TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ERBAKIR ELEKTROLİTİK BAKIR MAMÜLLERİ A.Ş. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/3930)
Karar Tarihi: 23/10/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
M. Emin ŞAHİNER
Başvurucu
Erbakır Elektronik Bakır Mamülleri A.Ş.
Vekili
Av. Mustafa Ali ÇETİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucu hakkında tesis edilen ek katma değer vergisi tahakkuk işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen ortada kalan ve asıl vergi alacağına bağlı fer'i alacak olan gecikme faizinin başvurucudan tahsili yoluna gidilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu; İzmir Gümrük Müdürlüğünde tescilli ilgili beyanname kapsamında gerçekleştirilen ithalata ilişkin olarak ithalat işlemlerine aracılık eden K. A.Ş. kanalıyla yurt dışındaki muhabir bankaya transfer edilen faiz tutarının ithalde alınan katma değer vergisi (KDV) matrahına dâhil edilmesi gerektiğinden bahisle yapılan ek KDV ve hesaplanan faize ilişkin itirazın reddine dair işlemin iptali talebiyle İzmir 3. Vergi Mahkemesi nezdinde iptal davası açmıştır.
9. Başvurucu dava dilekçesinde; dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu, dâhilde işleme izin belgesi çerçevesinde ithalat yapıldığını, ithal edilen hammaddenin mamul hâline getirilip ihraç edildiğini ve dosyanın 16/7/2003 tarihinde kapatıldığını, yapılan ödemenin satıcıyla hiçbir ilgisi olmadığını dolayısıyla bu ödemenin eşyanın gümrük kıymetine ilave edilmemesi gerektiğini belirterek anılan işlemin iptalini ve ek tahakkukun kaldırılmasını talep etmiştir.
10. Mahkeme 24/11/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;
i. 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu, 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu ile 7/10/2009 tarihli ve 27369 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Gümrük Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ilgili madde hükümlerinden gümrük kıymetinin eşyanın satış bedeli olduğunun ve satış bedelinin ise fiilen ödenen ve ödenecek fiyat olduğunun açıkça belirtildiği ifade edilmiştir.
ii. İdare tarafından ilgili bankaca bildirilen faiz transferinin ithal edilen eşyanın bedeli olarak mı yoksa başka bir nedenden dolayı mı verildiği tespit edilmeksizin, eşyanın kıymetinin düşük beyan edildiğinin Yönetmelik'in 89. ve 94. maddelerinde belirtilen sıralı yöntemlerin uygulanması suretiyle ortaya konulmaksızın ek tahakkuk yoluna gidilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.
iii. Aynı şekilde, yapılan faiz transferinin 4458 sayılı Kanun'un 28. maddesinin (c) bendinde ifade edildiği ve kıymete dâhil edilmeyecek türden bir ödeme olup olmadığı hususu araştırılmaksızın ek tahakkuk yoluna gidilmesinin de hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.
iv. Olayda faiz ve komisyonun ihracatçıya değil bankaya ödendiği ve ayrıca 3065 sayılı Kanun'un 21. maddesinin (c) bendinde ifade olunduğu anlamda beyanname tescilinden sonra yapılan ödemelerin de matraha dâhil edilemeyeceği gerçeğine işaret edilmiştir.
v. Bu itibarla, ithalatın finansmanında kullanılmak üzere amir banka kanalıyla yurt dışındaki muhabir bankaya transfer edilen faiz tutarının ithalde alınan KDV matrahına dâhil edilmesi suretiyle yapılan ek tahakkukun hatalı olduğu ifade edilmiştir.
11. Davalı idare tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Yedinci Dairesince 22/5/2007 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, temyize konu kararın usul ve kanuna uygun olduğu belirtilmiştir.
12. Davalı idarece yapılan karar düzeltme talebi üzerine bu defa aynı Daire,16/9/2009 tarihli kararı ile temyiz isteminin kabulüne, Mahkeme kararının gecikme faizine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına karar vermiştir.
