TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMİNE SONSUZ VE SEDAT SONSUZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/3786)
|
|
Karar Tarihi: 10/10/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Emine SONSUZ
|
|
|
2. Sedat
SONSUZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Evin
BARTAN TURHAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına
bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi
nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının yaklaşık
yedi yıl sonra kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası
içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucuların beyanına göre 2/3/1997 tarihinde dünyaya gelen
müşterek çocukları S.S., dokuz aylıkken (Diyarbakır) Bağlar 1 No.lu Sağlık
Ocağında kızamık aşısı olmasına rağmen on aylıkken kızamık hastalığına
yakalanmıştır. S.S. 2004 yılında kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığına yakalanmış ve
aynı yıl hayatını kaybetmiştir.
10. Başvuruya konu dava dosyası incelendiğinde S.S.nin belli bir dönem Dicle Üniversitesi Eğitim ve
Araştırma Hastanesinde SSPE tanısıyla tedavi gördüğü anlaşılmaktadır.
11. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında
ve bu nedenle hayatını kaybetmesinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek
9/5/2008 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle
ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
12. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü
tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır. Bu inceleme
kapsamında Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağına müzekkere yazılarak S.S.ye ait aşı
kartı istenmiştir. Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağı ilgili dönemde meydana gelen su
baskını nedeniyle belgelerin tahrip olduğunu ve başvurucuların çocuğuna ait aşı
kartının bu sebeple bulunamadığını 23/6/2008 tarihinde Sağlık Bakanlığına
bildirmiştir.
13. Sağlık Bakanlığı, yukarıdaki araştırmaları yaptıktan sonra
SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış; aşılandığı hâlde
yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık hastalığı
geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut olayda SSPE hastalığının ortaya
çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek 16/7/2008 tarihinde
başvurucuların isteminin reddine karar vermiştir.
14. Başvurucular, bunun üzerine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde
dava açmış ve toplam 110.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular
dava dilekçesinde özetle kızamık hastalığının ardından beyne yerleşen virüsün
neden olduğu merkezî sinir sistemi hastalığı olan SSPE'den
korunmanın tek yolunun kızamık aşısı olduğunu, kızamık aşısının ülke genelinde
yaygın, yeterli ve uygun koşullarda yapılması hâlinde SSPE hastalığına
yakalanma riskinin büyük ölçüde azalacağını ifade etmişlerdir. Başvurucular,
çocuklarına kızamık aşısı yapılmış olmasına rağmen bu aşının yeterli dozda ve
uygun koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etkisinin olmadığını ve
çocuklarının SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirdiğini ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular, kızamık aşısının ülkemizde 1987-1998 yılları
arasında tek doz olarak yapıldığını ancak tek doz kızamık aşısının ülke
genelinde yaygın ve yeterli dozda yapılmaması nedeniyle önleyici özellik
gösteremediğini ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca tüm aşıların kalite
kontrollerinin yapılması ve üretimden kullanıcıya kadar soğuk zincir sistemi
içinde hareket edilmesi gerekmesine rağmen ülkemizde bu koşullara uygun hareket
edilmediğini iddia etmişlerdir.
15. Sağlık Bakanlığı, dava tarihinden önce Sağlık Bakanlığı
onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli araştırmalar yapmış
olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon) hazırlanan rapordaki
verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur.
16. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi 16/6/2010 tarihinde Sağlık
Bakanlığına müzekkere yazarak idarenin savunma dilekçesinde geçen Komisyon
raporunun Mahkemeye gönderilmesini istemiştir. Bunun üzerine Sağlık Bakanlığı,
söz konusu raporu Mahkemeye göndermiştir.
17. Bu rapor 1970 yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık
aşısı ile SSPE hastalığı arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı'nın
1/7/2005 tarihli ve 6888 sayılı oluru ile kurulan bir Komisyon tarafından hazırlanmıştır.
Bu Komisyon, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim
Dalında görevli Prof. Dr. S.T. ile Doç. Dr. L.A., aynı Üniversitenin Çocuk
Nörolojisi Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı
Üniversitenin Çocuk Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. M.C.,
ayrıca Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim
Dalında görevli Prof. Dr. U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve
Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi
Çocuk Sağlığı Enstitüsünde görevli Prof. Dr. G.G.den
oluşmaktadır. Komisyon, rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı
sıra Dünya Sağlık Örgütü tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini
ve uygulamalarını incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan
ülkelerdeki SSPE'nin görülme sıklığını araştırmış,
ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde takip/tedavi edilen
SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır.
18. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir
rapor hazırlamıştır. Raporda;
i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı
hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda
bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan
birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.
ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE
olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını
açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma
Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin
azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık
aşısının neden olmadığını açıklamıştır.
iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan
incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının
saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.
iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlardan
korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin aşılanması ile toplumun
bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından
önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices)
kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test
edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma
sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun
olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar
üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık
kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve
sistem sürekli olarak izlenmektedir.
vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının, hastalıkların görülme
sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama
Danışma Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki
bilgilere göre kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü
tarafından bebeklik çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine
rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989
yılları arasında dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise
kızamık eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak
gelişmekte olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve
ilk dozda yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini
belirtmiştir. Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da
dokuzuncu ayda tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık
Örgütü 2000 yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara
ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar
etmiştir.
vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı
tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık
aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri
doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade
edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği,
bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7,
1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları
arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye
indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı,
2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık
aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95
oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşı oranlarının ise
sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiği ifade edilmiştir.
viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine
yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık
aşısının 2. dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade
edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on
ikinci ayda uygulanmış, ilkokul 1. sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam
edilmiştir.
ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak
yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile
üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından
bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının
1.131 olduğu belirtilmiştir. Raporda, bu olguların %56'sının kızamık hastalığı
geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü
ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının
bildirildiği ifade edilmiştir.
x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85
olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu
dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma
oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma
oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık
olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma
oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus
bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı
SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.
xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık
hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği
belirtilmiştir.
19. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak
aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
"Sonuç olarak;
1.Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP
kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden
kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır.
2.Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık
aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz
uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem
olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek
amacıyla ilköğretim 1. sınıfta 2. doz uygulaması başlatılmıştır.
3.Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen
uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası
uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur.
4.SSPE hastalığı kızamık aşısının değil
kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı
virüsü sorumludur.
5.Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne
alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok
farklı olmadığı görülmektedir.
6.Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının
ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde görülen
kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.
Öneriler;
1.Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke
genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdürülmelidir.
2.Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye
yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum
katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda
bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir.
3.Kızamık ve SSPE sürveyans
ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir.
4.İlgili dallardan uzmanların katılımıyla,
SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon
oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence
kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir.
5.Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu
konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle
seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması
önerilir.
(...)"
20. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi, başvurucuların elinde aşı
kartı bulunup bulunmadığı hususunu da araştırmıştır. Başvurucular, aradan uzun
bir süre geçmiş olması nedeniyle kendilerinde aşı kartının olmadığını
belirtmişlerdir.
21. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi 29/9/2010 tarihli kararla
davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
Davada her şeyden önce davacıların
çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılanıp aşılanmadığı ya da aşılama
yapıldı ise söz konusu aşılar içerisinde kızamık aşısının bulunup bulunmadığı,
başka bir deyişle ortada idarenin bir fiilinin bulunup bulunmadığı
belirlenmelidir. Bu konuda, davalı idarece savunma ekinde sunulan belgelerde
Bağlar 1 nolu Sağlık Ocağı'nın 23.06.2008 tarih ve
153 sayılı yazısında davacıların çocuğuna aşı yapıldığına dair kayda
rastlanılmadığının belirtildiği, davacı vekili tarafından ise davacıların
çocuğuna aşı yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya
sunulmadığı görülmüştür. Bu açıdan, idareye bağlı ekiplerce davacıların
çocuğuna kızamık aşısı yapılmadığı sonucuna ulaşılmış olup ortada idarenin bir
fiilinin bulunduğu belirlenememekte, davacı tarafça da idarenin kusurlu
fiilinin olduğu ortaya konulamamaktadır.
Söz konusu aşının yapıldığının kabul edilmesi
halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep olup olmayacağını, başka bir
deyişle idarenin fiilinin kusurlu olup olmadığını ortaya koymak gerekmektedir.
Davacılar tarafından hastalığın kızamık aşısından kaynaklandığı iddia edilmektedir.
SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir hastalıktır. Davalı
idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce
hazırlanan raporda, SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının
bir komplikasyonu olduğu, SSPE hastalığının yapıldığı iddia edilen aşıdan
kaynaklandığı hususu bilimsel olarak kabul edilemeyecek nitelikte olduğu,
Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite
kontrollerinin yapıldığı ve üretimden kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi
içerisinde güvenle ulaştırıldığı, bu açıdan aşının kendisinde bir bozukluk
olması hususunun da kabul edilemeyecek bir durum olduğu, Ülkemizde aşılama
oranları göz önüne alındığında SSPE insidansının
benzer ülkelerden çok farklı olmadığı belirtilmiştir.
Aşının iki doz yerine tek doz yapılması
hususuna gelince; hem raporun hem de savunma
dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998 yılına kadar tek doz, bu
yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir.
Bunların dışında, idarece sunulan aşı
uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl
olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması
gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk
olması durumunda kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama
açısından ise asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava
konusu olayda ise eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin
bulunmadığı yukarıda açıklanmıştır. Ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa
bile davacıların çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu
hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından
kaynaklandığının kabulü gerekeceğinden, bu konuda da idareye atfedilecek bir
kusur bulunmamaktadır.
Bütün bu nedenlerle, SSPE hastalığına
yakalanılmasına kızamık aşısının sebep olamayacağı, hastalığa ancak kızamık
hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk olma ihtimalinin
bulunmadığı, Ülkemizde aşılama oranları göz önüne alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok farklı olmadığı
anlaşıldığından, davacıların çocuğunun bahsi geçen hastalığa yakalanması
karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığından davacılarıntazminat taleplerinin kabulüne olanak
bulunmamaktadır."
