TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖMÜR KINAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/4686)
|
|
Karar Tarihi: 19/2/2019
|
R.G. Tarih ve Sayı: 4/4/2019-30735
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportörler
|
:
|
Melek KARALİ
SAUNDERS
|
|
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucu
|
:
|
Ömür KINAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Halil
Volkan ARIKAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, imar mevzuatına aykırı inşa edilen binanın depremde
yıkılması sonucu gerçekleşen ölüm ve yaralanmayla ilgili yargısal sürecin makul
özenle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 17/8/1999 tarihinde Marmara Bölgesi'nde meydana gelen, richter ölçeğine göre 7,4 şiddetindeki depremde
başvurucunun annesi ile birlikte ikamet ettiği bağımsız dairenin bulunduğu
İstanbul Küçükçekmece'deki sekiz katlı bina yıkılmıştır. Başvurucunun annesi,
binanın enkazı altında kalarak yaşamını yitirmiş; olay tarihinde yirmi yaşında
olan başvurucu ise enkazdan yaralı olarak kurtarılmışsa da vücut
fonksiyonlarını önemli ölçüde kaybederek engelli kalmıştır. Olayda başvurucunun
annesi dışında yirmi sekiz kişi aynı binanın enkazı altında kalarak can
vermiştir.
9. Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesi (Sulh Hukuk Mahkemesi)
tarafından 31/8/1999 tarihinde olay yerinde gerçekleştirilen delil tespiti
sonucunda binanın taşıyıcı sisteminde hatalı ve eksik malzeme kullanıldığı,
işçiliğinin yetersiz olduğu bilirkişi tespit raporuyla anlaşılmıştır.
A. Olayla İlgili Ceza Yargılaması Süreci
10. 24/11/1999 tarihinde binanın müteahhitlerinden ikisi için
gıyabi tutuklama (yakalama) kararı verilmiş, bu kişiler ile birlikte bir
müteahhit hakkında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu (taksirle) birden fazla
kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verme suçundan Bakırköy 2. Ağır Ceza
Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır.
11. Sanıklar tüm aramalara rağmen yakalanamamış ve 9/4/2007
tarihinde, söz konusu suça ilişkin kanunda öngörülen zamanaşımı süresinin
dolduğu gerekçesiyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.
B. Olayla İlgili Tazminat Davası Süreçleri
1. Bireysel Başvuru
Öncesi
12. Başvurucu 20/7/2000 tarihinde; annesi ile birlikte ikamet
ettikleri binanın müteahhitlerinin ruhsatsız ve kusurlu olarak inşa etmeleri
ile Belediyenin bu konudaki denetim görevini yerine getirmemesi sonucunda
yıkıldığını, annesinin ölmesiyle maddi desteğinden yoksun kaldığını, evini,
ayrıca bütün ev eşyaları ile birlikte çeyizini yitirdiğini, olay nedeniyle
manevi zarara uğradığını ileri sürerek söz konusu zararlarının bina
müteahhitleri ile Küçükçekmece Belediyesinden (Belediye) tahsiline karar
verilmesi talebiyle Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Hukuk
Mahkemesi) nezdinde dava açmıştır. Başvurucu bu davada toplamda 53.000 TL maddi
ve 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
13. Asliye Hukuk Mahkemesince yürütülen yargılama ana hatlarıyla
şu aşamalardan geçmiştir:
i. 12/3/2002 tarihine kadar davalı bina müteahhitlerinin açık
adreslerinin tespiti ve gerekli tebligatların yapılması için çalışılmıştır.
ii. 12/3/2002 tarihli duruşmada davalı Belediye, Uyuşmazlık Mahkemesinin
ilgili kararını ibraz ederek görev itirazında bulunmuş ve davaya bakmanın idari
yargı mercilerinin görevi olduğunu ileri sürmüştür.
iii. 19/9/2002 tarihinde yapılan duruşmada bilirkişi marifetiyle
mahallinde keşif yapılmasına ve davalı müteahhitler hakkında yürütülen kamu
davası hakkında mahkemesinden bilgi talep edilmesine karar verilmiştir. Keşif
aşamasından önce Sulh Hukuk Mahkemesinin delil tespiti sonucunda hazırlanan
bilirkişi tespit raporunun dosya içeriğine alındığı anlaşılmıştır.
iv. 22/5/2003 günü gerçekleştirilen keşif sonrasında hazırlanan
3/6/2003 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısımları şöyledir:
"...
