TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
CEYDA ALACA VE NECİBE ÇAĞLA ALACA BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/7385)
Karar Tarihi: 10/10/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Özgür DUMAN
Başvurucular
1. Ceyda ALACA
2. Necibe Çağla ALACA
Vekili
Av. M. Müjdat GÜLTEKİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bir bölümünün kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
8. Başvurucu Mehmet Necip Alaca 16/5/2018 tarihinde vefat etmiş olup çocukları Ceyda Alaca ve Necibe Çağla Alaca Bakırköy 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 20/7/2018 tarihli mirasçılık belgesini sunarak 10/8/2018 tarihinde başvuruya devam etmek istediklerini bildirmişlerdir. Bunun yanında Betül Gürsoy Hacıoğlu ve Ayşe Aydın 25/5/2018 tarihli dilekçe ile Mehmet Necip Alaca'nın el yazılı vasiyetnamesine göre atanmış mirasçı olduklarını bildirmişlerdir. Betül Gürsoy Hacıoğlu 12/3/2019 tarihli dilekçesinde, vasiyetin okunması ile ilgili olarak açılan davanın Bakırköy 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2018/856 sayılı dava dosyasında devam ettiğini ve duruşmanın 25/6/2019 tarihine bırakıldığını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
10. İstanbul'un Yenibosna ilçesi Dereboyu mevkii 10302 parsel sayılı taşınmaz 4.676 metrekare (m²) yüz ölçümlü olarak "iki katlı idari binası olan kârgir fabrika" vasfıyla tapuda başvurucu adına kayıtlıdır. 2/12/1981 tarihli 1/1000 ölçekli imar uygulama planında söz konusu taşınmazın imar durumu "batı yakası mezarlık alanı" olarak belirlenmiş iken daha sonra bu imar durumu -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- "yol ve refüj" olarak değiştirilmiştir.
11. İstanbul Büyükşehir Belediyesince (Büyükşehir Belediyesi) anılan taşınmazın Bağcılar-Güneşli TEM bağlantı yolunun yapımı için 30/11/2004 tarihinde kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Tarafların satın alma usulünde anlaşması üzerine 4.500.000 TL kamulaştırma bedeli karşılığında taşınmazın tamamı 16/12/2004 tarihinde Büyükşehir Belediyesi adına tapuya tescil edilmiştir.
12. Bağcılar-Güneşli TEM bağlantı yolu kavşak inşaatına 24/1/2003 tarihinde başlanmış olup 14/4/2007 tarihinde inşaat bitirilmiştir. Başvurucu, anılan taşınmazın -yol olarak kullanılan 900 m² civarı bir kısmı dışındaki- 4.000 m² civarındaki kısmının kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığı gerekçesiyle 11/5/2012 tarihinde Büyükşehir Belediyesi aleyhine Bakırköy 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmaz üzerinde boş bir fabrika binasının bulunduğu belirtilmiştir.
13. Davalı taraf hak düşürücü süre itirazında bulunmuş ise de Mahkeme hak düşürücü süre itirazını reddetmiş ve davanın süresi içinde açıldığına karar vermiştir. Mahkeme 21/5/2013 tarihinde kadastro uzmanı teknik bilirkişi eşliğinde mahallinde keşif yapmıştır. Keşif sonucu düzenlenen 24/6/2013 tarihli teknik bilirkişi raporunda özetle aşağıdaki tespitlere yer verilmiştir:
i. Dava konusu taşınmazın krokide (A) harfi ile gösterilen 977,56 m² miktarlı kısmı Halkalı-Güneşli Kavşağı/Mahmutbey-Yeşilköy bağlantı yolu ve kaldırım olarak kullanılmaktadır.
ii. Bu taşınmazın (B) harfiyle gösterilen 289,69 m² miktarlı kısmı Cemal Ulusoy Caddesi'nde yol ve kaldırım olarak kullanılmaktadır.
iii. Anılan taşınmazın geriye kalan 3.301,79 m² miktarlı kısmı ise dava dışı E. Adak Kurban Satışı ve Y. adlı şirket tarafından kullanılmaktadır.
