TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMAL ATAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/5117)
|
|
Karar Tarihi: 19/2/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Cemal ATAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Meral HANBAYAT YEŞİL
|
|
|
Av. Ümit SİSLİGÜN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik
tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet
hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede
sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, Tunceli'nin Hozat ilçesi Boydaş köyünde ikamet
etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyünün
boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş ve
17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle
Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna
(Komisyon) başvurmuştur.
7. Komisyon başvurucuya 20.947,89 TL ödenmesine karar vermiştir.
Başvurucu, Komisyon kararın iptali istemiyle dava açmıştır.
8. Malatya İdare Mahkemesi 20/5/2010 tarihli kararıyla davayı
süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Karar Danıştay Onbeşinci
Dairesi tarafından onanmış, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 23/12/2011
tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir.
9. Anılan kararın kesinleşmesinin ardından “Yukarıda nakti olarak
belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine
esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu
kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname
18/4/2012 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır.
10. Başvurucu, özetle mülkten mahrum kalınan sürenin eksik
hesaplandığını, zorunlu göçten önce hayvanları olduğu halde Komisyon tarafından
buna ilişkin ödeme yapılmadığını belirterek Komisyon kararında hükmedilen
miktarın gerçek zararını karşılamadığı ve manevi tazminata da karar verilmediği
iddialarıyla 19/6/2012 tarihinde Komisyon kararının redde ilişkin kısmının
iptali istemiyle dava açmıştır.
11. Elazığ 2. İdare Mahkemesi
28/12/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle,
başvurucu vekili ile davalı idare arasında imzalanan sulhnameyle,
uğranılan zararlar tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan kalktığı,
tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında davacı/davacı
vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun bulunmadığı görülmekte
olan sulhname sonucu uyuşmazlığın tekrar yargıya
taşınmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca 5233 sayılı
Kanun'da manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmemiş
olması karşısında davacının manevi tazminat talebinin karşılanmamış olması
yönüyle de söz konusu Komisyon kararında hukuka aykırılık bulunmadığı
belirtilmiştir.
12. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesi 4/12/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararının usul ve
hukuka uygun olduğunu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın
bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğini belirtilerek kararı onamıştır.
13. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/12/2014 tarihli
kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 19/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 20/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun'un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 4. maddeleri (bkz. Celal Demir,
B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
16. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın
karşılanmasına ilişkin sulhname"
kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon,
doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci
maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma,
engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye
göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate
alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler.
Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname
tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi
veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı
yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu
belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili
temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde,
bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından
imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
17. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın
karşılanması" kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Sulhnamede
belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından
sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla
konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”
18. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın
karşılanmasına ilişkin sulhname"
kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
"Komisyon, doğrudan doğruya veya
bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye
göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme
tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü
ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan
zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara
göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E)
davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi
veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı
yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu
belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili
temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde,
bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından
imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. "
19. Aynı Yönetmelik'in "Zararın
karşılanması" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"Sulhnamede
belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından
sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla
konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.
Bakanlık, ellibin
Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile
yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin
olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden
değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.
(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.)
Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu
istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır.
20. Aynı Yönetmelik'in"Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı 27. maddesi
şöyledir:
"Sulhname
tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından
imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.
Ödemeler sulhname
tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler
hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır."
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari
dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
22. 2577 sayılı Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar
başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari
eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu
eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu
konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış
gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren,
dava süresi içinde dava açılabilir.”
23. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79,
K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:
"5233 sayılı Yasa,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna
gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla
karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan
vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif
bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca
uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna
ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
...
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari
bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların
karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun
sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine
yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal
risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden
ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir
yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle
sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda
değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya
eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle
mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda
idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin
kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve
terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan
kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir.
Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine
ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen
uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer
verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını
daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm
içermemektedir."
24. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve
E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına
dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna
başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece
maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle
giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen
nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer -
Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat
Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu
doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için
tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana
gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca
karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat
taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve
kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak
manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması
gerekmektedir.”
25. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun'un
amaçlarından birinin özetle terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı
yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla
karşılanması olduğu ifade edilmiştir. Kanun'un 12. maddesinin gerekçesinde ise
sulhun davayı sona erdirici işlem olduğu, sulhname
imzalanmasının dava açılmasını engelleyici olduğu belirtilmiştir.
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvuruya benzer
şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle
uğranılan zararın tazminine ilişkin sulhname
imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlarına ilişkin zararla
manevi zararının tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan
bir grup başvuruyu incelediği Elif Akbayır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 30415/08,
28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının
taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği, dolayısıyla yerel boyuttaki bu
uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza
son verdiği gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur.
27. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm
beyanlarının (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz
etmediğini gözlemlendiğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların(sulhnamenin) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye
ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM; tüm başvuru
sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil
edildiğini, bu hâlde başvuranların hem 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının
manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını hem de bu anlaşmaların
sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini
belirtmiştir. AİHM'e göre söz konusu düzenleme,
başvuranların prosedürle ilgili her türlü iddiadan feragat etmelerini
gerektirmektedir ve AİHM uluslararası boyutta bu anlaşmanın söz konusu ödemeyle
ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle
başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşılmıştır (Elif Akbayır ve
diğerleri/Türkiye, § 77).
28. AİHM, sürü hayvanlarının farklı türlerine göre besicilikten
elde edilen gelirlerin tazminatının komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine
ilişkin şikâyetle ilgili olarak da dostane çözümün kabul edilmesiyle ilgili
yukarıda belirtilen sonuçların da ayrıca bu şikâyete uygulanabilir olduğu
kanaatinde olup AİHM'e göre sulhnamelerin
imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Elif Akbayır ve diğerleri / Türkiye, § 78).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 19/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. İlk Davanın Süre Aşımı
Gerekçesiyle Reddedilmesine İlişkin İddia
30. Başvurucu, ilk davanın süre aşımı gerekçesiyle
reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 17).
32. Somut olayda başvuru konusu kararın 23/9/2012 tarihinden önce 23/12/2011
tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
33. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Maddi Zararların Eksik
Tazmin Edildiğine İlişkin Şikâyet Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu
başvurusunun kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen
kısmı için idare ile sulhname imzalamakla birlikte sulhname dışı bırakılan hayvan zararları ve iki yıllık
eksik süre yönünden dava açtıklarını, nitekim Danıştay Onuncu Dairesinin sulhname dışı bırakılan hususlar için dava açılabileceği
yönünde kararları olduğunu belirterek eksik tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
35. Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması
amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından
tespit edilen maddi zararları öngörülen birim fiyatlara tabi tutularak tazminat
miktarı belirlenmiş ve sulh teklifi başvurucu vekilitarafından
kabul edilerek yine başvurucu adına sulhname
imzalanmıştır (bkz. §§ 7-9).
36. 5233 sayılı Kanun’un gerek genel gerekçesinden gerekse
içerdiği düzenlemelerden, terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı
yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla
karşılanmasının amaçlandığı, bu çerçevede ilgili hukuk kısmında yer verilen
düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere sulhname
düzenlenerek uyuşmazlıkların bir an evvel bitirilmesine özel önem atfedildiği
anlaşılmaktadır.
37. 5233 sayılı Kanun'dan kaynaklı uyuşmazlıklara bakan idare
mahkemeleri ve Danıştay Onbeşinci Dairesi, Kanun'u bu
amacını esas alarak yorumlamış ve sulhname
imzalanmasıyla davacıların uğradıkları zararların tazmin edilmek suretiyle
uyuşmazlığın ortadan kalktığı, dolayısıyla sulhname
imzalanmasının ardından uyuşmazlığın artık yargıya taşınmasının mümkün olmadığı
sonucuna varmışlardır.
38. Sulhname dışı bırakılan bakiye
zarara dair açılan davaların sulhname imzalanmış
olması nedeniyle reddedilmesi yönündeki idare mahkemeleri ve Danıştayın bu yaklaşımı bireysel başvuru yoluyla Anayasa
Mahkemesine taşınmış ve Anayasa Mahkemesi -sulhname
konusu paranın ödenmediği iddiasının bulunması durumu hariç- makul bir
tazminata hükmedilmesini temin eden sulhnameyle
birlikte başvurucuların mağdur sıfatının ortadan kalkacağı sonucuna varmıştır.
