TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
OSMAN DELİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/3346)
Karar Tarihi: 28/11/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Özgür DUMAN
Başvurucu
Osman DELİ
Vekili
Av. Muammer HAPİL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru tapu siciline güvenerek satın alınan taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
6. Antalya ili Merkez ilçesi zabıt defterinin Zeytinköy Nisan 1325 tarihli ve 71-80 sıra numaralı tapu kayıtlarına göre 2.000 dönümlük (1.838.000 m²) olan paylı mülkiyete konu taşınmaza ilişkin olarak 1926 yılında Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinde ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Mahkemece 11/1/1940 tarihli kararla taşınmazın yüz ölçümü artırılarak tapu kayıtlarının kapsadığı alan 22.201.202 m² olarak belirlenmiş ve hisseleri oranında sahipleri adına tescili ile ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilmiştir.
7. Bu taşınmaz, Antalya Satış Memurluğunca açık arttırma suretiyle 13/4/1944 tarihinde tapu kaydına yapılan tescile göre K.K. ve H.Ü.ye satılmıştır.
8. Bu arada K.K. ve H.Ü. 1965 yılında taşınmazı ifraz ettirerek muhtelif kişilere satmışlardır. Taşınmazın 4.000 m²lik bölümü de 21/3/1974 tarihinde fundalık olarak tapuda başvurucuya satılmıştır.
9. Köyün bağlı olduğu ilçe ile adı Aksu ilçesi Çamköy olarak değişmiş olup 1980 yılında bu köyde kadastro çalışmalarına başlanmıştır. Yapılan kadastro çalışmaları sırasında 229 parsel olarak sınırlandırılan bir taşınmaz makilik olarak Maliye Hazinesi (Hazine) adına tespit edilmiştir. Bu tespite yapılan itirazlar, Tapulama Komisyonunca 2/6/1981 tarihinde reddedilmiştir.
10. Diğer taraftan kadastro çalışmaları sırasında başvurucunun dayandığı kök tapu kaydı Koyunlar köyü 364-444, 673-677, 743-754, 757-768, 230, 234, 235, 242, 243, 244, 207, 245, 356-363; Varsak köyü 2454-2459, 2475-2603, 2611- 2790, 2797-2820, 2863-2873 ve 3078-3082 parsel sayılı taşınmazlara uygulanmıştır. Bu taşınmazların toplam yüz ölçümü 3.931.926 m2'dir.
B. Diğer Tapu Malikleri Tarafından Açılan Kadastro Tespitine İtiraz Davası
11. Çamköy 229 numaralı parselde mülkiyet iddiasında bulunan ve itirazları reddedilen çok sayıda kişi 6/12/1982 tarihinde Antalya Tapulama Hâkimliğinde tapulama tespitine itiraz davası açmışlardır.
12. Mahkeme 2/3/1984 tarihli kararıyla Hazine adına tespit işlemini iptal etmiştir. Gerekçede 1964 yılında yapılan ve kesinleşen tapulama dışı bırakma işleminin de bir tapulama olduğu vurgulanmış ve 1980 yılında ikinci defa yapılan tapulama çalışmasının "bir yerde iki defa tapulama yapılamaz" ilkesine aykırı olduğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca taşınmazın 1976 yılında 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesi uygulamasıyla orman rejimi dışına çıkarıldığının altı çizilmiştir.
13. Temyiz edilen karar Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 13/7/1988 tarihinde bozulmuştur. Daire, hükümden sonra yürürlüğe giren ve elde bulunan davalara da uygulanacağı öngörülen 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu ile yeni bir sisteme geçildiğini, Kanun’un öngördüğü sicilleri oluşturabilmek için kadastro yapılması gerektiğini ve tapulama dışı bırakılan yerlerde tekrar kadastro yapılmayacağına dair bir hüküm bulunmadığını belirtmiştir.
