TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
SALİH RECEP ŞİRİN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/5173)
Karar Tarihi: 30/10/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Volkan SEVTEKİN
Başvurucu
Salih Recep ŞİRİN
Vekili
Av. Özlem Fidoş YILDIZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tapu iptali ve tescili davasının hak düşürücü sürede açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, bir aile şirketi olan ve hâlihazırda tasfiye olmuş S.K. Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin (şirket) olay tarihinde hissedarlarındandır.
7. Başvurucu, şirkete ait arsa üzerinde inşaatına başlanan ve muris babasının da yapımının tamamlanmasını sözlü olarak vasiyet ettiği cami inşaatının bitirilebilmesi için kendi mal varlığını kullandığını ancak bu durumun kendisini ekonomik anlamda zorladığını ifade etmektedir. Başvurucunun beyanına göre bu nedenle tasfiye memuru ve ortağı olduğu şirketin bir kısım taşınmazlarını satmaya karar vermiştir.
8. 2008 yılında alınan ve şirkete ait taşınmazların satış yetkisini de içeren yönetim ve genel kurul kararları uyarınca şirketin on yedi adet taşınmazı farklı tarihlerde üçüncü kişilere satılmıştır. Başvurucu anılan kararlardaki imzaların kardeşleri (H.S.G., S.T., A.Ç., S.S.D.) tarafından değil de kim olduğunu bilmediği başkaları tarafından atılmış olduğunu sonradan öğrendiğini ve taşınmazların satışından elde edilen gelirin caminin tamamlanmasında kullanıldığını açıklamaktadır.
9. Şirkete ait söz konusu taşınmazların satılması sonrasında başvurucunun kardeşleri (şirketin diğer hissedarları) tarafından taşınmazları satın alan üçüncü kişiler aleyhine satış işlemlerine dayanak imzaların sahte olduğu iddiasıyla Körfez Asliye Hukuk Mahkemesinde 15/3/2010 tarihinde on yedi ayrı tapu iptali ve tescili davası açtıkları anlaşılmaktadır.
10. Başvurucu; bir yandan taşınmazları satın alan üçüncü kişilerin baskıları, diğer taraftan satış işlemlerine konu imzaların sahteliği iddiasıyla kendisini Savcılığa şikâyet edeceklerine ilişkin kardeşlerinin tehdidi altında 17/6/2010 tarihli sulh protokolünü imzalamak zorunda kaldığını iddia etmektedir.
11. Başvurucu ile kardeşleri arasında imzalanan sulh protokolü kapsamında başvurucunun protokole konu taşınmazlardaki hisseleri ile şirkete ait hissesini kardeşlerine devretmesi karşılığında, şirkete ait olan ve üçüncü kişilere satılan taşınmazlara ilişkin açılan tapu iptali ve tescili davalarından feragat edildiği anlaşılmaktadır.
12. Başvurucu anılan protokolü, hakkında ceza davası açılması tehdidi altında ve toplumdaki saygınlığını yitireceği korkusu ile imzaladığını belirterek davalı kardeşleri aleyhine 9/2/2012 tarihinde Körfez 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) bireysel başvuru konusu olan korkutma (ikrah) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili davasını açmıştır.
13. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden; şirketin genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarında alınan kararlarda imzalarının taklit edildiğini bildiren davalılar, bu kararlarla başvurucunun şirkete ait taşınmazların satışı için kendisini tek imza ile yetkili kıldığını, bu yetkiye dayanarak hukuka aykırı satış işlemleriyle haksız kazanç elde ettiğini belirtmişlerdir. Taşınmaz satışlarından haberdar olmaları üzerine başvurucu ile görüşerek zararlarının telafisini istediklerini ancak başvurucunun iyi niyetli olmadığını anlamaları üzerine üçüncü kişilere satılan taşınmazlar hakkında tapu iptali ve tescili davalarını açtıklarını ifade etmişlerdir. Taşınmazları satın alan üçüncü kişilerin ise başvurucudan satış bedellerinin iadesini veya davalardan vazgeçilmesini istemeleri üzerine başvurucunun anlaşma teklifi nedeniyle 17/6/2010 tarihli protokolünün imzalandığını bildirmişlerdir. Söz konusu davalardan feragat ederek satışlara sıhhat kazandırdıklarını, başvurucunun varlığını iddia ettiği baskı ve tehdit durumunun protokol gereklerinin yerine getirildiği 8/7/2010 tarihinde ortadan kalktığını, bu tarihten başlayacak bir yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini ileri sürmüşlerdir.
14. Başvurucu ise davalıların evrakta sahtecilik yapıldığı iddiasıyla şikâyette bulunma tehdidinin ceza zamanaşımı süresince devam etmekte olduğunu, maddi kaybının çok büyük olması dolayısıyla davalıların şikâyette bulunma tehditlerine rağmen sonuçlarını göze alarak bu davayı ikame ettiğini ifade etmektedir.
15. Mahkemenin karar duruşmasında başvurucu vekili hak düşürücü süre itirazını kabul etmediklerini belirterek öncelikle hak düşürücü süre ile ilgili karar verilmesini istemiştir. Mahkeme aynı oturumda, suç duyurusunda bulunmak suretiyle korkutma durumunun devam ettiğine dair başvurucu vekilinin tanık dinletilmesi talebini reddetmiştir.
16. Mahkeme 13/11/2012 tarihli kararı ile sulh protokolünün düzenlendiği tarihten dava tarihine kadar bir buçuk yıldan uzun bir sürede davalıların şikâyette bulunmadıklarını ve bu durumun davacı (başvurucu) vekilinin beyanı ile de sabit olduğunu, davalıların şikâyet hakkını kullanarak davacının cezai soruşturmaya maruz kalacağı korkutmasının kabulünün soyut bir iddiadan öteye geçmediğini belirterek davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar vermiştir.