13. Bozma kararı üzerine Mahkeme bu defa 4/12/2009 tarihinde bozma kararı doğrultusunda davanın gecikme faizine ilişkin kısmının reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 24/10/2003 tarihinde tebliğ edilen 13/10/2003 tarihli işlemin gecikme faizine ilişkin kısmı için tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içerisinde ilgili Başmüdürlüğe itiraz edilmesi ve itiraz üzerine tesis edilecek işleme karşı da tebliğ tarihini izleyen günden itibaren otuz günlük dava açma süresi içerisinde dava açılması gerekirken, başvurucu tarafından önce 27/10/2003 tarihinde yetkisiz makam olan Gümrük Müdürlüğüne düzeltme başvurusunda bulunularak anılan başvurunun reddedilmesi üzerine 11/12/2003 tarihinde Başmüdürlüğe itiraz yoluna gidildiğinden, bu karar için öngörülen itiraz süresinin geçirilmiş olduğu hususuna yer verilmiştir. Daireye göre bu durumda süresi geçtikten sonra yapılan mezkur itiraza verilen cevabın dava hakkı doğurması mümkün olmadığından davanın gecikme faizine ilişkin kısmının itirazın süresinde yapılmaması nedeniyle reddi gerekirken uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle verilen kararın gecikme faizine ilişkin hüküm fıkrasında isabet bulunmamaktadır.
14. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairece 21/2/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 23/12/2014 tarihinde reddedilmiştir.
15. Nihai karar, başvurucu vekiline 20/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Aliağa Gümrük Müdürlüğünce 26/3/2010 tarihli yazı ile başvurucuya, 29.520 TL gecikme faizinin on beş gün içinde ödenmesi, aksi takdirde 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca işlem yapılacağı bildirilmiştir. Başvurucu bu yazı üzerine söz konusu miktarı ihtirazi kayıtla ödemiştir.
17. Başvurucu 4/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 4458 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Bu Kanunda geçen;
...
'Karar' deyimi, bağlayıcı tarife ve menşe bilgileri de dahil olmak üzere, gümrük idaresinin, gümrük mevzuatı ile ilgili olarak belirli bir konuda bir veya daha fazla kişi üzerinde hukuki sonuç doğuracak idari tasarrufunu;
ifade eder."
19. 4458 sayılı Kanun'un 24. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İthal eşyasının gümrük kıymeti, eşyanın satış bedelidir. Satış bedeli, Türkiye'ye ihraç amacıyla yapılan satışta 27 ve 28 inci maddelere göre gerekli düzeltmelerin de yapıldığı, fiilen ödenen veya ödenecek fiyattır."
20. 4458 sayılı Kanun'un 25. maddesi şöyledir:
"1. 24 üncü madde hükümlerine göre belirlenemeyen gümrük kıymeti, bu maddenin 2 nci fıkrasının (a), (b), (c) ve (d) bentlerinin sıra halinde uygulanmasıyla belirlenir. Eşyanın gümrük kıymeti bir üst bent hükümlerine göre belirlenebildiği sürece bir alt bent hükümleri uygulanamaz. Ancak, beyan sahibinin yazılı talebinin gümrük idaresince uygun bulunması şartıyla (c) ve (d) bentlerinin uygulama sırası değiştirilebilir.
2. Bu madde hükümleri gereğince, gümrük kıymeti aşağıdaki yöntemlere göre belirlenir:
a) Türkiye'ye ihraç amacıyla satılarak, kıymeti belirlenecek eşya ile aynı veya yakın bir tarihte ihraç edilen aynı eşyanın satış bedeli,
b) Türkiye'ye ihraç amacıyla satılarak, kıymeti belirlenecek eşya ile aynı veya yakın bir tarihte ihraç edilen benzer eşyanın satış bedeli,
c) İthal eşyasının veya aynı ya da benzer eşyanın Türkiye içinde satıcılardan müstakil kişilere yapılan en büyük miktardaki satışına ait birim fiyata dayalı kıymet,
d) İthal eşyasının üretiminde kullanılan malzeme ve imalat veya diğer imal işlemlerinin bedel veya kıymetleri ile Türkiye'ye ihraç edilmek üzere ihraç ülkesindeki üreticiler tarafından üretilen, kıymeti belirlenecek eşya ile aynı sınıf veya cins eşyanın satışında mutat olan kâr ve genel giderlere eşit bir tutar ve 27 nci maddenin 1 inci fıkrasının (e) bendinde sayılan diğer bedel veya kıymetler toplamından oluşan hesaplanmış kıymet.
3. 2 nci fıkranın uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir."
21. 4458 sayılı Kanun'un 26. maddesi şöyledir:
"l. 24 ve 25 inci madde hükümlerine göre belirlenemeyen ithal eşyasının gümrük kıymeti;
a) 1994 Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasının VII nci Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Anlaşmanın,
b) 1994 Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasının VII nci Maddesinin,
c) Bu bölüm hükümlerinin,
Prensip ve genel hükümlerine uygun yöntemlerle ve Türkiye'de mevcut veriler esas alınarak belirlenir.