3) Proje ve Ruhsat Durumu
Dosyaya sunulan belgelerden anlaşıldığına
göre, dava konusu binaya ait proje olmadığı, bir başka projeye göre bina inşa
edildiği ve bina ruhsatsız bir şekilde işe başlandığı ve inşaatın tamamlandığı
anlaşılmıştır. Bu zaman içinde ilgili belediyenin herhangi bir işlem yapmadığı,
kaçak inşaat tutanağı tutmadığı anlaşılmıştır.
...
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
...
B) Dava konusu bina, projesiz ve ruhsatsız olarak KAÇAK inşa edilmiştir.
C) Kaçak olarak inşa edilen binanın tespit raporu ile tespit edilen
taşıyıcı sistemde hatalı ve eksik malzeme kullanıldığı ve işçiliğin yetersiz
olduğu anlaşılmıştır.
D) Yukarıda (5) maddenin (d) fıkrasında belirtildiği gibi tamamen
yıkılmış bir binanın yeniden fen ve tekniğine uygun olarak eski ebatlarında
yapılması bedelinden yüklenici kusuru oranında sorumludur.
E) Mahallinde ve dosya üzerinde yapılan incelemeler neticesinde
17.08.1999 günü meydana gelen deprem nedeniyle tamamen yıkıldığını, somut
olayda davacı ve davalıların kusurları oranında sorumludur.
Daire Sahibi Davacı : Dava konusu binanın projesiz ve ruhsatsız inşa edildiğini, bildikleri
veya bilebilecek durumda oldukları kabul edilerek % 10 oranında kusurludur.
Yükleniciler :
Ruhsatsız, projesiz inşa edildikleri binanın ayıplı ifa nedeniyle % 80 oranında
kusurludur.
Davalı Belediye : Ruhsatsız-projesiz binanın inşasında, belediye kontrol elemanlarının
dikkatinden kaçan durum itibarıyla % 10 kusurludur.
(...)"
v. 9/9/2003 tarihinde yapılan duruşmada Ağır Ceza Mahkemesinde
görülen kamu davasının bekletici mesele yapılmasına, ayrıca başvurucu vekilinin
talebi doğrultusunda destekten yoksun kalma tazminatı için yeniden bilirkişi
incelemesi yapılmasına karar verilmiştir.
vi. 27/1/2004 ile 8/6/2005 tarihleri arasında yapılan duruşmalar
süresince başvurucu vekilinin mesleki mazeretlerini gerekçe göstererek
duruşmalara katılmaması nedeniyle yargılamada herhangi bir ilerleme
kaydedilemediği görülmektedir.
vii. 21/9/2005 tarihinde yapılan duruşmada, başvurucunun iş
göremezlik ve destekten yoksun kalma durumunun belirlenmesine yönelik karar
alınmış; ayrıca iş göremezlik durumunun belirlenmesi için dosyanın Adli Tıp
Kurumuna gönderilmesine, taşınmazla ilgili ruhsat ve proje var ise
gönderilmesinin ve depremin ardından yapılan en son tespite ilişkin dosyanın
incelenmek üzere istenmesine karar verilmiştir.
viii. 20/6/2006 tarihinde yapılan duruşmada, başvurucu vekilinin
masrafları yatırmaması nedeniyle ara kararların gereğinin yerine getirilemediği
anlaşılmaktadır. Mahkemenin tekrar Ağır Ceza Mahkemesinde görülen kamu
davasının akıbetinin sorulmasına karar verdiği görülmüştür.
