesinde görevli personel hakkında disiplin cezası verilmesine
yer olmadığına karar verildiği ve yine olayla ilgili Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan
itirazın da Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı kararıyla
reddedildiği anlaşılmaktadır.
(…)
Dolayısıyla davacıların yakınının hayatını
kaybetmesinde eylemin idariliğinin bulunup
bulunmadığı, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen Kovuşturmaya Yer
Olmadığına Dair karar ile kesinlik kazanmıştır.
Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin
kesin olarak ortaya çıktığı tarihin, …"Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar"ın verildiği tarih olması nedeniyle bir yıllık
sürenin de bu tarihten itibaren başlayacağı açıktır."
23. Danıştay Onbeşinci
Dairesinin28/4/2016 tarihli ve E.2016/3471, K.2016/3026 sayılı kararı şöyledir:
Dava, davacının tedavi için gittiği Eskişehir
Devlet Hastanesinde 18/04/2011 tarihinde yapılan enjeksiyon sonucu sakat
kaldığından bahisle [uğradığı] zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacının, rahatsızlığı
nedeniyle 18/04/2011 tarihinde Eskişehir Devlet Hastanesine gittiği burada
yapılan iğne sonucu sakat kaldığından bahisle ilgililer hakkında savcılığa suç
duyurusunda bulunduğu, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma … sayılı
dosyasında yürütülen soruşturmada, konuyla ilgili alınan İstanbul Adli Tıp
Kurumu Başkanlığı Üçüncü Adli Tıp İhtisas Kurulunun 02/08/2013 tarihli raporu
dikkate alınarak "kovuşturmaya yer olmadığına" kararı verildiği, bu
karara yapılan itirazın Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2013 tarihli …
kararı ile reddedildiği ve kararın 03/03/2014 tarihinde ilgiliye tebliğ
edildiği, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin
davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ tarihi
olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten itibaren davacının 60 gün
içerisinde idareye başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten çok sonra
15/12/2014 tarihinde başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi geçtikten
sonra yapılan başvuru üzerine açılan davanın esastan incelenmesine olanak
bulunmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
(…) tam yargı davasının açılabilmesi için
eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya
çıkması zorunludur. Söz konusu eylemlerin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ve fakat resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru
sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Olayda ise, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza
Mahkemesi kararının tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten
itibaren davacının 1 yıllık süre içinde 15/12/2014 tarihinde idareye başvuruda
bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi içinde yapılan başvuru üzerine açılan
davanın esastan incelenmesi gerekirken süre aşımı yolunda verilen kararda
hukuki isabetbulunmamaktadır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes
davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda
karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına
sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B.No: 611/12, 17/11/2015)
başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının
takipsizlikle sonuçlanmasının ardından Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM)
açılan tam yargı davasınınsüre aşımı gerekçesiyle
reddedilmesine ilişkin başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal
edilip edilmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların
oğlu M.Y. 9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu
vefat etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde Askerî
Savcılık; ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının
bulunmadığı, M.Y.nin el bombasıyla intihar ettiği
sonucuna varmıştır. Askerî Savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme
raporu, olay yeri krokisi, otopsi raporları ve tanıkların M.Y.nin
ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının
olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından
başvurucular 28/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına
başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmıştır. AYİM 4/7/1972 tarihli ve
1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm
tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM
kararında, yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının davacılar yakınının
intihar kastıyla el bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun
davacılar tarafından da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik
yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca belirtilmiştir.
26. AİHM, davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre
sınırının M.Y.nin ölüm tarihinden itibaren
başlatılması olduğunu belirtmiş; başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde
hayatını kaybettiğini öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini
bu bağlamda takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza,
cinayet veya intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip
olduğunu vurgulamıştır. AİHM; olay tarihinde başvurucuların elinde idarenin
kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar bulunmadığını, kovuşturmaya yer
olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak
soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve idarenin olası bir hatası veya
ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin üzerinden bir yıl
geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu koşullarda başvurucuların ihmalkâr
davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde suçlanamayacaklarını belirterek
AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim haklarından mahrum bıraktığı
sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem
Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 7/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucu Hasan Oğuz Yönünden İnceleme
28. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
(İçtüzük) 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun
incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine
varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği
Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve
sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı
hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.
