TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ASKER ANĞI VE BELKIZ ANĞI BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/502)
Karar Tarihi: 10/1/2019
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Raportör
Şermin BİRTANE
Başvurucular
1. Asker ANĞI
2. Belkız ANĞI
Vekili
Av. Mehmet ERBİL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. 27/12/2004 tarihinde başvuruculardan Belkız Anğı üçüncü çocuğuna hamileliği dolayısıyla özel bir hastaneye kontrol muayenesine gitmiş, muayene esnasında bebeğin anne karnında ölmüş olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 28/12/2004 tarihinde hastaneye yatırılmış, fetüsün ilaçla düşürülmesi yöntemi tercih edilerek öncelikle başvurucuya bu amaçla C. isimli ilaç verilmiştir. Ancak bu yöntemin sonuç vermemesi üzerine başvurucu 29/12/2004 tarihinde Dr. S.B. tarafından sezaryen ameliyatına alınmıştır. Bu ameliyat sırasında başvurucunun karın boşluğunun kan ile dolup ölü bebeğin karın boşluğunda yüzdüğünün görülmesi üzerine hastanede bulunan diğer Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. S.K., Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Y.K. ile Ürolog Dr. D.A. ameliyathaneye çağrılmış ve ameliyat ekibine dâhil edilmiştir. Ameliyatta karın içi temizlendiğinde uterusun (rahim) parçalanmış ve özelliğini kaybetmiş olduğu, her iki yumurtalık içerisine ileri derecede kan dolduğu tespit edildiğinden başvurucunun rahmi ve yumurtalıkları alınmıştır.
A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç
9. Başvurucular, anılan işlemi yapan Dr. S.B. hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır.
10. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından konu ile ilgili olarak Adli Tıp Kurumundan (ATK) bilirkişi raporu alınmıştır. ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunun 15/12/2006 tarihli raporunda; rahim içinde bebeğin ölmesi durumunda daha önce sezaryen yöntemiyle doğum yapmış gebelerde normal doğum yoluyla ölü bebeğin alınmasının seçeneklerden biri olduğu, uygulanan yöntemin tıp kurallarına uygun bulunduğu belirtilmiştir. Raporda devamla doğumun gerçekleşmemesi üzerine sezaryene alındığında parçalanmış olduğu görülerek rahmin alınması yoluna gidilmesinin doğru bir yöntem olduğu, yumurtalıkların çıkartılmasının yeterli gerekçe bulunması hâlinde gerekirse yapılabileceği, ancak mevcut tıbbi kayıtlardan bu gerekliliğin anlaşılamadığı, durumun mahkemece değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir.
11. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20/5/2009 tarihli iddianame ile Bakırköy 22. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
12. Bakırköy 22. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından konu ile ilgili olarak Yüksek Sağlık Şurasından bilirkişi raporu alınmıştır. Mahkeme tarafından Yüksek Sağlık Şurasından daha önce iki kez sezaryen ile doğum yapmış bir hastaya suni sancı verilmek suretiyle ölü bebeğin normal yolla doğurtulmasının tıbbi usullere uygun olup olmadığı, bu şekilde yapılan tıbbi girişimin rahmin yırtılmasına neden olup olmadığı hususlarında bilgi istenilmiştir.
13. Yüksek Sağlık Şurasının 15-16 Eylül 2011 tarihli toplantılarında alınan 12863 sayılı kararıyla, hastada meydana gelen intraabdominal (karın içi) kanamanın C. isimli ilacın kullanımına bağlı uterus rüptüründen (yırtılma) kaynaklandığı, mükerrer sezaryenli hastada C. kullanımının yazılı kaynaklarda dahi kontrendike olduğu (zıt görüşler olduğu), bu ilacın ülkemizde indüksiyon amaçlı (doğum başlatma) kullanım izni olmadığı, ilacın endikasyon dışı kullanımında yasal bir süreç bulunmakla birlikte bunun için gerekli başvuruda bulunulmadığı anlaşıldığından Dr. S.B.nin kusurlu olduğuna karar verilmiştir.