14. Yargılama sırasında 25/6/2013 tarihinde yapılan (6.) oturumda davacı vekili taşınmaz üzerindeki tesisin Y. isimli şirkete ait olduğunu ve şirketin ise davacıya ait olduğunu beyan etmiştir. Mahkeme 17/9/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kamulaştırılan taşınmazın imar durumuna dikkat çekilerek kısmen yol olarak kullanıldığının tespit edildiği belirtilmiştir. Mahkemeye göre "İhtiyaçtan arta kalan kesimin ihtiyaç fazlası olarak bırakılması taşınmaz malikine tapu iptali ve tescil hakkı vermez."
15. Temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince (Daire) 20/5/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi Dairenin 16/12/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar, başvurucu vekiline 9/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 29/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Derya Alpdoğan ve diğerleri, B. No: 2015/6845, 31/10/2018, 20-27.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
20. Başvurucular; kamulaştırılan taşınmazının yalnızca bir bölümünün kamu yararı amacı doğrultusunda kullanıldığını, kalan kısmının ise fabrika binası ve arazisi olarak Büyükşehir Belediyesince üçüncü kişilere kiraya verilmek suretiyle kullanıldığını belirtmişlerdir. Başvurucular, kavşak yapımı tamamlandığı için taşınmazın kalan kısmının kamulaştırma projesinde kullanılmasının da mümkün olmadığını ifade etmişlerdir.
21. Başvurucular ayrıca; mevcut imar durumunun kavşak inşaatının yapılması için düzenlendiğini, olaydaki temel sorunun ise taşınmazın büyük bir bölümünün kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmaması olduğunu vurgulamışlardır. Başvuruculara göre aksi bir durumda ise imar planlarında idare tarafından değişiklik yapılmadığı sürece hak sahiplerinin 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 23. maddesinde öngörülen iade hakkını kullanamamaları gibi bir sonuç ortaya çıkar. Başvurucular, üstelik bu taşınmazın bulunduğu bölgede turizm alanı yapılmasına yönelik bir mevzi imar planı hazırlandığını açıklamışlardır.
22. Başvurucular, rayiç değerinin 35.000.000 avro olduğunu iddia ettikleri taşınmaz bölümünün kamulaştırma amacına uygun kullanılmadığı gibi bu taşınmazdan ayrıca gelir elde edildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular bu bağlamda taşınmazın zorla ellerinden alındığını ancak küçük bir miktarda taşınmaza ihtiyaç duyan idarenin kamu yararı amacına aykırı şekilde çok daha büyük bir taşınmazı kamulaştırarak kendisine menfaat sağladığını belirtmişlerdir. Başvurucular, bu gerekçelerle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
23. Bakanlık görüşünde, başvurucuların taşınmazının kamulaştırılmakla mevcut bir mülkünün bulunmadığı belirtilmiştir. Bakanlığa göre başvurucunun taşınmazı kısmen kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanıldığı için başvurucuların bu mülkü edinme hususunda meşru bir beklentileri de bulunmamaktadır. Bakanlık ayrıca bir an için başvurucuların meşru beklentilerinin olduğu kabul edilse dahi taşınmazın kamulaştırma amacı dışında kullanılmayan kısmının imar durumunda yol ve yeşil alan olarak tahsis edildiğini bildirmiştir. Bakanlık, üçüncü kişilerin taşınmazın bu kısmına yönelik kullanımının ise geçici olduğunu vurgulamıştır.