ix. 20/6/2006 tarihinden 30/10/2007 tarihine kadar yapılan
duruşmalar boyunca esas itibarıyla ara kararların gereğinin yerine getirilmesi
için başvurucu tarafından yatırılması gereken giderlerin yatırılmaması
nedeniyle yargılamada ilerleme kaydedilememiştir.
x. 30/10/2007 tarihinde yapılan duruşmadan 13/12/2013 tarihinde
yapılan duruşmaya kadar Mahkemenin Adli Tıp Kurumunun raporunu beklediği
görülmektedir.
xi. 10/12/2014 tarihinde yapılan 54. duruşmada ise davalı
Belediye yönünden açılan davanın ayrılarak ayrı bir esas numarasına
kaydedilmesine ve alınan bilirkişi raporunun tebligat yapılamayan bir kısım
davalıya tebliğine karar verilmiştir.
14. Mahkeme, Belediyeye karşı açılan davanın binanın
müteahhitlerine karşı açılan davadan ayrılmasına karar verdikten sonra
11/12/2014 tarihinde bu davaya bakma görevinin idari yargı mercilerine ait
olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiştir.
Mahkeme, binanın müteahhitleri hakkında açılan davaya bakmaya ise devam
etmiştir.
15. Belediyeye karşı açılan dava yönünden verilen görevsizlik
kararı başvurucuya 5/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu kararın tebliğinin
ardından 6/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
2. Bireysel Başvuru
Sonrası
a. Binanın Müteahhitlerinden
Talep Edilen Tazminat Yönünden Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde Devam
Eden Dava
16. Asliye Hukuk Mahkemesi 21/10/2015 tarihli kararıyla,
başvurucunun yaralanması sonucu meydana gelen iş göremezliği nedeniyle oluşan
maddi zararlarının giderilmesi talebini kabul etmiştir. Mahkeme, başvurucunun
talebiyle bağlı kalarak olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle
birlikte 30.000 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile başvurucuya ödenmesine karar
vermiştir. Mahkeme, başvurucunun olay nedeniyle duyduğu elem, ızdırap ve sıkıntılarına karşılık talep ettiği 25.000
TL'nin de olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte
davalılardan tahsiline karar vermiştir. Başvurucunun maddi tazminata ilişkin
diğer talepleri -evin değeri talep edilmiş ise de- ruhsatın bulunmaması,
başvurucunun olay tarihinde yirmi yaşında olup annesinin maddi desteğine muhtaç
olmaması gibi sebeplerle tazminat için gereken şartlar oluşmadığı gerekçesiyle
reddedilmiştir.
17. Anılan dosya, başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz
incelemesi için Yargıtay 4. Hukuk Dairesi önünde bulunmaktadır.
b. İstanbul 2. İdare
Mahkemesinde Görülen, Belediyeden Talep Edilen Tazminata İlişkin Tam Yargı
Davası
18. Asliye Hukuk Mahkemesinin tazminat talebinin Belediyeye
yönelik kısmının görev yönünden reddolunmasına dair
kararının 5/2/2015 tarihinde tebliği üzerine başvurucu 16/3/2015 tarihli
dilekçesiyle ruhsatsız yapının depremde yıkılması ve enkazı altında kalarak engelli
kalması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü -yapı değeri, daire içinde bulunan
eşya değeri, tedavi giderleri, iş gücü kaybı, destekten yoksun kalma
dolayısıyla oluşan- toplamda 727.884,60 TL maddi, 100.000 TL manevi
zararlarının olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte
tazmini için İstanbul 2. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde dava
açmıştır.
19. İdare Mahkemesi 27/5/2016 tarihli kararıyla, Asliye Hukuk
Mahkemesinin dosyasına sunulan bilirkişi raporundaki tespitleri esas alarak
olayın meydana gelmesinde davalı idarenin %10 oranında kusurlu olduğu sonucuna
ulaşmıştır.
