TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA KUPAL BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2015/4303)
|
|
Karar Tarihi: 10/10/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa KUPAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Cihan KOÇ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; askerlik hizmetinin sebep ve tesiriyle oluşan
rahatsızlığın tedavisinde eksik ve hatalı tıbbi müdahalede bulunulması
nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda bildirilen görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş
bildirmeyeceğini ifade etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. 1978 doğumlu olan başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığınca
yapılan sözleşmeli subaylık sınavını kazanarak 1/3/2004 tarihinden itibaren
sözleşmeli subay adayı olarak mesleğe başlamıştır. Temel askerlik ve subaylık
anlayışı kazandırma eğitimini tamamlayan başvurucu 2004 yılı Ağustos ayından
itibaren üç yıllık sözleşme imzalayarak 4. Zırhlı Tugay Komutanlığında göreve
başlamıştır.
9. 2007 yılında sözleşmesini üç yıl daha uzatan başvurucunun
ataması 2009 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) 14. Zırhlı Tugay
Komutanlığına yapılmıştır. Başvurucunun son sözleşmesi burada 29/8/2013
tarihine kadar uzatılmıştır.
10. Başvurucu, ayaklarında hissettiği rahatsızlıklar üzerine
24/2/2011 tarihinde Girne Asker Hastanesi Ortopedi Hastanesine, buradan da "sol tibia stres
yaralanması" teşhisiyle Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA)
Komutanlığına sevk edilmiştir. Burada, stres kırığı tanısıyla başvurucunun her
iki ayağı dizinden aşağıya alçıya alınmış ve GATA Sağlık Kurulunun 16/3/2011
tarihli raporuyla başvurucunun iki ay süreyle istirahat etmesine karar
verilmiştir.
11. İstirahat sürecinin 26. günü olan 10/4/2011 tarihinde
başvurucu, şiddetli göğüs ağrısı şikâyetiyle GATA Acil Ana Bilim Dalı
Başkanlığına müracaat etmiş ve yapılan tetkikler neticesinde başvurucunun "pulmoner enbolizm (akciğer embolisi)"
rahatsızlığını geçirdiği tespit edilmiştir. Alçıları ayağından çıkarılan
başvurucu GATA'ya yatırılmış ve burada tedavisine başlanmıştır. GATA
Komutanlığının 21/4/2011 tarihli sağlık raporuyla yatarak tedavisi tamamlanan
başvurucunun tedavisine ayakta devam edileceği belirtilmiş ve bir buçuk ay
süreyle istirahat etmesine karar verilen başvurucu taburcu edilmiştir.
12. İstirahat sürecinde yapılan muayeneler sonucunda GATA Sağlık
Kurulu tarafından hazırlanan 8/6/2011 tarihli sağlık raporunda "stres kırığı (tibia shin splint)" tanısıyla
başvurucu hakkında "59/A/1 Sınıf
görevine devam eder. Bir yıl süre ile 3000 metre ve üzeri koşulardan, 5000
metre ve üzeri uzun tempolu yürüyüşlerden, uzun atlama, yüksek atlama,
pentatlon parkuru gibi sportif faaliyetlerden muafiyeti uygundur." şeklinde
karar verilmiştir.
13. Başvurucu hakkında GATA Komutanlığınca düzenlenen 29/6/2011
tarihli sağlık raporunda ise "pulmoner embolizm, akut kor pulmonale ile birlikte (pulmoner tromboemboli)" tanısıyla süre bitiminde
muayene edilmesi kaydıyla başvurucunun bir buçuk ay süreyle istirahat etmesine
karar verilmiştir.
14. 20/10/2011 tarihli üçlü kararname ile 13/6/2001 tarihli ve
4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve
Astsubaylar Hakkında Kanun'un 13. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (k) bendi
gereğince bir sözleşme yılı içinde almış olduğu hava değişimi, istirahat ve
benzeri sıhhi izin süresi toplamı doksan gün geçtiği gerekçesiyle başvurucunun
sözleşmesi feshedilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilmiştir.
