TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HANİFE KARAKURT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/445)
|
|
Karar Tarihi: 22/2/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Hanife
KARAKURT
|
Vekili
|
:
|
Av. Yavuz
YEŞİLYURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zilyet olunan taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına
tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın makul
sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığı'na (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucunun Dayandığı
Tapu Kaydı
8. İstanbul'un Eyüp ilçesi Kısırmandıra
(sonraki adıyla Işıklar) köyünde bulunan Eylül 1314 tarihli ve 10. ciltte yer
alan 161 sıra numaralı tapu kaydı, 10 dönüm miktarlı olarak çalılık niteliğinde
A. oğlu M. adına kayıtlıdır. 1967 yılında bu köyde yapılan kadastro çalışmaları
sırasında söz konusu tapu kaydı 174, 175, 176, 177, 178 ve 181 parsel
numaraları ile sınırlandırılan taşınmazlara uygulanarak revizyon görmüştür.
B. Kadastro Çalışmaları
Süreci
9. Işıklar köyünde 1998 yılında yapılan kadastro çalışmaları
sırasında Çalıtorluğu mevkiinde bulunan 518 parsel
sayılı taşınmaz 1.575 metrekare ve 521 parsel sayılı taşınmaz ise 2.426
metrekare yüz ölçümlü olarak sınırlandırılarak başvurucu adına tespit
edilmiştir. Kadastro tutanaklarında, her iki taşınmazın da C.A.nın yirmi yılı aşkın bir süreden beri çekişmesiz,
aralıksız ve malik sıfatıyla zilyetliğinde iken 1993 yılında haricen
100.000.000 TL (eski TL) bedelle başvurucuya satıldığı belirtilmiştir.
Tutanaklarda ayrıca satış tarihinden bu yana başvurucunun malik sıfatıyla
çekişmesiz ve aralıksız olarak bu zilyetliğini devam ettirdiği açıklanmıştır.
10. 1940 yılında yapılan ilk orman tahdidinde bu taşınmazlar
orman dışında bırakılmıştır. Işıklar köyünde 1967 yılında yapılan ilk tesis
kadastro çalışmaları sırasında ise anılan taşınmazlar, devlet ormanı içinde
kaldığı gerekçesiyle tapulama harici bırakılmıştır. 1991 yılında yapılan Hazine
adına orman sınırları dışına çıkarma (2/B) işlemleri sırasında ise orman sahası
dışında gösterilen bu taşınmazlar ile ilgili olarak bir 2/B uygulaması
yapılmamıştır.
C. Kadastro Tespitine
İtiraz Davası Süreci
11. Maliye Hazinesi tarafından anılan taşınmazların orman olduğu
gerekçesiyle 9/6/1999 tarihinde başvurucu aleyhine Eyüp 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinde (Mahkeme) kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır.
12. Mahkeme 22/2/2001 tarihinde dava konusu taşınmazların
başında keşif icra etmiştir. Keşif sırasında dinlenen mahallî bilirkişiler ve
davacı tanıkları, bu taşınmazların 50-60 yıldan beri başvurucunun ve
zilyetliğini eklediği önceki maliklerin tasarrufunda olduğunu beyan
etmişlerdir. Orman ve kadastro uzmanı teknik bilirkişiler ise raporlarında; bu
taşınmazların 1991 yılında yapılan çalışmalarda orman sayılmayan alanda
gösterildiğini, 521 parsel sayılı taşınmazda iki adet binanın bulunduğunu,
taşınmazların tarımsal amaçlarla kullanıldığını bildirmişlerdir. Mahkeme, mahallinde
6/6/2002 tarihinde keşif icra etmiştir. İkinci keşif sonucu düzenlenen raporlar
da benzer yöndedir.
13. Mahkeme 5/2/2003 tarihinde yapılan keşif ve bilirkişi rapor
ile beyanlarını hükme esas alarak davanın reddine, dava konusu taşınmazların
tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay 20.
Hukuk Dairesinin (Daire) 16/12/2003 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma
ilamında; daha önce yapılan bir tapulama çalışmasının olup olmadığına ve 1940
yılında yapılan orman tahdidi ile 1991 yılında yapılan aplikasyon ve 2/B
çalışmalarına ilişkin belge, tutanak, kroki ve haritaların getirtilerek
mahallinde yeni bir keşif yapılması gerektiği belirtilmiştir.
