TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İSABET YURTSEVER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/8315)
|
|
Karar Tarihi: 6/3/2019
|
R.G. Tarih ve Sayı: 4/4/2019 - 30735
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. İsabet
YURTSEVER
|
|
|
2. Diba
YURTSEVER
|
|
|
3. Duygu
YURTSEVER
|
|
|
4. Gülnur
YURTSEVER
|
|
|
5. Kadriye
YURTSEVER
|
|
|
6. Selamet
YURTSEVER
|
|
|
7. Semra
YURTSEVER
|
|
|
8. Şadiye
YURTSEVER
|
|
|
9. Emine
YURTSEVER
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Faruk
Nafiz ERTEKİN
|
|
|
Av. Ali
Haydar KONCA
|
|
|
Av. Keleş
ÖZTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, gözaltı işlemi sırasında ve sonrasında
gerçekleştirilen kötü muameleler sonucu ölüm olayının meydana gelmesi üzerine
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruda yaşam hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesine rağmen olay hakkındaki ceza soruşturmasında bu
durumun dikkate alınmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular 20/11/1998 tarihinde yaşamını yitiren M.Y.nin yakınlarıdır. M.Y. ilk başvurucunun eşi, ikinci ve
üçüncü başvurucuların babasıdır. Emine Yurtsever hariç diğer başvurucular M.Y.nin kardeşidir. Emine Yurtsever ise M.Y.nin
hayatını kaybetmiş olan L.Y. adlı kardeşinin eşidir.
10. M.Y. 19/11/1998 günü saat 13.00 sıralarında Halkın Demokrasi
Partisi (HADEP) Kocaeli İl Başkanlığı binasında bulunduğu sırada Kocaeli
Emniyet Müdürlüğüne bağlı polisler tarafından yakalanarak gözaltına alınmıştır.
11. Bu olayla ilgili olarak Kocaeli Emniyet Müdürlüğüne bağlı
polisler tarafından 19/11/1998 günü saat 13.45'te Olay ve Yakalama Tutanağı
düzenlenmiştir. Tutanağa göre PKK terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan’ın
İtalya’da 1998 yılının Kasım ayında yakalanmasının ardından HADEP Kocaeli İl
Başkanlığı binasında bulunan bir kısım partili açlık grevi başlatmıştır.
Tutanağa göre Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 18/11/1998 tarihinde HADEP'in Genel Merkezi ile tüm il ve ilçe teşkilatı
binaları için arama kararı çıkarmış, Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı polisler
Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin arama kararı uyarınca 19/11/1998
günü saat 13.00'te HADEP Kocaeli İl Başkanlığı binasının bulunduğu yere
gitmiştir. Tutanağın Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerin olay
yerine varmasından sonraki yaşananlara ilişkin kısımları şöyledir:
"(...)
...bu karar gereğince Müdürlüğümüzce
oluşturulan kuvvetlerle anılan adreste faaliyet gösteren HADEP il Başkanlığı
binasına gidilerek kapı usulüne uygun olarak çalınmış ve polis olduğumuz
söylenerek parti binasında arama yapacağımız ve bu hususta Mahkeme kararı
bulunduğu, içeriden cevap veren ve sesine aşina olduğumuz Parti İl Başkanı [R.B.ye] söylenmiş, ancak, adı geçen ve açlık grevi ile ilgili
olarak eylemlerini sürdüren ve aşağıda açık kimlikleri yazılı şahıslar kapıyı
açmayacaklarını, gerekirse direneceklerini beyan etmişler, yaklaşık 30
dakikalık ikna edici beyanlar iletilmiş olmasına karşın kararlılığımızı anlayan
içerideki eylemci grup bu kez "VIVA İTALYA, BİJİ SEROK APO, BİJİ PKK,
KAHROLSUN FAŞİST KATİL DEVLET, KATİL POLİS" türü Kürtçe ve Türkçe olarak
slogan atarak eylemlerine devam etmişler, tüm ikazlara rağmen kapısı açılmayan
parti il binasının kapısı zor kullanılmak suretiyle açılmış ise de kapı
arkasında parti içerisinde bulunan masa çelik dolap ve ağırlıklı tüm
malzemelerin yığılmak suretiyle barikat oluşturdukları görülmüş, ancak, önceki
tarihlerde buna benzer olaylarda deneyim kazanan Güvenlik Kuvvetlerimiz barikat
arasından güvenlik mensuplarını yaralamak maksadıyla uzatılan demir ve tahta çubuklara
karşı duyarlı olunarak ve kuvvet kullanmak suretiyle içeriye girilmiş, ancak,
tüm iyi niyet ikazlarımıza rağmen eylemci grup yakalanmamak maksadıyla
ellerindeki demir çubuk ve tahta sopalarla direnişe başlamışlar, Kanunun
verdiği zor kullamna yetkisiyle eylemci grup tek tek
zor kullanılmak suretiyle etkisiz hale getirilmiş ve bina girişinde bekleyen
polis otolarına bindirilmek maksadıyla sanıklar aşağıya indirilmiş. ancak, aşağıda PKK terör örgütü ve ele başı Abdullah ÖCALAN
ile İtalya Devletini protesto etmek için toplanan yaklaşık (4000) kişilik (...)
vatandaş grubu tarafından taş, sopa ve yumruklu saldırıya maruz kalmışlar...
(...)"
12. Bu tutanağın altında 104 polis memurunun imzası
bulunmaktadır. Tutanağa göre olay yerinde 49 kişi yakalanmış ve gözaltına
alınmıştır.
13. Gözaltı işlemlerinden sonra İzmit Devlet Hastanesine
götürülen başvurucuların yakını M.Y. hakkında 19/11/1998 günü saat 18.30'da bir
rapor tanzim edilmiştir. Dr. G.K. tarafından hazırlanan rapor şöyledir:
"Adı geçenin yapılan harici muayenesinde
yüzde, sırtta, kol, bacak ve omuzlar üstünde ve genital
bölgede yaygın ekimoz ve ödemler mevcut olup, durumu
bildirir doktor raporudur."
14. Bu sağlık muayenesinden sonra Kocaeli Emniyet Müdürlüğüne
götürülen M.Y. sağlık durumunun kötü olduğunu polislere ifade etmiştir. Bunun
üzerine Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğü M.Y.yi
20/11/1998 tarihinde bir memur eşliğinde İzmit Devlet Hastanesine göndermiştir.
Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünün 20/11/1998 tarihli yazsısında, rahatsız
olduğunu beyan eden M.Y.nin muayene ve tedavisinin
yapılması için İzmit Devlet Hastanesine gönderildiği ifade edilmiştir. Kocaeli
İl Emniyet Müdürlüğünün 20/11/1998 tarihli yazısında M.Y.nin
hastaneye saat kaçta sevk edildiği hususunda ise herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
15. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre M.Y.
20/11/1998 tarihinde önce İzmit Devlet Hastanesine, ardından da Kocaeli
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Başvuru formu ve
eklerine göre M.Y. aynı gün saat 18.00'de Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesinde akut aort tromboz
tanısıyla ameliyata alınmış ancak kurtarılamayarak 22.30'da hayatını
kaybetmiştir.