2. 1 inci fıkra hükümlerine göre gümrük kıymetinin belirlenmesinde;
a) Türkiye'de üretilen eşyanın Türkiye içindeki satış fiyatı,
b) Gümrük idaresinin iki alternatif kıymetten yüksek olanının kabul etmesini öngören bir sistem,
c) Eşyanın ihraç ülkesindeki iç piyasa fiyatı,
d) Aynı veya benzer eşyanın, 25 inci maddenin 2 nci fıkrasının (d) bendi hükümlerine göre hesaplanmış kıymeti dışındaki maliyet bedeli,
e) Türkiye'den başka bir ülkeye ihraç edilen eşyanın fiyatı,
f) Asgari gümrük kıymetleri,
g) Keyfi veya fiktif kıymetler,
Esas alınmaz. "
22. 4458 sayılı Kanun'un 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"İthal eşyasının fiilen ödenen veya ödenecek fiyatından ayırdedilebilmeleri koşuluyla aşağıdaki giderler gümrük kıymetine dahil edilmez:
c) İthal eşyasının satışıyla ilgili olarak bir finansman anlaşması uyarınca alıcı tarafından üstlenilen faiz giderleri;
..."
23. 4458 sayılı Kanun'un 114. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Dahilde işleme rejimi kapsamında bir gümrük yükümlülüğünün doğması halinde, 115 inci madde hükümleri saklı kalmak kaydıyla, gümrük vergileri, ithal eşyasının dahilde işleme rejimine ilişkin beyannamenin tescil tarihindeki vergi oranı ve diğer vergilendirme unsurları göz önünde bulundurularak hesaplanır."
24. Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 4458 sayılı Kanun'un mülga 242. maddesi şöyledir:
"1. Yükümlüler, kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri için tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ilgili gümrük idaresine verecekleri bir dilekçe ile düzeltme talebinde bulunabilirler.
2. Düzeltme talepleri ilgili gümrük müdürlüğü tarafından otuz gün içinde karara bağlanarak yükümlüye tebliğ edilir.
3. Kişiler, düzeltme taleplerine ilişkin kararlara, idari kararlara, gümrük vergilerine ve cezalara karşı yedi gün içinde kararı alan gümrük idaresinin bağlı bulunduğu gümrük başmüdürlüğü nezdinde itirazda bulunabilirler.
4. Gümrük başmüdürlüklerine intikal eden itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.
5. İlk kararın alındığı idarenin gümrük başmüdürlüğü olduğu hallerde, bu karara karşı onbeş gün içinde Gümrük Müsteşarlığına itiraz edilebilir.
6. Gümrük Müsteşarlığına intikal eden itirazlar kırkbeş gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.
7. Gümrük başmüdürlükleri ile Gümrük Müsteşarlığı kararlarına karşı işlemin yapıldığı gümrük müdürlüğünün veya gümrük başmüdürlüğünün bulunduğu yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir.
8. (Ek: 5/4/2007 - 5622/8 md.) Bu Kanuna göre yapılacak yazılı bildirimler posta ile taahhütlü olarak gönderilebilir. Bu takdirde bildirimin postaya verildiği tarih gümrük idaresine verilme tarihi yerine geçer. Bu hüküm derdest olan uyuşmazlıklarda da uygulanır."
25. 4458 sayılı Kanun'un 242. maddesinin değişiklik sonrası yeni hâli şöyledir:
"1. Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir.
2. İdareye intikal eden itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.
3. İtiraz dilekçelerinin süresi içinde yanlış makama verilmesi halinde, itiraz süresinde yapılmış sayılır ve idarece yetkili makama ulaştırılır.
4. İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir."
26. 4458 sayılı Kanun'un 242. maddesinin değişiklik gerekçesi şöyledir:
"242 nci maddede yapılan değişiklikle, yükümlülerin kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde itiraz edebilmeleri hükmü getirilmiştir. Uygulamada beklenen sonucu vermeyen tebliğ edilen gümrük vergileri için düzeltme talebinde bulunma müessesesinden vazgeçilmiştir."
