TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
FATMA SANCAK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/4239)
Karar Tarihi: 8/2/2018
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Gülbin AYNUR
Başvurucu
Fatma SANCAK
Vekili
Av. Mustafa Metin SEZGİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu kararına karşı yapılan itirazın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvurucu, çalıştığı işyerine ait servisle işe gittiği sırada meydana gelen trafik kazası neticesinde yaralanarak malul kalmıştır.
6. Başvurucu, malul kalması nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle çalıştığı şirket aleyhine 28/8/2001 tarihinde Bursa 2. İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır.
7. İş Mahkemesinin davanın reddi yönünde verdiği kararlar Yargıtay tarafından iki kez bozulmuştur.
8. İş Mahkemesinin bozma kararları doğrultusunda yaptığı yargılama sonucunda davanın reddi yönünde verdiği kararın Yargıtay tarafından 1/6/2010 tarihinde onanması ile birlikte yargılama sona ermiştir.
9. Başvurucu; makul sürede yargılama yapılmaması, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmaması, kararın gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve ayrıca yaşam, sosyal güvenlik ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur.
10. AİHM; makul sürede yargılanma hakkının ihlaliyle ilgili şikâyet hususunda başvurucunun 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun ile kurulan Tazminat Komisyonuna (Komisyon) müracaat etmesi gerektiğine, diğer şikâyetlerin ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) belirtilen kabul edilebilirlik koşullarının yerine getirilmediğinin saptandığı gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
11. Başvurucu, AİHM kararı doğrultusunda 18/11/2013 tarihinde Komisyona müracaat etmiştir. Başvurucu, Komisyona sunduğu dilekçesinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını belirtmiş, ayrıca AİHM’e yaptığı başvurudaki diğer ihlal iddialarına yönelik taleplerini de yinelediğini ifade etmiştir. Komisyon 15/7/2014 tarihli kararı ile başvuruyu sonuçlandırmıştır. Komisyon, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle 5.800 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Aynı kararda, başvurucunun diğer şikâyetleri hakkında AİHM tarafından değişik nedenlerle kabul edilemezlik kararı verilmiş olduğu hatırlatılarak Komisyon tarafından çözüme kavuşturulacak bir şikâyetin bulunmadığı gerekçesiyle 6384 sayılı Kanun’un 6. maddesi gereğince diğer talepler reddedilmiştir.
12. 15/7/2014 tarihli Komisyon kararında ayrıca, başvurucunun tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz hakkının bulunduğu belirtilmiştir.
13. Komisyon kararı 25/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu anılan karara karşı 10/10/2014 tarihinde Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuştur.
15. Bölge İdare Mahkemesi 11/12/2014 tarihli kararıyla itirazı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, on beş günlük itiraz süresinin Komisyon kararının tebliğ tarihinden itibaren başladığı vurgulanmıştır. Komisyon kararının 25/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği, bu itibarla en geç 9/10/2014 tarihine kadar itiraz edilmesi gerekirken 10/10/2014 tarihinde kayda giren dilekçe ile yapılan itirazın süresinde olmadığı belirtilmiştir.
16. Nihai karar 4/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 6/3/2015 tarihinde ve süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 6384 sayılı Kanun'un "Müracaat hakkında karar ve karara itiraz" kenar başlıklı 7. maddesinin (3) numaralı bendinin ilgili kısımları şöyledir:
"Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. (...) İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 8/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, geçirdiği iş kazasından dolayı uğradığı zararın tazmini istemiyle açtığı davanın makul kabul edilemeyecek kadar uzun sürdüğünü belirtmektedir. Başvurucu ayrıca, söz konusu davada yargılamanın sonucuna etki edecek deliller toplanmadan ve hükme esas alınan delillerin geçersizliğiyle ilgili iddialar dikkate alınmadan eksik inceleme ve hatalı değerlendirmeye istinaden verilen kararın adil olmadığından şikâyet etmekte, uğradığı tüm hak ihlallerinin giderimi için başvurduğu Komisyondan da tatmin edici bir sonuç elde edemediğini ifade etmektedir. Bu bağlamda başvurucu, Komisyon kararına karşı yaptığı itirazın süre aşımından reddedilmesinin de adil olmadığını belirtmektedir. Başvurucuya göre sürelere ilişkin genel esasların düzenlendiği 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 8. maddesi uyarınca sürelerin tebliği izleyen günden itibaren başlatılması gerekmektedir ve bu şekilde yapılacak hesaplamaya göre itirazı süresindedir. Başvurucu yukarıda belirttiği nedenlerle yaşam, mülkiyet, sosyal güvenlik ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü, geçirdiği iş kazası ve bununla ilgili olarak açtığı dava nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü hak ihlallerinin giderimi için başvurduğu Komisyon kararına karşı yaptığı itirazın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle Komisyon kararının esasının incelenememesidir. Bu itibarla belirtilen ihlal iddiaları, adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
24. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B.No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
25. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
26. Somut olayda itiraz başvurusunun süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
27. Mahkemeye erişim hakkına yapılan bu müdahalenin Anayasa'ya uygunluğundan söz edilebilmesi için Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen; kanuna dayanma, meşru bir amaç taşıma ve ölçülü olma koşullarını sağlaması gerekmektedir.