24. Başvurucular cevap dilekçesinde, taşınmazın hâlen üçüncü kişiler tarafından kullanıldığının Bakanlık tarafından da kabul edildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular; söz konusu taşınmazın cüzi bir kısmının kamu yararı amacı doğrultusunda kullanıldığını, buna karşın taşınmazın kalan kısmının ise kurban satış yeri ve Y. şirketi tarafından 2004 yılından 2018 yılına kadar kullanılmasına izin verildiğini beyan etmişlerdir. Başvurucular; 2942 sayılı Kanun'un 23. maddesine aykırı olarak taşınmazın kamu yararı amacına kullanılması bir yana üçüncü kişilere kiralanmış olduğunu, bu taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılmasının ise bu durumu meşrulaştırmayacağını ifade etmişlerdir. Cevap dilekçesinde son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Beneficio Cappella Paolini/San Marino (B. No: 40786/98, 13/7/2004) kararında taşınmazın kamu yararı amacına kullanılmayan kısmının iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verildiği belirtilmiştir.
25. Talepte bulunanlar Betül Gürsoy Hacıoğlu ve Ayşe Aydın ise başvurucu Mehmet Necip Alaca'nın el yazılı vasiyetname ile kendisini mirasçı olarak atadığını belirtmişlerdir. Dilekçede, vasiyetnameye göre yapılan bireysel başvuru neticesinde alınacak karar sonrası intikal edecek tazminat bedellerinin %25'inin Betül Gürsoy Hacıoğlu ve kalanının ise Ayşe Aydın'a bırakıldığı beyan edilmiştir.
B. Ön Sorun
26. Öncelikle başvuruda bulunan Mehmet Necip Alaca'nın ölümü sonrası kimlere başvuruya devam edebileceklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
27. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkı örneğinde olduğu gibi belli bazı haklarla ilgili başvurularda gerçek kişilerin bireysel başvuruda bulunduktan sonra ölmesi durumunda mirasçılarının makul bir süre içinde bireysel başvuruya devam etmek istediklerini Anayasa Mahkemesine bildirmeleri hâlinde düşme kararı vermeyip başvuruyu incelemeye devam etmektedir. Bu durumda mirasçılar başvurunun tarafı hâline gelmektedir. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki yaklaşımı T.G., B. No: 2017/21163, 9/1/2019, §§ 17-20 kararında şöyledir:
"17. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri kararında (B. No: 2014/3549, 22/3/2017, §§ 18-21) başvurucunun bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonra ölmesi durumunda başvurunun incelenmesine devam edilip edilemeyeceğine ilişkin ilkelerini belirlemiştir. Anılan kararın ilgili bölümü şöyledir:
18. Uygulamada hukuk yargılamalarında, taraflardan birinin ölümü halinde dava sonunda verilecek hükmün olumlu veya olumsuz bir şekilde mirasçıların haklarını etkilemesi nedeniyle davaya mirasçılar tarafından devam edilebileceğinin kabul edildiği hallerde, mahkemelerce mirasçılara usulüne uygun olarak tebligat yapılarak mirası reddetmeyen mirasçıların mecburi dava arkadaşı olarak davada yer almalarının sağlandığı görülmektedir (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi E. 2015/20127, K. 2015/21189, 26/11/2015).
19. Asli görevi Anayasa'yı yorumlamak, böylece Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam ve sınırlarını belirlemek olan Anayasa Mahkemesinin (Mahkeme) bireysel başvuru yolunda başvurucuların başvuru tarihinden sonra vefat etmeleri hâlinde yukarıda yer verilen usulü benimseyerek 4721 sayılı Kanun'un anılan hükümlerindeki tarihleri tespit etme ve buna göre mirası reddetmeyen mirasçıların başvuruya devam etmelerini sağlama yükümlülüğünü üstlenmesinin, Mahkemenin asli görevini yerine getirmesi önünde engel teşkil edecek ve böylelikle Mahkemeyi temel işlevinden uzaklaştırabilecek olması nedeniyle bireysel başvurunun niteliğine uygun düşmediği görülmektedir.
20. İçtüzük'ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.
21. Yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâller gibi başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varıldığı durumlarda, başvurucuların vefat etmesi hâlinde başvuruya devam edilmesinin sağlanması yönünden öncelikli yükümlülüğün başvuruya devam etme hakları olan şahıslarda bulunduğu kabul edilmelidir.'
18. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri içtihadından sonraki dönemde, bireysel başvuru devam ederken başvurucunun ölmesi durumunda ölenin mirasçılarına başvuruya devam edip etmeyecekleri hususunda bildirimde bulunma yönünde bir uygulama gerçekleştirmemiş, ölüm tarihinden sonra makul bir süre içinde kendiliğinden Anayasa Mahkemesine başvurarak başvuruya devam etmek istediğini bildiren mirasçıların -menfaatlerinin bulunup bulunmadığını da gözeterek- başvurularını incelemiştir (örnek kararlar için bkz. Ayten Yeğenoğlu, B. No: 2015/1685, 23/5/2018 [ölümden yaklaşık üç ay sonra]; Fatma Ülker Akkaya, B. No: 2014/18979, 22/2/2018 [ölümden iki ay sonra]). Buna karşılık mirasçıların başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmediği hallerde düşme kararı verilmektedir (örnek kararlar için bkz. Ali Sedat Yücelik ve diğerleri, B. No: 2015/2574, 9/5/2018, §§ 22-25; Abbas Çelik ve diğerleri, B. No: 2014/749, 7/3/2018, §§ 26-29; Haşim Özpolat, B. No: 2014/3140, 21/9/2017, § 19 Şükran Çopuraslan, B. No: 2014/4695, 14/9/2017, § 22).
19. Anayasa Mahkemesi, ölenin mirasçılarının başvuruyu devam ettirme iradelerinin ancak makul süre içinde yapılması hâlinde geçerli olabileceğini kabul etmekle birlikte bu süreyi somutlaştırmamıştır. Hukuki belirliliğin sağlanması bakımından mirasçıların başvuruyu devam ettirme iradelerinin geçerli kabul edilebileceği makul sürenin ne olduğunun belirginleştirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
20. 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen otuz günlük bireysel başvuru süresinin mirasçılar yönünden de kıyasen uygulanması gerektiği düşünülebilir. Ancak Türk hukukunda mirasçıların mirası reddetme hakkını da haiz oldukları gözetildiğinde makul sürenin tespitinde mirası ret süresinin de gözönünde bulundurulması gerektiği değerlendirilmiştir. 4721 sayılı Kanun'un 606. maddesinin birinci fıkrasında, yasal ve atanmış mirasçıların mirası üç ay içinde reddedebilecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla bireysel başvuru yapıldıktan sonra ölen başvurucuların mirasçılarının başvuruyu devam ettirme yönündeki taleplerini Anayasa Mahkemesine iletebilecekleri makul sürenin -haklı mazeretler saklı kalmak kaydıyla- ölüm tarihinden itibaren dört ay olarak tespitinin uygun olacağı sonucuna ulaşılmıştır."
28. Mevcut başvuruda ise Ceyda Alaca ve Necibe Çağla Alaca'nın sundukları mirasçılık belgesine göre Mehmet Necip Alaca'nın mirasçısı oldukları ve süresinde başvuruya devam istediklerini beyan ettikleri görülmektedir. Diğer taraftan Betül Gürsoy Hacıoğlu ve Ayşe Aydın'ın ibraz ettikleri el yazılı vasiyetnameye göre 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 517. maddesi çerçevesinde belirli mal bırakma niteliği taşıdığı ve yine aynı mevzuat hükümlerine göre bu edimi yerine getirme yükümlülüğünün ise mirasçılara ait olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu uyuşmazlığın devam ettiği bildirilen hukuk davası neticesinde çözümlenebileceği dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla Betül Gürsoy Hacıoğlu ve Ayşe Aydın'ın taleplerinin değerlendirilmesine gerek görülmemiş olup sunulan mirasçılık belgesine göre Ceyda Alaca ve Necibe Çağla Alaca'nın başvuruya devam yönündeki beyanları dikkate alınmıştır.
C. Değerlendirme
29. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
30. Kamu yararı amacına dayalı olarak kamulaştırılan başvurucuların miras bırakanına ait taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku bulunmamaktadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 25). Buna göre başvuru konusu olayda Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının varlığı konusunda şüphe bulunmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 49).