15. Başvurucu, stres kırığı tanısıyla başlatılan tedavinin eksik
ve hatalı şekilde uygulandığını ileri sürerek 24/1/2012 tarihinde adli yargı
düzeninde tazminat davası açmış ise de söz konusu dava Ankara 10. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 14/6/2012 tarihli kararıyla görev yönünden reddedilmiştir.
16. Başvurucu, davanın görev yönünden reddine ilişkin kararın
5/3/2013 tarihinde kesinleşmesi üzerine 8/3/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Dilekçesinde başvurucu:
i. Her iki ayağının stres kırığı teşhisiyle diz altından ayak
parmaklarına kadar alçıya alındığını ve kendisine iki ay süreyle istirahat
verildiğini,
ii. Ayaklarının alçıya alınması sürecinde görevli doktora ilaç
kullanmasının gerekli olup olmadığını sorduğunu, kendisi hakkında düzenlenen
raporda da ilaç kullanması gerektiği yönünde herhangi bir ibarenin
bulunmadığını,
iii. İstirahat sürecinde şiddetli göğüs ağrısı yaşaması
nedeniyle başvurduğu GATA'da akciğerinde bir şey olduğunun söylendiğini ve
hareketsizlikten kaynaklanabilecek akciğer embolisi
şüphesiyle tetkiklerinin yapıldığını, kendisine ağrı kesici ve antibiyotik
verildiğini ve ertesi gün GATA Göğüs Hastalıkları Polikliniğine başvurmasının
söylendiğini,
iv. İlaçların etkisiyle o gece evinde uyuduğunu, sabah
uyandığında cep telefonunda kırk altı adet cevapsız çağrı gördüğünü, söz konusu
numaraya geri dönüş yaptığında arayan kişinin GATA Radyoloji Bölümünde görevli
doktor olduğunu öğrendiğini, doktor tarafından derhâl GATA Acil Bölümüne
gelmesinin kendisine söylendiğini,
v. Özel aracıyla vakit kaybetmeden GATA'ya ulaştığını,
alçılarının çıkarıldığını, akciğer embolisi tanısıyla
GATA'ya yatırıldığını ve tedavisine başlandığını,
vi. Tedavi sürecinde alçılar nedeniyle oluşan bu rahatsızlığın
oldukça giderilmiş olduğunun tespit edildiğini ve 8/6/2011 tarihli sağlık
raporuyla görevine dönebileceğine karar verildiğini,
vii. Göğüs Hastalıkları Polikliniği tarafından yapılan
tetkiklerde bir buçuk ay daha istirahat raporu verileceğinin kendisine
söylendiğini, sözleşmeli subay olduğunu, 4678 sayılı Kanun gereğince doksan gün
istirahat sınırının bulunduğunu ve istirahat istemediğine ilişkin gerekirse
yazılı beyanda bulunabileceğini ilgili doktorlara söylediğini ancak istirahat
raporunun verilmesi gerektiği konusunda alınan karardan vazgeçilmediğini,
viii. İlgili uzmanlar tarafından kendisine kan sulandırıcı
ilaçlarla birlikte tedavisine en az altı ay daha istirahat ederek devam etmesi
gerektiğinin söylendiğini,
ix. Bu süreçte hakkında birçok tetkik yapıldığını, durumunun
Klinik Konseyi'nde görüşüldüğünü, solunum fonksiyon testine tabi tutulduğunu,
genetiğine bakıldığını, EKG ve ultrason testlerinin yapıldığını, Romatoloji ve Hematoloji polikliniklerine sevk edildiğini,
Hematoloji Polikliniğinde görevli doktor tarafından hastalığın hareketsizlikten
kaynaklandığının ve kan sulandırıcı iğnenin yapılması ya da koraspin
veya bebek aspirini kullanması durumunda bu rahatsızlığın oluşmayabileceğinin
kendisine söylendiğini,
x. Her iki bacağında meydana gelen stres kırığının KKTC'deki
bölük komutanlığı görevi esnasında yoğun spor faaliyetleri (3000 metre koşu,
pentatlon, yüksek ve uzun atlama) neticesinde meydana geldiğini, dolayısıyla
stres kırıklarının görevini icra ederken veya görev nedeniyle oluşan bir meslek
hastalığı olarak değerlendirilmesi gerektiğini,
xi. Ayrıca tedavi ve istirahat süresinin uzamasının ve sonucunda
sözleşmesinin feshedilmesinin esas nedeninin GATA Ortopedi Polikliniğinde
uygulanan eksik ve hatalı tedavi olduğunu, eksik ve hatalı tedavi nedeniyle
akciğer embolisi rahatsızlığı yaşadığını, bu