14. Mahkemece bozma ilamına uyularak mahallinde yeniden keşif
yapılmıştır. Keşif sonucu düzenlenen 24/5/2007 tarihli teknik bilirkişi
raporunda; anılan taşınmazların ilk orman tahdidinde orman sınırı dışında
bırakıldığı, daha sonra yapılan orman kadastro çalışması sonucunda da bu
konumunu sürdürdüğü belirtilmiştir. Bilirkişilere göre ayrıca taşınmazlar
üzerinde orman bitki örtüsü de bulunmamaktadır. Mahkeme, bu bilirkişi raporunu
hükme esas alarak 24/7/2007 tarihinde yine davanın reddine ve dava konusu
taşınmazların tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir.
15. Davacı Hazinenin bu karara karşı temyiz istemi, Dairenin
10/6/2009 tarihli kararıyla kabul edilerek yeniden hükmün bozulmasına karar
verilmiştir. Bozma ilamının gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:
i. 1967 yılında yapılan arazi kadastrosu sırasında çekişmeli
taşınmazların bulunduğu yerin orman olduğunun kadastro paftasında gösterilerek
tespit harici bırakıldığı belirtilmiştir.
ii. Daire bununla birlikte 1940 yılında yapılan orman kadastrosu
sırasında davaya konu taşınmazların da içinde yer aldığı arazinin orman tahdit hattı
dışında kaldığını tespit etmiştir.
iii. Daireye göre, arazinin konumu ve davalı taşınmazlar ile
orman arasında ayırıcı bir unsurun olmayışı dikkate alınmalıdır.
iv. Daire ayrıca kadastro işlemi olan tespit dışı bırakma
işlemine, araziye veeylemli duruma uygun düşmeyen
bilirkişi ve tanık sözlerine değer verilemeyeceğini açıklamıştır. Ayrıca zaman
içinde taşınmazlar üzerindeki orman örtüsünün kaldırılmış olması o yerin orman
niteliğini kaybettiği anlamına gelmeyeceğini ve toprağı ile birlikte orman olan
taşınmazların zilyetlikle iktisabının ise mümkün olmadığını belirtmiştir.
v. Gerekçede, davalı tarafın taşınmazların öncesinin orman
olmadığını kesin delillerle kanıtlayamadığı ifade edilmiştir. Daireye göre
zilyetlikle mülk edinme koşulları oluşmadığı gibi dava konusu taşınmazlar
herhangi bir nedenle orman sınırı dışında bırakılan orman olması nedeniyle
kanun gereği yeniden orman sınırları içine de alınabilir.
vi. Daire, dava konusu taşınmazların bitişiğinde yer alan bazı
taşınmazların orman olarak Hazine adına tesciline yönelik kesinleşen yargı
kararlarının bulunduğunu ifade etmiştir. Daire, bu gerekçelerle davanın
kabulüne karar verilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.
16. Bozma kararına uyan Mahkeme 18/2/2010 tarihinde davanın
kabulüne ve dava konusu taşınmazların tespitlerinin iptali ile orman vasfıyla
Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir.
17. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Daire 22/9/2011 tarihinde
temyiz edilen hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme
talebi de Dairenin 15/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
18. Nihai karar, başvurucu vekiline 11/12/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 7/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
20. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13.
maddesi şöyledir:
“ Tapuda kayıtlı taşınmaz mal:
...
B) Kayıt sahibi veya mirasçılarından başkası
zilyet bulunuyorsa;
...
b) Zilyet, taşınmaz malı, kayıt malikinden
veya mirasçılarından veya mümessillerinden tapu dışı bir yolla iktisap
ettiğini, onların beyanı veya herhangi bir belge ile veya bilirkişi veyahut
tanık sözleriyle ispat ettiği ve ayrıca en az on yıl müddetle çekişmesiz,
aralıksız ve malik sıfatıyla zilyet bulunduğu takdirde zilyet adına,
... tespit olunur.”
21. 3402 sayılı Kanun’un
"Kamu malları" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili
kısımları şöyledir:
“Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu
hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan sahipsiz yerlerden:
...
D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine
tabidir.”
22. 3402 sayılı Kanun’un 18. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve
Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen
yerler ile kanunları uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar, tapuda kayıtlı
olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez.”
23. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tabii olarak yetişen ve emekle yetiştirilen
ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.”
24. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir
suretle daraltma yapılamaz.”