Mahkeme, mağdur sıfatının ortadan kalkmış olması gerekçesiyle başvuruların kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§
29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§
45-58; Salih Alkan, B. No:
2013/4747, 31/3/2016). Bir başka ifadeyle idare mahkemeleri ve Danıştayın anılan yorumunda mülkiyet hakkı yönünden bir
sorun görülmemiştir.
39. Diğer taraftan Danıştay Onuncu Dairesinin sulhname dışı bırakılan hususlar için dava açılabileceği yönünde
kararlarına rağmen aksi yönde karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği
iddiası da daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiştir. Mahkeme söz
konusu içtihadında,Danıştay dava daireleri arasındaki
iş bölümü kapsamında 5233 sayılı Kanun’dan kaynaklanan davaları ve temyiz
başvurularını inceleme görevi Danıştay Onuncu Dairesine ait iken Danıştay Genel
Kurulunca alınan 25/4/2011 tarihli kararla bu görevin Danıştay Onbeşinci Dairesine devredildiğini, aynı yıl Danıştay Onbeşinci Dairesinin içtihat değişikliğine giderek 5233
sayılı Kanun'un 12. maddesinin madde metni ve gerekçesinden hareketle sulhname imzalanması ile uyuşmazlığın ortadan kalktığından
bakiye zararlar için dava açılamayacağı şeklinde içtihadını oluşturduğunu ve Onbeşinci Dairenin bu içtihadı istikrarlı şekilde
uyguladığının anlaşıldığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, derece
mahkemelerince hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin
değerlendirilmesinde farklılıklar meydana gelmesi ya da önceki çözümün
tatminkâr bulunmaması veya yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında
içtihadın müstakar hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması gibi
çeşitli nedenlerle içtihat değişikliği yaşanabileceğini belirterek söz konusu
iddiayı kabul edilemez bulmuştur (Ramazan
Acar, B. No: 2013/7939, 15/12/2015; Selvi
Ağgül ve diğerleri, B. No: 2013/6201,
21/4/2016).
40. Somut olayda da Anayasa Mahkemesinin anılan içtihatlarından
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Şöyle ki olayda, eksik
hesaplandığı iddia edilen zararın miktarı üzerinde başvurucunun idareyle
anlaşma sağlamış ve sulhnameyi imzalamış olması
sebebiyle maddi mağduriyetinin giderildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu,
Komisyonun tespitinde belirlenen ve zararlarının tamamını karşıladığını beyan
ettiği alacağı tümüyle davalı idareden tahsil ettiğinden mülkiyet hakkına
ilişkin mağduriyet giderilmiş ve bu hak yönünden mağdurluk statüsü de aynı
tarihte sona ermiştir. Belirtmek gerekir ki başvurucu, Komisyonun sulhname teklifini avukatı aracılığıyla kabul etmiş ve sulhname başvurucu adına avukatı tarafından imzalanmıştır.
Dolayısıyla başvurucunun maddi tazminat iddialarını sona erdiren sulhnamenin bu hukuki sonucundan habersiz olduğu da
düşünülemez. Öte yandan başvurucu, Komisyon tarafından ödenmesine karar verilen
tazminat tutarının kendilerine ödenmediği ya da eksik ödendiği yönünde bir
iddiada da bulunmamıştır.
41. Diğer taraftan manevi tazminat, 5233 sayılı Kanun'da
öngörülmediğinden sulhname konusu olamayacağı açık
olup bu kısımda varılan sonuç sadece maddi tazminata ilişkindir. Manevi
tazminat yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılacaktır.
42. Açıklanan gerekçelerle eksik maddi tazminattan kaynaklanan
mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden başvurucunun mağdurluk statüsünü
kaybettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Manevi Zararların Tazmin Edilmediğine
İlişkin Şikâyet Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları
43. Başvurucu, manevi zararlarının tazmin edilmemesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
44. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, manevi tazminat
taleplerinin reddedilmesine ilişkin iddialar daha önce bireysel başvuruya konu
olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında başvurucuların
terör eylemi kapsamında gerçekleşen zararlarının manevi tazminat ödenmesi ile
giderilmesine ilişkin 5233 sayılı Kanun’da hüküm bulunmamakla birlikte idare
hukukunun genel hükümleri kapsamında başvurucuların anılan talep hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir (Özden Sayar ve Deren
Dilara Sayar, B. No: 2013/4022, 13/4/2016, §§ 51-76).
