TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ERBAKIR ELEKTROLİTİK BAKIR MAMÜLLERİ A.Ş.
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/3930)
|
|
Karar Tarihi: 23/10/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
M. Emin ŞAHİNER
|
Başvurucu
|
:
|
Erbakır Elektronik Bakır Mamülleri A.Ş.
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa Ali ÇETİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucu hakkında tesis edilen ek katma değer
vergisi tahakkuk işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen ortada kalan
ve asıl vergi alacağına bağlı fer'i alacak olan
gecikme faizinin başvurucudan tahsili yoluna gidilmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının; yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu; İzmir Gümrük Müdürlüğünde tescilli ilgili
beyanname kapsamında gerçekleştirilen ithalata ilişkin olarak ithalat
işlemlerine aracılık eden K. A.Ş. kanalıyla yurt dışındaki muhabir bankaya
transfer edilen faiz tutarının ithalde alınan katma değer vergisi (KDV)
matrahına dâhil edilmesi gerektiğinden bahisle yapılan ek KDV ve hesaplanan
faize ilişkin itirazın reddine dair işlemin iptali talebiyle İzmir 3. Vergi
Mahkemesi nezdinde iptal davası açmıştır.
9. Başvurucu dava dilekçesinde; dava konusu işlemin hukuka
aykırı olduğunu, dâhilde işleme izin belgesi çerçevesinde ithalat yapıldığını,
ithal edilen hammaddenin mamul hâline getirilip ihraç edildiğini ve dosyanın
16/7/2003 tarihinde kapatıldığını, yapılan ödemenin satıcıyla hiçbir ilgisi
olmadığını dolayısıyla bu ödemenin eşyanın gümrük kıymetine ilave edilmemesi
gerektiğini belirterek anılan işlemin iptalini ve ek tahakkukun kaldırılmasını
talep etmiştir.
10. Mahkeme 24/11/2014 tarihinde davanın kabulüne karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde;
i. 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu, 25/10/1984
tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu ile 7/10/2009 tarihli ve
27369 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Gümrük Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ilgili madde hükümlerinden gümrük
kıymetinin eşyanın satış bedeli olduğunun ve satış bedelinin ise fiilen ödenen
ve ödenecek fiyat olduğunun açıkça belirtildiği ifade edilmiştir.
ii. İdare tarafından ilgili bankaca bildirilen faiz transferinin
ithal edilen eşyanın bedeli olarak mı yoksa başka bir nedenden dolayı mı
verildiği tespit edilmeksizin, eşyanın kıymetinin düşük beyan edildiğinin
Yönetmelik'in 89. ve 94. maddelerinde belirtilen sıralı yöntemlerin uygulanması
suretiyle ortaya konulmaksızın ek tahakkuk yoluna gidilmesinin hukuka aykırı
olduğu belirtilmiştir.
iii. Aynı şekilde, yapılan faiz transferinin 4458 sayılı
Kanun'un 28. maddesinin (c) bendinde ifade edildiği ve kıymete dâhil
edilmeyecek türden bir ödeme olup olmadığı hususu araştırılmaksızın ek tahakkuk
yoluna gidilmesinin de hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.
iv. Olayda faiz ve komisyonun ihracatçıya değil bankaya ödendiği
ve ayrıca 3065 sayılı Kanun'un 21. maddesinin (c) bendinde ifade olunduğu
anlamda beyanname tescilinden sonra yapılan ödemelerin de matraha dâhil
edilemeyeceği gerçeğine işaret edilmiştir.
v. Bu itibarla, ithalatın finansmanında kullanılmak üzere amir
banka kanalıyla yurt dışındaki muhabir bankaya transfer edilen faiz tutarının
ithalde alınan KDV matrahına dâhil edilmesi suretiyle yapılan ek tahakkukun
hatalı olduğu ifade edilmiştir.
11. Davalı idare tarafından temyiz edilen karar, Danıştay
Yedinci Dairesince 22/5/2007 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, temyize
konu kararın usul ve kanuna uygun olduğu belirtilmiştir.
12. Davalı idarece yapılan karar düzeltme talebi üzerine bu defa
aynı Daire,16/9/2009 tarihli kararı ile temyiz isteminin kabulüne, Mahkeme
kararının gecikme faizine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına karar vermiştir.