29. Başvuru tarihinden sonra ölen başvurucuların mirasçılarının
makul bir süre içinde başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa
Mahkemesine bildirmemeleri hâlinde anılan İçtüzük hükümleri uyarınca başvurunun
incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine
varılabilir (İskender Kaya ve diğerleri,
B. No: 2014/7674, 23/3/2017, §§18-21). Somut olayda başvurucu Hasan Oğuz
başvuru tarihinden sonra 2/3/2015 tarihinde ölmüş ancak mirasçıları makul bir
süre içinde başvuruya devam etme yönünde iradelerini bildirmemişlerdir.
Başvurunun incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün
80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerden biri de
bulunmamaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucu Hasan Oğuz yönünden
başvurunun düşmesine karar
verilmesi gerekir.
B. Diğer Başvurucular Yönünden İnceleme
1. Başvurucuların İddiaları
31. Başvurucular; tazminat davası açılması için gerekli bilgi ve
belgelere ölüm olayının gerçekleştiği tarih itibarıyla sahip olmadıklarını,
dava açmak için ölüm nedenine ilişkin kesin raporun düzenlenmesini
beklediklerini belirtmektedir. Olaya ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturması
sırasında düzenlenen adli tıp raporunun kendilerine tebliğ edilmesiyle birlikte
tıbbi yönden olayın ayrıntılarına ve dolayısıyla hizmet kusuru iddiasına dayalı
olarak dava açılması için gerekli bilgilere ulaştıklarına dikkat çeken
başvurucular, söz konusu rapor üzerine süresi içinde idari başvuru yaparak dava
açtıklarını ifade etmektedir. Başvurucular, Danıştayın
aynı nitelikteki uyuşmazlıklarda davanın süresinde olduğunu kabul ederek işin
esasının incelenmesi gerektiği yönünde verdiği kararlar olduğunu
hatırlatmaktadır. Mahkemenin dava açma süresini ölüm olayının gerçekleştiği
tarihten başlatarak davayı süre aşımından reddetmesi nedeniyle yaşam, adil
yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri süren başvurucular,
yeniden yargılama ve tazminat talep etmektedir.
2. Değerlendirme
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özü Mahkemenin
dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasında hukuk kurallarını
hatalı değerlendirmesi ve uygulaması neticesinde uyuşmazlığın esasının
incelenememesidir. Bu nedenle belirtilen ihlal iddialarının tümü mahkemeye
erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B.No:
2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
36. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
37. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
38. Somut olayda maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan
davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi
nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin
bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
39. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
40. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
41. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
42. Başvurucuların, yakınlarının ölümünden dolayı uğradıkları
zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine
ilişkin Mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine dayandığı görülmektedir.
Dolayısıyla somut olayda başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
43. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defalar incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari
işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en
genel ifadesiyle idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı
bulunduğuna işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017,
§§ 54,55; Fatma Altuner,
B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No:
2014/12354, 9/11/2017, § 52).
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
44. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli
ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
45. Bu nedenle mahkemelerin, usul kurallarını uygularken yargılamanın
hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği
gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde
aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda
mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı
olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle
kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel
olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., § 38).
46. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve
somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin
bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız
kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
47. Başvurucular, dava açma süresinin başlangıç tarihi olarak
ölüm olayının gerçekleştiği tarihin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını
ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
48. Yukarıda yer verilen (§§ 22, 23) Danıştay içtihadında ortaya
konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada
idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı
bulunmalıdır. Söz konusu eylemlerin idariliği ve
doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de
çok sonra değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya
çıkabilmektedir. Bu çerçevede eylemin idariliğinin
veya yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir.