14. Bozma sonrası Antalya Kadastro Mahkemesi 23/9/1994 tarihinde 229 parsel sayılı taşınmazın yüz ölçümünün 9.226.601 m² olarak düzeltilmesine, teknik bilirkişilerce hazırlanan krokide A, B, C, D harfleriyle gösterilen toplam 5.202.698 m²lik bölümün Hazine adına; kalan 4.023.903 m²lik yerin ise krokide müstakil harflerle gösterilen tapu malikleri adına hisseleri nispetinde tespitine karar vermiştir.
15. Bu karar da temyiz edilmiş ve Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 28/6/1995 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesinin Hazine adına tespite ilişkin hüküm fıkrası onanmış; kişiler adına tespite ilişkin hüküm fıkrası ise bozulmuştur. Kararın gerekçesinde 1964 yılında yapılan orman tahdidi ve 1976 yılında yapılan orman dışına çıkarma işlemi konusunda bir tartışma bulunmadığı, tartışmanın orman dışına çıkarılan alanın zilyetlikle kazanılıp kazanılamayacağına ve bir kısım davanın dayanak olarak aldığı tapu kayıtlarının taşınmazın bu kısmını kapsayıp kapsamadığına ilişkin olduğu hatırlatılmıştır. Gerekçenin devamında orman dışına çıkarılmadan tespit tarihine kadar yirmi yıllık süre geçmediğinden zilyetliğe dayanarak dava açanların temyiz istemlerinin reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesinde yer alan “Orman sınırları dışına çıkarılacak yer, sınırlaması itirazsız kesinleşmiş tapulu arazi ise mülkiyet tekrar sahiplerine geçer” hükmü gereği orman tahdidinin itirazsız kesinleşip kesinleşmediğinin ve davacıların dayandıkları tapu kayıtlarının revizyon görüp görmediğinin araştırılması gerektiği, tapu kayıtlarının uyması hâlinde miktarı kadar arazinin kayıt maliklerine verilebileceği ifade edilmiştir.
16. İlk derece mahkemesi, bozma kararına uyduğunu belirtmiş, ancak 10/6/1997 tarihli kararıyla 229 sayılı parselin kesinleşmeyen 4.023.903 m²lik bölümünün -haritasında bağımsız parseller olarak gösterilmek suretiyle- payları oranında tapu malikleri adına tesciline karar vermiştir.
17. Kararın temyizi üzerine incelemeyi yapan Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 7/7/1998 tarihli kararıyla bozma kararının uygulamasının yapılmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını tekrar bozmuştur.
18. İlk derece mahkemesi 2/12/1999 tarihli kararıyla bozma kararına direnmiştir. Direnme kararını inceleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 27/6/2001 tarihli kararıyla direnme kararında hüküm fıkrası oluşturulmadığı gerekçesiyle direnme kararını bozmuştur.
19. İlk derece mahkemesi 11/4/2002 tarihli kararıyla tekrar direnme kararı vermiştir.Direnme kararını inceleyen Yargıtay HGK 12/11/2003 tarihli kararıyla Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin görüşünü haklı bularak ikinci direnme kararını da bozmuştur.
20. Bu defa bozma kararına uyan ilk derece mahkemesi 25/4/2005 tarihinde taşınmazın yüz ölçümünün düzeltilerek Hazine adına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davacıların dayandığı Nisan 1320 tarihli kök tapu kayıtlarına ilişkin olarak açılan ortaklığın giderilmesi davasında kaydın yüz ölçümünün düzeltilmesine ilişkin bir dava da olmadığı hâlde Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinin 11/1/1940 tarihli kararıyla bu taşınmazın yüz ölçümünün 22.201.202 m² olarak düzeltildiği hatırlatılmıştır. Mahkeme söz konusu tapu kayıtlarının ilgili olduğu taşınmazın gerçek yüz ölçümünün ise daha düşük olduğunu, ayrıca kök tapu kayıtlarının değişebilir sınırlı olduğunu vurgulamıştır. Mahkemeye göre bu karar uyarınca 13/4/1944 tarihinde yapılan tescil yolsuz olup bu nedenle dayanılan tapu kaydının ihdas tarihindeki miktarı olan 1.838.000 m² esas alınmalıdır.