13. Bozma kararı üzerine Mahkeme bu defa 4/12/2009 tarihinde
bozma kararı doğrultusunda davanın gecikme faizine ilişkin kısmının reddine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 24/10/2003 tarihinde tebliğ edilen
13/10/2003 tarihli işlemin gecikme faizine ilişkin kısmı için tebliğ tarihinden
itibaren yedi gün içerisinde ilgili Başmüdürlüğe itiraz edilmesi ve itiraz
üzerine tesis edilecek işleme karşı da tebliğ tarihini izleyen günden itibaren
otuz günlük dava açma süresi içerisinde dava açılması gerekirken, başvurucu
tarafından önce 27/10/2003 tarihinde yetkisiz makam olan Gümrük Müdürlüğüne
düzeltme başvurusunda bulunularak anılan başvurunun reddedilmesi üzerine
11/12/2003 tarihinde Başmüdürlüğe itiraz yoluna gidildiğinden, bu karar için
öngörülen itiraz süresinin geçirilmiş olduğu hususuna yer verilmiştir. Daireye
göre bu durumda süresi geçtikten sonra yapılan mezkur itiraza verilen cevabın
dava hakkı doğurması mümkün olmadığından davanın gecikme faizine ilişkin
kısmının itirazın süresinde yapılmaması nedeniyle reddi gerekirken uyuşmazlığın
esasının incelenmesi suretiyle verilen kararın gecikme faizine ilişkin hüküm
fıkrasında isabet bulunmamaktadır.
14. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairece 21/2/2014
tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından
23/12/2014 tarihinde reddedilmiştir.
15. Nihai karar, başvurucu vekiline 20/2/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
16. Aliağa Gümrük Müdürlüğünce 26/3/2010 tarihli yazı ile
başvurucuya, 29.520 TL gecikme faizinin on beş gün içinde ödenmesi, aksi
takdirde 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun uyarınca işlem yapılacağı bildirilmiştir. Başvurucu bu yazı
üzerine söz konusu miktarı ihtirazi kayıtla
ödemiştir.
17. Başvurucu 4/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 4458 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Bu Kanunda geçen;
...
'Karar' deyimi, bağlayıcı tarife ve menşe
bilgileri de dahil olmak üzere, gümrük idaresinin, gümrük mevzuatı ile ilgili
olarak belirli bir konuda bir veya daha fazla kişi üzerinde hukuki sonuç
doğuracak idari tasarrufunu;
...
ifade eder."
19. 4458 sayılı Kanun'un 24. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"İthal eşyasının gümrük kıymeti, eşyanın
satış bedelidir. Satış bedeli, Türkiye'ye ihraç amacıyla yapılan satışta 27 ve
28 inci maddelere göre gerekli düzeltmelerin de yapıldığı, fiilen ödenen veya
ödenecek fiyattır."
20. 4458 sayılı Kanun'un 25. maddesi şöyledir:
"1. 24 üncü madde hükümlerine göre
belirlenemeyen gümrük kıymeti, bu maddenin 2 nci
fıkrasının (a), (b), (c) ve (d) bentlerinin sıra halinde uygulanmasıyla
belirlenir. Eşyanın gümrük kıymeti bir üst bent hükümlerine göre
belirlenebildiği sürece bir alt bent hükümleri uygulanamaz. Ancak, beyan
sahibinin yazılı talebinin gümrük idaresince uygun bulunması şartıyla (c) ve
(d) bentlerinin uygulama sırası değiştirilebilir.
2. Bu madde hükümleri gereğince, gümrük
kıymeti aşağıdaki yöntemlere göre belirlenir:
a) Türkiye'ye ihraç amacıyla satılarak,
kıymeti belirlenecek eşya ile aynı veya yakın bir tarihte ihraç edilen aynı
eşyanın satış bedeli,
b) Türkiye'ye ihraç amacıyla satılarak,
kıymeti belirlenecek eşya ile aynı veya yakın bir tarihte ihraç edilen benzer
eşyanın satış bedeli,
c) İthal eşyasının veya aynı ya da benzer
eşyanın Türkiye içinde satıcılardan müstakil kişilere yapılan en büyük
miktardaki satışına ait birim fiyata dayalı kıymet,
d) İthal eşyasının üretiminde kullanılan
malzeme ve imalat veya diğer imal işlemlerinin bedel veya kıymetleri ile
Türkiye'ye ihraç edilmek üzere ihraç ülkesindeki üreticiler tarafından
üretilen, kıymeti belirlenecek eşya ile aynı sınıf veya cins eşyanın satışında
mutat olan kâr ve genel giderlere eşit bir tutar ve 27 nci
maddenin 1 inci fıkrasının (e) bendinde sayılan diğer bedel veya kıymetler
toplamından oluşan hesaplanmış kıymet.
3. 2 nci fıkranın
uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir."
21. 4458 sayılı Kanun'un 26. maddesi şöyledir:
"l. 24 ve 25 inci madde hükümlerine göre
belirlenemeyen ithal eşyasının gümrük kıymeti;
a) 1994 Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel
Anlaşmasının VII nci Maddesinin Uygulanmasına İlişkin
Anlaşmanın,
b) 1994 Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel
Anlaşmasının VII nci Maddesinin,
c) Bu bölüm hükümlerinin,
Prensip ve genel hükümlerine uygun yöntemlerle
ve Türkiye'de mevcut veriler esas alınarak belirlenir.
