TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DURALİ GÜMÜŞBAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/6427)
|
|
Karar Tarihi: 10/10/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Eşref Uğur ŞENOL
|
Başvurucu
|
:
|
Durali GÜMÜŞBAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Şaban GÜRBÜZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ankara ili Altındağ ilçesi Yıldıztepe (Güneşevler) Mahallesi 23791 ada 5 parsel sayılı taşınmazın
malikidir. Başvurucunun beyanına göre taşınmaz, murisi tarafından 16/8/1966
tarihinde edinilmiş ve üzerindeki bina da bu tarihten kısa bir süre sonra inşa
edilmiştir. Yine başvurucu, murisi tarafından 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı
İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785
Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun hükümlerinden yararlanmak amacıyla 11/2/1985 tarihli başvurunun
yapıldığını ifade etmiştir.
9. Başvurucu, murisi tarafından Belediye İmar Müdürlüğüne
yapılan 31/3/1983 tarihli başvuru neticesinde başvuru masrafı olarak 2.000
TL'nin Belediye İmar Müdürlüğünün Ziraat Bankası hesabına yatırıldığını
belirtmiştir.
10. Altındağ Belediyesi (Belediye) tarafından imar uygulaması
sonucunda başvurucuya ait taşınmaz üzerindeki gecekondunun bir kısmının imar
yolunda kaldığı gerekçesiyle bu kısmın yıkımına ve yine bu kısımda kalan
ağaçların da kaldırılmasına karar verilmiştir.
11. Başvurucu, yıkım kararı üzerine 26/6/2007 tarihinde Ankara
10. Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak taşınmaz üzerindeki yapı ve ağaçların
değerinin tespitini talep etmiştir. Tespit talebi üzerine alınan bilirkişi
raporunda, binanın imar yolunda kalan kısmının yapı değeri ile yıkımdan arta
kalan kısmının kullanılabilir hâle getirilmesi için gerekli masrafın toplamının
15.779,25 TL; taşınmaz üzerindeki ağaç bedellerinin ise 2.320 TL olduğu tespit
edilmiştir.
12. Başvuru formu ve eklerinde binanın hangi tarihte yapıldığına
ilişkin bir bilgi yer almamaktadır. Diğer taraftan başvurucunun binanın 1983 yılı
öncesinde yapıldığına ilişkin beyanına karşı idare tarafından derece
mahkemelerine bir itirazda bulunulmamıştır. Binanın yıkım tarihi de yine
başvuru formu ve eklerinden anlaşılmamakla birlikte yıkım işlemi üzerine
başvurucu tarafından 2007 yılında dava açıldığı dikkate alındığında söz konusu
yapının belirtilen tarihler arasında en az yirmi dört yıl süre boyunca
kullanıldığı değerlendirilmiştir.
13. Başvurucu, imar uygulaması kapsamında yıkım nedeniyle oluşan
zararının tazmin edilmemesi nedeniyle 27/12/2007 tarihinde Belediye aleyhine
alacak davası açmıştır. Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi davanın idari
yargının görev alanına girip girmediği noktasında karar verilmek üzere dosyanın
Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Danıştay Başsavcılığının
21/7/2008 tarihli kararıyla olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılarak dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi yönünde hüküm tesis edilmiştir. Mahkemece
bu karar doğrultusunda 6/11/2008 tarihli kararıyla görevsizlik kararı verilerek
dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir.
14. Uyuşmazlık Mahkemesinin 2/3/2009 tarihli kararıyla davanın
çözümünde idari yargının görevli olduğu karara bağlanmıştır. Bu karar üzerine
davaya Ankara 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) devam edilmiştir. Başvurucu; anılan
davada 2981 sayılı Kanun kapsamındaki imar affı hükümlerinden yararlanmak
istemiyle murisi tarafından süresi içinde başvuru yapıldığını, başvuru
masrafının ödendiğini, 2981 sayılı Kanun'un 14. maddesinde düzenlenen hak
sahibi olamayacak kişiler kapsamında olmadığını öne sürmüştür. Başvurucu,
taşınmaz üzerindeki binanın 1/10/1983 tarihinden önce yapıldığının murisi
tarafından yapılan başvuru üzerine Belediye tarafından tespit edildiğini
belirtmiştir. Davalı Belediye, başvurucunun bu yöndeki beyanlarının aksine bir
şey söylememektedir. Belediye; davaya karşı savunmasında, başvuruya konu
taşınmaz için geçerli bir imar affı müracaatının bulunmadığını ileri sürmüştür.