21. Mahkeme ayrıca, dayanak tapu kaydının yüz ölçümü 1.838.000 m² olduğu hâlde tapu maliklerine 3.931.926 m² yer verildiğini açıklamıştır. Mahkeme; davacılara verilen yer ile dayanak tapunun yüz ölçümü arasında fark olduğunu, tapu kaydının sınırlarının ise değişebilir nitelikte bulunduğunu ve 1975 yılında Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılmış arazinin zilyetlikle kazanılmasının mümkün olmadığını belirterek netice itibarıyla davaya konu 229 parsel sayılı taşınmazın Hazine adına tapuya tescili gerektiği sonucuna ulaşmıştır.
22. Temyiz edilen karar Yargıtay 7. Hukuk Dairesince 30/11/2006 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talepleri de aynı Daire tarafından 1/7/2008 tarihli kararla reddedilmiştir.
C. Başvurucu Tarafından Açılan Tazminat Davası
23. Kadastro tespitine itiraz davasının tarafı olmayan başvurucu, yukarıda değinilen kararın kesinleşmesinden sonra tapu siciline güvenerek aldığı taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi sebebiyle zarara uğradığını belirtmek suretiyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine dayanarak 26/6/2009 tarihinde Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır.
24. Mahkeme 3/4/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme, aynı taşınmaza yönelik olarak başka bir kişi tarafından Antalya 1.Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davayı emsal olarak göstermiş ve Yargıtayca davanın reddine ilişkin hükmün onandığını belirterek bu davadaki gerekçelerle eldeki davanın reddi sonucuna varıldığını açıklamıştır.
25. Temyiz edilen karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 10/6/2014 tarihinde onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 9/12/2014 tarihinde reddedilmiştir.
D. Emsal Tazminat Davası
26. O.A.A. tarafından başvurucunun açtığı davada belirtilen sebeplerle Hazine aleyhine 29/6/2009 tarihinde Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açılmıştır.
27. 7/3/2010 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, Kadastro Mahkemesi kararına atıfta bulunularak başvurucunun satın aldığı tapu kayıtlarının 229 numaralı parsele ait olduğu iddiasının Kadastro Mahkemesince reddedildiği hatırlatılmış; tapu maliklerine, dayanılan tapu kayıtlarının miktarından daha fazla yer verildiği ve davacılar adına mevcut kayıtların 229 numaralı parsel dışında çok sayıda parsele revizyon gördüğü ifade edilmiştir. Kararda, dava dilekçesinde belirtilen hususların tapu kaydının yanlış tutulmasından kaynaklanmadığı sonucuna ulaşılmış ve başvurucunun kadastro öncesi satın aldığı tapu kayıtları hangi kadastral parsellere uygulanmış ise yasal süresi içinde o parsellerin tespit malikleri aleyhine talepte bulunabileceği vurgulanmıştır.
28. Temyiz edilen karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesi (Daire) tarafından 17/1/2012 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, davacının dayandığı tapu kaydının miktarı 22.201.202 m2ye çıkarılmışsa da bu kararın davada taraf olmayan Hazineyi bağlamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca kaydın değişebilir nitelikte sınırlar içerdiği ve bu nedenle kapsamının yüz ölçümüne değer verilerek saptanacağı vurgulanmıştır. Bunun yanında kaydın toplam 3.931.926 m2 büyüklüğündeki gerçek yüz ölçümünden daha fazla bir alana uygulandığı tespitine yer verilmiştir. Daire özellikle davacının çekişmeli 229 parsel sayılı taşınmaz için mevcut bir tapu kaydının bulunmadığını, bu yüzden söz konusu taşınmaza yönelik olarak kadastro mahkemesi kararının kesinleşmesiyle zarara uğradığından söz edilemeyeceğini belirtmiştir.
29. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Dairenin 6/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
30. Nihai karar başvurucuya 26/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
31. Başvurucu 23/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
32. 12/7/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu'nun 2. maddesi şöyledir:
"Tarıma elverişli olmıyan sahipsiz yerler ile aynı nitelikte olan sahipsiz kayalar, tepeler, dağlar ve Orman Kanunu uyarınca orman sayılan yerler, tapulamaya tabi tutulmaz. Birlik sınırları içinde kalan bu gibi gayrimenkullerin tapulamaya 766 tabi olup olmadığı hususunda ilgililer arasında anlaşmazlık çıkarsa, tapulama tutanağı ve krokisi yapılır. Anlaşmazlık sebebi tutanakla belirtilir.
Anlaşmazlık bu kanunda yazılı usul ve ilgili kanunların esasları dairesinde çözülür."
33. 766 sayılı mülga Kanun'un 46. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Orman Kanunu uyarınca, tahditleri yapılarak kesinleşmiş ve tescil edilmiş ormanlara ait kayıtlar, müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne olduğu gibi aktarılır."
34. 3402 sayılı Kanun’un "Kamu malları" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:
...
D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir.”
35. 6831 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.
…
J) Funda veya makilerle örtülü orman ve toprak muhafaza karakteri taşımıyan yerler;
Orman sayılmaz.”
36. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz. "
37. 4721 sayılı Kanun’un 705. maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."
38. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "
B. Uluslararası Hukuk
39. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).
41. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 32; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).
42. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.),B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33).
43. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması, hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).
44. Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağına dair Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentilerinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
45. Mahkemenin 28/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
46. Başvurucu tapu siciline güvenerek satın aldığı taşınmazın yapılan kadastro çalışmaları sonucu orman olarak Hazine adına tapuya tescil edildiğinden yakınmıştır. Başvurucu 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında açtığı tazminat davasının ise reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu sonuç olarak Hazinenin hiçbir bedel veya tazminat ödemeden taşınmazından yoksun bıraktığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
47. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
1. Genel İlkeler
48. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
49. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
50. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).
51. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
52. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da aynı menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
53. Somut olayda ihtilaf konusunun anılan köyde bulunan ve kadastro çalışmalarında 229 parsel olarak sınırlandırılan taşınmaz olduğu anlaşılmaktadır. Bu taşınmaz Antalya Kadastro Mahkemesinin 1/7/2008 tarihinde kesinleşen hükmü uyarınca orman vasfıyla Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. Başvurucu ise bu kadastro çalışmaları sırasında söz konusu taşınmaza revizyon gören adına tescilli bir tapu kaydı olduğunu belirterek kendisine ait taşınmaz bölümünün tazminat ödenmeksizin elinden alındığını belirtmiştir.
54. Başvurucu aynı şikâyetini 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi çerçevesinde açtığı davada derece mahkemeleri önünde de dile getirmiş, bu dava -diğer unsurlar yanında- esas itibarıyla başvurucunun dayandığı tapu kaydının söz konusu orman olarak Hazine adına tescil edilen taşınmaza uymadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
54. Anayasa Mahkemesi daha önce tapu siciline güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli malik yönünden sonradan bu tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesinin mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir müdahale olduğunu kabul etmiştir (Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No:2015/1203, 25/3/2018). Ancak bunun için öncelikle ihtilaf konusu taşınmaz yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mevcut bir mülkünün olduğunu veya bu taşınmazı edinmeye yönelik somut bir temele dayalı meşru bir beklentisi olduğunu ispat etme yükümlülüğü başvurucuya düşmektedir.
