TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İBRAHİM GEÇER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/19056)
|
|
Karar Tarihi: 19/2/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
İbrahim
GEÇER
|
Vekili
|
:
|
Av. Atalay
AKSAY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tapu iptali ve tescil talebiyle aleyhe açılan davada
taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar verilmesi ve bu
tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın
uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Başvurucu İbrahim Geçer tarafından yapılan 2014/19056
numaralı başvuru ile başvurucu Emine Geçer tarafından yapılan 2014/19057
numaralı başvuru, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından
birleştirilmiş; incelemeye 2014/19056 numaralı bireysel başvuru dosyası
üzerinden devam edilmiştir.
5. Komisyonca başvurucu Emine Geçer tarafından yapılan başvuru kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilmezlik kararı verilerek sonuçlandırılmış; başvurucu İbrahim Geçer
tarafından yapılan başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Muğla ili Dalaman ilçesi Kapukargın
köyü Çelek mevkiinde bulunan 375 parsel sayılı taşınmaz, tapuda E.İ. İnşaat ve
Ticaret A.Ş. (Şirket) adına kayıtlı iken Orman Genel Müdürlüğü (Orman İdaresi)
tarafından bu Şirket aleyhine Dalaman Asliye Hukuk Mahkemesinde 15/5/1989
tarihinde tapu iptali ve tescili davası açılmıştır. Dava dilekçesinde
taşınmazın orman sınırları içinde kaldığı ayrıca 9/7/1945 tarihli ve 4785
sayılı Kanun hükümlerine göre orman olan bu taşınmazın devletleştirildiği
belirtilmiştir.
10. Anılan taşınmazın üzerinde İncebel
Tatil Sitesi olarak 657 adet konut inşa edilmiştir. Şirket ile başvurucu
arasında imzalanan sözleşmede, taşınmazın üzerinde yapıya ait projede yer alan
165/10000 arsa paylı villa
niteliğindeki 21 numaralı bağımsız bölümün başvurucuya devredileceği
belirtilmiştir. Anılan taşınmaz 427-446 parsel sayılı taşınmazlara ifraz görmüş
olup başvurucu, ifraz sonucu oluşan 432 parsel sayılı taşınmazda belirtilen
bağımsız bölümün 1/2 payını 10/5/1991 tarihinde tapuda satın almıştır.
11. Davacı Orman İdaresinin talebi üzerine Mahkemece 4/2/1994
tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi
amacıyla ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmiş ve bu karar doğrultusunda
tapu kayıtlarına şerh konulması hususu aynı tarihte Tapu Müdürlüğüne
bildirilmiştir. Tapu Müdürlüğü, anılan tarihte söz konusu taşınmazların tapu
kaydına Mahkemece konulmasına karar verilen ihtiyati tedbir şerhlerini tescil
etmiştir.
12. Yargılama sırasında anılan taşınmazların ada ve parsel
numaraları 128 ada 1, 129 ada 1, 130 ada 1, 131 ada 1, 132 ada 1, 133 ada 1,
134 ada 1, 135 ada 1-3, 136 ada 1 ve 137 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar olarak
yeniden belirlenmiştir. Bu taşınmazlardan 137 ada 1 parsel sayılı taşınmazda 21
numaralı bağımsız bölümün 1/2 payı başvurucu adına kayıtlıdır.
13. Davacı Orman İdaresi 6/3/2013 tarihinde başvurucunun da
davaya dâhil edilmesi için dilekçe vermiş; 30/9/2013 tarihli 25. oturumda,
başvurucuya dava dilekçesinin ve duruşma gününün tebliğ edilmesine karar
verilmiştir. 30/1/2014 tarihli yapılan 27. oturuma ilişkin duruşma tutanağında
dava dilekçesinin başvurucuya tebliğ edildiği bilgisi yer almaktadır.
14. Dalaman Adliyesinin kapatılmasının ardından dava dosyası
Ortaca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/188 sayılı dosyasına kaydedilerek
yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 23/2/2014 tarihinde, davacı Orman İdaresi
tarafından davanın kısmen atiye bırakıldığı gerekçesiyle bazı taşınmazlar
üzerindeki ihtiyati tedbir şerhlerinin kaldırılmasına karar vermiş ise de
başvuruya konu taşınmaz üzerindeki ihtiyati tedbir şerhi kaldırılmamıştır.