20. Mahkeme, başvurucunun maddi zararlarının davalı idarenin
kusur oranına isabet eden kısmının 64.132,97 TL, olay dolayısıyla uğradığı
manevi zararların 25.000 TL olduğuna hükmetmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, toplam
89.132,97 TL tazminatın Asliye Hukuk Mahkemesi önünde dava açma tarihi olan
20/7/2000 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya
ödenmesine karar vermiştir.
21. Tarafların kararın aleyhlerine olan kısımlarına yönelik
temyiz taleplerini inceleyen Danıştay Ondördüncü
Dairesi 8/5/2017 tarihli kararıyla İdare Mahkemesinin söz konusu kararının;
i. Maddi tazminat talebinin işgöremezlik,
destekten yoksun kalma ve tedavi giderleri yönü ile manevi tazminat talebinin
miktarına ilişkin bölümlerinin onanmasına;
ii. Yapı değeri ve eşya-çeyiz bedeli ile işletilecek yasal
faizin başlangıç tarihi bölümleri yönünden bilirkişi raporları ile belirlenen
rakamlar üzerinden davalı idarenin kusur oranı nispetinde yapılacak hesaplama
sonucunda ortaya çıkacak bedellerin hüküm altına alınması, adli yargıda talep
edilen tazminat bedelleri ile taleple bağlılık ilkesi ve ıslah durumunda ıslah
edilen bedele göre ıslah tarihi hususları da dikkate alınarak ayrı ayrı hüküm
kurulması gerekirken adli yargı yerinde açılan davada manevi tazminat olarak
10.000 TL talep edildiği, görevsizlik üzerine açılan davada ise manevi tazminat
istemi 100.000 TL'ye çıkarılmış olduğu hâlde kabul edilen manevi tazminata
ilişkin bedelin tamamına adli yargıda açılan dava tarihinden itibaren faiz
yürütülmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmasına karar
vermiştir.
22. Tarafların kararın düzeltilmesi talebini inceleyen aynı
Daire 15/2/2018 tarihli kararıyla talebin reddine karar vermiştir.
23. Başvuru dosyasının incelenmesi sırasında dava dosyası İdare
Mahkemesi önünde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
24. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 22/4/1926 tarihli ve 818
sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 41. maddesi şöyledir:
“Gerek
kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer
kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin
zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine
mecburdur. ”
25. 818 sayılı mülga Kanun’un 42. maddesi şöyledir:
''Zararı ispat etmek müddeiye düşer, zararın
hakiki miktarını ispat etmek mümkün olmadığı takdirde hakim,
halin mutat cereyanını ve mutazarrır olan tarafın yaptığı tedbirleri nazara
alarak onu adalete tevfikan tayin eder.''
26. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan
yapılar" kenar başlıklı 32. maddesinin olay tarihinde
yürürlükte olan metni şöyledir:
"Bu Kanun hükümlerine göre
- ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç - (...) ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve
eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti (...) üzerine, belediye
veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı [mühürlenerek] inşaat derhal [durdurulur]. Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine
asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da
muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi,
yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya
valilikten mührün kaldırılmasını ister. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu
aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata
uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe
kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 19/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu; ilgili yasal düzenlemelere aykırı olarak inşa
edilip bu konuda gerekli denetimlere tabi tutulmayan binanın depremde
yıkılmasının annesini kaybetmesi ile beden ve çalışma gücünü kaybederek
tekerlekli sandalyeye bağlı bir hayat yaşamak durumunda kalmasına yol açtığını
belirtmiştir. Başvurucu, olayla ilgili yargısal süreçlerde bu şekilde vahim
sonuçlara sebebiyet veren şahsi ve idari sorumlulukların mümkün olan en kısa
sürede tespit edilerek meydana gelen zararlarının karşılanmasına yönelik olarak
gösterilmesi gereken özen ve hassasiyetin sergilenmediğini iddia etmiştir.