14. Bakırköy 22. Asliye Ceza Mahkemesi 14/6/2012 tarihinde sanık Dr. S.B.nin beraatine karar vermiştir. Karar gerekçesinde Yüksek Sağlık Şurasının raporunda sanığın kusurlu olduğu bildirilmesine rağmen ATK raporunda belirtilen "yumurtalıkların çıkartılmasının yeterli gerekçe bulunması halinde gerekirse yapılabileceği" görüşü ile ilgili çelişkinin giderilmediği, dosyada zaman aşımının yakın olması nedeniyle bu çelişkinin giderilmesi için yeterli vaktin olmadığı ifade edilmiştir. Kararda, hastanın yakınlarının rızası alınarak ameliyata alındığı, ameliyatesnasında kanamanın yoğun olup tüm karın boşluğunu kaplaması nedeniyle rahimle birlikte yumurtalıkların da alınmak zorunda kalındığı, bu kararın ameliyata katılan beş doktor tarafından verildiği, hastanın karın içinde kanamasının olması sonucu yaşamsal riskin bulunması ve aciliyetten dolayı rahmin ve yumurtalıkların alınması konusunda izin alınamadığı kanaatine varıldığından sanığın kusurlu olmadığı belirtilmiştir.
15. Temyiz incelemesinde Yargıtay 12. Ceza Dairesi 27/6/2013 tarihinde kararın bozulmasına ve kamu davasının zaman aşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir.
B. Tazminat Davasına İlişkin Süreç
16. Başvurucular, anılan işlemi yapan Dr. S.B. ile özel hastane aleyhine 29/4/2005 tarihinde Bağcılar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; başvurucu Belkız Anğı'nın daha önce iki kez sezaryen ameliyatı olduğunun davalı doktor tarafından bilinmesine rağmen ilaçla suni sancı verilerek normal doğuma yönlendirilmesinin yanlış olduğunu, bu yöntemin rahmin parçalanmasına sebebiyet verdiğini, üstelik tıbben gerekli olmadığı hâlde yumurtalıklarının alındığını belirtmişlerdir. Davalı doktorun mesleki özeni göstermediğini ve ayrıca suni sancı yönteminin riskleri konusunda uyarıda bulunmadığını, bunun yanı sıra yumurtalıkların alınması konusunda da yazılı izinlerini istemediğini ileri sürmüşlerdir.
17. Bağcılar Adliyesinin kapatılmasıyla dava dosyası Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiştir.
18. Mahkemenin 4/12/2007 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde yapılan tıbbi işlemlerin usulüne uygun olduğu belirtilmiştir.
19. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Yargıtay karar gerekçesinde ceza davasının sonucunun beklenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
20. Bozma kararı sonrasında Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesi, İstanbul Tıp Fakültesinden iki kadın doğum uzmanı ile bir genel cerrahtan oluşturulacak bilirkişi heyetinden rapor istemiştir.
21. Mahkeme, aşağıda belirtilen şu hususlar hakkında rapor düzenlenmesini talep etmiştir:
i. Bebeğin anne karnında 27/12/2004tarihinde öldüğünün davalı Dr. S.B. tarafından bilindiği hâlde başvurucu Belkız Anğı'nın ertesi gün müdahale yapılmak üzere evine gönderilmesi, 28/12/2004 tarihinde hastaneye yatırılması, 29/12/2004 tarihinde tıbbi müdahalede bulunulması vakıaları değerlendirilerek bu iki günlük gecikmenin tıbbi açıdan normal bir süre olup olmadığı,
ii. Bu gecikme ile başvurucu Belkız Anğı'nın karnında meydana gelen hematom (organ içerisinde veya aralarında kan birikmesi) arasında uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı, olası hayati tehlikenin bu gecikmeden kaynaklanıp kaynaklanmadığı,
iii. Daha önce iki kez sezeryan ile doğum yapmış bir hastaya C. adlı ilacın kullanılarak suni sancı verilmek suretiyle ölü bebeğin normal yolla vücuttan çıkartılmasının tıbbi usullere ve prosedüre uygun olup olmadığı,
iv.C. adlı ilaçla yapılan müdahalenin rahmin çatlamasına neden olup olmadığı,
v. Olası hayati tehlikenin yanlış bir tedavi metodundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı,
vi. C. adlı ilacın endikasyon dışı kullanılıp kullanılmadığı ve endikasyon dışı kullanımında doktora yüklenebilecek ihmal veya kusurun bulunup bulunmadığı bu ilacın bu şekilde kullanımına ülkemizde izin bulunup bulunmadığı,
vii. Davalı doktor tarafından yapılan müdahalelerin değerlendirilmesi suretiyle ameliyat sırasında davacının rahminin alınmasının zorunlu olup olmadığı, ayrıca yumurtalıkların da alınmasının zorunlu olup olmadığı.
22. İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığında görevli üç profesör tarafından hazırlanan 28/11/2013 tarihlibilirkişi raporunda:
- Hastanın ölü bebek tanısı konulduktan sonra ertesi gün yatırılmak üzere evine gönderilmesinin yanlış olmadığı, zira gönderilmeden önce yapılan muayenede rahim kasılmalarının olmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Ameliyat sırasında karşılaşılan kanamanın durumu ve şiddeti dikkate alındığında kanamanın muhtemelen ameliyat kararı alındıktan daha sonra gerçekleştiği, bu kanama uzun süreden beri olsaydı kan kaybı sonucu hastanın kaybedilebileceği, bu nedenle tanıdan iki gün sonra ameliyata alınmasının bu duruma yol açtığının söylenemeyeceği ifade edilmiştir.
- Daha önce iki kez sezaryen ile doğum yapmış hastada C. adlı ilacın kullanımı ile ilgili olarak literatürde fikir birliği olmadığı, bu ilacın kullanımının doktorun insiyatifinde olduğu, olayda uterus rüptürünün (rahim yırtılması) C. kullanımından olduğunu söylemenin mümkün olmadığı belirtilmiştir.
- C. adlı ilacın ülkemizde doğum indüksiyonu amacıyla kullanımı için ruhsatının olmadığı ancak gelişmiş ülkeler dâhil bir çok ülkede bu amaçla kullanımı yönünde ruhsatının bulunduğu; bu ilacın dünyanın her yerinde ve ülkemizde uzun zamandan beri yaygın olarak bu amaçla kullanıldığı bildirilmiştir.
- Spontan rüptür sonrası oluşan yırtıkların parçalı yırtıklar olması nedeniyle kolay suture edilemediği (dikilemediği), suture edilse bile tamamına yakınında ameliyat sonrası hasta hayatını tehlikeye sokan büyük kanamalar görülebildiği, bu sebeple olayda hastanın hayatını tehlike altına sokmamak için uterusun alınmasının doğru olduğu belirtilmiştir.
- Uterus rüptüründe genellikle yumurtalıkların zarar görmeyeceği ve ameliyat sırasında yerinde bırakıldıkları, ancak yırtığın yumurtalıklara kadar ilerlemesi ve yumurtalık damarları etrafında geniş hematomlar olması durumunda yumurtalıkların alınmasının gerekli olabileceği, olayda yumurtalıkların alınması kararını sadece ameliyatı yapan Dr. S.B.nin vermediği, kararın ameliyata katılan diğer doktorlar S.K. ve Y.K.nın katılımıyla birlikte alındığı, eğer gerekli olmasaydı üç uzman doktorun birlikte bu kararı vermeyeceklerinin açık olduğu ifade edilmiştir. Raporun yumurtalıkların alınmasına ilişkin değerlendirme bölümü şöyledir:
"Diğer taraftan uterus rüptüründe yumurtalıklar genellikle zarar görmezler ve dolayısıyla ameliyat sırasında yerinde bırakılırlar. Ancak yırtık yumurtalıklara kadar ilerlemiş ve yumurtalık damarları etrafında geniş hematomlar varsa alınması gerekli olabilir. Çünkü yumurtalıklar alınmazsa, ameliyat sonrası oluşabilecek kanama gebenin hayatını tehdit edebilir, uterus rüptürü sonrası etkilenen yumurtalıkların alınmasının gerekli olduğunu gösteren bir çok bilimsel çalışma mevcuttur. Kaldı ki yumurtalıkların alınması kararını sadece ameliyatı yapan Dr. S.B. Tek başına değil, ameliyata katılan diğer doktorlar S.K. VE Y.K. Birlikte vermişlerdir. Tıpta hastaya zarar vermemek esastır. Bu nedenle eğer gerekli olmasaydı üç uzman doktorun birlikte bu kararı vermeyeceği açıktır."