16. M.Y.nin yaşamını yitirmesi üzerine
21/11/1998 tarihinde Cumhuriyet savcısının da katılımıyla ölü muayene ve otopsi
işlemleri gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen haricî muayenede M.Y.nin neredeyse bütün vücuduna yayılan pek çok travmatik yara, ekimoz ve kan
toplanması tespit edilmiştir. Ekimoz tespit edilen
yerler arasında M.Y.nin sol ayak tabanı dış kısmı da
bulunmaktadır. Haricî muayeneye göre M.Y.nin sol ayak
tabanında tespit edilen ekimoz 3x8 cm ebadındadır.
Haricî muayenede M.Y.nin sağ ayak dış tarafında da 2 cm'lik bir ekimoz tespit
edilmiştir. Ayrıca M.Y.nin iki kaburgasının kırık
olduğu anlaşılmıştır.
17. Otopsi işlemi sonrasında Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas
Kurulunca hazırlanan 19/3/1999 tarihli raporun ilgili kısımları şöyledir:
"(...)
(...) [M.Y.] hakkında düzenlenmiş hastane evrakı, filmler, ölü
muayene ve otopsi raporları dikkate alındıkta;
1-Olaydan evvel aktif ve hareketli olmakla
beraber kişide hipertansiyonla müterafık kronik
tıkayıcı kalp damar hastalığı bulunduğu,
2- Olay sonucu husule gelen vücutta yaygın ekimoz, laserasyon ve peteşial kanamalar ile multibl
kaburga kırığı, plevrada yırtık, hemopnömothorax, atelektazi, göğüs çevresinde ve başa doğru uzanan yaygın
cilt altı amfizemi, büyük damarlarında tıkayıcı vasıfta yeni trombüsler, periferik siyanoz tanımlandığına ve tedavi girişimine rağmen olaydan
kısa süre sonra öldüğüne göre ölümün kronik kalp damar hastalığına inzimam eden
genel vücut ve thorax travması ile
komplikasyonlarından ileri geldiği,
3- Olay ile ölümü arasında bir illiyet
rabıtası bulunduğu oybirliği ile mütalaa olunur."
18. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde Kocaeli Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından -diğer bazı araştırmaların yanı sıra- olaya karıştığı
değerlendirilen birçok polisin şüpheli sıfatıyla ifadesinin alındığı, olayla
ilgili olarak ayrıca bir kısım tanığın ifadesine başvurulduğu anlaşılmıştır.
19. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 1/12/1998 tarihinde M.Y.nin eşi olan başvurucu İsabet Yurtsever'in ifadesini
almıştır. İsabet Yurtsever ifadesinde özetle eşinin Kocaeli Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesinde yattığını öğrenmesi üzerine 20/11/1998 günü saat 12.45
sıralarında hastaneye gittiğini, yüzü gözü morarmış vaziyette olan eşine "Sana ne yaptılar?" diye sorduğunu,
eşinin "Partinin içinde çok dövdüler,
bilahare de gözetim altında iken bana çok vurdular, işkence yaptılar."
diye cevap verdiğini belirtmiştir. İsabet Yurtsever ayrıca eşinin bel fıtığı
şikâyetinin olduğunu, başka bir rahatsızlığının olup olmadığını bilmediğini
ifade etmiştir.
20. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, olay hakkında yaptığı
araştırmalar neticesinde elde ettiği verileri değerlendirerek Kocaeli Emniyet
Müdürlüğünde görevli on altı polis hakkında iddianame hazırlamıştır. Kocaeli
Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 11/10/1999 tarihli iddianameye göre olay
esnasında HADEP Kocaeli İl Başkanlığı binasında bulunan kişilerden ifadeleri
alınanların bir kısmı polislerce karşılıklı olarak çatıştığını, bir kısmı
polislerden kasten kötü muamele gördüğünü, bir kısmı ise bina dışındaki halkın
linç girişiminde bulunduğunu ve gözaltına alındıktan sonra polislerden herhangi
bir kötü muamele görmediğini belirtmiştir. İddianamede M.Y.nin
ölümüne neden olan darp ve cerhin polisler tarafından mı yoksa kimlikleri
saptanamayan sivil kişilerce mi işlendiğinin ya da somut olayda zor kullanma
yetkisinin ve sınırlarının aşılıp aşılmadığının veya polislerin ölümle
neticelenen bu olaya sadece dâhil olma suçunu işleyip işlemediğinin takdir ve
değerlendirmesinin mahkemeye ait olduğu belirtilerek şüphelilerin1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 31., 33., 251., 448. ve 463.
maddeleri ile 452. maddesinin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılması talep
edilmiştir.
21. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 11/10/1999 tarihinde yetmiş
dokuz polis memuru hakkında ise kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
22. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 11/10/1999 tarihli
iddianamesinin kabul edilmesi üzerine Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu
davası açılmıştır. Başvurucular katılan sıfatıyla yargılamada yer almışlardır.
23. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama aşamasında
sanıkların ve birçok tanığın ifadesini almıştır.
24. İfadeleri alınan sanıklar olayın gelişimini genel olarak
yukarıdaki tutanaktakine benzer şekilde anlatmışlardır.
25. Yargılama kapsamında, olay esnasında HADEP Kocaeli İl Başkanlığı
binasında bulunan kişilerin tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Olay
esnasında HADEP Kocaeli İl Başkanlığında bulunan bazı kişiler Parti binasında
yaşanan arbedede polislerin coplarla ve sopalarla kendilerine vurduğunu
belirtmiş iken bazısı polislerin hem parti binasında hem de nezarethanede
kendilerini dövdüğünü söylemiştir. Bununla birlikte ifadeleri alınan bu
kişiler, M.Y.ye müdahale eden polisin ya da polislerin kim olduğunu net olarak
göremediklerini ifade etmişlerdir.
26. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi, olay günü Terörle Mücadele
Şube Müdürlüğü kamerası ve TV 41 kamerasıyla çekilen görüntüler ile üzerinde
herhangi bir tanıtım etiketi bulunmayan bir kasetten elde edilen görüntülerin
çözümünü bilirkişilere yaptırmıştır. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi,
başvurucuların yakınının bu görüntülerde olup olmadığını tespit edebilmek için
ayrı bir bilirkişi raporu daha almıştır. Bilirkişiler, başvurucuların yakınına
ait üç fotoğrafı dikkate alarak kamera görüntülerini incelemiş ancak söz konusu
görüntülerde başvurucuların yakınının tespit edilmediği sonucuna ulaşmışlardır.
27. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi elde ettiği tüm bu verileri
değerlendirerek yedi polisin ayrı ayrı 1 yıl 8 ay hapis cezası ile tecziye
edilmesine, diğer dokuz polisin ise beraatine
9/5/2005 tarihinde karar vermiştir.
28. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi; olayın gelişimi ile ilgili
olarak arama işlemini gerçekleştirmek üzere görevlendirilmiş olan Kocaeli
Emniyet Müdürlüğü personelinin olay günü HADEP Kocaeli İl Başkanlığı binasına
gittiğini, binanın etrafında eylemcilere duydukları tepki nedeniyle toplanan
kalabalık halk topluluğunun da bulunduğunu belirtmiştir. Kocaeli 2. Ağır Ceza
Mahkemesi; bina çevresinde tertibat alan emniyet görevlilerinin bir kısmının
parti binasına girdiğini, yukarı kata çıkan emniyet görevlilerinin açlık
grevinin yapıldığı bölümün kapısının kilitli olması nedeniyle içeri
giremediklerini, kapının açılması yönündeki müteaddit ikazlarının dikkate
alınmaması üzerine bir süre bekleyen emniyet görevlilerinin daha sonra kapıyı
kırarak içeri girmeye çalıştıklarını, içeri girmeye çalışan emniyet
görevlilerinin kırılan kapının arkasında barikatla karşılaştıklarını ifade
etmiştir. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi içeride bulunan kişilerin barikatı
aşmaya çalışan emniyet görevlilerine demir ve muhtelif ebat ve boylarda sopayla
saldırmaya başladıklarını, bunun üzerine emniyet görevlilerinin zor
kullandığını, bunun neticesinde her iki taraf arasında çatışma çıktığını, bu
çatışmada karşılıklı yaralananlar olduğunu, emniyet görevlilerinin zor kullanma
sırasında copun yanı sıra arbede sırasında ellerine geçirdikleri demir ve
sopaları da kullandıklarını belirtmiştir. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi;
çatışma bitiminde eylemcilerin gözaltına alınarak bina dışına çıkarıldığını,
eylemcilerin ekip otolarına ve minibüslerine bindirilmeleri sırasında dışarıda
galeyana gelen halkın polis barikatını yararak eylemcilere saldırmaya
çalıştığını ifade etmiştir. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi olayın gelişimi ile
ilgili olarak ayrıca gözaltına alınan kişilerin öncelikle sağlık kuruluşlarına
götürülerek muayeneden geçirildiklerini, gözaltına alınanlardan M.Y.nin ertesi gün rahatsızlanması üzerine önce İzmit
Devlet Hastanesine, sonra da Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine
kaldırıldığını ancak tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdiğinin
anlaşıldığını belirtmiştir.
29. Olayın anılan şekilde geliştiği kanaatine varan Kocaeli 2.
Ağır Ceza Mahkemesi, ölüm olayının M.Y.nin
nezarethaneye alınmasından sonraki darp ve cerh sebebi ile gerçekleştiği
hususunda iddianamede hiçbir iddianın olmamasını da dikkate alarak somut olayda
tespit edilmesi gereken hususun ölümle arasında illiyet bağı kurulan eylemin
Parti binası içindeki polis müdahalesi sırasında mı yoksa binadan çıkarılan
kişilere dışarıdaki halkın saldırması sırasında mı gerçekleştiğinin
belirlenmesi olduğunu ifade etmiştir. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi, kamera
kayıtlarında Parti binası içinde polis ile eylemciler arasında şiddetli çatışma
yaşandığını ve bu çatışma sırasında her iki taraftan da yaralananlar olduğunu
gösteren içeriklerin bulunduğunu, polislere saldıranlar arasında M.Y.nin de bulunduğunu Ş.Y. adlı sanığın ifade ettiğini,
ayrıca yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda dışarıda galeyana gelen
halkın saldırdığı eylemciler arasında M.Y.nin
bulunmadığının bildirildiğini gözönüne alarak M.Y.de
mevcut olup önceden bilinmeyen rahatsızlık ile birleşerek ölümüne yol açan
etkili eylemlerin Parti binası içindeki müdahale anında meydana geldiği
sonucuna ulaşmıştır.
30. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi yukarıdaki tespitler ışığında
hâlledilmesi gereken diğer bir hususun ise sanıkların
tamamının ölüm olayından sorumlu tutulup tutulamayacakları olduğunu
belirtmiştir. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi, aksi ispatlanamayan savunmalara
göre sanıkların bir kısmının arkasında barikat kurulan kapıyı kırarak içeri
girdiği, bir kısmının içeri girmeyerek bu bölümün dışında tertibat almış
olduğu, bir kısmının ise içeri ilk giren ekibin eylemcileri zor kullanarak
etkisiz hâle getirmesini müteakip içeri girdiği kanaatine varmıştır. Kocaeli 2.
Ağır Ceza Mahkemesi, bu durumda M.Y.nin yaralanmasına
neden olan muhtelif etkili eylemlerin içeri ilk giren ekip tarafından çatışma
sırasında meydana getirildiğinin kabulünün gerekeceği, sanıklardan Ş.Ö.E.,
Ş.K., İ.T., S.T., B.O.T., B.Ş. ve T.Ç.ninkarşılıklı
çatışmaya ilk giren ekip içinde olduğu, buna göre ölen kişideki yaraların bu
kişilerin zor kullanması sırasında meydana geldiği sonucuna ulaşmıştır. Kocaeli
2. Ağır Ceza Mahkemesi; diğer sanıklardan Ş.Y.nin
arama kararının icrası için bina içine giren emniyet görevlilerinin başında,
onları sevk ve idare eden kişi olup çatışmaya giren görevliler arasında
olmadığını, bu sanığın emrindeki görevlilere içeridekilere karşı orantısız güç
kullanma yönünde emir ve talimat verdiği hususunun da ispatlanamadığını, keza
kalan diğer sanıkların bizzat içeri girip eylemcilere ve bu arada ölene güç
kullandığını kabule yeterli ve elverişli, her türlü şüpheden uzak, somut ve net
delil elde edilemediği kanaatine varmıştır.
31. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi tüm bu değerlendirmeler
sonucunda somut olayda kasten darp ve cerh veya etkili eylem hareketinin
gerçekleştiği, M.Y.nin ölümünün sanıkların önceden
bilmeleri ve mülahaza etmeleri mümkün olmayan M.Y.de mevcut yüksek tansiyonla
birlikte kronik kalp damar hastalığının harekete eklenmesi sonucu meydana
geldiği sonucuna ulaşmıştır. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi ölüme neden olan bu
hareketin yetkili bir merci tarafından verilen emrin icrası kapsamında
gerçekleştirildiğini ancak bu müdahale sırasında aşırıya kaçıldığını
değerlendirmiştir. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi, bunları ve bunların yanı
sıra ceza tayinine ilişkin diğer bazı hükümleri dikkate alarak Parti binasında
eylemcilerle çatışmaya giren Ş.Ö.E., Ş.K., İ.T., S.T., B.O.T., B.Ş. ve T.Ç.nin ayrı ayrı 1 yıl 8 ay hapis cezası ile tecziye
edilmesine karar vermiştir.
32. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ise Parti binasında
eylemcilerle çatışmaya giren sanıkların 765 sayılı mülga Kanun'un 448. maddesi ile
452. maddesinin ve 245. maddesinin ikinci fıkraları uyarınca cezalandırılmaları
gerektiği düşüncesiyle karara muhalif kalmıştır. Mahkeme Başkanı'nın bu karşıoyu, haklarında mahkûmiyet kararı verilen sanıkların
daha fazla hapis cezası ile tecziye edilmesi gerektiği anlamına gelmektedir.
33. Başvurucular; mahkeme kararının olayı ve oluşu kavramaktan
uzak, yanlı ve korumacı bir karar olduğunu, yakınlarının işkence sonucu
öldüğünü, olaydan sonra nezarethaneye kapatılan yakınlarının gece fenalaşmasına
rağmen hastaneye götürülmediğini belirterek kararı temyiz etmişlerdir. Karar
ayrıca mahkûm olan polisler tarafından da temyiz edilmiştir.
34. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, ifadesi hükme esas alınan M.A.
adlı tanığın dinlenildiği 11/7/2001 tarihli celse başlığında mahkeme başkanı
olarak gözüken kişi ile duruşma zaptını başkan sıfatıyla imzalayan kişinin
farklı olduğu gerekçesiyle diğer yönlerden herhangi bir inceleme yapmaksızın
20/12/2006 tarihinde kararın bozulmasına karar vermiştir.
35. Bozma kararı sonrasında yargılamaya devam eden Kocaeli 2.
Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay 1. Ceza Dairesi kararında adı geçen tanığın
ifadesini tekrar almış ve 23/7/2007 tarihinde kararını açıklamıştır.Kocaeli
2. Ağır Ceza Mahkemesi, olayın gelişimini önceki kararındaki gibi açıklamış
ancak Parti binasında eylemcilerle çatışmaya giren Ş.Ö.E., Ş.K., İ.T., S.T.,
B.O.T., B.Ş. ve T.Ç.nin önceki karara muhalif kalan
Mahkeme Başkanı'nın görüşü doğrultusunda 765 sayılı mülga Kanun'un 448. maddesi
ile 452. maddesinin ve 245. maddesinin ikinci fıkraları uyarınca
cezalandırılmaları gerektiği sonucuna ulaşarak bu kişilerin her birinin 5 yıl 6
ay 20 gün hapis cezası ile tecziye edilmesine karar vermiştir. Kocaeli 2. Ağır
Ceza Mahkemesi, kalan diğer sanıkların ise önceki kararda olduğu gibi beraatine karar vermiştir.
36. Karar, mahkûm olan polisler ile başvurucular tarafından
temyiz edilmiştir.Temyiz
üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi 11/2/2009 tarihinde kararın beraat eden
polislere ilişkin kısmının onanmasına, haklarında mahkûmiyet kararı verilen
polislere ilişkin kısmının ise bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay 1. Ceza
Dairesi "dosya içeriğindeki delillere
ve sanıkların aşamalarda değişmeyen ve aksi ispatlanamayan savunmalarına göre, maktülde meydana getirilen ve ölüme neden olan yaraların
hangi sanık ya da sanıklarca meydana getirildiğini gösterir kesin ve inandırıcı
kanıt bulunmadığı halde, sanıkların beraatleri yerine
varsayımlara dayanılarak cezalandırılmalarına karar verilmesi[nin] yasaya aykırı [olduğunu]" belirtmiştir.
37. Bozma kararı sonrasında Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi
27/1/2010 tarihinde direnme kararı vermiştir.
38. Başvurucular 19/3/2010 tarihinde genel olarak önceki
dilekçelerindeki hususları yineleyerek temyiz talebinde bulunmuşlardır.
39. Başvurucular ayrıca anılan olay nedeniyle yaşam hakkı ile
işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasıyla 19/4/2010 tarihinde
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuşlardır.
40. Direnme kararı üzerine temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay
Ceza Genel Kurulu 22/11/2011 tarihinde direnme kararının bozulmasına karar
vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"(...)
Latince "in dubio
pro reo" olarak ifade
edilen ve masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir uzantısı olan "kuşkudan
sanık yararlanır ilkesi" ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki
önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel
koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır.
Kuşkulu ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak
hüküm tesis edilemez. Ceza mahkumiyeti bir olasılığa değil, kesin ve açık bir
ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak
vermemelidir. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak,
ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir.
765 sayılı TCY'nın
452. maddesinde yer alan hükmün benzeri bir düzenlemeye, objektif sorumluluk
esasının terk edilmesi nedeniyle 5237 sayılı TCY'nda
yer verilmemiştir. Suçu, "yasada tanımlanmış bir haksızlık" olarak
öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm
sonuçlarından her koşulda sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla
"kusursuz sorumluluk" terkedilmiş olmaktadır. (Prof. Dr. İzzet
Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. bası, s. ı 66 vd.). 765 sayılı TCY'ndaki objektif sorumluluk esasırun
yerine 5237 sayılı TCY'nda haksızlığın birer
gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle
ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir.
5237 sayılı TCY'nın
"Netice sebebiyle ağırlaşmış suç" başlıklı 23. maddesi "(1) Bir
fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet
vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice
bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir" şeklindedir. Buna
göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka
bir sonucun meydana gelmesi halinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından
en azından taksirle hareket etmiş olması gerekmektedir. Fail, bu sonucun
meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun
kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor
olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.
Bu bilgiler ışığında somut olay
değerlendirildiğinde;
Sanıklar, olay sırasında maktulün de içinde
bulunduğu eylemci grubun kendilerine saldırması üzerine zor kullandıklarını,
çatışma ortamında karşılıklı yaralanmalar olduğunu, bu aşamada meydana gelen
yaralanmanın maktul açısından dosyadaki sonucu doğurmasının mümkün olmadığını,
esasen maktulün gözaltına alındıktan sonra polis aracına götürülürken güvenlik
kordonunu aşan halk tarafından darp edilmesi sırasında yaralandığı şeklinde
savunma yapmıştır.
Tanıkların ise, sivil polislerin parti
bürosunun kilitli kapısını kırıp içeri girdikten sonra büro içinde bulunanlara
vurduğunu, yaralanmaların bu aşamada olduğunu, bina dışındaki halkın
kendilerine yönelik bir eylemlerinin olmadığını ifade ettiği, bir kısım
tanıklar da sanıklar dışında emniyet müdürlüğündeki görevlilerin kendilerine
vurduğunu iddia etmektedir.
Kocaeli C.Başsavcılığınca,
mahkemelerce verilmiş arama kararlarını yerine getirmek için görevlendirilen
değişik birimlerden çok sayıda emniyet görevlisi bulunmasına rağmen, Kocaeli
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde görevli personelin tamamının
iddianamede şüpheli olarak gösterildiği anlaşılmaktadır.
Sanık savunmaları, tanık anlatımları ve dosya
kapsamına göre, mahkeme tarafından verilmiş olan arama kararı üzerine bu işlemi
gerçekleştirmek amacıyla kilitli kapıyı kırıp, kapı arkasında oluşturulan
barikatı aşarak içeriye giren emniyet görevlileri ile maktulün de içinde
bulunduğu eylemci grup arasında şiddetli çatışma yaşandığı sabit ise de;
maktulün hangi sanık veya sanıkların eylemi nedeniyle yaralandığının
belirlenememesi, çatışmaya katılan tanık anlatımlarının da genel içerikli
olması olayı aydınlatıcı, maddi gerçeği belirlemeye katkı sağlamayışı, tanıkların
kendilerine emniyet görevlilerinin vurduğunu ifade etmelerine karşın, bu
görevlilerin sanıklar olduğu konusunda anlatımlarında kesinlik bulunmayışı, bir
kısım tanık anlatımlarına göre çatışma sonrası maktulün de içinde bulunduğu
gözaltına alınan kişilerin polis araçlarına götürülürken, polis aracında,
nezarethanede polislerce kendilerine kötü muamelede bulunulduğu iddiası,
maktulün ilk sağlık kontrolü sırasında düzenlenen raporda belirtilen bulgular
ile otopsi ve ölü muayene tutanağında belirlenen bulgular arasında belirgin
farklılıkların bulunması, gibi pek çok kuşkulu olgunun bulunması, bunun da
sanıklar aleyhine yorumlanamayacağı ve varsayımlara dayalı mahkumiyet kararı
verilemeyeceği, anılan kuşkulu olgulardan sanıklar dışında pek çok kişinin sorumlu
tutulabileceği gerçeği karşısında, ortaya çıkan bu sonuçtan sanıkların sorumlu
tutulmasının "kuşkudan sanık yararlarıır"
ilkesi uyarınca olanaklı değildir.