Başvurucu bu bağlamda delillerin toplanmasında makul olmayan gecikmeler
yaşandığını, olaya ilişkin ceza soruşturmasından sanıklarının yakalanamaması
dolayısıyla bir sonuç elde edilemeyeceği gözetilmeksizin sonucunun makul
olmayan bir süre beklendiğini ve görev hususundaki kararın ancak on dört yıl
gibi bir süre sonunda verilebildiğini belirterek şikâyetlerini dile getirmiş;
yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
29. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
30. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
31. Başvuruda yaşam hakkının ihlal edildiğinin de ileri
sürüldüğü anlaşılmıştır.Hayatta
olan başvurucu tarafından yapılan başvuruda, öncelikle yaşam hakkını güvence
altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği
hususunda bir değerlendirme yapmak gerekir.
32. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi
için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla
birlikte sınırlı bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi yaşam hakkı
çerçevesinde inceleme yapılabilmesi olanaklıdır (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).
33. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuruda somut
olayın koşulları dikkate alınarak başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenip incelenemeyeceği
yönünden değerlendirme yapılırken maruz kalınan eylemin potansiyel olarak
öldürücü niteliği olup olmadığı ve mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki
sonuçlarının ne olduğu önem taşımaktadır (Yasin
Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).
34. Somut olayda başvurucu, depremde yıkılan binanın enkazı
altında kalan annesini yitirmiş; kendisi aynı enkazdan ağır yaralı olarak
kurtarılmıştır. Başvurucunun kendi durumunun yanında annesinin ölümüyle ilgili
hususları da şikâyet konusu yaptığı görülmektedir. Öte yandan olayda
başvurucunun annesinin yaşamını yitirmesinin yanında kendisinin yaşamının da
ciddi bir tehdit altında kaldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda başvuruda yaşam
hakkının uygulanabilir olduğu sonucuna varılmıştır.
2. İnceleme Kapsamı
Yönünden
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, yaşam hakkının yanında adil
yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
36. Başvurucunun iddialarının özü, olayla ilgili yürütülen
yargısal sürecin bireysel başvuru tarihine kadar geçen aşamasında
mağduriyetinin tespitine ilişkin somut bir adım atılmadığıdır. Başvurucu temel
olarak yetkili yargısal mercilerin mağduriyetinin giderilmesi bakımından yaşam
hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve
hızda hareket etmediklerini ileri sürmektedir. Bu nedenle başvurucunun diğer
haklar kapsamında ileri sürdüğü iddialarının yaşam hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
37. Diğer taraftan söz konusu yargısal süreçlerde -bireysel
başvuruda bulunmasından sonra- başvurucunun yitirdiğini belirttiği evine ve
bütün ev eşyası ile birlikte çeyizine ilişkin mülkiyet hakkı ile bağlantılı
olarak ileri sürdüğü hususlarda kararlar verildiği anlaşılmıştır. Bununla
birlikte söz konusu kararların henüz kesinleşmediği de görülmektedir.
38. Bu noktada bireysel başvurunun gerçekleştirildiği tarihteki
ilgili yargısal süreçlerin aşamaları ve yaşam hakkıyla ilgili olarak ileri
sürülen şikâyetin kapsamı dikkate alınarak başvuruda yaşam hakkının hangi
boyutunun inceleneceği hususunun açıklığa kavuşturulması gerekir.
39. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif
ödevler yanında pozitif ödevler de yükler (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50). Bu konuda
öncelikle pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm
bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin
kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi bulunduğunu
belirtmek gerekir. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere
karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da
yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev bireyin yaşamını her
türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).Bu kapsamda anılan
yasal ve idari tedbirler, yaşam hakkına yönelik ihlalleri önlemeyi sağlayacak
nitelikte olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her
durum için geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
40. Deprem gibi önlenemez doğal afetlerin meydana gelmesi
konusunda devletlerin yaşamı korumaya yönelik yükümlülüğü, felaketin
zararlarının en aza indirilmesi konusunda bilimsel olarak alınması olanaklı
tedbirlerin mali olanaklar çerçevesinde alınmasına ilişkindir. İmar planı
uygulamaları ve arazi düzenlemeleri konusunda devletin sahip olduğu yetkilerin
bu bağlamda kritik bir öneme sahip olduğu vurgulanmalıdır.