2. 1 inci fıkra hükümlerine göre gümrük
kıymetinin belirlenmesinde;
a) Türkiye'de üretilen eşyanın Türkiye
içindeki satış fiyatı,
b) Gümrük idaresinin iki alternatif kıymetten
yüksek olanının kabul etmesini öngören bir sistem,
c) Eşyanın ihraç ülkesindeki iç piyasa fiyatı,
d) Aynı veya benzer eşyanın, 25 inci maddenin
2 nci fıkrasının (d) bendi hükümlerine göre
hesaplanmış kıymeti dışındaki maliyet bedeli,
e) Türkiye'den başka bir ülkeye ihraç edilen
eşyanın fiyatı,
f) Asgari gümrük kıymetleri,
g) Keyfi veya fiktif kıymetler,
Esas alınmaz. "
22. 4458 sayılı Kanun'un 28. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"İthal eşyasının fiilen ödenen veya
ödenecek fiyatından ayırdedilebilmeleri koşuluyla
aşağıdaki giderler gümrük kıymetine dahil edilmez:
...
c) İthal eşyasının satışıyla ilgili olarak bir
finansman anlaşması uyarınca alıcı tarafından üstlenilen faiz giderleri;
..."
23. 4458 sayılı Kanun'un 114. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Dahilde işleme rejimi kapsamında bir
gümrük yükümlülüğünün doğması halinde, 115 inci madde hükümleri saklı kalmak
kaydıyla, gümrük vergileri, ithal eşyasının dahilde işleme rejimine ilişkin
beyannamenin tescil tarihindeki vergi oranı ve diğer vergilendirme unsurları
göz önünde bulundurularak hesaplanır."
24. Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 4458 sayılı Kanun'un
mülga 242. maddesi şöyledir:
"1. Yükümlüler, kendilerine tebliğ edilen
gümrük vergileri için tebliğ tarihinden itibaren onbeş
gün içinde ilgili gümrük idaresine verecekleri bir dilekçe ile düzeltme talebinde
bulunabilirler.
2. Düzeltme talepleri ilgili gümrük müdürlüğü
tarafından otuz gün içinde karara bağlanarak yükümlüye tebliğ edilir.
3. Kişiler, düzeltme taleplerine ilişkin
kararlara, idari kararlara, gümrük vergilerine ve cezalara karşı yedi gün
içinde kararı alan gümrük idaresinin bağlı bulunduğu gümrük başmüdürlüğü
nezdinde itirazda bulunabilirler.
4. Gümrük başmüdürlüklerine intikal eden
itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.
5. İlk kararın alındığı idarenin gümrük
başmüdürlüğü olduğu hallerde, bu karara karşı onbeş
gün içinde Gümrük Müsteşarlığına itiraz edilebilir.
6. Gümrük Müsteşarlığına intikal eden
itirazlar kırkbeş gün içinde karara bağlanarak ilgili
kişiye tebliğ edilir.
7. Gümrük başmüdürlükleri ile Gümrük
Müsteşarlığı kararlarına karşı işlemin yapıldığı gümrük müdürlüğünün veya
gümrük başmüdürlüğünün bulunduğu yerdeki idari yargı mercilerine
başvurulabilir.
8. (Ek: 5/4/2007 - 5622/8 md.)
Bu Kanuna göre yapılacak yazılı bildirimler posta ile taahhütlü olarak
gönderilebilir. Bu takdirde bildirimin postaya verildiği tarih gümrük idaresine
verilme tarihi yerine geçer. Bu hüküm derdest olan uyuşmazlıklarda da
uygulanır."
25. 4458 sayılı Kanun'un 242. maddesinin değişiklik sonrası yeni
hâli şöyledir:
"1. Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen
gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı
makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir.
2. İdareye intikal eden itirazlar otuz gün
içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.
3. İtiraz dilekçelerinin süresi içinde yanlış
makama verilmesi halinde, itiraz süresinde yapılmış sayılır ve idarece yetkili
makama ulaştırılır.
4. İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin
yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir."
26. 4458 sayılı Kanun'un 242. maddesinin değişiklik gerekçesi
şöyledir:
"242 nci
maddede yapılan değişiklikle, yükümlülerin kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri,
cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş
gün içinde itiraz edebilmeleri hükmü getirilmiştir. Uygulamada beklenen sonucu
vermeyen tebliğ edilen gümrük vergileri için düzeltme talebinde bulunma
müessesesinden vazgeçilmiştir."