2. Yargıtay İçtihadı
25. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 25/2/2014 tarihli ve
E.2013/9841, K.2014/2384 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“...mahkemece öncelikle, Orman Yönetimi davaya
dahil edilmeli, yeniden yapılacak keşifte, dava konusu taşınmaz ve etrafını
gösterir ve ilk defa o yerde grafik ya da fotogrametri
yöntemiyle düzenlenen 1/5000 ölçekli arazi kadastro paftasının orijinal
fotokopi örneği ile varsa davanın açıldığı 1958 yılından öncesine ait en eski
tarihli memleket haritası ve hava fotoğrafları stereoskop aletiyle, üç boyutlu
olarak incelettirilip taşınmazların niteliğinin bu belgelerde ne şekilde
görüldüğü, orman ya da 6831 sayılı Kanunun 17/2. maddesinde ifade edilen orman
içi açıklık olup olmadığı belirlenmeli, komşu taşınmazlara ait kadastro tesbit tutanakları ve dayanağı kayıtlar getirtilip,
çekişmeli taşınmazlar yönünü ne olarak gösterdikleri araştırılmalı, taşınmazlar
orman sayılan yerlerden değil ise, davacıların dayandığı, miras bırakanları
Emine Çelik’e ait Mart 1289 tarih ve 29 numaralı sicilden gelen Nisan 1958
tarih ve 2 numaralı tapu kaydı kapsamında kalıp kalmadığı araştırılmalı,
davalılar miras bırakanı Fatma Serin adına kayıtlı olan ve tapu kaydıyla
birlikte tesbite esas alınan 1937 tarih ve 57
numaralı
vergikaydıiledavalılarıntutundukları1929yılınaaitsatışsenediuygulanmalı, dava
tarihi itibariyle zilyedlik koşullarının hangi taraf
yararına gerçekleştiği araştırılmalı, yine ziraat bilirkişiden taşınmazların, nizanın ortaya çıktığı dava tarihi itibarıyla zilyedlikle kazanmaya elverişli yerlerden olup olmadığı,
jeolog bilirkişiden derelerin aktif etki alanında kalıp kalmadıkları, fen
elemanından kamulaştırma haritası kapsamında olup olmadıkları yönünde ayrıntılı
rapor alınmalı, derenin aktif etkisi sözkonusu ise,
Hazine adına da kişiler adına da tescil edilemeyeceği, tutanak iptal edilerek,
hali hazır niteliğiyle paftasında gösterileceği düşünülmeli, kanal
kamulaştırması kapsamında ise ilgili tüzel kişilik davaya dahil edilmeli, tarım
arazisi niteliğinde ve tapu kapsamında ise 3402 sayılı Kanunun 13/B-b maddesi
gereğince tapulu taşınmazın tapu dışı yolla (haricen) satışının geçerli olduğu
düşünülerek bu madde koşullarının davalılar yararına gerçekleşip
gerçekleşmediği saptanmalı, taşınmazların malik hanelerinin açık olması
nedeniyle 3402 sayılı Kanun'un 30/2. maddesi gereğince re'sen
de toplanacak deliller çerçevesinde karar verilmelidir....”
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında,
mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve ulusal hukuktaki
sınıflandırmadan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010,
§ 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §
63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 129).
27. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde
etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.),
B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum
Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).
28. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak
müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda
ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren
mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği
yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı
kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya
[BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn
Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No:
42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği
kararlar için Pine Valley Developments
Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87,
29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98,
24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No:
17849/91, 20/11/1995, § 31).
29. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında
savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli
değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti (k.k.) [BD],B.
No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve
uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak
reddedildiği durumlarda “meşru bir beklentinin”
bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33).
30. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir
olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir
düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına
dayanması gereken meşru beklenti arasındaki farkı vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye
(k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).
31. Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından
AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile
yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi
alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı yönündeki Türk
hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini
elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentinin doğmasının mümkün
bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve
diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07,
14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye
(k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No:
41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.),
B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 22/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu, uyuşmazlık konusu taşınmazın zilyetliğinde
olduğunu ve bu taşınmazın orman arazisinde kalmadığını belirtmiştir.