Öte yandan, yasal olarak zor kullanma yetkisi
bulunan sanıkların, maktule yönelik olarak bu yetkiyi kullanırken sınırı
aştıklarının somut olayda kesin olarak belirlenmemiş olması karşısında, kuşkulu
kalan birçok olgunun aleyhe yorumla ortaya çıkan sonuçtan sanıkları sorumlu
kabul etmenin objektif sorumluluk esasını terk eden 5237 sayılı TCY'nin sistematiği ve ruhuna da aykınlık
oluşturacaktır.
Bu itibarla, şüpheden sanık yararlanır ilkesi
uyarınca sanıkların, beraatlerine karar verilmesi
gerektiği gözetilmeden, hükümlülüklerine karar veren yerel mahkeme direnme
hükmü usul ve yasaya aykırı olup bozulmasına karar verilmelidir."
41. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun anılan kararı sonrasında
Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi, zor kullanma yetkisinde yasal sınırların
aşılması nedeniyle ölüm olayının meydana geldiği kanaatine varmış ise de
direnme kararı üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından verilen kararlara
uyulmasının zorunlu olduğunu belirterek 22/5/2012 tarihinde tüm sanıkların ayrı
ayrı beraatine karar vermiştir. Kocaeli 2. Ağır Ceza
Mahkemesi ayrıca maktulün ölümüne neden olan kişilerin tespit edilerek yasal
gereğinin takdir ve ifası için Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına suç
duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
42. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi,
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarına uyulurken bozma kararının gerekçesine de
uyulmasının zorunlu olduğunu belirterek Yargıtay Ceza Genel Kurulu gerekçesi
ile uyumlu olmayan ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına 2/10/2013
tarihinde karar vermiştir.
43. Bu bozma kararı üzerine Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2013
tarihinde, Parti binasında eylemcilerle çatışmaya giren polislerin Yargıtay
Ceza Genel Kurulu kararında belirtilen gerekçelerle beraatine
karar vermiştir.
44. Başvurucular 2/1/2014 tarihinde anılan kararı temyiz
etmişlerdir.
45. AİHM, başvurucuların yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele
yasağının ihlal edildiği iddiasıyla yaptıkları bireysel başvuruyu 8/7/2014
tarihinde karara bağlamıştır. AİHM, başvurucuların yakınının ölümü ile
neticelenen olayda yaşam hakkının hem maddi hem de usul yönünün ihlal
edildiğine karar vererek başvurucular lehine toplam 65.000 euro
manevi tazminata hükmetmiştir (Yurtsever ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 22965/10, 8/7/2014). AİHM, başvurucuların
işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği yönündeki iddialarının ise
ayrıca incelenmesine gerek olmadığı kanaatine varmıştır (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, § 82).
46. AİHM; yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiği iddiasını
değerlendirirken M.Y.deki yaralanmaların Parti
binasının önünde toplanan halk tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin ikna
edici bir verinin dosyada bulunmadığına, M.Y.deki
yaralanmaların nedeninin özellikle Parti binasındaki güç kullanımına
dayandığına, tespit edilen yaralanmaların sayısının ve ciddiyetinin mutlaka güç
kullanımını gerektirecek bir zorunluluk sebebiyle ortaya çıkandan daha fazla
olduğuna, M.Y.nin gözaltında tutulduğu süre içinde
uygun tıbbi bakımdan hemen yararlandırıldığını belirlemeye imkân veren herhangi
bir bilgi ve belgenin başvuru dosyasında bulunmadığına özellikle vurgu
yapmıştır (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye,
§§ 60-75).
47. AİHM; yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiği iddiası ile
ilgili olarak ise Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının delilleri toplamak amacıyla
çok hızlı ve çok etkin biçimde hareket etmemesine, bu bağlamda polislerin
ifadelerinin olaydan çok sonra alınmasına, soruşturmanın ve kovuşturmanın
oldukça uzun sürmesine, yargılamanın belli bir dönem kapalı olarak
yürütülmesine, olayla ilgili olabilecek diğer sorumluların araştırılıp
araştırılmadığının belli olmamasına vurgu yapmıştır (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, §§ 76-81).
48. AİHM'in ihlal kararı üzerine
başvurucular, Yargıtaya gönderilmek üzere Kocaeli 2.
Ağır Ceza Mahkemesine 11/2/2015 tarihinde bir dilekçe sunmuşlardır.
Başvurucular bu dilekçede olay hakkında AİHM tarafından ihlal kararı
verildiğini belirterek temyiz incelemesinde bu durumun dikkate alınmasını ve
kararın bozulmasını talep etmişlerdir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)
kayıtlarından, başvurucuların bu dilekçesinin Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesince
11/2/2015 tarihinde Doküman Yönetim Sistemi üzerinden Yargıtay 1. Ceza Dairesi
Yazı İşleri Müdürlüğüne gönderildiği anlaşılmıştır.
49. Yargıtay 1. Ceza Dairesi 4/3/2015 tarihinde ilk derece
mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.
50. Onama kararından 24/4/2015 tarihinde haberdar olan
başvurucular 13/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
51. 765 sayılı mülga Kanun’un 448. maddesi şöyledir:
“Her
kim, bir kimseyi kasten öldürürse 24 seneden 30 seneye kadar ağır hapis
cezasına mahkum olur.”
52. 765 sayılı mülga Kanun’un 452. maddesi şöyledir:
"Katil kastiyle olmıyan
darp ve cerh veya bir müessir fiilden telefi nefis husule gelmiş olursa fail,
448 inci maddede beyan olunan ahvalde sekiz, 449 uncu maddede yazılı ahvalde on
ve 450 nci maddede muharrer
ahvalde on beş seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapse mahküm olur.
Eğer telefi nefis failin fiilinden evvel
mevcut olup da failce bilinmiyen ahvalin birleşmesi
veyahut failin iradesinden hariç ve gayrimelhuz
esbabın inzimamı ile vukua gelirse, 448 inci maddede beyan olunan ahvalde beş
seneden, 449 uncu maddede muharrer ahvalde yedi seneden ve 450
nci maddede yazılı ahvalde fail on seneden
aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası ile cezalandırılır."
53. 765 sayılı mülga Kanun’un 245. maddesinin olayın yaşandığı
tarihteki hâli şöyledir:
"Kuvvei cebriye
imaline memur olanlar ve bilümum zabıta ve ihzar
memurları memuriyetlerini icrada ve mafevkınde
bulunan amirin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden başka
surette bir kimse hakkında sui muameleye veya cismen
eza verecek hale cür'et eder yahut ol kimseyi darp ve
cerh eyler ise bir aydan üç seneye kadar hapis ve muvakkaten memuriyetten
mahrumiyet cezalariyle cezalandırılır. Eğer işlediği
cürüm bu fiillerin fevkınde ise o cürümlere terettüp
eden cezaya üçte bir miktarı zammolunur."