27. 3065 sayılı Kanun'un 21. maddesi şöyledir:
" İthalatta, verginin matrahı aşağıda
gösterilen unsurların toplamıdır:
a) İthal edilen malın gümrük vergisi tarhına
esas olan kıymeti, gümrük vergisinin kıymet esasına göre alınmaması veya malın
gümrük vergisinden muaf olması halinde sigorta ve navlun bedelleri dahil (CIF)
değeri, bunun belli olmadığı hallerde malın gümrükçe tespit edilecek değeri,
b) İthalat sırasında ödenen her türlü vergi,
resim, harç ve paylar,
c) Gümrük beyannamesinin tescil tarihine kadar
yapılan diğer giderler ve ödemelerden vergilendirilmeyenler ile mal bedeli
üzerinden hesaplanan fiyat farkı, kur farkı gibi ödemeler."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 23/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, faize faiz yürütülemeyeceğini ve olmayan asıl
alacağın herhangi bir fer'isinin de olamayacağını
belirtmiştir. Başvurucuya göre gecikme faizinin olması için öncelikle bir kamu
alacağının olması gerekmekte iken somut olayda bu tür bir alacağın olmadığı
hususu mahkeme kararıyla ortaya konulmuştur. Nitekim idarece tahakkuk ettirilen
KDV aslı Mahkeme kararı ile iptal edilmiş olduğundan alacak aslı kalmamıştır.
Başvurucu bu noktada, iptal edilen KDV'nin faizinin de olamayacağını ve bu
şekilde gecikme faizi talebinin haksız zenginleşmeye yol açacağını ifade
etmiştir.
30. Başvurucu ayrıca, itirazın yanlış bir merciye
yapıldığı ve bu nedenle yedi günlük itiraz süresinin geçmiş olduğu iddiasıyla
kendisinden yasal olmayan bir paranın istenilmesinin haksızlık olduğunu ileri
sürmüştür. Başvurucu son olarak idare tarafından gönderilen tahakkuk ihbarnamesinde
itirazın nereye yapılacağına ilişkin açıklayıcı bir bilgi verilmemesinden
yakınmaktadır. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle Anayasa'nın 35. ve 36.
maddelerinde düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
31. Bakanlık, bu
konu ile ilgili bir görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
32. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası
yanında aynı gerekçelerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini de ileri
sürmüştür. Başvurucunun şikâyetinin özünün mahkeme kararıyla iptal edilen
KDV'nin faizinin de olamayacağına ve bu şekilde gecikme faizi talebinin haksız
zenginleşmeye yol açacağına yönelik olduğu dikkate alındığında başvurucunun
ihlal iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
35. Somut olayda gecikme faizini ödeyen başvurucu yönünden
Anayasa'nın 35. maddesi anlamında korunmaya değer ekonomik bir menfaatin mevcut
olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
36. Başvuruya konu olayda, başvurucudan gecikme faizi tahsil
edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.
37. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri
yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye
ve bunların ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin -taşıdığı
amaçlar dikkate alındığında- devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını
kontrol veya düzenlemesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul
edilmiştir (Ahmet Uğur Balkaner
[GK], B. No: 2014/15237, 25/7/2017, § 49; Arif Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B.
No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71). Vergilendirmeyle bağlantılı olarak gecikme
faizi tahsil edilmesinin şikâyet edildiği somut olayda da bu ilkelerden
ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır.
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
38. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
39. Anayasa’nın 35. maddesinde, mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş; bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 62).
(1)Kanunilik
40. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet
hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek
suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği
ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla
sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre
mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt,
müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır (Ford
Motor Company, B. No: 2014/13518,
26/10/2017, § 49).
41. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye ilişkin
süreçte idare tarafından gerçekleştirilen işlemler ve alınan kararlar, 4458 ve
3065 sayılı Kanunlar ile Yönetmelik'in ilgili madde hükümlerine dayanmaktadır.
Yine gecikme faizi 4/1/1961 tarihli ve213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 112.
maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan mevzuat hükümlerinin açık,
ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucunun
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayalı olduğu kuşkusuzdur.
(2) Meşru Amaç
42. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
43. Vergi borçlarının ödenmesi için gerekli tedbirlerin
alınmasında, bu kapsamda gerekli ve uygun araçların seçilmesinde kanun
koyucunun geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Vergilerin tahsilini güvence
altına almak ve sağlamak, vergi düzenine aykırılıkları önlemek ve yaptırımda
bulunmak amacıyla öngörülen vergisel düzenlemelerin kamu yararına dayalı meşru
bir amacının olduğu kuşkusuzdur.