rahatsızlık nedeniyle ölümden döndüğünü,
xii. Tedavi sürecinin uzamasında hiç bir kusurunun
bulunmadığını, tedavi sürecinde ve sonrasında yoğun acı ve ızdırap
çektiğini, geleceğe umutla bakan başarılı bir subayken TSK'dan ilişiğinin
kesildiğini ve umutlarının söndüğünü, toplumda kendisine şüpheyle bakıldığını,
yaşadığı süreci çevresine anlatamadığını,
xiii. İdarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları
ödemekle yükümlü olduğunu belirterek çektiği acıların karşılığı olarak 50.000
TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
17. AYİM 20/3/2013 tarihinde, başvurucu tarafından sunulan
8/3/2013 tarihli dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Kararda, davanın
sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle mi yoksa hatalı ve eksik tedavi nedeniyle mi
açıldığı hususunun anlaşılamadığı belirtilmiştir.
18. Bunun üzerine başvurucu vekili tarafından 4/4/2013 tarihinde
yenileme dilekçesi sunulmuştur. Söz konusu dava dilekçesinde "Öncelikle belirtmek gerekir ki bu dava
müvekkile uygulanan hatalı ve eksik tedavi nedeniyle açılmıştır."
ifadesine yer verilmiş ve davanın konusu bu şekilde belirlenmiştir. Ayrıca
8/3/2013 tarihinde sunulan dava dilekçesinde belirtilen hususlara da yer
verilmiştir.
19. Davalı Millî Savunma Bakanlığı tarafından AYİM'e sunulan cevap dilekçesinde; başvurucunun 2011 yılı
içinde aldığı istirahatlerin toplamının yüz on beş gün olduğu, bu doğrultuda
4678 sayılı Kanun kapsamında fesih işleminin tesis edildiği belirtilmiştir.
Başvurucunun durumunun anılan Kanun'un 13. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
(k) bendinde sayılan istisnalara girdiğini gösteren bir belgenin bulunmadığı
ifade edilmiştir. Cevap dilekçesinde, başvurucunun rahatsızlığına yönelik
konulan teşhislerde ve uygulanan tedavilerde bir eksikliğin ya da hatanın
bulunmadığı, kan sulandırıcı iğne yapılması ya da aspirin kullanılması
durumunda embolinin oluşmayacağına ilişkin iddianın
gerçeği yansıtmadığı, söz konusu rahatsızlığın tedavisinde aspirinin koruyucu
olmadığının bilimsel olarak ispatlandığı ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun
haksız bir muameleye maruz bırakılmadığı, moral ve motivasyonunda ağır bir
tahrifata yol açacak bir durumun olmadığı, dolayısıyla herhangi bir maddi ve
manevi zarara uğradığının kabul edilmesine olanak bulunmadığı şeklinde
ifadelere yer verilmiştir.
20. Başvurucu 21/8/2013 tarihinde AYİM'e
sunduğu dilekçesinde GATA Ortopedi Polikliniğinde uygulanan eksik ve hatalı
tedavi sonucunda akciğer embolisi
hastası olduğuna ilişkin iddialarını yinelemiş ve tarafsız bir kurumdan
bilirkişi raporu alınmasını talep etmiştir.
21. GATA Komutanlığı tarafından 12/9/2013 tarihinde AYİM'e sunulan yazıda; başvurucuya teşhisi konulan shin splint
(koşucu bacağı) rahatsızlığının kemik zarının reaksiyonu ile karakterize bir
durum olduğu, kemik kırığı olmadığı, istirahat, soğuk uygulama, gerektiğinde
alçı uygulamasının tedavi seçenekleri arasında olduğu, alçı tedavisi sırasında
hastanın koltuk değnekleri yardımı ile yürüyebildiği, alçı tedavisi sırasında
gerekli takibin yapıldığı belirtilmiştir. Yazıda; GATA'daki klinikte, diz altı
bölge travmaları sonrası kısa bacak alçı uygulamasında değil kemik kırığı
bulunup uzun süre yatak içerisinde hareketsiz olarak kalması gereken olgularda
ilaç tedavisinin uygulandığı, şu ana kadar kısa bacak alçı uygulanan ve hareket
etmesine izin verilen hiçbir hastada akciğer
embolisine
rastlanılmadığı, bu durumun oluşmasında hastanın bünyesel özellikleri başta
olmak üzere birçok faktörün rol oynayabileceği ifade edilmiştir.
22. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 15/11/2013 tarihli
düşünce yazısında; stres kırığı nedeniyle başlatılan tedavinin hatalı ve eksik
olduğuna ilişkin iddia doğrultusunda açılan davada, öncelikle bilirkişi
incelemesine başvurulması gerektiği belirtilmiştir. Düşünce yazısında,
bilirkişi incelemesi neticesinde başvurucunun ortopedik rahatsızlığına yönelik
tıbbi teşhis ve tedaviyle yapılan girişimlerde hata, gecikme ya da ihmalin
varlığının tespit edilmesi durumunda takdir edilecek bir miktarın başvurucuya
manevi tazminat olarak ödenmesine, aksi takdirde davanın reddine karar
verilmesi gerektiği şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
23. AYİM İkinci Dairesinin 18/12/2013 tarihli ara kararıyla
davada ileri sürülen hususların doğruluğunun tespiti amacıyla tıbbi bilirkişi
incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda AYİM
tarafından Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına yazılan müzekkerede;
i. Başvurucunun stres kırığı rahatsızlığının bünyesel bir
hastalık mı yoksa dış etkenlerden kaynaklanan bir hastalık mı olduğu,
ii. Stres kırığı rahatsızlığı bünyesel değil ise bu
rahatsızlığın oluşumunda sözleşmeli subay olarak görev yapan başvurucunun
görevinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı,
iii. Stres kırığı rahatsızlığı bünyesel ise rahatsızlığın
tetiklenmesinde ve ilerlemesinde başvurucunun görevinin sebep ve tesirinin
bulunup bulunmadığı,
iv. Başvurucunun akciğer embolisi
rahatsızlığının bünyesel bir hastalık mı yoksa dış etkenlerden kaynaklanan bir
hastalık mı olduğu,
v. Akciğer embolisi rahatsızlığı
bünyesel değil ise bu rahatsızlığın oluşumunda sözleşmeli subay olarak görev
yapan başvurucunun görevinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı, stres
kırığı rahatsızlığına ilişkin teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinde hata,
gecikme ya da eksikliğin bulunup bulunmadığı, varsa bunun akciğer embolisinin oluşumuna neden olup olmadığı,
vi. Akciğer embolisi rahatsızlığı
bünyesel ise rahatsızlığın tetiklenmesinde ve ilerlemesinde başvurucunun
görevinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı, stres kırığı rahatsızlığına
ilişkin teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinde hata, gecikme ya da eksikliğin
bulunup bulunmadığı, varsa bunun akciğer embolisinin
oluşumuna neden olup olmadığı hususlarında ilgili ana bilim dallarında görevli
üç profesör veya doçent doktor tarafından bilirkişi raporu düzenlenmesi talep
edilmiştir.