- Sonuç olarak davalı doktorun teşhis ve tedavilerinin tıbbi usullere uygun olduğu bildirilmiştir.
23. Mahkeme25/12/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde dosya içindeki tüm doktor raporları, tıbbi bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda çelişkileri gideren İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığınca hazırlanan 28/11/2013 tarihlibilirkişi raporunun hükme esas alındığı belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca teşhis ve tedavilerin tıbbi usullere uygun bulunduğu vedavalı doktor ve davalı özel hastanenin kusurlarının bulunmadığının anlaşıldığı, bu durumdatazminat ödemekle sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
24. Bu karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 4/11/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 8/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
25. 7/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
26. Başvurucuların karar düzeltme istemleri Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 22/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
28. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Taminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
29. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un 75. maddesinde yer alan ceza davalarında Yüksek Sağlık Şurası’nın görüşüne başvurulması zorunluluğunu öngören hüküm, Anayasa Mahkemesi’nin 3/6/2010 tarihli veE.2009/69, K.2010/79 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.
B. Uluslararası Hukuk
30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamıiçerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
32. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ilefiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49).
33. AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010).
34. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 10/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
36. Başvurucular; doktorun mesleğin gerektirdiği özeni göstermediğini, rahmin ve yumurtalıkların alınması sebebiyle doktor ve özel hastane aleyhine açtıkları davada ameliyatı yapan Dr. S.B.nin kusurlu olduğunu belirten bilirkişi raporları bulunmasına rağmen bu raporlar dikkate alınmadan davanın reddi kararı verilmesi nedeniyle mağduriyetlerinin giderilmediğini ve tazminat haklarından mahrum kaldıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular bu nedenlerle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
37. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
38. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
40. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
41. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
42. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların tıbbi ihmale dayalıtüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın koruması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
44. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
45. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
46. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk,§ 51).
47. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
48. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hakihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
49. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,§ 44).
50. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
51. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
52. Somut olayda derece mahkemesi tarafından davalı doktorun kusurlu olduğu yönünde görüş veren Yüksek Sağlık Şurasından alınan bilirkişi raporu, ATK 3. İhtisas Kurulu raporu ve dosya içerisinde bulunan tüm tıbbi belgeler değerlendirilerek raporlar arasındaki çelişkilerin giderilmesi için İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığından bilirkişi raporu alındığı görülmektedir. Derece mahkemesinin çelişkileri gidermeye yönelik ayrıntılı sorular yönelttiği, İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığınca hazırlanan raporda bu soruların tümüne detaylı yanıtlar verilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu bilirkişi raporunda rahim yırtılmasının C. isimli ilacın kullanımından olduğunu söylemenin mümkün olmadığı belirtilmiş, tedavide gecikmenin olmadığı ve rahmin ve yumurtalıkların alınmasının tıbben gerekli olduğu bildirilmiştir. Raporda sunulan görüşlerin bilimsel verilere uygun şekilde açıklanmış olduğu görülmektedir. Derece mahkemesi önceki bilirkişi raporları arasındaki çelişkileri giderdiğini, bilimsel veri ve içeriğe sahip olduğunu belirterek İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığının raporunu karar vermeye elverişli bulduğunu açıklamış ve rapor doğrultusunda davanın reddine karar vermiştir.
53. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucuların iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı görülmektedir. Aynı zamanda derece mahkemesinin kararında İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığının raporuna itibar edilmesinin sebeplerinin de belirtilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
54. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucuların, bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı kanuni yollara başvurabildikleri ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar edildikleri anlaşılmaktadır.
55. Sonuç olarak başvurucuların ileri sürdüğü iddialar hakkında alınan İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığı raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
57. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
58. 1/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'ageçici madde eklenmiştir.
59. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
60. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel kararında; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
61. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
62. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.