15. Başvurucu 2/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
16. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan
sorgulama sonucuna göre dava ilk derece mahkemesi önünde devam etmekte olup
duruşması 16/4/2019 tarihine talik edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
17. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nun 101. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Hakim iki taraftan birinin talebiyle
davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde
ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:
1 - Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle
tevdiine,
2 - Münazaalı şeyin
muhafazası için lazımgelen her türlü tedbirlerin
ittihazına,
..."
18. 1086 sayılı mülga Kanun'un 104. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
"Dava ikamesinden sonra bilümum ihtiyati tedbirlere tahkikata memur hakim
tarafından karar verilir. Şu kadar ki hakim ihtiyati tedbirin diğer bir mahalde
daha az masrafla ve daha çabuk ifasını kabil görürse bu hususta karar verilmek
üzere o mahal hakimini naip tayin edebilir."
19. 1086 sayılı mülga Kanun'un 110. maddesi şöyledir:
"İhtiyati tedbir kararını talep eden
taraf bundan dolayı diğer tarafın ve üçüncü şahsın duçar olması muhtemel zarar
ve ziyanlarına mukabil teminat iraesine mecburdur.
İcabı hale göre hakim işbu mecburiyeti refedebilir ve ihtiyati tedbir kararını
talep eden Devlet veya müzahareti adliyeye nail kimse
ise teminat iraesi lazım gelmez."
20. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mevcut durumda meydana gelebilecek bir
değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da
tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut
ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu
hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir."
21. 6100 sayılı Kanun'un 390. maddesi şöyledir:
"(1) İhtiyati tedbir, dava açılmadan
önce, esas hakkında görevli ve yetkili olan mahkemeden; dava açıldıktan sonra
ise ancak asıl davanın görüldüğü mahkemeden talep edilir.
(2)
Talep edenin haklarının derhâl korunmasında zorunluluk bulunan hâllerde, hâkim
karşı tarafı dinlemeden de tedbire karar verebilir.
(3)
Tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve
türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını
yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır."
22. 6100 sayılı Kanun'un 392. maddesi şöyledir:
"(1) İhtiyati
tedbir talep eden, haksız çıktığı takdirde karşı tarafın ve üçüncü kişilerin bu
yüzden uğrayacakları muhtemel zararlara karşılık teminat göstermek zorundadır.
Talep, resmî belgeye, başkaca kesin bir delile dayanıyor yahut durum ve
koşullar gerektiriyorsa, mahkeme gerekçesini açıkça belirtmek şartıyla teminat
alınmamasına da karar verebilir. Adli yardımdan yararlanan kimsenin teminat
göstermesi gerekmez.
(2)
Asıl davaya ilişkin hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının
kalkmasından itibaren bir ay içinde tazminat davasının açılmaması üzerine
teminat iade edilir."
23. 6100 sayılı Kanun'un 399. maddesi şöyledir:
"(1)Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen
taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut
tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız
ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür.
(2)Haksız
ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara
bağlandığı mahkemede açılır.
(3)Tazminat
davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının
kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar."
2. Yargıtay İçtihatları
24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/1/2017 tarihli ve
E.2014/7-2492, K.2017/11 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...
İhtiyati tedbirler hali hazırda görülmekte
olan veya ileride açılacak bir davanın sonucunun etkisiz veya anlamsız
kalmasını önlemek için başvurulan geçici nitelikte ve kural olarak kanunla
belirlenmiş önlemlerdir. Özel düzenlemeler bir kenara bırakılacak olursa
ihtiyati tedbirlere ilişkin temel düzenleme Hukuk Muhakemeleri Kanununun 389 ve
devamı maddelerinde yer almaktadır.
İhtiyati haciz ise alacaklının bir para
alacağının zamanında ödenmesini garanti altına almak için mahkeme kararı ile
borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulmasıdır. İhtiyati hacze
ilişkin düzenleme ise amacına uygun biçimde alacakların tahsili usullerini
gösteren İcra ve İflas Kanununda düzenlenmiştir (m.257 vd.).
İhtiyati haciz bir para alacağının geçici
olarak teminini amaçlarken ihtiyati tedbir ferdileştirilmiş
muayyen bir talebin teminini hedef tutmaktadır. Bu nedenle ihtiyati haciz
kararı verilmesi gereken hallerde ihtiyati tedbir kararı verilemez..."
25. Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 23/3/2016 tarihli ve
E.2016/4316, K.2016/3642 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"HUMK 389 ve 399.maddeleri ihtiyati
tedbiri düzenlemiştir. İhtiyati tedbir, davacının davayı kazanması halinde dava
aşamasında sonucu güvence altına almaya yarayan bir hukuki korumadır. Davadan
önce veya dava sırasında istenebilir."
26. Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 9/11/2015 tarihli ve
E.2015/10991, K.2015/11747 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava İİK.nın
277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali davası sırasında
verilen ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan
maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
1086 sayılı HUMK. 110. maddesi (6100 sayılı HMK.nın 399. maddesi) hükmü uyarınca ihtiyati tedbir kararı
alan kimse, ihtiyati tedbir kararının haksız olduğunun belirlenmesi halinde
ihtiyati tedbir kararı yüzünden karşı tarafın ve üçüncü kişilerin uğradıkları
zararı gidermekle yükümlüdür. Kural olarak giderim borcunun doğumu için kusur
aranmamaktadır. Bu konuda öğretide, uygulamada ve yargısal inançlarda görüş
birliği vardır. Diğer bir deyişle haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan
zararların gideriminde kusursuz sorumluluk esası
kabul edilmiştir. İhtiyati tedbir kararı alan kişinin sorumluluğuna
hükmedilebilmesi için ihtiyati tedbir kararının uygulanmış olması, ihtiyati
tedbir kararının haksızlığının belirlenmesi, zarar ile ihtiyati tedbir
kararının uygulanması arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir."
27. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 31/10/2012 tarihli ve
E.2012/14520, K.2012/12028 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosya içeriğine, toplanan delillere,
hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle HMK. nün 392 ve 399
maddeleri uyarınca lehine ihtiyati tedbir kararı verilen tarafın haksız
olduğunun anlaşılması ve bu yüzden aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilenlerin
zarara uğraması halinde her zaman tazminat isteminde bulunulabileceğine göre;
davalılar ... vekilinin temyiz itirazı yerinde değildir."
B. Uluslararası Hukuk
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri
yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mülkiyet hakkına
müdahale teşkil eden tedbirlerin makul bir sürede sonuçlanmadığına ilişkin
iddia ve şikâyetleri -ister bir suç isnadı isterse de bir medeni hak ve
yükümlülüğe ilişkin olsun- mülkiyet hakkına etkileri kapsamında
değerlendirmektedir. AİHM mülkiyeti sınırlandıran tedbirlerin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine göre adil
olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla
olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33; Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61; Jucys/Litvanya,
B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36). Bu bağlamda East/West
Alliance Limited/Ukrayna (B. No: 19336/04,
23/1/2014) kararında, başvurucunun mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına
yol açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu
sonucuna varılmıştır (East/West Alliance Limited/Ukraine,
§§ 166-218). Jucys/Litvanya
kararında ise el koyma tedbirinin yaklaşık 8,5 yıl sürdüğüne vurgu yapılarak
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet
yüklediği belirtilmiştir (Jucys/Litvanya, §§ 34-39). Son olarak Poiss/Avusturya (B. No: 9816/82, 23/4/1987)
kararında ise başvurucunun taşınmazından geçici olarak kullanmasının ve
tasarruf etmesinin önüne geçen bir tedbirin uygulanması, mülkiyet hakkına
müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetten barışçıl yararlanmaya
ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş ve müdahaleye konu tedbirin yirmi
dört yıldır devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (Poiss/Avusturya, §§ 61-70).
30. Köktepe/Türkiye (B. No: 35785/03, 22/7/2008)
kararında, taşınmazın tapu kaydına konulan şerhin mülkiyet hakkına etkisi
ayrıntılı olarak tartışılmıştır. AİHM; derece mahkemelerinin anayasal
gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit getirdiği, bu
mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı
meşru bir amacının bulunduğu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî hiçbir işlem
bulunmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun taşınmazı
1993 yılında iyi niyetle edindiğini vurgulamıştır. Mülkiyet hakkına yapılan bu
müdahaleye karşın iç hukukta etkin bir tazminat yolunun mevcut olmadığı ise
kararda özellikle belirtilmiştir. AİHM, başvurucunun mülkiyet hakkından
yararlanmasının engellendiği hâlde bir tazminat ödenmemiş olması nedeniyle kamu
yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri
arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır. Bu doğrultuda
başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış olduğu
kanaatiyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Köktepe/Türkiye, §§ 67-93).