31. Başvurucuların taşınmazının belirli bir kamu yararı amacı çerçevesinde kamulaştırılmasının Anayasa’nın 35. maddesi anlamında sahip olunan mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğu açıktır. Bu sebeple başvurunun mülkiyetten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Külah, § 51).
32. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
33. Başvuru konusu olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz 2942 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca satın alma usulü çerçevesinde anlaşma suretiyle kanunda öngörülen yöntemince kamulaştırılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunduğu kuşkusuzdur.
34. Olayda imar planlarının yargısal denetimi hususunda herhangi bir iptal davası açılmadığı ve başvurucunun taşınmazdaki payının da anlaşma suretiyle kamulaştırıldığı görüldüğünden esasen yapılan imar düzenlemesinin ve bu düzenlemeye dayalı kamulaştırmanın 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 10. maddesi ile 2942 sayılı Kanun hükümleri uyarınca kamu yararı amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca başvuruya konu taşınmazın kısmen de olsa kamu yararı amacı doğrultusunda kullanıldığı tartışma konusu değildir. Ancak başvurucu, taşınmazın kalan kısmının kamu yararı amacı dışında kullanılmadığından yakınmaktadır. Anayasa Mahkemesinin Nusrat Külah kararında da değinildiği üzere mülkiyetten yoksun bırakan bir işlemin salt soyut olarak kamu yararı amacının bulunması kural olarak yeterli olmayıp ayrıca kamu yararı amacının dayandığı sebeplerin somut olarak gerçekleştirilmesi de gerekmektedir (Nusrat Külah, §§ 65, 69). Bu bağlamda müdahalenin meşru amacının ölçülülüğü ile birlikte sorgulanarak sonuca varılması gerekmektedir.
35. Başvuru konusu olayda başvurucuların taşınmazının yol yapımı için 30/11/2004 tarihinde kamulaştırılmasına karar verilmiş ve bu taşınmaz satın alma usulü uygulanarak 16/12/2004 tarihinde Büyükşehir Belediyesi adına tapuya tescil edilmiştir. Ancak başvurucuların miras bırakanı tarafından açılan davada ilk derece mahkemesince tespit edildiği üzere 14/4/2007 tarihinde bitirilen proje çerçevesinde uyuşmazlık konusu taşınmazın yalnızca 1.374,21 m2 yüz ölçümlü kısmı kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmıştır. Mahkemece yapılan keşif ve alınan teknik bilirkişi raporuna göre bu taşınmazın kalan 3.301,79 m2 yüz ölçümlü kısmı ise E. Adak Kurban Satışı ve Y. adlı şirket tarafından kullanılmaktadır (bkz. § 12).
36. Buna göre somut olayda kamu yararı kararında açıklanan amaç yol ve refüj alanı oluşturmak olup bu amaçla imar düzenlemesi ve kamulaştırma işlemi yapılmıştır. Kamulaştırma işlemi yapıldıktan sonra ise başvurucunun iddiasına göre payının bulunduğu taşınmazın bir kısmı bu kamu yararı amacının gerektirdiği şekilde yol olarak yapılmış ancak taşınmazın 3.301,79 m² yüz ölçümlü kısmı ise kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmamıştır. Başvurucu ise kamulaştırılan taşınmazın iadesi için dava açmış, ancak derece mahkemelerince taşınmazın kısmen yol olarak kamu yararı amacına kullanıldığı gerekçesi yanında özellikle taşınmazın kalan kısmının da refüj alanında kaldığına değinilerek dava reddedilmiştir (bkz. § 13).
37. Gerçekten de kanun koyucu Anayasa'da yer alan güvencelere uygun olarak kamulaştırma amacına veya kamu yararına yönelik herhangi bir ihtiyaca tahsisi lüzumu kalmaması hâlinde taşınmazın kamulaştırılmasından vazgeçilerek mülk sahibine iade edilmesini sağlayan çeşitli düzenlemeler yapmıştır. Buna göre 2942 sayılı Kanun'un 22. maddesinde idarenin kamulaştırmadan vazgeçmesiyle taşınmazın devri ve mülk sahibine iadesine ilişkin hükümler düzenlenmiş, 23. maddede de mal sahibinin geri alma hakkı hüküm altına alınmıştır (bkz. § 17).