15. Mahkeme 26/7/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararda, imar planı kapsamında yol olarak belirlenen alan üzerinde yer alan
yapının ruhsatsız olmasına rağmen imar affı yasasından yararlanan bir yapı
olması durumunda enkaz bedelinin ödenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Fakat
Mahkeme kararında, başvurucu tarafından imar affından yararlanmak amacıyla
yapılan bir başvurunun olup olmadığı ve bu konunun akıbeti hakkında herhangi
bir değerlendirmeye yer verilmemiştir. Sonuç olarak görev ve sorumluluğu
bulunan idare açısından gecekondunun yıkılmasının hizmet kusuru olarak
değerlendirilemeyeceği, yapının yıkımı nedeniyle oluşan zararın idare
tarafından tazmin edilmesinin hukuken mümkün olmadığı belirtilerek davanın
reddine karar verilmiştir.
16. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Ondördüncü
Dairesinin 16/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiş, karar onanmıştır. Karar
düzeltme isteminin de aynı Dairenin 25/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmesi
üzerine karar kesinleşmiştir.
17. Nihai karar, başvurucu vekiline 17/3/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu 15/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun
"Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar"
kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:
“Bu
Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat
alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı
ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir
şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki
inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.
Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine
asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.
Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı
sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden
veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.
Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın
giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu,
inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve
inşaatın devamına izin verilir.
Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata
aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu
kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı
sahibinden tahsil edilir.”
20. 2981 sayılı Kanun’un
"Bu Kanun hükümlerinden yararlanamayacak olanlar" kenar
başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki
durumlara uyan yapılar bu Kanun hükümlerinden yararlanamazlar:
....
10 Kasım 1985 tarihinden sonra yapılan
gecekondular ile inşaasına başlanan imar mevzuatına,
ruhsat ve eklerine aykırı yapılar ve (...) (1) Çanakkale Boğazında 2 Haziran
1981 tarihinden sonra yapılan gecekondular ile 1 Ekim 1983 tarihinden sonra
inşasına başlanan imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı yapılar”.
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet
hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin
bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak
özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §
63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 129).
22. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak
müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini
belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal
varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı
kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya
[BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn
Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No:
42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği
kararlar için bkz. Pine Valley Developments
Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87,
29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98,
24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No:
17849/91, 20/11/1995, § 31).
23. Öneryıldız/Türkiye kararına konu olayda, Ümraniye
çöplüğünde meydana gelen metan gazı patlaması sonucu gerçekleşen toprak kayması
dolayısıyla başvurucuya ait gecekondu zarar görmüştür. AİHM, başvurucunun
konutunun bulunduğu taşınmazın Hazineye ait olduğunu ve bir gün bu taşınmazı
devralma beklentisinin mülk teşkil etmediğini kabul etmiştir. Ancak AİHM, 1988
yılında ruhsatsız olarak inşa edilmesinden 1993 yılında meydana gelen kazaya
kadar belediye makamlarınca anılan taşınmazda bulunan gecekondunun
yıktırılmadığına dikkat çekmiştir. Kararda; yetkili makamların başvurucu ve
yakın akrabalarının bu evde oluşturdukları toplum ve aile çevresinde hiç
rahatsız edilmeden yaşamasına izin verildiği, üstelik başvurucudan emlak
vergisi alındığı ve ücret karşılığında başvurucunun kamu hizmetlerinden
yararlanmasının sağlandığı belirtilmiştir. AİHM bu sebeple yetkili makamların
başvurucu ve akrabalarının meskenleri ile taşınır mallarında mülkiyet hakkına
ilişkin bir menfaate (proprietary interest) sahip
olduğunun fiilî (de facto)
olarak kabul edildiği tespitinde bulunmuştur. AİHM; imar uygulamaları
bakımından belirli bir takdir yetkisi olduğunu ancak bu takdir hakkının
zamanında, uygun ve hepsinden önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme
yükümlülüğünü sona erdirmeyeceğini belirtmiştir. AİHM'e
göre somut olayda bu yükümlülüğe uyulmadığı gibi kaçak yapıları engellemeye
yönelik kanunların uygulanmasında oluşturulan belirsizliğin başvurucunun
meskenine ilişkin durumun bir gece içinde değişebileceğini sanmasına neden
olması mümkün değildir. AİHM, başvurucunun meskenine yönelik mülkiyet hakkına
ilişkin menfaatinin Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin ilk cümlesi çerçevesinde önemli bir menfaat ve
dolayısıyla bir mülk oluşturduğu
sonucuna varmıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 124-129).
24. Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No:
22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay, 1997 yılında yaptırılan başvuruculara
ait konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri
konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini
reddetmişlerdir. Öneryıldız/Türkiye kararına atıfla ruhsatsız olarak
yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı
yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek tapuya tescil edilen
konut yönünden başvurucuların Sözleşme'ye ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil
edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM; başvuruyu
genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin
birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni
dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68, 69).
Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan
maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi,
başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı
arasındaki adil dengeyi bozmuş; başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet
yükletilmesine yol açmıştır. AİHM, bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet
haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70, 71).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 10/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
26. Başvurucu; murisinin 2981 sayılı Kanun hükümlerinden
yararlanmak için süresi içinde başvuru yaptığını, bu kapsamda üzerine düşen
hukuki sorumlulukları yerine getirdiğini, bu nedenle binanın kaçak yapı statüsünde
olmadığını savunmaktadır. Başvurucu, imar uygulaması kapsamında Belediye
tarafından imar yollarının açılması sonucunda binanın bir kısmının yıkılmasına
ve ağaçların sökülmesine rağmen taşınmaz üzerindeki yapının kaçak olduğu
gerekçesine dayanılarak zararının giderilmemesinden yakınmaktadır. Bu bağlamda
başvurucu, adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile kanuni hâkim güvencesi
ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkı dışında adil
yargılanma hakkı ve kanuni hâkim güvencesi ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmektedir. Somut olayda başvurucunun asıl şikâyetinin imar planında kamu
hizmeti alanında kalan taşınmazı üzerindeki yapının yıkılmasına ve ağaçların
sökülmesine rağmen yapının kaçak olduğu gerekçesiyle zararın giderilmemesine
yönelik olduğu anlaşılmakla başvurucunun bütün şikâyetleri mülkiyet hakkının
ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
i. Genel İlkeler
30. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No:
2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54).
31. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye
bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı
hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda
mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve
diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
32. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve
ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -bu konudaki menfaati ne kadar
güçlü olursa olsun- mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36).
33. Kamu malı niteliğindeki taşınmazlar (arazi) üzerinde şehir
planlaması ile ilgili düzenlemelere aykırı olarak inşa edilen yapıların
kullanılmasından kaynaklanan ekonomik menfaatin bazı durumlarda Anayasa'nın 35.
maddesi kapsamında mülk teşkil etmesi mümkündür. Bu bakımdan şehir planlaması
ile ilgili düzenlemelere aykırı şekilde inşa edilmiş olması sebebiyle idari
makamlarca yapının her an yıkımı mümkün bulunmasına rağmen bu yönde bir
girişimde bulunulmaması ve önlem alınmaması, uzunca bir süre bu duruma sessiz
kalınması, esasen yapı sebebiyle vergi tahsil etmek veya yapı için kamu
hizmetlerinden yararlandırılması suretiyle bu alanlarda sosyal ortam ve aile
ortamının oluşturulmasına izin verilmesi hâlinde, inşa edilen yapının
kullanılmasından kaynaklanan ekonomik değerin Anayasa'nın 35. maddesi
çerçevesinde önemli bir mal varlığı değeri ve dolayısıyla bir mülk oluşturduğunun kabul edilmesi gerekir
(Nazif Kılıç, B. No: 2014/5162,
15/6/2016, § 35).
34. Anayasa Mahkemesi Nazif
Kılıç başvurusunda, gecekondunun başvurucu tarafından yaptırıldığına
ve uzun bir zamandan bu yana kullanıldığına dikkat çekmiştir. Kararda; kaçak
olarak inşa edildiği anlaşılan gecekondunun yıkımı ve izinsiz dikilen ağaçların
sökülmesi için gerekli imkânlara sahip bulunan idarece uzun bir süre girişimde
bulunulmadığı gibi belediyecilik hizmetleri sunulması suretiyle bu alanda
sosyal ortam ve aile çevresinin kurulmasına müsaade edilmesi karşısında yıkılan
gecekondu ve sökülen ağaçların kullanımının başvurucu yönünden önemli bir
ekonomik menfaat teşkil ettiği, bu yönden başvurucunun mülkiyet hakkının
bulunduğu kabul edilmiştir (Nazif Kılıç,
§ 40).