31. Diğer taraftan Joannou/Türkiye
(B. No: 53240/14, 12/12/2017) kararında ise herhangi bir tedbir uygulanmasa
dahi mülkiyet hakkını ilgilendiren bir sürecin belirsizliğe yol açacak şekilde
makul olmayan bir süre devam etmesi mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale
olarak görülmüştür (Joannou/Türkiye, §§ 88-106). AİHM; mülkiyet
hakkının pozitif yükümlülükleri bağlamında kamu makamlarının zamanında, makul
ve uygun bir biçimde hareket etme yükümlülüğü olduğuna işaret etmiştir (Joannou/Türkiye, § 90). Son olarak Kunić/Hırvatistan (B. No: 22344/02, 11/1/2007)
kararında AİHM tarafından mülkiyet hakkına ilişkin olarak devam eden bir
davanın altı yılı aşkın bir süredir devam etmesi makul sürede yargılanma hakkı
yanında ayrıca mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Kunić/Hırvatistan, §§ 64-67).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 19/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
34. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli
ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
35. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya
da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
36. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir ((Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
37. Ferat Yüksel kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların
makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra
edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce
gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna
başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı
sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden
inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
38. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
39. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
40. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
41. Başvurucu; Orman İdaresi tarafından satın aldığı taşınmazın
da aralarında bulunduğu bir kısım taşınmazın 4785 sayılı Kanun kapsamında
devletin eline geçtiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil talebiyle dava
açıldığını belirtmiştir. Başvurucuya göre uyuşmazlık konusu taşınmaz 4/11/1983
tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na aykırı olarak kamulaştırılmıştır.
Başvurucu; dava konusu taşınmaza mahkemece ihtiyati tedbir şerhi konulduğunu,
bu tedbir şerhinin yaklaşık yirmi beş yıldır devam ettiğini ve bu şerh yüzünden
taşınmazı üzerinde tasarrufta bulunamadığını ifade etmiştir. Başvurucu bu
sebeplerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
42. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
43. Başvuru konusu olay bakımından öncelikle başvuru yollarının
tüketilip tüketilmediğine ilişkin olarak değerlendirme yapılması gerekmektedir,
44. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/32011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda
bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle
derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi
koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
45. Somut olayda başvurucu, Orman İdaresi tarafından açılan tapu
iptali ve tescil davasında davalı sıfatıyla taraf durumundadır. Bu davada
Mahkemece uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi
konulmuştur. Başvurucu bu tedbir şerhinin taşınmazı satın aldığı 4/2/1994
tarihinden bu yana devam ettiğini belirterek taşınmazı üzerinde tasarrufta
bulunma yetkisinin sınırlandırılmış olduğundan yakınmaktadır. Öte yandan
davanın sonuçlanmamış olduğu ve tedbir şerhinin de devam ettiği
anlaşılmaktadır.
46. 6100 sayılı Kanun'un 399. maddesi ile hükmün
kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren bir yıl
içinde ihtiyati tedbir kararı nedeniyle zarara uğradığını iddia eden kişilerin
tazminat davası açabileceği hüküm altına alınmıştır. Yargıtay içtihatlarına
göre kişiler, bu tazminat davasını tedbirden yarar sağlayan kişi/kişiler
aleyhine açabileceği gibi devlet aleyhine de açabilecektir. Ancak bu kanun
hükmüne göre tazminata hükmedilebilmesinin belirli koşullarının olduğu kabul
edilmiştir. Buna göre açılacak dava sonucunda tazminata hükmedilebilmesi için
tedbirden dolayı bir zarar doğmuş olmasının yanında ayrıca ihtiyati tedbir
talep edenin haksız çıkması gerekmektedir (bkz. §§ 26-27).