17. Başvurucunun temyizi üzerine duruşmalı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin (Daire) 25/3/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Karar düzeltme talebi Dairenin 21/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
18. Ret kararı 25/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 23/3/2015 tarihinde yasal süre içerisinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Korkutma" kenar başlıklı 37. maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:
"Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir."
20. 6098 sayılı Kanun’un 38. maddesi şöyledir:
"Korkutulan, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılır.
Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutmasıyla sözleşme yapıldığında, bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması hâlinde, korkutmanın varlığı kabul edilir."
21. 6098 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
"Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.
Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 30/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; sulh protokolünü korkutma nedeniyle irade bozukluğu altında imzaladığı iddiasına yönelik tanıklarının dinlenmediğini, Dairenin onama kararının gerekçesiz olduğunu ayrıca korkutmaya ilişkin kanun hükmünün hatalı uygulandığını ve korkutma şartlarının doğru değerlendirilmeyerek açtığı davanın eksik araştırma sonucu hukuka aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesi ile mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü korkutma hukuksal nedenine dayalı olarak açtığı davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmaması nedeniyle reddedilmesine ilişkin olduğundan ihlal iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
25. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
26. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
27. Dava açmayı imkânsız kılacak ya da aşırı zorlaştıracak ölçüde kısa olmadıkça dava açma ya da kanun yollarına başvurma için belli sürelerin öngörülmesi, hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve tek başına bu durum mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27). Bu nedenle usul kurallarını uygularken mahkemelerin yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten ve kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
28. Diğer taraftan belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını, delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp bu husustaki görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını değerlendirmektir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
29. Somut olayda başvurucu, davalı kardeşlerinin tehdidi altında sulh protokolünü imzalamak zorunda kaldığını ve protokol kapsamındaki taşınmazlar ile şirket hisselerini kardeşlerine devrettiğini iddia ederek başvuru konusu olan tapu iptali ve tescili davasını açmıştır. Mahkeme, başvurucunun cezai soruşturmaya maruz kalacağı korkutmasının kabulünün soyut bir iddiadan öteye geçmediğini belirterek bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir (bkz. § 16).
30. Başvurucunun davasının hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmektedir. Anılan müdahale 6098 sayılı Kanun'un 39. maddesine dayalı olup müdahalenin kanuni bir dayanağı mevcuttur. Öte yandan hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Bu ilkelerin sağlanması amacıyla adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilebilir.
31. Kanun koyucu korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıllık hak düşürücü süre öngörerek mahkemeye erişim hakkına ilişkin bir sınırlama getirmiştir. Bu sınırlama, mahkemelerin uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında sağlıklı karar vermeleri ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Diğer yandan usule ilişkin işlemlerin bir süre ya da sınırlamaya tabi tutulması davanın diğer tarafının sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellediği gibi dolaylı şekilde yargılamaların hızlandırılması ve mahkemelerin iş yükünün azaltılmasını da hedeflemektedir. Dolayısıyla protokolün korkutmaya dayalı olarak yapıldığı iddiasının korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıllık süre koşuluna bağlanmasının meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Anılan bu sürenin mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirdiği, önemli ölçüde zorlaştırdığı ya da öngörülemez olduğunu söylemek mümkün değildir.
32. Somut olayda Mahkeme, korkutmanın etkisinin devam ettiği diğer bir deyişle hak düşürücü süresinin başlangıcıyla ilgili olarak öne sürülen cezai soruşturmaya maruz kalınacağı iddiasının soyut bir iddia olduğunu kabul etmiştir. Protokol tarihinde taraflar arasındaki hukuki ihtilafın sona erdiğini ancak bu tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde davanın açılmadığı değerlendirmesiyle kararını vermiştir. Bu sonuca varırken tarafların kardeş olmasını, aralarındaki hukuki ihtilafı protokol sonrası devir işlemiyle çözmüş olmalarını, protokol sonrasında bir buçuk yıldan fazla geçen süreyi ve ceza zamanaşımı süresinin doğrudan esas alınamayacağı gibi objektif bir kısım sebepleri vurgulamıştır. Diğer yandan başvurucunun dinletmek istediği tanıkların dava dilekçesinde ifade edildiği üzere sulh protokolünü korkutma altında imzaladığı iddiasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Sulh protokolü tarihinde ve sonrasında başvurucu hakkında suç duyurusunda bulunularak hakkında ceza davası açılabileceği şeklinde bir kimsenin öznel hâline bağlı korku durumunun tanık beyanlarıyla aydınlatılmasının yeterli olmayacağının yorumu ve değerlendirmesi derece mahkemesinin görevidir. Mahkemenin, hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle davayı reddederken diğer tarafın tanıklarını da dinlemeye lüzum görmeyerek başvurucuyu usule ilişkin imkânlar yönünden dezavantajlı konuma düşürmediği anlaşılmaktadır.
33. Bu itibarla yapılan açıklamalar ışığında; bir yıllık hak düşürücü süresinin kanuni bir dayanağının ve meşru bir amacının bulunduğu, ilk derece mahkemesince kanun hükmünün hangi nedenlerle uygulandığının somut uyuşmazlık ve delillerle bağlantı kurularak gerekçesiyle birlikte açıklandığı, Dairenin de değerlendirme konusu hüküm ve gerekçesini uygun bulunduğu dikkate alındığında, usul kurallarının yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı bir şekilde uygulanmadığı ve varılan sonucun gözetilen meşru amaç ile korunmak istenen hak açısından orantılı olduğu görüldüğünden mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
34. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 30/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.