44. İdarenin vergi alacağını süresinde alamayıp daha ileri bir
tarihte alma durumunda kaldığında belirli bir ekonomik kayba mâruz kalacağı açıktır. Zira öncelikle alacağın geç tahsil
edilmesi sonucu alacağın değeri, gecikme süresine tekabül eden faiz getirisi
kadar azalmış olmaktadır. Ayrıca enflâsyon sürecinin etkisiyle değerini yitiren
alacak miktarı, aynı şekilde yine reel olarak da değer kaybetme durumuyla
karşılaşmaktadır. Nitekim gecikme faizini ilk hükme bağlayan 4/12/1985 tarihli
ve 3239 sayılı Kanun'un gerekçesinde de yer verildiği üzere bu alacaklar için
faiz alınmasını gerektiren sebep, zamanında beyan edilmemek ve ödenmemek
suretiyle haksız olarak devlet parasını uzun süre kullanan ve bu suretle
menfaat sağlayan mükellefin mükâfatlandırılmasını önlemektir. Bu itibarla
uğradığı zararı gecikme faizi almak suretiyle gidermeye çalışan vergi
alacaklısı İdarenin bu tutumunun ekonomik açıdan haklı temellere dayanmakla
meşru bir amaç taşıdığı aşikârdır.
(3) Ölçülülük
(a)
Genel İlkeler
45. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
46. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
47. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, §§ 58,
60).
48. Ölçülülük ilkesi, cezai yaptırım gerektiren bütün hükümlerde
dikkate alınması gereken bir ilke olup idari yaptırırım uygulanmasını
gerektiren fiiller için öngörülen sınırlama aracının sınırlama amacını
gerçekleştirmek bakımından ölçülü olup olmadığının ortaya konulması
gerekmektedir (AYM, E.2010/91, K.2011/98, 9/6/2011). Anayasa Mahkemesi; cezai
düzenlemeler ya da gecikme faizi gibi telafi edici müesseseler konusunda kanun
koyucunun geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu kabul etmekle birlikte
ölçülülük ilkesinin bu yetkinin sınırını oluşturduğu, fiil ile yaptırım
arasında orantılılığın bulunmaması durumunda söz konusu düzenlemenin Anayasa'ya
aykırı olacağı düşüncesindedir (AYM, 2010/104, K.2011/1802,9/12/2011).
49. Diğer yandan etkili bir başvuru yolundan söz edebilmek için
başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada
fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma
yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını
önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini
karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi hâlinde ancak
etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali
iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların
ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usuli
güvencelerin sağlanması gerekir (Esma Başbakkal, B. No: 2012/1128, 8/5/2014, § 34).
50. Ölçülülük ilkesi, vergi hukukunda sadece mali
yükümlülüklerin konulması aşamasında değil vergilendirmenin tüm aşamalarında
dikkate alınması gereken bir ilkedir. Bu nedenle ilke, vergi ceza hukuku ve
mali tazminat uygulamaları açısından da geniş bir uygulama alanına sahiptir.
Yargı makamlarının yaklaşımına göre, gecikme zammı ve gecikme faizinin mahiyet
itibarıyla amme alacaklarının zamanında tahakkuk etmemesi ya da tahakkuk etmiş
alacakların zamanında ödenmemesi durumunda talep edilen bir mali tazminat
olarak değerlendirilebilecektir (Benzer birçok karardan bkz. Danıştay Onüçüncü Dairesi, 18/6/2012 tarihli ve E.2008/3864,
K.2012/1747). Vergi hukukunda öngörülen yaptırımlar ile bu yaptırımlarla
ulaşılmak istenen amacın orantılı olması gerekir. Eğer gecikme faizi ya da
gecikme zammı şeklinde uygulama alanı bulan mali tazminat ile hapis cezası veya
idari para cezası şeklinde uygulanan vergisel yaptırım; amaçla orantılı değilse
diğer bir ifadeyle ceza muhatabı açısından katlanılmaz bir yük oluşturuyorsa
ölçüsüz olarak değerlendirilebilir. Diğer bir deyişle vergi alacaklarının
tahsilini güçlendirmek üzere devletin mekanizmalar yaratması meşru olmakla
birlikte bu amacın gerçekleştirilmesi için gerekli olandan fazlasına itibar
ederek mal varlığı haklarına müdahale etmesi ölçülü olarak kabul edilemez.
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
51. Gecikme faizi ve gecikme zammı uygulaması gibi ek mali
yükümlülüklere ilişkin kurallar ile idareye tanınan mali tazminat alma
yetkisinin, kamuda oluşan zararın giderilmesi yanında caydırıcı olma amacını da
taşıdığı anlaşılmaktadır. Böylelikle vergi yükümlüsü veya sorumlularına,
vergiyi usulüne uygun ve süresinde ödemek noktasında idareye ve hatta bütün
topluma karşı sorumlulukları olduğu hatırlatılmakta ve sorumlulukların yerine
getirilmemesi durumunda mali tazminata muhatap olacakları uyarısı
yapılmaktadır.