27. 3065 sayılı Kanun'un 21. maddesi şöyledir:
" İthalatta, verginin matrahı aşağıda gösterilen unsurların toplamıdır:
a) İthal edilen malın gümrük vergisi tarhına esas olan kıymeti, gümrük vergisinin kıymet esasına göre alınmaması veya malın gümrük vergisinden muaf olması halinde sigorta ve navlun bedelleri dahil (CIF) değeri, bunun belli olmadığı hallerde malın gümrükçe tespit edilecek değeri,
b) İthalat sırasında ödenen her türlü vergi, resim, harç ve paylar,
c) Gümrük beyannamesinin tescil tarihine kadar yapılan diğer giderler ve ödemelerden vergilendirilmeyenler ile mal bedeli üzerinden hesaplanan fiyat farkı, kur farkı gibi ödemeler."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 23/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, faize faiz yürütülemeyeceğini ve olmayan asıl alacağın herhangi bir fer'isinin de olamayacağını belirtmiştir. Başvurucuya göre gecikme faizinin olması için öncelikle bir kamu alacağının olması gerekmekte iken somut olayda bu tür bir alacağın olmadığı hususu mahkeme kararıyla ortaya konulmuştur. Nitekim idarece tahakkuk ettirilen KDV aslı Mahkeme kararı ile iptal edilmiş olduğundan alacak aslı kalmamıştır. Başvurucu bu noktada, iptal edilen KDV'nin faizinin de olamayacağını ve bu şekilde gecikme faizi talebinin haksız zenginleşmeye yol açacağını ifade etmiştir.
30. Başvurucu ayrıca, itirazın yanlış bir merciye yapıldığı ve bu nedenle yedi günlük itiraz süresinin geçmiş olduğu iddiasıyla kendisinden yasal olmayan bir paranın istenilmesinin haksızlık olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak idare tarafından gönderilen tahakkuk ihbarnamesinde itirazın nereye yapılacağına ilişkin açıklayıcı bir bilgi verilmemesinden yakınmaktadır. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinde düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Bakanlık, bu konu ile ilgili bir görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
32. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yanında aynı gerekçelerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini de ileri sürmüştür. Başvurucunun şikâyetinin özünün mahkeme kararıyla iptal edilen KDV'nin faizinin de olamayacağına ve bu şekilde gecikme faizi talebinin haksız zenginleşmeye yol açacağına yönelik olduğu dikkate alındığında başvurucunun ihlal iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
35. Somut olayda gecikme faizini ödeyen başvurucu yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında korunmaya değer ekonomik bir menfaatin mevcut olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
36. Başvuruya konu olayda, başvurucudan gecikme faizi tahsil edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.
37. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve bunların ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin -taşıdığı amaçlar dikkate alındığında- devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol veya düzenlemesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Ahmet Uğur Balkaner [GK], B. No: 2014/15237, 25/7/2017, § 49; Arif Sarıgül, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50; Narsan Plastik San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71). Vergilendirmeyle bağlantılı olarak gecikme faizi tahsil edilmesinin şikâyet edildiği somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
38. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
39. Anayasa’nın 35. maddesinde, mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş; bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
(1)Kanunilik
40. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).
41. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye ilişkin süreçte idare tarafından gerçekleştirilen işlemler ve alınan kararlar, 4458 ve 3065 sayılı Kanunlar ile Yönetmelik'in ilgili madde hükümlerine dayanmaktadır. Yine gecikme faizi 4/1/1961 tarihli ve213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 112. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan mevzuat hükümlerinin açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayalı olduğu kuşkusuzdur.
(2) Meşru Amaç
42. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).
43. Vergi borçlarının ödenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasında, bu kapsamda gerekli ve uygun araçların seçilmesinde kanun koyucunun geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Vergilerin tahsilini güvence altına almak ve sağlamak, vergi düzenine aykırılıkları önlemek ve yaptırımda bulunmak amacıyla öngörülen vergisel düzenlemelerin kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğu kuşkusuzdur.