49. Bu bağlamda, özellikle sağlık kurumları tarafından
gerçekleştirilen tetkik, teşhis ve tedavi işlemleri ya dabirtakım
tıbbi müdahaleler sonrasında vuku bulan ölüm olaylarında bu neticeye sağlık
personelinin hatalı tıbbi uygulamalarının ya da ihmalinin yol açıp açmadığı,
yapılan adli ve/veya idari soruşturma sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu tip
durumlarda ilgililerin kesin ölüm nedenini ve tıbbi uygulama sürecini
bilmeleri, takip edecekleri usul ve başvuracakları idari ve adli mercilerin
belirlenmesinde önem arz etmektedir. Bu husus ayrıca, ilgililerin tam yargı
davası açma iradeleri üzerinde de belirleyici bir etkiye sahiptir.
50. Söz konusu soruşturmalar kamu makamlarınca resen
yürütüldüğünden ilgililerin soruşturma süresinin uzunluğu üzerinde genellikle
bir etkisi olmadığı gibi soruşturma sonucunu beklemekten başka seçeneği de
bulunmamaktadır. Bu durum özellikle tam yargı davasının kusur veya ihmalin
varlığına dayandırıldığı durumlarda önem arz eder. Bu bağlamda yürütülen
soruşturma sonucu kesin ölüm nedeni, ölüm olayının meydana gelmesinde kusur veya
ihmalin varlığı ya da tıbbi sürece ilişkin diğer ayrıntılar tespit edildiğinde
ilgililerin tam yargı davası açılması için gerekli olan koşulların oluştuğundan
haberdar olduğunun veya haberdar olması gerektiğinin ve dava açma süresinin de
bu andan itibaren başladığının kabulü gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler
için bkz. Mehmet Menendiz ve diğerleri,
B. No: 2014/5235, 6/7/2017, §§ 58, 59).
51. Bireysel başvuruya dayanak kararda Mahkemenin, dava açma
süresinin hesabında ölümün gerçekleştiği tarihi esas aldığı ancak başvurucular
tarafından eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği
ya da öğrenilmesi gerektiğine dair herhangi bir değerlendirme yapmadığı
görülmektedir. Somut olayda başvurucuların, yakınlarının 23/5/2009 tarihinde
hayatını kaybettiğini öğrendikleri konusunda tartışma bulunmamaktadır. Bununla
birlikte başvurucuların, ölüm olayından önceki süreçte sağlık personeli
tarafından gerçekleştirilen tıbbi uygulamalara dair verilere ve bu
uygulamalarda idarenin olası hata ya da ihmali bulunduğu iddiasına dayanak
alınabilecek teknik bilgilere, bir başka ifadeyle eylemin idarilik
niteliğinin bulunup bulunmadığının tespitinde esas alınabilecek unsurlarakesin ölüm nedeninin ortaya çıkarılması için
yürütülen soruşturma tamamlanıncaya kadar vâkıf olamadıkları açıktır. Öte
yandan söz konusu bilgilere sahip olunmasının idari yargıda dava açılıp
açılmaması yönündeki iradenin oluşması noktasında belirleyici bir etkisinin
olduğu da yadsınamaz.
52. Buna göre Mahkemenin, başvurucuların eylemin idariliğini öğrenmesine ve değerlendirmesine imkân
tanımayan olay tarihini (ölüm tarihi) esas alarak dava açma sürelerini
belirlemesine ilişkin yorumunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum
olduğu ve bu yorumun başvurucuların mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede güçleştirdiği
değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından
reddedilmesi suretiyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
55. Başvurucular, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradıkları zararın tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
56. Adil yargılanmahakkı kapsamındaki
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
57. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Aydın 1. İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
58. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili idari
yargı merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal iddiası açısından
yeterli tatmin sağladığı değerlendirildiğinden başvurucuların tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 453,80 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.433,80 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hasan Oğuz yönünden başvurunun DÜŞMESİNE,
2. Diğer başvurucular
yönünden adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Aydın
1. İdare Mahkemesine (E.2011/1130, K.2011/1010) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
E. 1. Hasan Oğuz tarafından yapılan yargılama giderlerinin
üzerinde BIRAKILMASINA,
2. 453,80 TL harç ve
1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.433,80 TL yargılama giderinin diğer
BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
7/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.