47. Dolayısıyla ihtiyati tedbir talebinin haksız çıkması
koşuluna bağlı olarak açılabilecek bu davanın ihtiyati tedbire ilişkin bütün zararların
giderimini kapsamadığı görülmektedir. Hâlbuki malikin
zararı, tedbirin haksız olmadığı durumlarda da doğabilir. Diğer bir deyişle
yargılama sonunda yararına tedbir uygulanan kişi haklı çıksa bile ilgili yargı
merciinin ihtiyati tedbir uygulanmasına ilişkin karar ve işlemleri sebebiyle
malikin zarara uğraması söz konusu olabilir. Bu bağlamda ihtiyati tedbirin
orantısız şekilde ve gerekli olmadığı hâlde uygulandığına ilişkin şikâyet
-yargılama sonunda hangi taraf haklı çıkarsa çıksın- yargısal makamların
uygulamasından kaynaklanan bir zarara yol açmaktadır. Ancak yargılama sona
erdikten sonra açılması mümkün olan bu dava yolunun -belirtilen şikâyetler
sebebiyle- yargılama devam ederken mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin
tespit edilmesi ve uğranılan zararların gideriminin
sağlanması imkânını tanımadığı anlaşılmaktadır.
48. Başvuru konusu olayda yukarıda değinildiği üzere 6100 sayılı
Kanun'un 399. maddesinde öngörülen tazminat davası, yalnızca yargılama sonunda
lehine tedbir konulan tarafın haksız çıkması durumunda açılabilecek bir başvuru
yolu olduğundan -somut olay bakımından- iddia edilen ihlalin sonuçlarını
giderici ve etkili bir yol olarak görülmemiştir.
49. Dolayısıyla başvurucunun belirtilen bu şikâyeti ile ilgili
olarak etkili bir başvuru yolunun mevcut olmadığı da gözetildiğinde açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
50. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
Başvuruya konu ihtiyati tedbir konulan taşınmaz, tapuda başvurucu adına kayıtlı
bulunmaktadır. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 705.
maddesinin birinci fıkrasına göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille
olur. Uyuşmazlık konusu taşınmazın orman olduğu iddia edilmekle birlikte henüz
başvurucu adına olan tapu kaydı iptal edilmiş değildir. Dolayısıyla mevzuatta
tapu kaydına bağlanan güvenceler de dikkate alındığında mevcut aşama itibarıyla
mülk teşkil ettiği kuşkusuz olan anılan taşınmaz yönünden başvurucunun
Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğunda tereddüt
bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
51. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek
ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma,
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
52. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl
yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin
ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda
sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten
yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir.
Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına
aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını
kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
53. Başvuru konusu olayda başvurucunun satın aldığı taşınmaza
Mahkemece davacı Orman İdaresinin talebiyle ihtiyati tedbir şerhi konmuştur. Bu
ihtiyati tedbirin ise taşınmazın üçüncü kişilere satış, bağış ve benzeri
yollarla devrinin engellenmesine yönelik olduğu görülmektedir. Buna göre uyuşmazlık
konusu taşınmazın üzerinde belirtilen hukuki tasarrufların yapılabilmesi
ihtiyati tedbirin devam ettiği süre boyunca mümkün olamamaktadır. Taşınmazın
tapu kaydına üçüncü kişilere devrini önleyici bir şerh konması bu taşınmazın
yalnızca satış, bağış ve benzeri yollarla devredilmesini değil irtifak hakkı,
ipotek ve diğer ayni hakların tesisi bakımından da caydırıcı bir etkiye yol
açmaktadır. Böyle bir tedbir şerhi taşınmaz üzerinde hukuki tasarruflarda
bulunulmasını sınırladığı gibi tedbirin devam ettiği süre boyunca taşınmazın
değeri üzerinde olumsuz bir etkisinin olacağı da kuşkusuzdur. Dolayısıyla somut
olayda dava konusu taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konması
başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.
54. Başvuru konusu olayda başvurucuya ait tapu kaydı henüz iptal
edilmemiş olduğundan başvurucunun mülkünden yoksun bırakılması söz konusu
değildir. Başvurucunun taşınmaz payına ihtiyati tedbir konulması şeklindeki
müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi niteliği
taşımadığı da açıktır. Bu olayda ihtiyati tedbir şerhinin konulmasıyla
başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak hukuki tasarruflarda bulunma yetkisi
sınırlandırıldığına göre başvurunun mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına
müdahaleye ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
55. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
56. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
(1) Kanunilik
57. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt, hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş
Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
58. Somut olayda başvuruya konu ihtiyati tedbir şerhinin dava ve
kararın verildiği tarih itibarıyla yürürlükte olan 1086 sayılı mülga Kanun'un
101. ve devamı maddeleri hükümlerine göre verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu
Kanun'u ilga eden 6100 sayılı Kanun'un 389. ve devamı maddelerinde de ihtiyati
tedbir konulmasına ilişkin benzer hükümlere yer verilmiştir. Söz konusu kanun
hükümlerinin açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate
alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayandığı
kuşkusuzdur.