28. Bölge İdare Mahkemesinin itiraz süresinin itiraza konu kararın tebliği tarihinden itibaren başlatılması yolundaki uygulamasının 6384 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (3) numaralı bendine dayandığı dikkate alındığında müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu açıktır.
29. İdari işlemlere karşı dava açmanın belli bir süreyle sınırlanması idari istikrar gerekçesine dayandırılmaktadır. İdari istikrarın sağlanması Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Dolayısıyla kanun koyucunun idari istikrarın sağlanması gayesiyle idari işlemlere karşı dava açılmasını belli bir süreyle sınırlamasının anayasal açıdan meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır (Çölbeyi Lojistik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B.No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
30. Son olarak başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda etkili bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve yeterli fırsatlara sahip olmasını gerektirir. Özellikle hukuki ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014, § 34). Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
31. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir. Dava açma süresininmakul olup olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 65).
32. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
33. Somut olayda başvurucunun itiraz başvurusuna konu ettiği karar 15/7/2014 tarihli Komisyon kararıdır. Bölge İdare Mahkemesinin itiraz süresinin başlangıcına esas aldığı tebliğ tarihi itibarıyla başvurucunun itiraz konusu karara vâkıf olacağı noktasında tereddüt bulunmamaktadır. Öte yandan söz konusu kararın 25/9/2014 tarihinde başvurucuya usulüne uygun olarak tebliğ edildiği hususunda da herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilafın, itiraz başvuru süresinin başladığı tarih olarak hangi tarihin (tebliğ tarihi/tebliğ tarihini izleyen gün) kabul edileceği noktasından kaynaklandığı görülmektedir.
34.Bu bağlamda Bölge İdare Mahkemesininitiraz süresinin başlangıcı olarak itiraz konusu Komisyon kararının tebliğ tarihi olan 25/9/2014 tarihini esas aldığı, bu uygulamasını 6384 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (3) numaralı bendine dayandırdığı görülmektedir. Başvurucu ise itiraz süresinin Komisyon kararının tebliğ tarihini izleyen gün olan 26/9/2014 tarihinden başladığını ileri sürmekte, bu iddiasını 2577 sayılı Kanun'da sürelerle ilgili genel esasların düzenlendiği 8. maddesinde yer verilen, sürelerin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı yönündeki kurala dayandırmaktadır. Başvurucuya göre tebliği izleyen günden itibaren on beşinci günde yaptığı itirazsüresindedir. Bölge İdare Mahkemesi ise başvuruya dayanak kararında, tebliğ tarihinden itibaren on altıncı günde yapıldığı gerekçesiyle itirazın süresinde olmadığını belirtmiştir.
35. Bireysel başvuruya konu kararda Bölge İdare Mahkemesinin Komisyon kararlarına karşı yapılacak itirazlarda özel ve ayrı bir düzenleme içeren sarih, anlaşılabilir ve ulaşılabilir nitelikteki yasa hükmünü yorumladığı ve itiraz süresinin başlangıç tarihi olarak tebliğ tarihinin esas alınması gerektiği sonucuna ulaştığı görülmektedir. Bölge İdare Mahkemesinin bu yorumunun bariz takdir hatası ya da açık bir keyfîlik içerdiğinden bahsedilemeyeceği gibi öngörülemez nitelikte de olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki bu noktada, on beş günlük itiraz süresinin Komisyon kararının tebliğ edildiği tarihten başlayacağının itiraz konusu Komisyon kararında başvurucuya bildirilmiş olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla başvurucunun itiraz süresinin hesaplanma usulü konusunda bilgi sahibi olmadığından ya da bu hususta kamu makamlarınca yanıltıldığından söz edilmesine de olanak bulunmamaktadır.
36. Öte yandan başvurucu tarafından 6384 sayılı Kanun kapsamında verilen Komisyon kararlarına karşı yapılacak itirazlarda itiraz süresinin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren başlatılmasına ilişkin olarak yerleşik bir yargı içtihadına dayanılmadığı gibi bu yönde bir yargı kararı da ortaya konulmamıştır.
37. Somut başvuruda başvurucunun itiraz süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyeti bulunmamaktadır. Bununla birlikte sürenin tebliği izleyen günden başlayacağını değerlendirerek hareket ettiğini ileri süren başvurucunun süre hesabının tebliğ tarihi esas alınarak yapıldığı somut durumda da fiilen kullanabileceği itiraz süresinin haktan yararlanılmasını imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak derecede kısa bir süre olmadığını da hatırlatmak gerekir.
38. Bu itibarla Bölge İdare Mahkemesinin itiraz süresinin başlatılacağı tarihi belirlemesiyle ilgili yorumunun başvurucunun itirazda bulunmasını aşırı derecede zorlaştırmadığı, dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olduğu değerlendirilmiştir. Buna göre şikâyete konu yargılama işlemlerinde mahkemeye erişim hakkı yönünden bir ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.
39. Açıklanan nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 8/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.