24. İkisi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve
Travmatoloji Ana Bilim Dalında, birisi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs
Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli üç akademisyen tarafından hazırlanan ve
26/3/2014 tarihinde AYİM'e sunulan bilirkişi raporunda;
i. Askerlik eğitimi sırasında kemiklerde yorgunluk kırıklarının
oluşabildiği, bu kırıklara ilişkin bulguların hareket ve yüklenme ile artan,
istirahat ile geçen, genelde sessiz seyreden bölgesel ağrılar şeklinde ortaya
çıktığı, bu tür rahatsızlığın daha çok askerlerde, atletlerde ve dansçılarda
görüldüğü, rahatsızlığın kemiğe doğrudan bir darbe sonucu oluşmadığı, temelde
kas kontraksiyonları nedeniyle kemikler üzerinde
oluşan stres yüklerinden kaynaklandığı,
ii. Başvurucunun her ayağında oluşan stres kırıklarının
tetiklenmesinde ve ilerlemesinde başvurucunun yerine getirdiği görevinin sebep
ve tesirinin bulunduğu, bu kırıkların tanı ve tedavi sürecinde bir hata,
gecikme ya da eksikliğin olmadığı, idarenin ve sağlık kuruluşlarının
görevlerini aksatmadıkları,
iii. Kısa bacağın alçıya alınması durumundaki rutin klinik
uygulamada, embolinin oluşmaması amacıyla önleyici
tedavi uygulanması konusunda kesin bir kuralın olmadığı, Amerikan Göğüs
Hastalıkları Akademisinin 2012 yılı Şubat ayında yayımlanan tedavi kılavuzunda
sadece alt bacakları ilgilendiren yaralanmalar sonrasında yapılan alçı
tedavilerinde önleyici bir tedaviye gerek olmadığının belirtildiği, Avustralya
Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırma Konsilince
hazırlanan kılavuzda ise böylesi bir durumda düşük molekül ağırlıklı heparin ile önleyici tedavi verilmesinin belirgin derecede
önleyici olduğunun ifade edildiği ancak yine aynı kılavuzda bu önleyici
tedavinin akciğer embolisi oluşma riskini tedavi
almayanlara göre belirgin derece değiştirmediğinin belirtildiği,
iv. Başvurucuda oluşan akciğer embolisi
gelişmesinde ise başvurucunun bünyesel bir yatkınlığının olmadığı,
rahatsızlığın her iki bacağın alçıya alınmasına bağlı olarak ortaya çıkan bir
komplikasyondan kaynaklandığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
25. Söz konusu bilirkişi raporu başvurucuya, davalı idare olan
Millî Savunma Bakanlığına, GATA Komutanlığına ve TSK Sağlık Komutanlığına
tebliğ edilmiştir.
26. Davalı idare tarafından sunulan itiraz dilekçesinde,
bilirkişi raporunun bazı kısımlarında çelişkiye düşüldüğü belirtilerek davanın
reddine karar verilmesi gerektiği savunulmuştur.
27. Başvurucu tarafından sunulan 22/4/2014 tarihli itiraz
dilekçesinde ise raporun çelişkili olduğu belirtilmiş ve Amerikan Göğüs Hastalıkları
Akademisi ile Avustralya Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırma Konsili
arasında farklı görüşlerin bulunduğuna dikkat çekilmiştir. İtiraz dilekçesinde
başvurucu, bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda hangi gerekçeyle
Amerikan Göğüs Hastalıkları Akademisinin görüşünün benimsendiğinin
açıklanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, çelişkilerin ve eksikliklerin
giderilmesi amacıyla başka bir bilirkişi heyetinden yeni rapor alınması
talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca stres kırığının gelişmesinde görevin
sebep ve tesirinin bulunduğu hususunun tespit edildiğini belirtmiş ve
başvurucuda oluşan zararın tazmin edilmesini talep etmiştir.
28. GATA Komutanlığı tarafından Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
öğretim üyelerince hazırlanan 26/3/2014 tarihli bilirkişi raporuna itiraz
edilmiş ve buna ilişkin belgeler davalı idare aracılığıyla AYİM'e
sunulmuştur. 24/4/2014 tarihli üst yazıyla gönderilen ve GATA Göğüs
Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığınca göğüs hastalıkları uzmanı üç
akademisyen tarafından hazırlanan kanaat raporunda; başvurucuda ortaya çıkan akciğer embolisi
rahatsızlığının oluşumunda stres kırığına bağlı olarak uzun süre hareketsiz
kalınmasının kolaylaştırıcı rol oynadığı belirtilmiştir.