44. İdarenin vergi alacağını süresinde alamayıp daha ileri bir tarihte alma durumunda kaldığında belirli bir ekonomik kayba mâruz kalacağı açıktır. Zira öncelikle alacağın geç tahsil edilmesi sonucu alacağın değeri, gecikme süresine tekabül eden faiz getirisi kadar azalmış olmaktadır. Ayrıca enflâsyon sürecinin etkisiyle değerini yitiren alacak miktarı, aynı şekilde yine reel olarak da değer kaybetme durumuyla karşılaşmaktadır. Nitekim gecikme faizini ilk hükme bağlayan 4/12/1985 tarihli ve 3239 sayılı Kanun'un gerekçesinde de yer verildiği üzere bu alacaklar için faiz alınmasını gerektiren sebep, zamanında beyan edilmemek ve ödenmemek suretiyle haksız olarak devlet parasını uzun süre kullanan ve bu suretle menfaat sağlayan mükellefin mükâfatlandırılmasını önlemektir. Bu itibarla uğradığı zararı gecikme faizi almak suretiyle gidermeye çalışan vergi alacaklısı İdarenin bu tutumunun ekonomik açıdan haklı temellere dayanmakla meşru bir amaç taşıdığı aşikârdır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
45. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
46. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
47. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, §§ 58, 60).
48. Ölçülülük ilkesi, cezai yaptırım gerektiren bütün hükümlerde dikkate alınması gereken bir ilke olup idari yaptırırım uygulanmasını gerektiren fiiller için öngörülen sınırlama aracının sınırlama amacını gerçekleştirmek bakımından ölçülü olup olmadığının ortaya konulması gerekmektedir (AYM, E.2010/91, K.2011/98, 9/6/2011). Anayasa Mahkemesi; cezai düzenlemeler ya da gecikme faizi gibi telafi edici müesseseler konusunda kanun koyucunun geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu kabul etmekle birlikte ölçülülük ilkesinin bu yetkinin sınırını oluşturduğu, fiil ile yaptırım arasında orantılılığın bulunmaması durumunda söz konusu düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olacağı düşüncesindedir (AYM, 2010/104, K.2011/1802,9/12/2011).
49. Diğer yandan etkili bir başvuru yolundan söz edebilmek için başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi hâlinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usuli güvencelerin sağlanması gerekir (Esma Başbakkal, B. No: 2012/1128, 8/5/2014, § 34).
50. Ölçülülük ilkesi, vergi hukukunda sadece mali yükümlülüklerin konulması aşamasında değil vergilendirmenin tüm aşamalarında dikkate alınması gereken bir ilkedir. Bu nedenle ilke, vergi ceza hukuku ve mali tazminat uygulamaları açısından da geniş bir uygulama alanına sahiptir. Yargı makamlarının yaklaşımına göre, gecikme zammı ve gecikme faizinin mahiyet itibarıyla amme alacaklarının zamanında tahakkuk etmemesi ya da tahakkuk etmiş alacakların zamanında ödenmemesi durumunda talep edilen bir mali tazminat olarak değerlendirilebilecektir (Benzer birçok karardan bkz. Danıştay Onüçüncü Dairesi, 18/6/2012 tarihli ve E.2008/3864, K.2012/1747). Vergi hukukunda öngörülen yaptırımlar ile bu yaptırımlarla ulaşılmak istenen amacın orantılı olması gerekir. Eğer gecikme faizi ya da gecikme zammı şeklinde uygulama alanı bulan mali tazminat ile hapis cezası veya idari para cezası şeklinde uygulanan vergisel yaptırım; amaçla orantılı değilse diğer bir ifadeyle ceza muhatabı açısından katlanılmaz bir yük oluşturuyorsa ölçüsüz olarak değerlendirilebilir. Diğer bir deyişle vergi alacaklarının tahsilini güçlendirmek üzere devletin mekanizmalar yaratması meşru olmakla birlikte bu amacın gerçekleştirilmesi için gerekli olandan fazlasına itibar ederek mal varlığı haklarına müdahale etmesi ölçülü olarak kabul edilemez.
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
51. Gecikme faizi ve gecikme zammı uygulaması gibi ek mali yükümlülüklere ilişkin kurallar ile idareye tanınan mali tazminat alma yetkisinin, kamuda oluşan zararın giderilmesi yanında caydırıcı olma amacını da taşıdığı anlaşılmaktadır. Böylelikle vergi yükümlüsü veya sorumlularına, vergiyi usulüne uygun ve süresinde ödemek noktasında idareye ve hatta bütün topluma karşı sorumlulukları olduğu hatırlatılmakta ve sorumlulukların yerine getirilmemesi durumunda mali tazminata muhatap olacakları uyarısı yapılmaktadır.