55. Diğer taraftan zeminde hiçbir taşınmaza uymayan bir tapu kaydının oluşturulmasının da tapu siciline güvenerek satın alan iyi niyetli malik yönünden mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği ileri sürülebilirse de başvurucunun gerek açtığı tazminat davasında gerekse de bireysel başvuru kapsamında buna ilişkin açık bir şikâyetinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere bu bireysel başvurunun konusu Hazine adına orman olarak tescil edilen 229 parsel taşınmaza yönelik olup başvurucu bu taşınmazın bir bölümü yönünden kendisine ait bir tapu kaydı olduğunu ileri sürerek bu kısmın tazminat ödenmeksizin elinden alındığından yakınmaktadır. Dolayısıyla somut başvuru bu iddia ile sınırlı olarak değerlendirilecektir.
56. Başvurucu, başvuruya konu ihtilaflı taşınmaz bölümünün kendisine ait olduğunu öncelikle tapu kaydına dayalı olarak ispat edebilir. Nitekim 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinde mülkiyetin kural olarak tescil ile kazanılacağı hüküm altına alınmıştır. Başvurucu bu taşınmaz bölümüne yönelik bir tapu kaydının olduğunu ileri sürmüş ise de başvurucunun açtığı tazminat davasında asliye hukuk mahkemesi bu kaydın söz konusu taşınmaza uymadığını belirlemiştir. Başvurucu söz konusu davada kendisini vekil ile temsil ettirmiş, duruşmalı olarak yapılan yargılamada iddia ve itirazlarını dile getirebildiği gibi delillerini sunabilme imkânı da bulabilmiştir. Tarafların ilk elden delillerini değerlendirebilme imkânına sahip olan derece mahkemelerinin söz konusu kararlarının ise açıkça keyfî veya bariz bir takdir hatası da içermediği görülmektedir. Buna göre başvurucu gerek anılan davada gerekse de bireysel başvuru kapsamında söz konusu taşınmaz bölümünün kendisine ait olduğunu gösteren bir tapu kaydı sunamamıştır. Diğer bir deyişle başvurucu, kadastro öncesinde söz konusu taşınmaz bölümünü edindiğini gösteren bir tapu kaydının mevcut olduğunu ortaya koyamamıştır.
57. Öte yandan somut olayda ihtilaflı taşınmaz bölümünün kadastro mahkemesinin kararıyla orman olarak tapuya tesciline karar verildiği dikkate alınmalıdır. Buna göre söz konusu taşınmaz bölümünün kadastro sonucu başvurucu adına tapuya tescil edilmemiş olduğu görülmektedir.
58. Başvurucu mülk edinmeyi sağlayan zilyetlik yoluyla kazandırıcı zamanaşımı koşullarının kendisi yararına gerçekleştiğini ve bu suretle uyuşmazlık konusu taşınmazın mülkiyetini edindiğini ise hiçbir zaman ileri sürmemiştir. Kaldı ki ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin Anayasa'nın 169. maddesi uyarınca mülkiyetinin devredilmesi yasaklanan devlet ormanlarının zamanaşımı ile mülk edinilmesi de mümkün bulunmamaktadır.
59. Son olarak başvurucunun ihtilaflı taşınmaz bölümünün mülkiyetini edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu gösteren bir kanun hükmü veya yerleşik yargı içtihadı gibi somut bir temele de dayanmadığı görülmektedir.
60. Bu durumda yargı kararıyla orman olduğu belirlenen uyuşmazlık konusu taşınmaz bölümüne yönelik olarak kadastro öncesinde başvurucunun tapu veya benzeri bir kayıt sunamadığı gibi dayandığı kaydın da bu taşınmaza uymadığı belirlenmiştir. Ayrıca kadastro sonucu da bu taşınmaz bölümü başvurucu adına tapuya tescil edilmemiştir. Buna göre somut başvuru açısından ihtilaflı taşınmaz bölümü yönünden başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülkünün veya somut ve yeterli bir hukuki temele dayalı olarak mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir beklentisinin bulunduğunu kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 28/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.