35. Ayşe Öztürk
(B. No: 2013/6670, 10/6/2015) başvurusu ise tapu tahsis belgesi bulunan
taşınmaz üzerindeki konutun tazminat ödenmeksizin yıktırılmasına ilişkindir. Bu
kararda da tapu tahsis belgesiyle başvurucuya tahsis edilen arazi üzerinde
başvurucu tarafından bina yapıldığı ve binanın uzun süredir kullanıldığı,
Maliye Hazinesi tarafından bina yapılmasına veya kullanılmasına engel
olunmadığı gibi binaya ilişkin emlak vergilerinin de tahsil edildiği
vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesi -arazi üzerindeki binanın başvurucu
tarafından yapılarak kullanıldığı ve Maliye Hazinesinin herhangi bir itirazının
olmadığı dikkate alındığında- bina üzerinde başvurucunun mülkiyet hakkının
bulunduğunu kabul etmiştir (Ayşe Öztürk,
§ 85).
36. Rifat Algan (B. No: 2014/19138, 22/2/2018) ve İrfan Öztekin (B. No: 2014/19140,
5/12/2017) başvurularına konu olayda, 2005 yılında idarenin yapmış olduğu okul
inşaatı sırasında meydana gelen toprak kayması sonucunda başvurucuların
taşınmazları üzerinde kaçak olarak inşa edilen yapılar zarar görmüştür.
Kararda; kaçak olarak inşa edildiği anlaşılan yapıların yıkımı için idarenin
gerekli imkânlara sahip olmasına rağmen yaklaşık yirmi iki yıl gibi uzun bir
süre girişimde bulunmadığı gibi bu süre zarfında başvurucuların belediyecilik
hizmetlerinden de yararlandırıldığı, bu süre zarfında başvurucuların bu
binalarda sosyal ortam ve aile çevresinin kurulmasına müsaade edildiği
vurgulanmıştır. Dolayısıyla bu kadar uzun bir süre boyunca söz konusu binanın kullanımının
başvurucular bakımından önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği sonucuna
varılmıştır (Rifat Algan, §§ 49-51; İrfan Öztekin §§ 43-45).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
37. Somut olayda Belediye tarafından imar uygulaması kapsamında
belirlenen imar yollarının açılması için çalışma yapılmıştır. Bu kapsamda
başvurucunun taşınmazının imar yolunda kalan kısmı üzerindeki bina ve
müştemilatı Belediye tarafından yıkılmış, ağaçlar sökülmüştür. Fakat taşınmaz
üzerindeki yapının kaçak olarak inşa edildiği gerekçesiyle başvurucunun zararı
karşılanmamıştır. Başvurucu, zararın tazmini için idari ve yargısal yollara
başvurmasına rağmen bir sonuç elde edememiştir. Derece mahkemelerinin davanın
reddine ilişkin temel gerekçeleri, binanın yapı ruhsatının ve kaçak olarak inşa
edilen binanın yıkımı sebebiyle oluşan zararın idare tarafından karşılanmasının
yasal dayanağının bulunmadığıdır.
38. Öte yandan derece mahkemelerince başvurucunun murisi
tarafından yapılan geçerli bir imar affı müracaatının bulunup bulunmadığı
hususunun inceleme konusu yapılmadığını, bu hususun kararda tartışılmadığını da
belirtmek gerekir. Söz konusu binanın 2981 sayılı Kanun hükümlerinden
yararlanmasının gerekip gerekmediği hususu derece mahkemelerince yargılama
konusu yapılmadığından bu husus Anayasa Mahkemesince değerlendirilmeyecektir.
Anayasa Mahkemesince değerlendirme konusu yapılacak husus, 1/10/1983 tarihinden
önce inşa edildiği ihtilaf konusu olmayan binanın yıkım tarihine kadar yaklaşık
yirmi dört yıl süresince başvurucu tarafından kullanılmasının bir mülk teşkil
edip etmeyeceğine ilişkin olacaktır.
39. Bu bağlamda yapı ruhsatı olmadan inşa edildiği ortada olan
bu yapının yıkımı için gerekli imkânlara sahip olan idarece uzun bir süre
girişimde bulunulmadığını söylemek gerekir. Kamu makamlarının binanın yıkımı
amacıyla uzun bir süre işlem yapmaması belirsizliğe yol açmakla birlikte
başvurucu yönünden bu durumun değişmeyeceğine yönelik meşru bir beklenti
oluşmasına sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla bu kadar uzun bir süre boyunca
söz konusu binanın kullanımının başvurucu bakımından önemli bir ekonomik
menfaat teşkil ettiği ve bu yönden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi
uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut
olduğu kabul edilmiştir. Diğer yandan imar yolunda kalan kısım üzerinde yer
alan ağaçların başvurucu açısından mülk olarak değerlendirilmesi gerektiği de
kuşkusuzdur.
b. Müdahalenin Varlığı
40. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl
yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin
ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda
sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten
yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir.
Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına
aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını
kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
41. Somut olayda Belediye tarafından yürütülen yol açma
çalışması sırasında başvurucuya ait bina tazminat ödenmeksizin yıkılmış,
ağaçlar sökülmüştür. Dolayısıyla kamu makamlarının doğrudan yürütmekte olduğu
bir faaliyet sırasında başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale söz
konusudur.
42. Mülkiyet hakkı yönünden şikâyet edilen temel husus taşınmaz
üzerindeki yapının tazminat ödenmeksizin yıkılmasına ilişkindir. Anayasa Mahkemesi daha önce benzeri
başvuruları mülkiyetten barışçıl yararlanma
hakkına saygıya ilişkin genel kural çerçevesinde incelemiştir (İrfan Öztekin, § 47; Rıfat Algan,§ 53). Somut olayda da bu ilkeden ayrılmayı
gerektirir bir durum bulunmamaktadır.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
43. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
44. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
45. Somut olayda Mahkeme, ruhsatsız yapıların yıkılmasının idare
açısından yasal bir hak ve sorumluluk olduğunu vurgulamıştır. Bu itibarla
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yasal dayanağını 3194 sayılı
Kanun'un 32. maddesi oluşturduğundan müdahalenin kanunilik ölçütünü taşıdığı
değerlendirilmiştir.
ii. Meşru Amaç
46. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına sahip olduğu düzenlenmiş; çevreyi geliştirmenin, çevre
sağlığını korumanın ve çevre kirliliğini önlemenin devlet ve vatandaşların
ödevi olduğu belirtilmiştir. İnşa edilecek yapıların imar mevzuatına uygun
olarak yapılmasının sağlanması ve bu kapsamda ilgili mevzuat hükümleri uyarınca
ruhsat alınmadan yapılabileceği açıkça düzenlenen yapılar hariç diğer yapıların
ruhsata bağlanması suretiyle yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun
olarak teşekkülü; sağlıklı, güvenli, kaliteli ve ekonomik yaşam çevrelerinin
oluşturulması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen,
sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanmasında ve buna ilişkin
düzenlemelerde kamu yararı bulunduğu kabul edilmelidir (Osman Yücel, B. No: 2014/4874, 15/6/2016,
§§ 82-84).
47. Somut olay bağlamında imar yolunda kalan yapının ruhsatı
olmadığı gerekçesiyle yıkılmasının kamu yararına dayalı meşru bir amacının
bulunduğu kabul edilmiştir.
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
48. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
49. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
50. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç
bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale
ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§ 38).
51. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
52. Çağdaş şehircilik ilkeleri çerçevesinde planlama ve imar
uygulamaları bakımından geniş takdir yetkileri bulunan kamu makamlarının bu
takdir yetkilerini zamanında, makul ve tutarlı bir biçimde kullanmaları
gerekmektedir. Kaçak olarak inşa edildiği anlaşılan yapının yıkımı için gerekli
imkânlara sahip olan idarenin uzun bir süre girişimde bulunmaması üstüne söz
konusu yapının belediyecilik hizmetlerinden faydalandırılması, bu binada
yaşayanlar için sosyal ortam ve aile çevresinin kurulmasına müsaade edildiği
anlamı taşımaktadır. Ancak yukarıda da değinildiği üzere makul görülebilenden
uzun bir süre boyunca söz konusu binada yaşayan başvurucu ve ailesi yönünden
binanın kullanımının önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği kuşkusuzdur.
Kamu makamlarının belirsizliğe yol açan edilgen tutumu karşısında başvurucunun
bu durumun bir anda değişebileceğini öngörmesi de beklenemez. Üstelik 3194
sayılı Kanun'un 32. maddesine göre yapının belediyenin ihtarı üzerine imara
uygun hâle getirilmesi de söz konusu olabilmektedir (Benzer yöndeki bir karar
için bkz. Rifat Algan, § 51).