52. Somut olayda da gecikme faizi uygulaması, idarenin kayba uğradığını iddia ettiği vergi kaybını telafi edebilmesi ve başvurucunun yükümlülüklerini yerine getirme noktasında daha titiz davranmaya sevkedilmesi amacına hizmet etmektedir. Esasında tahsil edilecek faiz tutarı, gecikme süresine bağlı olarak değişmekle birlikte bilhassa kamu zararının giderilmesi amacına ulaşmada oransal açıdan mülkiyet hakkına en az müdahaleyi sağlayabilecek nitelikte gerekli bir yöntem olduğu da açıktır. Sonuç olarak uygulanma amacı vergi borcunu zamanında beyan etmemek ve ödememek suretiyle haksız olarak devlet parasını bir süre kullanan ve bu sürede menfaat sağlayan mükellefin sebepsiz zenginleşmesini önleme olan gecikme faizinin, vergi alacaklarının vergi kanununa uygun ve süresinde tahsilinin gerçekleştirilebilmesi için somut olaydaki uygulanma biçimiyle elverişli ve gerekli olduğu açıktır.
53. Orantılılık yönünden ise müdahalenin başvurucuya yüklediği külfetin mahiyetinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu noktada orantılılık incelemesinin farklı yönleri itibarıyla yapılması uygun olacaktır.
54. Öncelikle başvuru konusu olayda başvurucu, hakkında tesis edilen ve haksız olduğunu düşündüğü vergisel işleme karşı konuyu yargı yoluna taşıma hakkını kullanmak amacıyla 4458 sayılı Kanun'un 242. maddesinin 1. ve 3. fıkralarında yer verilen başvuru ve yargı süreçlerini işletmiştir. Mahkeme ise vermiş olduğu nihai kararında başvuru konusu işlemin gecikme faiziyle ilgili kısmının idari karar olarak nitelenebileceğini ve bu nedenle bu kısım için 4458 sayılı Kanun'un 242. maddesinin 3. fıkrasındaki açık hüküm gereği öncelikle doğrudan kararı alan Gümrük Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Gümrük Başmüdürlüğü nezdinde itirazda bulunabileceğini, başvurucunun ise ilgili işlemin gecikme faizine ilişkin kısım için öncelikle Gümrük Müdürlüğüne gitmiş olması nedeniyle süreyi kaçırdığına işaret etmiştir. Bu durumda başvurucudan, hakkında tesis edilen işlemin iki kısma ayrıldığını ve bir kısmının yargı kararı olması nedeniyle bu kısım için öncelikle Gümrük Müdürlüğüne ve daha sonra Gümrük Başmüdürlüğüne diğer kısmının ise idari karar olması nedeniyle bu kısım içinse öncelikle Gümrük Başmüdürlüğüne başvurulması gerektiğinin ayrımına varması ve esasında asıl ve fer'i işlem olmaları hasebiyle birinin diğerinin mütemmim cüzi teşkil eden tek işlem için bu tür bir ayrıma gitmesi beklenmiştir.
55. Somut olayda ise haklılığı ileride Mahkeme kararıyla da tespit edilecek başvurucu, mezkûr hükümleri değerlendirirken bu tür bir ayrımın farkına varmamakla birlikte söz konusu idari ve yargısal yolları tüketme adına gerekli adımları atmıştır. Diğer yandan başvurucu hakkında düzenlenen tahakkuk ihbarnamesinde tesis edilen işlemin gecikme faizine ilişkin kısmı için itirazın nereye yapılacağı hususu belirtilmemiştir. Kapsamlarında hem itiraz yollarını hem de gecikme cezası gibi idari kararları barındırmaları nedeniyle tahakkuk işlemleri karmaşık bir yapı arzetmektedirler. Buna göre, mezkûr tahakkuk işlemleri hakkında düzenlenen ihbarnamelerde de farklı başvuru yollarının işletilmesini gerektiren başvuru süreçleri hakkında bilgi verilmemesi nedeniyle yalnız somut olaydaki başvurucunun değil başvurucu konumundaki pek çok vergi yükümlüsünün de benzeri hatalar yaptığı görülmektedir. Nitekim uygulamada rastlanılan bu karışıklığın ve başvuru sürecine ilişkin hatalı değerlendirmelerin yoğunluğu üzerine 18/6/2009 tarihli ve 5911 sayılı Kanun ile ilgili mevzuat hükmünde değişikliğe gidilerek farklı başvuru süreçleri belirli bir standarda kavuşturulmuş ve tüm bu işlemler için tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edilebileceği hükmü getirilmiştir. Bunun yanı sıra anılan değişiklikle başvuru süreçlerine ilişkin yaşanılan tüm bu karışıklıktan kaynaklanan yoğun hak kayıpları gözetilerek bu süreçlerin aynı standarda bağlanmasıyla yetinilmemiş ayrıca itiraz dilekçelerinin süresi içinde yanlış makama verilmesi hâlinde de itirazın süresinde yapılmış sayılacağına ve idarece yetkili makama ulaştırılacağına dair hüküm getirilmiştir.