52. Somut olayda da gecikme faizi uygulaması, idarenin kayba
uğradığını iddia ettiği vergi kaybını telafi edebilmesi ve başvurucunun
yükümlülüklerini yerine getirme noktasında daha titiz davranmaya sevkedilmesi amacına hizmet etmektedir. Esasında tahsil
edilecek faiz tutarı, gecikme süresine bağlı olarak değişmekle birlikte
bilhassa kamu zararının giderilmesi amacına ulaşmada oransal açıdan mülkiyet
hakkına en az müdahaleyi sağlayabilecek nitelikte gerekli bir yöntem olduğu da
açıktır. Sonuç olarak uygulanma amacı vergi borcunu zamanında beyan etmemek ve
ödememek suretiyle haksız olarak devlet parasını bir süre kullanan ve bu sürede
menfaat sağlayan mükellefin sebepsiz zenginleşmesini önleme olan gecikme
faizinin, vergi alacaklarının vergi kanununa uygun ve süresinde tahsilinin
gerçekleştirilebilmesi için somut olaydaki uygulanma biçimiyle elverişli ve gerekli olduğu açıktır.
53. Orantılılık yönünden ise müdahalenin başvurucuya yüklediği
külfetin mahiyetinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu noktada orantılılık
incelemesinin farklı yönleri itibarıyla yapılması uygun olacaktır.
54. Öncelikle başvuru konusu olayda başvurucu, hakkında tesis
edilen ve haksız olduğunu düşündüğü vergisel işleme karşı konuyu yargı yoluna
taşıma hakkını kullanmak amacıyla 4458 sayılı Kanun'un 242. maddesinin 1. ve 3.
fıkralarında yer verilen başvuru ve yargı süreçlerini işletmiştir. Mahkeme ise
vermiş olduğu nihai kararında başvuru konusu işlemin gecikme faiziyle ilgili
kısmının idari karar olarak nitelenebileceğini ve bu nedenle bu kısım için 4458
sayılı Kanun'un 242. maddesinin 3. fıkrasındaki açık hüküm gereği öncelikle
doğrudan kararı alan Gümrük Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Gümrük Başmüdürlüğü
nezdinde itirazda bulunabileceğini, başvurucunun ise ilgili işlemin gecikme
faizine ilişkin kısım için öncelikle Gümrük Müdürlüğüne gitmiş olması nedeniyle
süreyi kaçırdığına işaret etmiştir. Bu durumda başvurucudan, hakkında tesis
edilen işlemin iki kısma ayrıldığını ve bir kısmının yargı kararı olması
nedeniyle bu kısım için öncelikle Gümrük Müdürlüğüne ve daha sonra Gümrük
Başmüdürlüğüne diğer kısmının ise idari karar olması nedeniyle bu kısım içinse
öncelikle Gümrük Başmüdürlüğüne başvurulması gerektiğinin ayrımına varması ve
esasında asıl ve fer'i işlem olmaları hasebiyle
birinin diğerinin mütemmim cüzi teşkil eden tek işlem için bu tür bir ayrıma
gitmesi beklenmiştir.
55. Somut olayda ise haklılığı ileride Mahkeme kararıyla da
tespit edilecek başvurucu, mezkûr hükümleri değerlendirirken bu tür bir ayrımın
farkına varmamakla birlikte söz konusu idari ve yargısal yolları tüketme adına
gerekli adımları atmıştır. Diğer yandan başvurucu hakkında düzenlenen tahakkuk
ihbarnamesinde tesis edilen işlemin gecikme faizine ilişkin kısmı için itirazın
nereye yapılacağı hususu belirtilmemiştir. Kapsamlarında hem itiraz yollarını
hem de gecikme cezası gibi idari kararları barındırmaları nedeniyle tahakkuk
işlemleri karmaşık bir yapı arzetmektedirler. Buna
göre, mezkûr tahakkuk işlemleri hakkında düzenlenen ihbarnamelerde de farklı
başvuru yollarının işletilmesini gerektiren başvuru süreçleri hakkında bilgi
verilmemesi nedeniyle yalnız somut olaydaki başvurucunun değil başvurucu
konumundaki pek çok vergi yükümlüsünün de benzeri hatalar yaptığı
görülmektedir. Nitekim uygulamada rastlanılan bu karışıklığın ve başvuru
sürecine ilişkin hatalı değerlendirmelerin yoğunluğu üzerine 18/6/2009 tarihli
ve 5911 sayılı Kanun ile ilgili mevzuat hükmünde değişikliğe gidilerek farklı
başvuru süreçleri belirli bir standarda kavuşturulmuş ve tüm bu işlemler için
tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı
makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edilebileceği hükmü getirilmiştir.
Bunun yanı sıra anılan değişiklikle başvuru süreçlerine ilişkin yaşanılan tüm
bu karışıklıktan kaynaklanan yoğun hak kayıpları gözetilerek bu süreçlerin aynı
standarda bağlanmasıyla yetinilmemiş ayrıca itiraz dilekçelerinin süresi içinde
yanlış makama verilmesi hâlinde de itirazın süresinde yapılmış sayılacağına ve
idarece yetkili makama ulaştırılacağına dair hüküm getirilmiştir.