38. Anayasa Mahkemesi daha önce Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras (B. No: 2014/11194, 9/3/2017) kararında yol şartıyla belediyeye terk edildikten sonra imar planında değişiklik yapılarak konut alanına dönüştürülen ve başka bir parsel ile birleştirilen taşınmazın önceki maliklerine iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
39. Bununla birlikte somut olay çeşitli yönleriyle bu karardan farklı özellikler göstermektedir. Olayda kısmen kamulaştırma amacı doğrultusunda yol olarak terk edilen uyuşmazlığa konu taşınmazın kalan kısmının gerek imar planında gerekse de fiilî durumda refüj alanı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla fiilen refüj alanında yer alan bu nitelikteki bir taşınmazın kamu makamlarınca iade edilmemesi makul görülebilir. Bu gibi durumlarda mülkiyet hakkına yapılan müdahale tazminat ödenmesi gibi başka giderim yollarıyla da ölçülü kılınabilir.
40. Nitekim Anayasa Mahkemesi spor alanı olarak kamulaştırılan taşınmazın makul bir süre geçtiği hâlde kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmamasının şikâyet edildiği Derya Alpdoğan ve diğerleri kararında, aradan geçen sürede taşınmazın değerinde yaşanan artış dikkate alındığında başvurucuya ödenen kamulaştırma bedelinin taşınmazın gerçek değerini yansıtmaktan uzak kaldığına işaret etmiştir. Bu doğrultuda başvurucuların uğradıkları zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır (Derya Alpdoğan ve diğerleri, § 55).
41. Somut olayda da başvuruya konu taşınmaz bölümünün kamu yararı amacı dışında özel kişilere devri söz konusu olmayıp bu kısmın kamulaştırıldığı 2004 yılından beri -on dört yıl geçmesine rağmen- kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmamasından şikâyet edilmektedir. Derece mahkemelerinin kararlarında geçen "taşınmazın kısmen kamu yararı amacına kullanılması hâlinde kalan kısmının iadesinin mümkün olmadığı" yönündeki ifadeler mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri bakımından yukarıdaki anayasal ilkelere uygun düşmemektedir. Bununla birlikte yukarıda da değinildiği üzere somut olayda olduğu gibi taşınmazların fiilen iadesinin mümkün olmadığı durumlarda müdahalenin ölçülülüğü tazminat ödenmesi suretiyle de mümkün görülebilir. Nitekim 2942 sayılı Kanun'un 23. maddesine göre böyle bir tazminat davası yolunun mevcut olduğu anlaşılmakta olup olayda da refüj alanında olduğu için söz konusu taşınmaz bölümünün iadesi fiilen mümkün görülmemiştir. Başvurucu ise başvuruya konu ettiği davada tazminat talebinde bulunmamış olup yalnızca taşınmazın iadesini talep etmiştir.
42. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
43. Bu durumda her ne kadar bütün başvuru yollarını tüketmesi zorunluluğu bulunmamakta ise de başvurucunun somut olayın koşulları altında etkili olabilecek ve başarı şansı sunan tazminat davası açma yoluna gitmediği anlaşıldığına göre başvuru yollarının usulünce tüketildiğinden söz edilemez. Hâlbuki başvurucu, iadesi mümkün görülmeyen taşınmaza yönelik bu iddialarını tazminat davasında dile getirebilecek olup bu yolun etkili olmadığı yönünde açık bir şikâyet de söz konusu değildir. Sonuç olarak başvurucunun söz konusu şikâyetlerinin ancak belirtilen tazminat davasında tartışıldıktan sonra başvuruya konu edilebileceği değerlendirilmiştir.
44. Buna göre belirtilen tazminat davası yolunun başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.