Başvurucuya göre derece mahkemelerince kendiliğinden idarenin davaya dâhil
edilerek orman ağaçları bulunduğu gerekçesiyle taşınmazın orman vasfıyla Hazine
adına tescil edilmesi hakkaniyete uygun bir karar değildir. Başvurucu, kadastro
sırasında yanlışlıkla üçüncü bir kişi adına tespit edilen ancak kendisine ait
olduğunu iddia ettiği taşınmazın orman vasfında olduğu tespit edilerek elinden
alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
34. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası
yanında kadastro tespitine itiraz davasının reddedilerek taşınmazın orman
vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun temel
iddiası, uyuşmazlık konusu taşınmazın zilyetlik yoluyla kazandırıcı zamanaşımı
hükümlerine dayanılarak kendisine ait olmasına rağmen orman sahası olarak
tespit ve tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine
ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun yargılamanın sonucunun adil olmadığına
ilişkin şikâyetinin de mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
36. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).
37. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp
bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet
hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının
tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile
yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd.
Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet
hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse önce böyle bir hakkının var
olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu
bağlamda Anayasa Mahkemesinin daha önce de belirttiği üzere Anayasa'nın 35.
maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi
değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır (Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, § 53).
38. Başvuru konusu olayda, kadastro sonucu başvurucu adına
tespit edilen taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle Hazine tarafından başvurucu
aleyhine kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Kadastro sırasında bu
taşınmaz herhangi bir tapu kaydına dayalı olmadan zilyetlik yoluyla mülk
edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı koşullarının gerçekleştiği
belirtilerek başvurucu adına tespit edilmiştir. Başvurucunun dayandığı tapu
kaydı ise üçüncü bir kişi adına tescilli olup başvurucu haricen yani tapu dışı
bir yolla bu taşınmazı satın aldığını ileri sürmektedir. Dolayısıyla kadastro
öncesinde söz konusu taşınmaza ilişkin olarak başvurucu adına herhangi bir tapu
kaydı bulunmadığı gibi tapu dışı bir yolla taşınmazı satın alan başvurucu resmî
olarak malik sıfatını kazanamayacağını öngörebilecek durumdadır. Bunun yanında
kadastro tespitine süresinde yapılan itiraz sonucu görülen davada ihtilaflı
taşınmazın Hazine adına tesciline karar verildiğinden dolayı kadastro sonucu
söz konusu taşınmaza ilişkin olarak başvurucu adına oluşmuş bir tapu kaydı da
söz konusu değildir.
39. Diğer taraftan Yargıtay kararlarında tapu dışı yollarla
yapılan satışlar yönünden ancak 3402 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (B)
bendinin (b) alt bendinde yer alan kazandırıcı zamanaşımı koşullarının
gerçekleşmesi kaydıyla taşınmazı satın alan kişiler adına tespit yapılabileceği
belirtilmiştir (bkz. §§ 20, 25). Başvurucu da esas itibarıyla anılan maddede
belirtilen mülk edinmeyi sağlayan zilyetlik yoluyla kazandırıcı zamanaşımı
koşullarının lehine gerçekleştiğini ve bu suretle uyuşmazlık konusu taşınmazın
mülkiyetini edindiğini iddia etmektedir.
40. Ancak yargılama makamlarınca dava konusu taşınmazın 1967
yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında orman olarak tespit dışı
bırakılmış olması ve arazinin konumu ile orman arasında ayırıcı bir unsurun
bulunmadığı gerekçelerine dayalı olarak taşınmazın orman vasfında olduğu
gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Somut olayda derece
mahkemelerinin gerekçesinin özellikle uyuşmazlık konusu taşınmazın orman olduğu
olgusu ve orman niteliğindeki taşınmazların zilyetlik yoluyla edinilmesinin
mümkün olmadığı yönündeki kanun hükümlerine dayandığı anlaşılmaktadır. Buna
göre anılan kararın keyfî veya öngörülemez olduğu da söylenemez. Bu durumda
başvurucunun yapılan yargılama neticesinde orman olduğu belirlenen uyuşmazlık
konusu taşınmazın mülkiyetini kazandırıcı zamanaşımı yoluyla elde ettiğini
ispat edemediği görülmektedir.
41. Sonuç olarak başvurucunun somut başvuru açısından
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir
mülkü veya yeterli bir hukuki temele dayalı olarak en azından mülkiyeti elde
etme yönünde meşru bir beklentisinin bulunduğunu kanıtlayamadığı
anlaşılmaktadır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
45. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesi'nin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas
alınır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
46. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
47. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesi'nin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yaklaşık 15 yıl 3 aylık
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
50. Başvurucu, miktarı ve türünü belirtmeksizin tazminat
talebinde bulunmuştur.
51. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
52. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
53. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Eyüp 1. Asliye Hukuk
Mahkemesine (Kadastro Mahkemesi Sıfatıyla, E.2009/388, K.2010/49)
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
22/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.