54. 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Kanunda başka türlü yazılmış olan
ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1 – Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi
sene,
2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını
müstelzim cürümlerde on beş sene,
3 - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden
ziyade hapis yahud hidematı
ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini
müstelzim cürümlerde on sene,
4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı
ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim
cürümlerde beş sene,
5 - Bir aydan ziyade hafif hapis veya otuz liradan ziyade hafif para
cezasını müstelzim fiillerde iki sene,
6 - Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar."
55. 765 sayılı mülga Kanun’nun 243.
maddesinin olayın yaşandığı tarihteki hâli şöyledir:
"Mahkemeler ve meclisler reis ve
azalarından ve sair hükümet memurlarından biri maznun bulunan kimselere
cürümlerini söylemek için işkence ederse beş seneye kadar ağır hapis ve müebbeden veya muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezalariyle mahküm olur.
Bunu maiyet memurları mafevkında
bulunan amirlerinin emir ve teşvikiyle yapmış olsa dahi cezadan kurtulamaz.
Amirler cürümde fer'an
zimethal sayılır.
İşkence olunan kimse bundan müteessiren ölürse fail 452 nci madde ile cezalandırılır. Ve eğer işkence bir
uzvun katı veya amelden sukutunu veya diğer daimi bir malüliyet veya mayubiyeti mucip
olursa faili 456 ncı madde mucibince
cezalandırılır."
B. Uluslararası Hukuk
56. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki
alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan
hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."
57. Sözleşme'nin "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur..."
58. Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse
işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi
tutulamaz.”
59. AİHM, yaşam hakkını güvence altına alan 2. maddenin
Sözleşme'nin en önemli maddeleri arasında yer aldığını ve bu maddenin Avrupa
Konseyini oluşturan demokratik toplumların temel değerlerinden birini
düzenlediğini ifade etmektedir (Muhacır Çiçek ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 41465/09, 2/2/2016, § 38; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, B.
No: 651/10, 25/2/2014, § 96). AİHM, birçok kararında Sözleşme'nin 3. maddesinde
güvence altına alınan kötü muamele yasağının da demokratik toplumların en temel
değeri olduğunu vurgulamıştır (Selmouni/Fransa [BD],
B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD],
B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).
60. AİHM, kamu görevlileri tarafından işlenen öldürme ve kötü
muamele suçlarına ilişkin olarak ulusal mahkemelerce tercih edilen uygun
yaptırımlara önemli ölçüde saygı duyulması gerektiğini kabul etmektedir.
Bununla birlikte AİHM, eylemin ciddiyeti ile verilen ceza arasında bir
orantısızlık olması durumunda kendisinin belirli bir değerlendirme gücüne sahip
olması ve bu gibi durumlara müdahale edebilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05,
23/4/2013, § 41).
61. AİHM, Sözleşme’nin 2. ve 3. maddelerinin ihlal edildiği
iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda kendisinin oldukça ihtiyatlı davranması
gerektiğini belirtmektedir. AİHM, olayın fail ya da faillerinin cezai
sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme uyarınca yükümlü olduğu sorumluluğun
farklı olduğunu ifade etmektedir. AİHM, bu bağlamda kendi yetkisinin
devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğunun belirlenmesiyle sınırlı
olduğunu vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme
kapsamındaki sorumluluk, uluslararası hukukun ilgili kuralları ve ilkeleri
dikkate alınarak Sözleşme'nin amacı ışığında yorumlanması gereken kendi
hükümlerine dayanmaktadır. AİHM'e göre devletlerin
Sözleşme kapsamındaki sorumluluğu, ulusal mahkemelerin takdir yetkisine sahip
olduğu bireysel ceza sorumluluğuna ilişkin iç hukuk sorunlarıyla
karıştırılmamalıdır. AİHM birçok kararında, ceza hukuku anlamında suçluluk ya
da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade
etmiştir (Giuliani ve Gaggio/İtalya
[BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 182).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
62. Mahkemenin 6/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
63. Başvurucular, emekli bir öğretmen olan yakınlarının HADEP
Kocaeli İl Başkanlığından birçok kişi ile birlikte polisler tarafından
öldüresiye dövülerek gözaltına alındığını iddia etmişlerdir. Başvurucular,
yakınlarının hem gözaltına alma işlemleri sırasında hem de gözaltına alındıktan
sonra götürüldüğü polis merkezinde ağır işkenceler ve kötü muameleler sonucu
öldüğünü belirtmişlerdir. Başvurucular, polislerin HADEP Kocaeli İl
Başkanlığına kişileri yakalamaktan ziyade cezalandırmak, eziyet etmek ve linç etmek
kastıyla girdiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular, yakınlarının 19/11/1998
tarihli muayenesinde olmayan kaburga kemiği kırığı gibi bulguların bir sonraki
gün kaldırıldığı hastanede yapılan muayenede tespit edilmesinin gözaltına alma
işleminden sonra da işkence yapıldığını gösterdiğini ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular ayrıca yakınlarının zamanında hastaneye götürülmediğini
belirtmişlerdir. Başvurucular bu iddialarla somut olayda yaşam hakkı ile
işkence ve kötü muamele yasağının maddi yönünün ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
64. Başvurucular; Cumhuriyet savcısının olaya derhâl el
koymadığını, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına ve muhtemel faillerin tespit
edilerek cezalandırılmasına yönelik etkili bir soruşturma yürütülmediğini ileri
sürmüşlerdir. Soruşturma aşamasının son derece ön yargılı ve yüzeysel bir
şekilde yapıldığını, delillerin gerekli ciddiyet ve titizlikle toplanmadığını,
yetkililerin ivedilikle hareket etmediğini, olay yerinde herhangi bir inceleme
yapılmadığını, polislere ait telsiz konuşmalarının temin edilmediğini
belirtmişlerdir. Şüphelilerin delillere etki etmesinin önlenmesi için gerekli
olan tedbirlerin alınmadığını, olaya müdahale eden polisler arasında Terörle
Mücadele Şube Müdürlüğü dışında farklı şubelerden de birçok polis bulunmasına
rağmen diğer şubelerden gelen hiçbir polis hakkında dava açılmadığını, keza
yakınlarını zamanında hastaneye götürmeyen kişiler hakkında da hiçbir araştırma
yapılmadığını iddia etmişlerdir. Soruşturma aşamasındaki eksikliklerin
yargılama aşamasında da giderilmediğini, Mahkemenin makul hiçbir gerekçe yokken
ilk başlarda yargılamanın gizli yapılmasına karar verdiğini, ciddi hiçbir delil
araştırması yapmadığını, kamera kayıtlarında hareketsiz olarak görüntülenen bir
kişiden bahsedilmesine rağmen bu kişinin kim olduğunun tespit edilmesine
yönelik taleplerinin yerine getirilmediğini, yakınlarının ölüm nedeni hakkında
başkaca bir kurumdan görüş alınmasını talep etmelerine rağmen yerel
mahkemelerce bu taleplerinin reddedildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular
ayrıca yargılamanın uzun sürdüğünü, yargılamanın uzun sürmesinin adeta bir
cezasızlık oluşturduğunu, yerel mahkemelerce yargılanan polisler hakkında
beraat kararı verilmesi sonrasında yapılan suç duyurusunun yargılamanın uzun
sürmesi nedeniyle bir öneminin kalmadığını çünkü suç duyurusunda bulunulduğu
zaman zamanaşımı süresinin zaten dolmuş olduğunu, bu nedenle olayı
gerçekleştiren başkaca kişilerin tespitine yönelik herhangi bir çalışma
yapılmadığını iddia etmişlerdir. Son olarak AİHM'in
verdiği ihlal kararını Yargıtaya sunmuş olmalarına
rağmen Yargıtay 1. Ceza Dairesinin bunu dikkate almadan onama kararı verdiğini,
polisler hakkında herhangi bir disiplin soruşturması açılmadığı gibi bu
kişilere herhangi bir disiplin cezası da verilmediğini belirtmişlerdir.