45. Bir başka ifadeyle Anayasa Mahkemesi, 5233 sayılı Kanun'un,
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda (bkz. § 24) da
belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte
manevi zararların genel hükümlere göre karşılanmasına da engel olmayan bir
kanun olduğunu ve 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde idarenin işlem
veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde
bulunabilme imkânı tanındığını belirterek 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda
genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazmin edilebileceğini
belirtmiştir (Abbas Emre, B. No:
2014/5005, 6/1/2016, § 81).
46. Anılan içtihatlarda ortaya konulduğu üzere 5233 sayılı Kanun
manevi zararların karşılanmasını öngörmemekle birlikte genel hükümlere göre
açılacak tam yargı davasında manevi tazminat istenmesini de engellememektedir.
Bir başka ifadeyle kişiler manevi tazminat taleplerini 5233 sayılı Kanun
kapsamında değil 5233 sayılı Kanun'dan bağımsız olarak tazminat hukukunun genel
prensiplerine göre açacakları davalarda dile getirebilirler.
47. Bu durumda başvurucuların idare mahkemelerinde açtıkları
davaların niteliği ve manevi tazminata ilişkin taleplerini dile getiriliş
biçimleri özel önem taşır. Bir başka deyişle davanın yukarıda belirtilen
içtihada uygun şekilde yani genel hükümler çerçevesinde 2577 sayılı Kanun'un
ilgili maddelerinde belirtilen usullere göre mi açıldığı yoksa manevi tazminat
talebinin 5233 sayılı Kanun'a mı dayandırıldığının ortaya konulması gerekir.
48. Somut olayda başvurucu, Komisyon kararının sulhname dışı bırakılan zarar kalemlerine ilişkin kısmının
iptali istemiyle açtığı davada Komisyon tarafından manevi tazminat da ödenmesi
gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak 5233 sayılı Kanun uyarınca kurulan ve faaliyette
bulunan Komisyonun manevi tazminata hükmetmesi beklenemez. Dolayısıyla
başvurucunun Komisyona başvurunun ardından açtığı davasını 5233 sayılı Kanun'a
dayandırdığı ve genel hükümlere göre tam yargı davası açmadığı anlaşıldığından
manevi tazminat isteminin anılan gerekçeyle reddedilmesinde mülkiyet hakkına
yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
50. Başvurucu; köyü terkten evvel var olan hayvan varlığına
ilişkin iddiaların dikkate alınmaması, mülkten mahrum kalınan sürenin eksik
hesaplanması, manevi tazminat istemlerinin reddedilmesi, derece mahkemelerinin
anılan konularda gerekçelerinin bulunmaması nedenleriyle adil yargılanma
hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca 5233 sayılı
Kanun kapsamında başvurulan idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul
sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
51. Somut olayda sulhname imzalanarak
maddi tazminata ilişkin uyuşmazlığın sona erdirildiğine ilişkin yukarıda
mülkiyet hakkına dair gerekçede belirtilen değerlendirme ve varılan sonuçgözetildiğinde usul güvencesi olan adil yargılanma
hakkı bakımından aynı şikâyetlerin tekrar incelenmesini gerektiren bir neden
bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurucuların bu başlık altındaki mülkiyet hakkı
yönünden ileri sürdükleri benzer mahiyetteki şikâyetlerinin incelenmesine gerek
görülmemiştir.
52. Diğer taraftan makul sürede yargılanma hakkına ilişkin
şikâyet ise sulhname imzalanmasından bağımsız olduğundan
ve başvurucunun temel şikâyetlerinden ayrıca ele alınabilecek nitelikte
olduğundan makul sürede yargılanma hakkı yönünden inceleme yapılmıştır.
53. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve
30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli
ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların
Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
54. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı tarafından
incelenmesi öngörülmüştür.
55. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§
27-36) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
56. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Adalet Bakanlığı İnsan Hakları
Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun
incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna
vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik
kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
57. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İlk davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin
iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Maddi zararların eksik tazmin edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
3. Manevi zararların tazmin edilmediğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
19/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.