41. Somut olayda devletin yaşamı korumak için gerekli idari
tedbirleri almaya ilişkin yükümlülüğünü ihlal edip etmediğine ve olaydaki şahsi
sorumlukların tespitine ilişkin yürütülmekte olan yargısal bir süreç
bulunmaktadır. Bu süreçte bireysel başvuruda bulunulmasının ardından başvurucu
lehine tazminatlara hükmolunduğu görülmektedir. Başvurucu bu kararların
verilmesinden önce yaptığı bireysel başvurusundaki şikâyetlerinde yetkili
yargısal mercilerin yaşam hakkıyla ilgili olan olayın gerektirdiği özen ve
hızda hareket etmediklerini ileri sürmüştür. Başvuruda, devletin yaşamı koruma
bağlamında önleyici nitelikte yasal ve idari çerçeveyi oluşturması yükümlülüğü
ile ilgili şikâyetlere ise yer verilmediği görülmektedir. Bunun yanında söz
konusu kararların verilmesinden sonra henüz başvurucunun bu hususlara,
görevsizlik kararı verilmesinden sonraki yargısal sürece ve bu süreçlerde
hükmolunan tazminat miktarlarının yetersizliğine ilişkin bir bireysel başvuru
yapmadığı da tespit edilmiştir.
42. Bu nedenle yaşam hakkı kapsamında yapılan incelemenin bu aşamada
sadece aşağıda mahiyeti ve ilkeleri açıklanacak olan söz konusu hakkın devlete
yüklediği pozitif yükümlülüklerin yargısal süreçlere ilişkin usul boyutu
bağlamında yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu noktada başvurucunun
olayla ilgili ceza soruşturmasının ve kovuşturmasının etkililiğine ilişkin
spesifik bir şikâyetinin bulunmadığı ile iddialarını temel olarak açtığı
tazminat davasına özgülediği anlaşıldığından incelemenin sadece söz konusu
davaya ve bireysel başvurudan önceki aşamaya münhasır yapılacağını belirtmek
gerekir.
3. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
44. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin
ayrıca usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
45. Bu nedenle hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve
idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede ivedilik ve özen
şartının yerine getirilmesi gerekir. Dolayısıyla yetkili mahkemelerin bu tür
olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin
gerektirdiği seviyede bir inceleme yapıp yapmadıklarının da değerlendirilmesi
gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek
hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer
hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel
olacaktır (Perihan Uçar, B. No:
2013/5860, 1/12/2015, § 52).
b. İlkelerin olaya uygulanması
46. Başvurucu, zararlarının tazmini için 20/7/2000 tarihinde
Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Söz konusu davada olaya ilişkin
kusurların belirlenebilmesi için bilirkişi incelemesi yapıldığı ve kusur
durumlarının 22/5/2003 tarihli bilirkişi raporuyla tespit edildiği görülmüştür.
Bununla birlikte olaydan kısa bir süre sonra 31/8/1999 tarihinde Sulh Hukuk
Mahkemesi aracılığıyla kusur durumlarına ilişkin delil tespiti yapıldığı ve bu
tespite ilişkin raporun dava dosyasına girdiği anlaşılmıştır. Davada buna
rağmen yaklaşık beş yıl süre ile sanıkları yakalanamayan olaya ilişkin kamu
davasının sonucunun kusur durumunun belirlenmesi amacıyla bekletici mesele
yapıldığı görülmektedir.