56. Nihayetinde yasama organı da yapılan değişikliklerle önceki
düzenlemenin uygulamada gecikme faizinin idari karar tesis edip etmeyeceğine
yönelik yorum ve değerlendirme farklılıkları nedeniyle vergi yükümlülükleri
nezdinde oluşan belirsizlik hâli sonucu yoğun hak kayıplarının yaşadığını kabul
etmiştir. Yasama organı bu şekilde belirtilen kayıpların önlenebilmesi amacını
matuf değişikliğe gidilmesini bir zorunluluk olarak değerlendirmiştir.
57. Başvuru konusu olayda kesinleşen Mahkeme kararıyla ortada
bir vergi alacağının bulunmadığı ve bu nedenle başvurucu hakkında tesis edilen
ek KDV tahakkuk işleminin hukuka aykırılığı ortaya konulmuş ve işlem iptal
edilmiştir. Vergi aslının bu şekilde Mahkeme kararıyla iptal edilmesi ya da
idarece düzeltme fişi ile terkin edilmesi durumunda fer'i
olan gecikme faizinin de ortadan kalkacağı ya da terkin ve iade edileceği
hususu çeşitli yargı kararlarında kendine yer edinmiştir (benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Danıştay Dördüncü Dairesinin 28/2/2001 tarihli ve E.
2000/1146 ve K. 2001/664 sayılı kararı). Nitekim anılan yargı kararlarına göre
faiz, asıl alacağın bir bölümü olmayıp, asıl alacağa bağlı fer’i
nitelikte bir haktır (Danıştay Onbirinci Dairesinin
28/6/2018 tarihli ve E.2016/10333 ve K.2018/3193 sayılı kararı). Bu tespit
ışığında Danıştay kararlarına göre asıl alacak sona erince buna bağlı hakların
da sona erdiği kabul edilmektedir. Bununla birlikte somut olayda asıl borcun
varlığı yargı kararıyla sonlandırılmış olmakla birlikte fer'i
borç olan gecikme faizinin varlığı devam etmiş olmaktadır.
58. Sonuç olarak usule ilişkin güvencelerin sağlanması
bağlamında başvuru konusu olayda gecikme faizi talep edilmesinin bir idari
karar olduğu ve dolayısıyla idari kararlara ait itiraz prosedürünün işletilmesi
gerektiği hususunda tartışmasız ve açık kanuni bir belirleme bulunmamaktadır.
Başvurucu da vergiye bağlı olarak ve birlikte talep edilmesi nedeniyle gecikme
faizinin de tahakkuk prosedürüne tabi olduğunu düşünmüştür. İdari işlemde de
gecikme faizinin ek vergi tahakkukundan ayrılan niteliğini ve buna karşı ayrıca
başvurulabilecek idari ya da yargısal başvuru yollarını gösteren bir açıklama
bulunmamaktadır. Başvurucu, bu nedenle gecikme faizi talebinin bir idari karar
olduğunu ve idari kararlara ait prosedürün izlenmesi gerektiğini ancak karar
düzeltme aşamasında öğrenebilmiştir. Temyizde farklı karar düzeltme aşamasında
farklı bir karar verilmesi bu konuda yargısal bir öngörülebilirlik olmadığını
da ortaya koymaktadır. Kanuni, idari ve yargısal öngörülemezlik
nedeniyle başvurucuya mülkiyet hakkına müdahale eden kamu gücü işlemine karşı
etkili bir itiraz imkânı tanınmadığı ortadadır. Bu durumda, somut olay özelinde
de olduğu gibi başvurucuya öngörülebilir ve dolayısıyla etkili bir başvuru
hakkı tanınması durumunda asıl alacağın yanında gecikme faizinin de yargı
kararıyla kaldırılmış olacağı açıktır.
59. Orantılılık incelemesinin bir diğer yönünü ise asıl alacağın
olmaması durumunda esasında bir kamu zararının da bulunmayacağı gerçeğinden
hareketle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı hususu oluşturmaktadır.
Esasında kamu zararı yoksa bunun giderimini sağlama
amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi başvurucuya orantısız bir külfet
yükler. Somut olayda başvurucu hakkında tesis edilen ek KDV tahakkuk işleminin
yargı kararıyla iptal edildiği görülmekle asıl alacağın bulunmadığı hususunun
yargı kararıyla tevsik edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda idare, başvuru
konusu olayda herhangi bir kamu zararının bulunmamasına rağmen asıl vergi
alacağına bağlı fer'i alacak olan gecikme faizinin
başvurucudan tahsili yoluna gitmekle başvurucunun mal varlığının kendi aleyhine
eksilmesi sonucunu doğuracak haksız bir gelir transferinde bulunmuş olmaktadır.