Başvurucular bu iddialarla yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının
usul yönünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
65. Başvurucular; AİHM tarafından ihlal kararı verilerek belli
bir miktar tazminata hükmedilmiş ise de mağduriyetlerinin giderilmediğini, AİHM'e iç hukuktaki ceza yargılamasının devam ettiği ve
bazı kişilerin yetersiz de olsa cezalandırıldığı bir dönemde başvurduklarını
ancak Anayasa Mahkemesine tüm sanıkların beraat etmesinden sonra başvuru
yaptıklarını, AİHM'in ihlal kararını olay hakkındaki
dava temyiz aşamasında derdest iken verdiğini, ihlal kararının gereğinin yerine
getirilmesi için Yargıtay 1. Ceza Dairesine başvurmuş iseler de ihlal kararının
dikkate alınmadığını, bu gibi olaylarda tazminatın tek başına yeterli olmadığını,
olayın sorumlularının cezalandırılması gerektiğini belirterek mağduriyetlerinin
devam ettiğini belirtmişlerdir.
66. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvurunun yaşam hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği belirtilmiş; akabinde ise
başvuruya konu olay özetlenmiş ve bu olay nedeniyle AİHM tarafından
başvurucular lehine toplam 65.000 euro manevi
tazminata hükmedildiği ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 2014/4217
numaralı Vefa Serdar başvurusuna
değinilmiş, somut olayda başvurucuların mağdur statüsünün devam edip etmediği
değerlendirirken Vefa Serdar başvurusunda
verilen kararın gözönünde bulundurulabileceği
belirtilmiştir.
67. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı sundukları dilekçede
genel olarak başvuru formundaki iddialarını yinelemişlerdir.
B. Değerlendirme
68. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
69. Somut olayda başvurucular, yakınlarının ölümü ile
neticelenen olay hakkındaki kamu davası devam ederken yaşam hakkı ile işkence
ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasıyla AİHM'e
bireysel başvuru yapmışlardır. AİHM ise başvurucuların yakını M.Y.nin ölümü ile neticelenen olayda yaşam hakkının hem
maddi hem usul yönünün ihlal edildiğine karar vermiş ve başvurucular lehine
toplam 65.000 euro manevi tazminata hükmetmiştir.
AİHM, işkence ve kötü muamele yasağı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasını
ise gerekli görmemiştir. AİHM bu kararını, olaya karışan bazı polisler
hakkındaki kamu davası Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ederken
açıklamıştır.
70. Başvurucular, Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen kamu
davasının kesinleşmesi sonrasında yaptıkları bireysel başvuruda, yaşam hakkı
ile işkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usul yönlerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca AİHM'in ihlal
kararının Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından dikkate alınmadığını, olaya
karışan diğer kişiler hakkında zamanaşımı süreleri nedeniyle herhangi bir işlem
yapılmadığını ifade etmişlerdir.
71. Somut olayda başvurucuların yaşam hakkı ile işkence ve kötü
muamele yasağının ihlal edildiği iddiaları AİHM tarafından değerlendirilmiştir.
Bu sebeple söz konu ihlal iddialarının Anayasa Mahkemesince tekrar ele
alınmasının gerekmediği kanaatine varılmıştır. Somut olayda Anayasa
Mahkemesince esas incelenmesi gereken meselenin AİHM'in
ihlal kararının dikkate alınmadığı yönündeki iddialarla ilgili olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Bu sebeple somut olayın AİHM'in ihlal
kararından sonraki süreç esas alınarak yaşam hakkının usul yönü açısından
değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
72. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
(...)
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi,
bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması,
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin
uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu
durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
73. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
74. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
75. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi
amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme, 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı
Kanun'la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin
18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tevdi edilmesiyle Türkiye
açısından yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439
sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı,
25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM'in
zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme'de
bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş
ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere, hukuken bağlayıcı nitelikte
ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını
tanımıştır (Sıddıka Dülek ve diğerleri,
B. No: 2013/2750, 17/2/2016, § 68).
76. Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve
özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması AİHM tarafından verilen ihlal
kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkün olabilir.
AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine
getirilmemesi Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin
uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 69).
77. Sözleşme tarafından güvence altına alınan temel hak ve
özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı yönündeki şikâyetlerin
incelenmesi ise Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden
Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını bireysel
başvuru yoluyla incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına
girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer
alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde
korunmasını öngören Anayasa'nın amacı ile bağdaşmaz. Bu sebeple AİHM tarafından
verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa
Mahkemesince incelenmelidir (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 70).
78. Bununla birlikte yukarıda da belirtildiği üzere Anayasa
Mahkemesince yapılacak olan bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden
değerlendirilmesi şeklinde değil AİHM tarafından verilen ihlal kararının
gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme
olmalıdır.
79. Somut olayda AİHM, Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesinin
26/12/2013 tarihli beraat kararının temyiz incelemesinin yapıldığı bir dönemde
8/7/2014 tarihinde ihlal kararı vermiştir. Bunun üzerine başvurucular 11/2/2015
tarihinde Yargıtay 1. Ceza Dairesine bir dilekçe göndererek AİHM'in
ihlal kararının temyiz incelemesinde dikkate alınmasını talep etmişlerdir.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi ise 4/3/2015 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının
onanmasına karar vermiştir. Bu durumda AİHM'in ihlal
gerekçeleri dikkate alınarak polisler hakkında verilen beraat kararının
incelenmesi gerekir.
80. Bu incelemeye geçmeden önce AİHM'in
birçok kararında vurgulayıp Yurtsever ve
diğerleri/Türkiye kararında da tekrarladığı olayın fail ya da
faillerin cezai sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğun
farklı olduğu yönündeki ilkeye özellikle dikkat çekmek gerekir. AİHM, anılan
kararında da bu ilkeye açıkça vurgu yapmış ve ceza hukuku anlamında suçluluk ya
da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade
etmiştir (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye,
§ 68).
81. Başvuru konusu olayda AİHM, yaşam hakkının maddi yönünün
ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, M.Y.nin
vücudundaki yaralanmaların sayısının ve ciddiyetinin mutlaka güç kullanımını
gerektirecek bir zorunluluk sebebiyle ortaya çıkandan daha fazla olduğu
sonucuna ulaşmıştır. AİHM, söz konusu yaralanmaların bina etrafında toplanan
halk tarafından gerçekleştirildiği yönünde dosyada ikna edici bir delil
bulunmadığı, olayın bina etrafında toplanan halk tarafından değil kamu
görevlileri tarafından gerçekleştirildiği kanaatine varmıştır.