56. Nihayetinde yasama organı da yapılan değişikliklerle önceki düzenlemenin uygulamada gecikme faizinin idari karar tesis edip etmeyeceğine yönelik yorum ve değerlendirme farklılıkları nedeniyle vergi yükümlülükleri nezdinde oluşan belirsizlik hâli sonucu yoğun hak kayıplarının yaşadığını kabul etmiştir. Yasama organı bu şekilde belirtilen kayıpların önlenebilmesi amacını matuf değişikliğe gidilmesini bir zorunluluk olarak değerlendirmiştir.
57. Başvuru konusu olayda kesinleşen Mahkeme kararıyla ortada bir vergi alacağının bulunmadığı ve bu nedenle başvurucu hakkında tesis edilen ek KDV tahakkuk işleminin hukuka aykırılığı ortaya konulmuş ve işlem iptal edilmiştir. Vergi aslının bu şekilde Mahkeme kararıyla iptal edilmesi ya da idarece düzeltme fişi ile terkin edilmesi durumunda fer'i olan gecikme faizinin de ortadan kalkacağı ya da terkin ve iade edileceği hususu çeşitli yargı kararlarında kendine yer edinmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Danıştay Dördüncü Dairesinin 28/2/2001 tarihli ve E. 2000/1146 ve K. 2001/664 sayılı kararı). Nitekim anılan yargı kararlarına göre faiz, asıl alacağın bir bölümü olmayıp, asıl alacağa bağlı fer’i nitelikte bir haktır (Danıştay Onbirinci Dairesinin 28/6/2018 tarihli ve E.2016/10333 ve K.2018/3193 sayılı kararı). Bu tespit ışığında Danıştay kararlarına göre asıl alacak sona erince buna bağlı hakların da sona erdiği kabul edilmektedir. Bununla birlikte somut olayda asıl borcun varlığı yargı kararıyla sonlandırılmış olmakla birlikte fer'i borç olan gecikme faizinin varlığı devam etmiş olmaktadır.
58. Sonuç olarak usule ilişkin güvencelerin sağlanması bağlamında başvuru konusu olayda gecikme faizi talep edilmesinin bir idari karar olduğu ve dolayısıyla idari kararlara ait itiraz prosedürünün işletilmesi gerektiği hususunda tartışmasız ve açık kanuni bir belirleme bulunmamaktadır. Başvurucu da vergiye bağlı olarak ve birlikte talep edilmesi nedeniyle gecikme faizinin de tahakkuk prosedürüne tabi olduğunu düşünmüştür. İdari işlemde de gecikme faizinin ek vergi tahakkukundan ayrılan niteliğini ve buna karşı ayrıca başvurulabilecek idari ya da yargısal başvuru yollarını gösteren bir açıklama bulunmamaktadır. Başvurucu, bu nedenle gecikme faizi talebinin bir idari karar olduğunu ve idari kararlara ait prosedürün izlenmesi gerektiğini ancak karar düzeltme aşamasında öğrenebilmiştir. Temyizde farklı karar düzeltme aşamasında farklı bir karar verilmesi bu konuda yargısal bir öngörülebilirlik olmadığını da ortaya koymaktadır. Kanuni, idari ve yargısal öngörülemezlik nedeniyle başvurucuya mülkiyet hakkına müdahale eden kamu gücü işlemine karşı etkili bir itiraz imkânı tanınmadığı ortadadır. Bu durumda, somut olay özelinde de olduğu gibi başvurucuya öngörülebilir ve dolayısıyla etkili bir başvuru hakkı tanınması durumunda asıl alacağın yanında gecikme faizinin de yargı kararıyla kaldırılmış olacağı açıktır.
59. Orantılılık incelemesinin bir diğer yönünü ise asıl alacağın olmaması durumunda esasında bir kamu zararının da bulunmayacağı gerçeğinden hareketle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı hususu oluşturmaktadır. Esasında kamu zararı yoksa bunun giderimini sağlama amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi başvurucuya orantısız bir külfet yükler. Somut olayda başvurucu hakkında tesis edilen ek KDV tahakkuk işleminin yargı kararıyla iptal edildiği görülmekle asıl alacağın bulunmadığı hususunun yargı kararıyla tevsik edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda idare, başvuru konusu olayda herhangi bir kamu zararının bulunmamasına rağmen asıl vergi alacağına bağlı fer'i alacak olan gecikme faizinin başvurucudan tahsili yoluna gitmekle başvurucunun mal varlığının kendi aleyhine eksilmesi sonucunu doğuracak haksız bir gelir transferinde bulunmuş olmaktadır.