(2) Meşru
Amaç
59. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde
getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her
somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah,B.
No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
60. 6100 sayılı Kanun'un 389. maddesi uyarınca dava açmaya yol
açan mevcut durumda meydana gelecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesi
önemli ölçüde zorlaşacak veya imkânsız hâle gelecek ise veya gecikme hâlinde,
dava konusu hakkında bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe
edilen durumlarda ihtiyati tedbir kararı verilebilmesi öngörülmüştür. Bu
Kanun'un 391. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de ihtiyati tedbir kararı,
tedbire konu olan mal veya hakkın muhafaza altına alınması, bir yediemine
tevdii ya da bir şeyin yapılması veya yapılmaması gibi sakıncayı ortadan
kaldıracak veya zararı engelleyecek her türlü tedbiri içermektedir. Böylelikle
geçici bir hukuki koruma türü olan ihtiyati tedbir yoluyla ileride açılacak
veya görülmekte olan bir davanın sonucunun etkisiz veya anlamsız kalmaması
hedeflenmektedir.
61. Diğer taraftan Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası
gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden biri olan ormanların
korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun
koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM,
E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014).
62. Dolayısıyla gerek uyuşmazlık konusu taşınmazın orman olduğu
iddia edilmekle ormanların korunması gerekse de uyuşmazlığın ilgili olduğu mal
varlığı değerine ilişkin olarak davanın sonucunu güvence altına almayı
amaçlayan başvuruya konu müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı
içerdiği anlaşılmaktadır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
63. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
64. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç
bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale
ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§ 38).
65. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
66. Mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının
ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı
olarak uygulanması gerekir. Bireylerin mülkiyet haklarıyla ilgili olarak bu ve
benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması kaçınılmazdır. Ancak bu
zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması veya böyle
bir zararın oluşması durumunda kamu makamlarınca uygun yöntem ve vasıtalarla
makul sürede gideriminin sağlanması gerekmektedir.
Buna göre mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu
tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı
bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet
hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri
uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma
yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre
devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz
olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş
olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve
Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 73).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
67. Somut olayda Orman İdaresi tarafından uyuşmazlık konusu
taşınmaza yönelik olarak 15/5/1989 tarihinde tapu iptali ve tescil davası
açılmıştır. Davacı Orman İdaresinin talebi üzerine Mahkeme, başvurucunun
10/5/1991 tarihinde satın aldığı taşınmazın tapu kaydına 4/2/1994 tarihinde
ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar vermiştir. Buna göre söz konusu davanın
15/5/1989 tarihinden beri devam ettiği, davaya konu bu taşınmaz üzerindeki
ihtiyati tedbir şerhinin ise 4/2/1994 tarihinden itibaren mevcut olduğu
anlaşılmaktadır. Bu tedbirin belirtilen konulma tarihine göre başvurucunun
taşınmazı satın aldığı tarihte taşınmazın tapu kaydında böyle bir ihtiyati
tedbir şerhinin mevcut olmadığı görülmektedir.
68. Yargılama dolayısıyla uygulanan tedbir şerhinin öngörülen
kamu yararı amacını gerçekleştirmek için elverişli olduğu ve bu tedbirin
uygulanmasının gerekli de olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre somut olayın,
elverişlilik ve gereklilik kriterlerinin tartışılmasını gerektiren bir yönü
bulunmamaktadır.
69. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi
bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki
olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve
dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan tedbirle
başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti
gerekmektedir.
70. Bu bağlamda öncelikle başvurucunun uygulanan tedbire karşı
iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının
tanınmadığı yönünde bir şikâyetinin olmadığını belirtmek gerekir. Başvurucu
esas itibarıyla söz konusu tedbirin makul bir süreyi aşması yüzünden mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüzleştiğinden
yakınmaktadır.