29. AYİM İkinci Dairesinin 16/9/2014 tarihli ara kararıyla Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına müzekkere yazılarak tarafların bilirkişi
raporuna yönelik itirazlarına yer verilmiş ve ek bilirkişi raporu düzenlenmesi
talep edilmiştir. Söz konusu ara kararla;
i. Rahatsızlıkların tedavisinde gecikme, hata olup olmadığı,
ii. Başvurucuda bünyesel bir yatkınlık olmamasına rağmen akciğer
embolisinin bir komplikasyon sonucu oluştuğunun
bilirkişi raporunda belirtildiği dikkate alındığında, komplikasyonun
oluşmasında tıbbi hata veya gecikmenin etkili olup olmadığı, akciğer embolisi komplikasyonu oluşmadan stres kırığının tedavisi
edilebilmesinin tıbben mümkün olup olmadığı hususlarında tıbbi görüşleri içeren
raporun düzenlenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
30. Aynı bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan ve AYİM'e sunulan 11/11/2014 tarihli ek bilirkişi raporunda
komplikasyonun tıbbı kötü uygulama veya kusur sonucunda oluşmadığı belirtilmiş
ve komplikasyon, tanı ve tedavi sürecinde olması muhtemel, istenmeyen sonuçlar
olarak tanımlanmıştır. Ek raporda;
i. Bilimsel bir çalışmaya atıf yapılarak alt bacakları herhangi
bir nedenle üç hafta ve üzerinde hareketsiz bırakılan kişilerin bacak ve baldır
toplar damarlarında kan pıhtılaşması oluşma riskinin yüzde on beş ile yüzde
kırk arasında olduğu,
ii. Bacak ve baldır toplar damarlarında oluşan pıhtının bir
parçasının yerinden koparak dolaşıma katılması ve akciğer atardamarına gelerek
burada bir tıkanmaya yol açması neticesinde meydana gelen akciğer embolisinin oluşumunun önlenmesine yönelik koruyucu tedavi
uygulanmasında kesin bir kuralın olmadığı,
iii. 26/3/2014 tarihli bilirkişi raporunda olduğu gibi Amerikan
Göğüs Hastalıkları Akademisi ile Avustralya Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırma Konsili yayımlanan kılavuzlardaki bilgilere yer verildiği,
iv. Akciğer embolisinin alçıyla tedavi
sırasında gelişebilen, istenmeyen bir durum olduğu, akciğer embolisinin
ve bacak ya da baldır toplar damarında kan pıhtılaşmasının önlenmesine yönelik
ulusal bir tedavi kılavuzunun bulunmadığı, geçerli uluslararası tedavi
kılavuzlarına göre önleyici tedavilerin akciğer embolisinin
oluşumunu engellemediği, bu riskin sıfırlanmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla
başvuruda meydana gelen akciğer embolisi
rahatsızlığının komplikasyon olarak değerlendirilmesi gerektiği, stres
kırığının tanı ve tedavi sürecinde bir gecikmenin ya da hatanın söz konusu
olmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
31. AYİM İkinci Dairesi 7/1/2015 tarihinde oyçokluğuyla davanın reddine
karar vermiştir. Kararda öncelikle dava konusunun kapsamı tartışılmış ve stres
kırığına ilişkin rahatsızlığın askerlik hizmeti nedeniyle oluştuğuna yönelik
açık bir iddianın başvurucu tarafından sunulan 8/3/2013 tarihli ilk dilekçede
yer almadığı, sonradan ileri sürülen iddiaların ise davalı idarenin açık
muvafakati olmadan dava konusu yapılamayacağı ve davanın genişletilemeyeceği
belirtilmiştir. Kararda başvurucu tarafından sunulan yenileme dilekçesindeki "Öncelikle belirtmek gerekir ki bu dava müvekkile
uygulanan hatalı ve eksik tedavi nedeniyle açılmıştır."