47. Davada ayrıca başvurucunun yaralanmasının derecesinin bu
konudaki maddi tazminat talebine esas olmak üzere tespit edilebilmesi için Adli
Tıp Kurumundan görüş alınması yoluna gidildiği ancak görüşe ilişkin raporun
hazırlanmasının altı yılı aşkın bir süre aldığı anlaşılmıştır. Buna rağmen
Mahkeme, bu sürecin hızlandırılması için gerekli çabayı göstermediği gibi
gerektiğinde bu konuda başka bir kurumdan görüş alınması yoluna da gitmeyip
makul kabul edilemeyecek bu zaman zarfında sadece görüşün hazırlanmasını
beklemeyi tercih etmiştir.
48. Bunların da ötesinde davada, yargılamanın nispeten ilk
aşamaları sayılabilecek 12/3/2002 tarihli duruşmada davalı Belediyenin
Uyuşmazlık Mahkemesi kararını ibraz ederek görev itirazında bulunduğu
görülmekle birlikte on iki yılı aşkın bir süre sonra bu hususun
değerlendirilerek dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verildiği
anlaşılmaktadır.
49. Her ne kadar dava sürecinin tümü gözönünde
bulundurulduğunda başvurucunun gerekli araştırmanın yapılabilmesi için
karşılanması gereken giderleri zamanında karşılamamak ve vekilinin de mesleki
mazeretlerini ileri sürerek bazı duruşmalara katılmamak gibi bazı eylemlerin de
(bkz. § 13) davanın uzamasına neden olduğu ve bir kısım davalıya yapılması
gereken tebligat işlemlerinin bu kişilere ulaşılamaması nedeniyle zaman aldığı
görülse de bu durum on dört yılı aşkın bir süre devam eden yargılama
faaliyetinin nihayetinde yalnızca görevsizlik kararı ile sonuçlandırabilmesini
açıklamakta yeterli olmamaktadır.
50. Sonuç olarak söz konusu davanın ilerlemesine engel olan
herhangi bir unsur ya da güçlük bulunmamaktadır. Ayrıca dava, bu derece uzun
sürmesine sebebiyet verecek nitelikte bir karmaşıklığa da sahip değildir.
Davaya konu edilen, binanın yıkılmasına yol açan kusurların olaydan kısa bir
süre sonra tespit edilebildiği anlaşılmıştır.
51. Bu nedenle yaşam hakkını ilgilendirmesi de dikkate
alındığında söz konusu davada, yürürlükteki yargı sisteminde daha sonra ortaya
çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli
rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul özen ve hızda hareket
edilmediği kanaatine varılmıştır. Oysa yaşam hakkını ilgilendiren yargısal
süreçlerde gereken özen konusunda azami oranda hassasiyet gösterilmesi; benzer
ihlallerin önlenmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi
ve adalete olan güvenin sarsılmaması açısından çok kritik bir öneme sahiptir.
52. Bunun yanında bu tür elim olaylarda yakınlarını kaybetmiş
veya hayatı ciddi risk altında kalmış kişilerin olay nedeniyle duydukları ızdırabın bir nebze hafifletilmesi için başvurdukları ve bu
amaca hizmet etmesi gereken manevi zararların giderilmesi yolunda yaşanan
böylesi durumların olay nedeniyle duydukları ızdırap
ve sıkıntıları bir nebze hafifletmek bir yana aksine artırdığında ve başka
üzüntülere yol açtığında şüphe bulunmamaktadır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
5. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucu; ihlallerin tespiti ile 1.000.0000 TL maddi,
1.000.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
56. Başvuruda, başvurucunun tazminat talepleri ile ilgili olarak
açtığı davanın gereken özenle yürütülmeyerek makul sürede sonuçlandırılmadığı
sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla sadece ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
57. Başvuru hakkında yapılan inceleme sonucunda yaşam hakkının
usul boyutunun ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Başvurucu bu ihlal nedeniyle
uğradığını iddia ettiği maddi zararlar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine
herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata karar
verebilmesi için uğranıldığı iddia edilen maddi zarar ile tazminat talebi
arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Bu nedenle ihlal sebebi ve diğer
hususlar gözetilerek başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle başvurucuya
net 27.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin
REDDİNE,
D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
19/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.