60. Diğer yandan Vergi İdaresince mezkûr takdir hakkı kapsamında
somut olayda olduğu gibi ek KDV tahakkukuna gidilip yükümlüler hakkında ceza ve
faiz uygulanması ve incelemeler sonucu tesis edilen tarh, tahakkuk ve tahsil
işlemlerinin daha sonra yargı kararlarıyla iptal edilebiliyor olmaları vergisel
incelemelerinin doğasında bulunmaktadır. Bununla birlikte yargı kararıyla
mezkur işlemin asıl alacağa tekabül eden bir kısmının hukuka aykırı olduğu
tespit edilerek bu kısmın iptali yoluna gidilmişse İdarece asıl alacağa bağlı fer'i borç olan gecikme faizinin de her zaman re'sen geri alınabilmesi de mümkündür ve İdarenin bu
şekilde hareket etmesi de beklenir. Nitekim asıl alacak olan vergi cezasının
yargı kararıyla ortadan kalktığı bir kamu borcu ilişkisinde fer'i
alacak olan gecikme faizine ilişkin işlemin de sakat bir işlem hüviyeti
kazanacağı ve ilgilisine yükümlülük yükleyen sakat bir işlemin ise iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etme
yükümlülüğü İdare tarafından her zaman için geri alınabilmesi mümkündür.
Dolayısıyla Vergi İdaresinin Mahkeme kararıyla iptal edilen asıl vergi cezasına
bağlı fer'i alacak olan gecikme faizinin kaldırılması
ya da iptal edilmesi gibi hak kaybının ortadan kaldırılmasını sağlayacak
araçlara sahip olmasına rağmen bunları uygulamaması, başvurucuya yüklenen
külfeti ağırlaştırmaktadır.
61. Sonuç olarak her ne kadar kamu makamlarının vergisel
müdahaleler bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte somut
olayın koşulları altında başvurucu hakkında tesis edilen ek KDV tahakkuk
işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen ortada kalan asıl vergi
cezasına bağlı fer'i alacak olan gecikme faizinin
başvurucudan tahsili yoluna gidilmesi başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmesine
yol açmıştır. Diğer bir deyişle gecikme faizi talep edilmesi yolundaki
müdahalenin, ulaşılmak istenen kamu zararının tahsili ve caydırıcılığın sağlanması
amacı karşısında başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yükleyerek
mülkiyet hakkının korunmasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozduğu
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvuru konusu olayda mülkiyet hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
63. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
64. Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli
ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
65. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
66. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya
da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini
tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 26-36).
67. Ferat Yüksel kararında özetle;
anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda
kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli
itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum
olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya
bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle
potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda
değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§
33-36). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir
olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden
yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile
bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat
Yüksel, §§ 35-36).
68. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
69. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
70. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
71. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
72. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
73. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine
hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek
işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili
mercilere gönderir (Mehmet Doğan, §
56).
74. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
75. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine
hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
76. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda
6216 saylı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi
her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder.
İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar
tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal
tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın
bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.
77. Ancak ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırma imkânının bulunmadığı durumlarda ise ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili idareye gönderilmesine
gerekebilir. Bu bağlamda idarece öncelikle yapması gereken şey, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda bir temel hak ve hürriyetin yol açan
idari eylem veya işlemin ortadan kaldırılarak tespit edilen ihlalin sonuçlarını
gidermek için gereken işlemlerin yapılmasıdır. Bu çerçevede ihlal, yerine
getirilmeyen yöntemsel bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usule ilişkin
işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç
yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir.
78. Başvurucu, makul sürede yargılama hakkının ihlal edilmiş
olması nedeniyle 10.000 TL manevi tazminat ile gecikme faizi olarak ödediği
29.520,65 TL'nin yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.
79. İnceleme sonucunda başvurucu hakkında tesis edilen ek KDV
tahakkuk işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen ortada kalan asıl
vergi cezasına bağlı fer'i alacak olan gecikme
faizinin başvurucudan tahsili yoluna gidilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut olayda ihlal, hukuka aykırı olduğu
yargı kararıyla tespit edilen alacağa yönelik gecikme faizi tahsil eden
idarenin işleminden kaynaklanmaktadır. Ancak idari işlemden kaynaklanan bu
ihlalin yargısal yollarla giderim imkânı mevcut iken somut olayda vergi yargısı
mercileri gecikme faizi işlemini ayrı bir idari işlem olarak görerek davayı
reddetmiştir. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin yargı kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
80. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 3. Vergi Mahkemesi
(E.2009/1735) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir
3. Vergi Mahkemesine (E.2009/1735) GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvuruculara Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Hazine ve Maliye Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin de Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
23/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.