şeklindeki ifadeye yer verilmiş ve davanın stres kırıklarına ilişkin
rahatsızlığın hatalı ve eksik şekilde tedavi edilmesi nedeniyle oluşan
zararların tazmin edilmesi talebiyle açıldığı tespit edilmiştir. Karar
gerekçesinde; bilirkişi raporlarının AYİM'in
kıstaslarına, ilmi verilere ve dosya kapsamındaki tıbbi kanaatlerle uyumlu
şekilde düzenlendiği ve raporlarda ifade edildiği üzere meydana gelen zarardan
davalı idarenin sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
32. Karşı oy gerekçesinde ise stres kırığına ilişkin
rahatsızlığın askerlik görevinin sebep ve tesiriyle oluştuğu yönündeki tıbbi
verilerin dikkate alınması, bu kapsamdaki iddianın da dava konusunun kapsamında
değerlendirilmesinin uygun olacağı ve başvurucuda bu nedenle oluşan zararın
kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
33. Nihai karar 2/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
34. Başvurucu 9/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
35. Başvurucu tarafından subay sözleşmesinin feshedilmesine
ilişkin işleme karşı AYİM Birinci Dairesinde açılan iptal davası reddedilmiş ve
başvurucu, kusuru bulunduğunu ileri sürdüğü GATA'ya bilirkişi incelemesi
yaptırılması ve burada düzenlenen rapora dayanılarak davanın reddine karar
verilmesinin adil yargılanma hakkının ihlaline neden olduğu iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/2/2016 tarihli kararıyla Anayasa
Mahkemesi; başvurucunun durumuyla ilgili daha önce tedavide bulunmuş ve buna
ilişkin raporlar hazırlamış olan askerî hastanenin (GATA) idari teşkilat
yapılanması içinde bulunan bir kurulun hazırladığı rapor esas alınarak davanın
reddedilmesinin Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlaline neden olduğuna hükmetmiştir. Mahkeme; başvurucuyu
davalı idareye göre daha zayıf bir duruma düşürdüğü, davalı idareyi ise önemli
ölçüde avantajlı hâle getirdiği, bu şekilde çıkarlar dengesinin kendisine
katlanılması zor külfetler yüklenen başvurucu aleyhine bozulduğu ve bu durumun
silahların eşitliği ilkesine yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğu
tespitinde bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
36. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu'nun "İdari davalar ve
yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı 21. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"20 nci
maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem
ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi
halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır..."
37. 4678 sayılı Kanun’un 13. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
“Sözleşmeli
subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme
süresinin bitiminden önce feshedilebilir:
…
k) (Değişik: 31/1/2013-6413/45 md.) Sözleşmenin yapılmasını müteakip;
1) Barışta ve savaşta, görevini icra ederken
veya görevi dolayısıyla bir saldırıya, kazaya uğrayan ya da bir meslek
hastalığına yakalananlar,
2) Kanser, tüberküloz, kronik böbrek
yetmezliği ile ruh ve sinir hastalıkları gibi sağlık kurulları raporlarında
uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç gösterdiği belirtilen bir hastalığa
yakalananlardan, toplam olarak ve fiilen üç yılı geçmemek şartıyla tedavi, istirahat
veya hava değişimine tabi tutulanlar,
3) Tedavi kurumlarında yatarak tedavi olanlar
ile aylıklı veya aylıksız doğum izni alanlar,
hariç olmak kaydıyla, bir sözleşme yılı içinde
alınan hava değişimi, istirahat ve benzeri sıhhi izin süresi toplamı doksan
günü geçmek.”
B. Uluslararası Hukuk
38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakalrı Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8. maddesi kapsamı
içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.),
B. No: 75725/01, 5/10/2006; Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
39. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 89; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49).
40. AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması
planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara
önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak
zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz
konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili
devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010).
41. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun
Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli
olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç
yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı
bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
43. Başvurucu;
i. Yargılama sürecinde düzenlenen ve hükme esas alınan bilirkişi
raporlarında çelişkiler bulunduğunu, raporların eksik araştırmaya dayalı olarak
hazırlandığını,
ii. Stres kırığına ilişkin rahatsızlığın görevin sebep ve
tesiriyle oluştuğu açık olmasına ve söz konusu rahatsızlığa ilişkin tedavinin
GATA tarafından eksik ve hatalı şekilde yapıldığı açık olmasına rağmen oluşan
manevi zararlarının tazmin edilmediğini,
iii. AYİM kararının tıp biliminin verilerine uygun olmadığını,
vicdanları yaraladığını, başka bir bilirkişi heyetine başvurulmasına yönelik
taleplerinin dikkate alınmadığını, kararın adalete ve hakkaniyete uygun şekilde
verilmediğini, idarenin kusursuz sorumluluğuna da gidilmediğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
44. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, ..., maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
45. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
47. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
48. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
49. Anılan kararlar doğrultusunda başvurucunun tıbbi ihmale
dayalı şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi
gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
51. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
52. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
53. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§ 51).
54. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
55. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 57; Tevfik Gayretli, B. No:
2014/18266, 25/1/2018, § 32).
56. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,
§ 44).
57. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır
(Murat Atılgan, § 45).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
58. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
59. AYİM, öncelikle davanın konusunu belirlemiş ve başvurucu
tarafından sunulan yenileme dilekçesinde yer alan "Öncelikle belirtmek gerekir ki bu dava müvekkile uygulanan hatalı
ve eksik tedavi nedeniyle açılmıştır." şeklindeki ifadeyi
dikkate alarak davanın stres kırıklarına ilişkin rahatsızlığın hatalı ve eksik
şekilde tedavi edilmesi nedeniyle oluşan zararların tazmin edilmesi talebiyle
açıldığını tespit etmiştir.
60. AYİM, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaları da
dikkate alarak meydana gelen rahatsızlığın sebeplerini ortaya koymak amacıyla
çok yönlü bir araştırma yapmıştır. Bu kapsamda başvurucuya ait tıbbi kayıt ve
belgeleri temin ederek ve detaylı sorular yönelterek konunun uzmanlarından
oluşan bağımsız bir bilirkişi heyetine inceleme yaptırmıştır. Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AnaBilim Dalında
görevli üç akademisyen tarafından hazırlanan 26/3/2014 tarihli bilirkişi
raporuna yapılan itirazlar üzerine ara kararla ek bilirkişi raporu
hazırlanmasına karar vermiş ve itirazlara cevap verecek mahiyette 11/11/2014
tarihli ek bilirkişi raporu düzenlenmiştir.
61. Bilirkişi raporunda; akciğer
embolisinin
alçıyla tedavi sırasında gelişebilen, istenmeyen bir durum olduğu, akciğer embolisinin ve bacak ya da baldır
toplar damarında kan pıhtılaşmasının önlenmesine yönelik ulusal bir tedavi
kılavuzunun bulunmadığı, geçerli uluslararası tedavi kılavuzlarına göre
önleyici tedavilerin akciğer embolisinin oluşumunu
engellemediği, riskin ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla
başvuruda meydana gelen akciğer embolisi
rahatsızlığının komplikasyon olarak değerlendirilmesi gerektiği, stres
kırığının tanı ve tedavi sürecinde bir gecikmenin ya da hatanın söz konusu
olmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
62. AYİM, düzenlenen bilirkişi raporlarında belirtilen tıbbi
kanaat doğrultusunda yaptığı değerlendirmede, bilirkişi raporlarının AYİM'in kıstaslarına, ilmi verilere ve dosya kapsamındaki
tıbbi kanaatlerle uyumlu şekilde düzenlendiği ve raporlarda ifade edildiği
üzere meydana gelen zarardan davalı idarenin sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle
davanın reddine karar vermiştir.
63. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi
ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan
uzman bilirkişi raporlarında yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek
başvurucunun iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı
görülmektedir.
64. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucunun bilirkişi raporuna ve kararlara karşı itiraz imkanını kullandığı
ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli
olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca
bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği
anlaşılmaktadır.
65. Sonuç olarak başvurucunun ileri sürdüğü iddialar hakkında
alınan bilirkişi raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla
ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için
esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin
gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay
bakımından kamu makamlarının, pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediğinden
söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
66. Başvurucu ayrıca idarenin kusursuz sorumluluğuna gidilmesi
gerektiğini de ileri sürmüştür. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında inceleme
yapılabilmesi için devlete ait bir yükümlülüğün yerine getirilmediğinin ileri
sürülmesi gerekir. Bir başka deyişle devlete, işlem ve eylemlerinden veyahut
eylemsizliğinden dolayı bir kusur atfedilmesi zorunludur. Bu nedenle
başvurucunun yükümlülükler bağlamında dile getirdiği iddiaları Anayasa'nın 17.
maddesi kapsamında incelenmiş, kusur şartının aranmadığı sorumluluk türü olan
kusursuz sorumluluk iddiası ise anılan madde yönünden incelenmemiştir.
67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.