71. Mahkeme tarafından taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir
şerhi konmasıyla başvurucu mülkünden -mevcut aşama itibarıyla- yoksun
bırakılmamıştır. Ayrıca taşınmaza fiilen el atılmadığı, başvurucunun taşınmazı
fiilen kullanmasının ve yararlanmasının önünde herhangi bir engelin de
bulunmadığı görülmektedir. Bunun yanında tedbirin yalnızca uyuşmazlığa konu
taşınmaz ile sınırlı olarak uygulandığı da dikkate alınmalıdır. Ancak yukarıda
da değinildiği üzere bu tedbir şerhi nedeniyle başvurucunun taşınmazı ile
ilgili ekonomik ve hukuki tasarruflarda bulunması önemli ölçüde sınırlandırılmıştır.
Üstelik söz konusu sınırlandırmanın taşınmazın değeri üzerinde olumsuz bir
etkisinin bulunduğu da açıktır.
72. Dava konusu mal varlığı değerine tedbir konulmasının esas
amacı, yargılama neticesinde verilecek kararın sonuçsuz kalmasını önlemektir.
Ayrıca somut olay bakımından dava konusu taşınmazın orman olduğu iddia
edilmektedir. Bir ülkenin en önemli doğal yaşam alanı olan orman alanlarının
korunması bakımından toplumsal yararın ne kadar baskın ve ağır olduğu
ortadadır. Kamu makamlarının bu alanların korunması için gerekli tedbirlerin
alınmasında geniş bir takdir yetkisinin olduğu kabul edilmelidir. Buna göre
orman olduğu iddiasıyla açılan somut başvuruya konu davada yalnızca dava konusu
taşınmaz ile sınırlı olarak ve bu taşınmazın üçüncü kişilere devrini önleyecek
şekilde ihtiyati tedbir şerhi konmasının belirtilen takdir yetkisi kapsamında
kaldığı değerlendirilmektedir.
73. Ancak başvuru konusu olayda, başvurucunun taşınmazının tapu
kaydına konulan ihtiyati tedbir şerhinin 4/2/1994 tarihinden bu yana yaklaşık
yirmi beş yıldır devam ettiği görülmekte olup bu sürenin makul olmadığı
kuşkusuzdur. Kaldı ki taşınmaz payının başvurucuya satışından sonra başvuruya
konu tedbir şerhinin konduğu dikkate alındığında başvurucunun taşınmazı satın
aldığı tarih itibarıyla bu taşınmazın orman olduğunu veya dava konusu olduğunu
bilebilecek durumda olmadığı da anlaşılmaktadır.
74. Bu itibarla gerek ormanların korunması gerekse de davanın
sonucunun etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin
alınması ve bu tedbirler kapsamında somut olayda olduğu gibi taşınmaz üzerinde
belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunmasının sınırlandırılması
bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu
tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de
yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda, tedbiri uygulayan kamu makamlarının
söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve
ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir.
75. Somut olayda ise başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak
uygulanan ihtiyati tedbirin yaklaşık yirmi beş yıldan bu yana devam etmesinin
mülkiyet hakkı sınırlandırılan başvurucuyu -bu sürenin uzunluğu dikkate
alındığında- makul olandan daha fazla bir zarara uğrattığı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla başvurucunun taşınmazı üzerinde hukuki tasarruflarda bulunmasını
sınırlandıran başvuruya konu ihtiyati tedbir şerhinin yaklaşık yirmi beş yıldır
devam ettiği ve başvurucunun bu yüzden doğan zararının ise giderilmediği
gözetildiğinde müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir
külfet yüklediği anlaşılmaktadır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile
kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu
ve müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
77. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir...
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
78. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
79. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
80. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden
kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun
belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet
Doğan, § 57).
81. Başvurucu, tazminat talebinde bulunmuştur.
82. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati tedbirin uygulanmasının makul
bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
83. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ihtiyati
tedbirin kaldırılmasını gerektirmemektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi
mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine
ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve
özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati
çekmektedir.
84. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir.
Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek
olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zararı ortaya koyan somut bilgi veya
belgeler sunması gerekmektedir. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam 2.681,10 TL tutarındaki yargılama
giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam
2.681,10 TL tutarındaki yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ortaca 2. Asliye Hukuk
Mahkemesine (E.2013/188) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
19/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.