60. Diğer yandan Vergi İdaresince mezkûr takdir hakkı kapsamında somut olayda olduğu gibi ek KDV tahakkukuna gidilip yükümlüler hakkında ceza ve faiz uygulanması ve incelemeler sonucu tesis edilen tarh, tahakkuk ve tahsil işlemlerinin daha sonra yargı kararlarıyla iptal edilebiliyor olmaları vergisel incelemelerinin doğasında bulunmaktadır. Bununla birlikte yargı kararıyla mezkur işlemin asıl alacağa tekabül eden bir kısmının hukuka aykırı olduğu tespit edilerek bu kısmın iptali yoluna gidilmişse İdarece asıl alacağa bağlı fer'i borç olan gecikme faizinin de her zaman re'sen geri alınabilmesi de mümkündür ve İdarenin bu şekilde hareket etmesi de beklenir. Nitekim asıl alacak olan vergi cezasının yargı kararıyla ortadan kalktığı bir kamu borcu ilişkisinde fer'i alacak olan gecikme faizine ilişkin işlemin de sakat bir işlem hüviyeti kazanacağı ve ilgilisine yükümlülük yükleyen sakat bir işlemin ise iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü İdare tarafından her zaman için geri alınabilmesi mümkündür. Dolayısıyla Vergi İdaresinin Mahkeme kararıyla iptal edilen asıl vergi cezasına bağlı fer'i alacak olan gecikme faizinin kaldırılması ya da iptal edilmesi gibi hak kaybının ortadan kaldırılmasını sağlayacak araçlara sahip olmasına rağmen bunları uygulamaması, başvurucuya yüklenen külfeti ağırlaştırmaktadır.
61. Sonuç olarak her ne kadar kamu makamlarının vergisel müdahaleler bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte somut olayın koşulları altında başvurucu hakkında tesis edilen ek KDV tahakkuk işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen ortada kalan asıl vergi cezasına bağlı fer'i alacak olan gecikme faizinin başvurucudan tahsili yoluna gidilmesi başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmesine yol açmıştır. Diğer bir deyişle gecikme faizi talep edilmesi yolundaki müdahalenin, ulaşılmak istenen kamu zararının tahsili ve caydırıcılığın sağlanması amacı karşısında başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkının korunmasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvuru konusu olayda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
63. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64. Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
65. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
66. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 26-36).
67. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 33-36). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35-36).
68. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
69. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
70. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
72. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
73. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).
74. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
75. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
76. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 saylı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.
77. Ancak ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunmadığı durumlarda ise ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili idareye gönderilmesine gerekebilir. Bu bağlamda idarece öncelikle yapması gereken şey, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda bir temel hak ve hürriyetin yol açan idari eylem veya işlemin ortadan kaldırılarak tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemlerin yapılmasıdır. Bu çerçevede ihlal, yerine getirilmeyen yöntemsel bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usule ilişkin işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir.
78. Başvurucu, makul sürede yargılama hakkının ihlal edilmiş olması nedeniyle 10.000 TL manevi tazminat ile gecikme faizi olarak ödediği 29.520,65 TL'nin yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.
79. İnceleme sonucunda başvurucu hakkında tesis edilen ek KDV tahakkuk işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen ortada kalan asıl vergi cezasına bağlı fer'i alacak olan gecikme faizinin başvurucudan tahsili yoluna gidilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut olayda ihlal, hukuka aykırı olduğu yargı kararıyla tespit edilen alacağa yönelik gecikme faizi tahsil eden idarenin işleminden kaynaklanmaktadır. Ancak idari işlemden kaynaklanan bu ihlalin yargısal yollarla giderim imkânı mevcut iken somut olayda vergi yargısı mercileri gecikme faizi işlemini ayrı bir idari işlem olarak görerek davayı reddetmiştir. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
80. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 3. Vergi Mahkemesi (E.2009/1735) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 3. Vergi Mahkemesine (E.2009/1735) GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvuruculara Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Hazine ve Maliye Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin de Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.