53. Nitekim Anayasa Mahkemesi; benzer nitelikteki Ayşe Öztürk başvurusunda, tapu tahsis
belgesi bulunan taşınmaz üzerine yapılan ve vergileri ödenen binanın kamu
makamlarınca herhangi bir müdahale olmaksızın başvurucu tarafından yıllardır
kullanıldığını dikkate alarak binanın değeri ödenmeksizin veya zararı telafi
edici öneriler sunulmaksızın başvurucunun binadan tahliye edilmek istenmesinin
mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Ayşe Öztürk,§ 110).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
54. Şehir planlama ve imar uygulamaları çerçevesinde geniş
takdir yetkileri bulunan kamu makamlarının bu takdir yetkilerini zamanında,
makul ve tutarlı bir biçimde kullanmaları gerekmektedir. Somut olayda
başvurucunun murisinin başvurusu üzerine binanın 1/10/1983 tarihinden önce
ruhsatsız olarak yapıldığı Belediye tarafından tespit edilmiştir. Ne var ki
kamu makamları ruhsatı bulunmayan binanın bu durumunu anılan tarihte tespit
etmelerine ve ruhsata aykırı yapılan binanın yıkımı noktasında sorumlulukları
olmasına rağmen kendilerinden beklenen gerekli özeni göstermemişlerdir.
55. Diğer taraftan bu bina, yıkım tarihine kadar yaklaşık yirmi
dört yıl boyunca başvurucu ve murisi tarafından kullanılmıştır. Somut olayda
olduğu gibi kamu makamlarının binanın yıkımı için uzun süre hareketsiz kalması
binanın yıkılıp yıkılmayacağı noktasında belirsiz bir durumun oluşmasına
sebebiyet vermektedir. Böyle bir durumda başvurucunun kamu makamlarının uzun
bir süre boyunca devam eden edilgen tutumlarının bir anda değişebileceğini
öngörmesini beklemek hakkaniyete aykırı olacaktır. Nitekim bu kadar uzun bir
süre boyunca söz konusu binanın kullanımının başvurucu bakımından önemli bir
ekonomik menfaat teşkil ettiği ve bu yönden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi
uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut
olduğu kabul edilmiştir (bkz. § 38).
56. Sonuç olarak imar uygulaması sonrasında imar yolunda kalan
taşınmaz üzerindeki yapının ve ağaçların başvurucu tarafından uzun süredir kullanıldığı,
bu süre zarfında başvurucunun binanın kullanımına ilişkin kamusal hizmetlerden
de faydalandığı açıktır. Ne var ki derece mahkemelerinin kararlarında kamusal
makamların tutum ve davranışlarının inceleme konusu yapılmadığı, bu hususlara
değinilmediği görülmektedir. Derece mahkemelerinin olayın gelişiminde kamu
makamlarının edilgen tutumunu dikkate almaması bütün zarara tek başına
başvurucunun katlanması sonucuna yol açmaktadır. Bu yaklaşımın da başvurucuya
şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediğini belirtmek gerekir. Bu
durumda başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü
olmadığı sonucuna varılmıştır.
57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
59. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
60. Mehmet Doğan
kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
61. Mehmet Doğan
kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece
mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece
mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna
göre Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden
yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi
sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece
mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı
verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir
derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği
doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla
yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
62. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır.
Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir
işlemden veya yerine getirilmeyen usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa
söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden -veya daha
önce hiç yapılmamışsa ilk defa- yapılması icap etmektedir. Buna karşılık
ihlalin idari işlem veya eylemin kendisinden ya da -derece mahkemesince yapılan
veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de- derece mahkemesi kararının
sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği
hâllerde derece mahkemesinin usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan,
mümkün olduğunca dosya üzerinden, önceki kararının aksi yönünde karar vererek
ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet Doğan, § 60).
63. Başvurucu, maddi tazminat ya da yeniden yargılama kararı
verilmesi talebinde bulunmuştur.
64. Somut olayda başvurucuya ait ruhsatsız bina, imar planında
belirlenen yolların açılması kapsamında yıkılmıştır. Fakat binanın kullanımının
başvurucu açısından mülk teşkil ettiği hususu idare tarafından göz ardı
edilerek başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemiştir. Sonuç olarak başvurucunun
mülkiyet hakkının idari bir eylem nedeniyle ihlal edildiği anlaşılmaktadır.
65. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir.
Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, ihlal sonucuna uygun
olarak tazminata hükmedilmesinden ibarettir. Tazminat miktarının belirlenmesi
hususu ise bu konuda uzmanlaşmış derece mahkemelerinin takdirindedir. Bu
sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 3. İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
66. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı
merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal sonucu açısından yeterli bir
giderim sağladığı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara
3. İdare Mahkemesine (E.2010/1144, K.2011/1940) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.