82. Yukarıda da belirtildiği üzere AİHM, devletlerin Sözleşme
kapsamındaki sorumluluğunu incelemektedir. Dolayısıyla AİHM tarafından yapılan
incelemede yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılabilmesi için ölüme
neden olan eylemin kamu görevlileri tarafından gerçekleştirildiğinin bilinmesi
yeterli olabilir. AİHM tarafından yapılan incelemede olaya karışan kamu
görevlilerinin kim olduğunun ve bu kişilerin eylemlerinin neler olduğunun tek
tek belirlenmesi gerekli olmayabilir. Nitekim somut olayda AİHM başvurucuların
yakını M.Y.nin kamu görevlilerinin eylemiyle nedensel bağı bulunan yaralanmalar sonucunda yaşamını
yitirdiği kanaatine varmış ancak bu kamu görevlilerinin kim olduğunu ve bu
kişilerin M.Y.ye hangi eylemlerde bulunduğunu belirtmemiştir. AİHM M.Y.ye
orantısız müdahalede bulunan kişilerin kamu görevlisi olmasını ihlal kararı
için yeterli görmüştür.
83. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise Parti binasında eylemcilere
müdahale eden yedi polis hakkındaki mahkûmiyet kararının temyiz incelemesini
yaparken özellikle "Şüpheden sanık
yararlanır." ilkesine vurgu yapmış ve bu ilkenin ceza
yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biri olduğuna
işaret etmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu sanığın bir suçtan
cezalandırılmasının temel koşulunun suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle
ispat edilmesine bağlı olduğunu, ceza mahkûmiyetinin bir olasılığa değil kesin
ve açık bir ispata dayanması gerektiğini belirtmiştir. Yargıtay Ceza Genel
Kurulu somut olay hakkında yaptığı değerlendirmede ise Parti binasında emniyet
görevlileri ile M.Y.nin de aralarında bulunduğu
eylemci grup arasında şiddetli çatışmalar yaşandığının açık olduğunu ancak M.Y.nin hangi sanık veya sanıkların eylemi nedeniyle
yaralandığının belirlenemediğini, Parti binasındaki tanıkların kendilerine
emniyet görevlilerinin vurduğunu ifade etmelerine karşın bu görevlilerin hangi
sanıklar olduğunu kesin bir şekilde açıklayamadıklarını belirtmiştir. Yargıtay
Ceza Genel Kurulu ayrıca bir kısım tanığın polis aracında ve nezarethanede de
kendilerine kötü muamelede bulunulduğunu ileri sürdüğünü ve ilk sağlık kontrolü
sırasında düzenlenen raporda belirtilen bulgular ile otopsi ve ölü muayene
tutanağında belirlenen bulgular arasında belirgin farklılıkların olduğunu
dikkate alarak somut olayda pek çok kuşkulu olgunun bulunduğunu ifade etmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu tüm bunları dikkate alarak ortaya çıkan sonuçtan
sanıkları sorumlu tutmanın "Şüpheden sanık
yararlanır." ilkesi ile uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmış ve ilk
derece mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir.
84. Başvuru formu ve ekleri incelenmesi neticesinde olay
esnasında Parti binasında birçok eylemci olduğu gibi fazla sayıda polisin de
bulunduğu ve bu iki grup arasında şiddetli bir arbede yaşandığı anlaşılmıştır.
Bununla birlikte olay esnasında Parti binasında bulunan tanıkların
anlatımlarında M.Y.ye müdahale eden veya kötü muamelede bulunan polis ya da
polislerin kim olduğu konusunda bir kesinlik bulunmadığı görülmüştür. Bu
durumda Parti binasında eylemcilere müdahale eden polisler hakkında ceza
hukukunun en temel ilkelerinden biri olan "Şüpheden
sanık yararlanır." ilkesine göre beraat kararı verilmesinin
somut olayın koşulları bağlamında makul olmadığı söylenemez. Dolayısıyla
Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesinin Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı
doğrultusunda polisler hakkında beraat kararı vermesinin ve bu beraat kararının
Yargıtay 1. Ceza Dairesince onanmasının AİHM tarafından verilen ihlal kararının
gereklerinin yerine getirilmediği şeklinde yorumlanamayacağı kanaatine
varılmıştır.
85. Başvuru konusu olayda AİHM, yaşam hakkının usul yönünün
ihlal edildiğine de karar vermiştir. AİHM yaşam hakkının usul yönünün ihlal
edildiği iddiası ile ilgili olarak Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının delilleri
toplamak amacıyla çok hızlı ve çok etkin biçimde hareket etmemesine, bu
bağlamda polislerin ifadelerinin olaydan çok sonra alınmasına, soruşturmanın ve
kovuşturmanın oldukça uzun sürmesine, yargılamanın belli bir dönem kapalı
olarak yürütülmesine, olayla ilgili olabilecek diğer sorumluların araştırılıp
araştırılmadığının belli olmamasına vurgu yapmıştır (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, §§ 76-81).
86. AİHM'in Kocaeli Cumhuriyet
Başsavcılığının hızlı ve etkin bir biçimde hareket etmeyerek polislerin
ifadelerini olaydan çok sonra aldığı yönündeki ihlal gerekçesi ile yargılamanın
uzun sürdüğü ve yargılamanın belli bir dönem kapalı olarak yürütüldüğü
yönündeki ihlal gerekçelerinin beraat eden polisler hakkındaki ceza
yargılamasının sonucunu değiştirebilecek başka bazı araştırmalar yapılmasını
gerekli kıldığı söylenemez. Başka bir anlatımla soruşturma ve kovuşturma
makamlarının AİHM'in ihlal kararından sonraki aşamada
bu hususları düzeltebilmesi veya yenilemesi mümkün değildir. Dolayısıyla somut
olayda AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmesi bakımındanbu yönlerden herhangi bir sorun olmadığı
değerlendirilmiştir.
87. Başvuru konusu olayda son olarak olayla ilgili olabilecek
diğer bazı kişilerin araştırılıp araştırılmadığı hususunun belli olmadığı
yönündeki AİHM gerekçesine değinilmelidir. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi,
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararından sonra AİHM kararından ise önce 22/5/2012
tarihinde M.Y.nin ölümüne neden olan kişilerin tespit
edilerek yasal gereğinin takdir ve ifası için Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına
suç duyurusunda bulunmuştur (bkz. § 41). Başvurucular bu husus ile ilgili
olarak suç duyurusunda bulunulduğunda zamanaşımı süresinin zaten dolmuş
olduğunu, bu nedenle olayı gerçekleştiren başkaca kişilerin tespitine yönelik
herhangi bir çalışma yapılmadığını belirtmiş iseler de bu hususa ilişkin
herhangi bir belgeyi yahut zamanaşımı nedeniyle verilmiş bir kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararı Anayasa Mahkemesine ibraz etmemişlerdir. Başvurucular
ayrıca polislere herhangi bir disiplin cezası verilmediğini ileri sürmüş iseler
de AİHM kararında bu konu ile ilgili olarak herhangi bir değerlendirmede
bulunulmamıştır. Başvurucular da AİHM kararı üzerine yetkili idareye bu kararın
dikkate alınmasını talep ederek başvurduklarını ancak başvurularından olumlu
bir netice alamadıklarını ortaya koyan herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa
Mahkemesine sunmamışlardır.
88. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda,
AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediğinin
söylenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.
89. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda yaşam hakkının
usul yönünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının usul yönünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
6/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.