22. Başvurucular ilk derece mahkemesi kararının hukuka aykırı
olduğunu, SSPE hastalığına yakalanma nedeninin aşının uygun koşullarda, yeterli
dozda ve ülke genelinde yaygın olarak yapılmaması olduğunu,çocuk nöroloji uzmanlarının aşılama
sisteminin yanlış olduğu hususundaki uyarılarının Sağlık Bakanlığınca ciddiye
alınmadığını belirterek kararı temyiz etmişlerdir.
23. Danıştay Onbeşinci Dairesi
21/5/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.
24. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin
12/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
25. Bu karar 30/1/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir.
26. Başvurucular 2/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu’nun 1. maddesi şöyledir:
"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve
milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle
mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı
tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir."
28. 1593 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti
bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan
doğruya ifa eder:
(...)
3 -Memlekete sari ve
salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.
4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok
miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır
amillerle mücadele.
(...)
6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve
uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç
olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe."
29. 1593 sayılı Kanun’un 57. maddesi şöyledir:
"Kolera, veba (Bübon
veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi
tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit
humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı,
çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari
beyin humması (İltihabı sahayai dimağii
şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması
(Hummai nifası) ruam,
kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai
racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur
eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku
bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe
olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı
haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından
ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da
mecburidir."
30. 1593 sayılı Kanun’un 72. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"57 nci
maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan
şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
(...)
2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
(...)"
31. 1593 sayılı Kanun’un 87. maddesi şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen
hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı
haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi
binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne
suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur."
32. 1593 sayılı Kanun’un 88. maddesi şöyledir:
"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı
ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının,
icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede
zikredilir."
33. 1593 sayılı Kanun’un 95. maddesi şöyledir:
"Sari hastalıklara
karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar edilir.
Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin olunan
vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri
serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve
murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin
olunur."
34. 1593 sayılı Kanun’un 280. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve
sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için
kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı
yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri
gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları
haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil
olunur."
35. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar
başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının k bendinin ilgili kısmı şöyledir:
“Sağlık
hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:
(...)
k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve
benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas
olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakope
mamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde
kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve
tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan
veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik
maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna,
murakabesine ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite
kontrollerini yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat
verme işlerini yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir.
(...)”
36. 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi
Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun
bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve
tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program
dahilinde sosyalleştirilecektir."
37. 224 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile
amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine
yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.
Sağlık ocağı: Takriben 5000
- 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük
kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il
içinde idari taksimata uyması icabetmez."
38. 224 sayılı Kanun'un 9. maddesi şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti teşkilatı:
Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri, çeşitli
koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden
yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık müdürlükleri, bölge
hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli yetiştiren eğitim
müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez teşkilatı ve diğer
Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile işbirliği yapmak
üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder."
39. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir
hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip
tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık evlerinde
yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.
Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu
hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı
şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi
ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler."
40. 224 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği
yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.
Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli,
ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği
hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine
verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı
sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler."
41. 224 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden
faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela
sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı
hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları
sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar,
Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları
-kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir."
42. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) 2. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:
a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal
bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum
sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak,
uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve
kurdurmak,
b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla
savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini
yapmak,
c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile
planlaması hizmetlerini yapmak,
d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop
maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin,
dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,
e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve
ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak,
(...)"
43. 181 sayılı mülga KHK'nın 8. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:
a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü,
(...)
c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,
(...)
e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel
Müdürlüğü,
(...)"
44. 181 sayılı mülga KHK'nın 9. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Temel Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) (Değişik bent: 08/06/1984
- KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını
ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu
hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,
b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve
bağışıklık hizmetlerini yürütmek,
(...)
f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve
hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları,
bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek,
(...)"
45. 181 sayılı mülga KHK'nın 11. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün
görevleri şunlardır:
a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların
imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli
olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu amaçla
gerekli kontrolleri yapmak,
(...)"
46. 181 sayılı mülga KHK'nın 13. maddesi şöyledir:
"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması
hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma
plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,
b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının
korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,
c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri
yapmak."
47. 181 sayılı mülga KHK'nın 39. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları
şunlardır:
(...)
c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi
Başkanlığı."
48. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Refik
Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un 1. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine
bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere
teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi)
bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir."
49. 3959 sayılı mülga Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.
Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum
üzerine:
A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak
sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,
B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve
aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,
C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut
yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi
maddelerin kontrollerini yapmak,
(...)
E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair
sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla
mükelleftir."
50. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 262. maddesi şöyledir:
"Çocuk, küçük iken ana ve babasının velayeti
altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim,
vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen çocukları
dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler."
51. 743 sayılı mülga Kanun'un 264. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuk, ana ve babasına riayete
mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil
veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler."
52. 743 sayılı mülga Kanun'un 268. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz
oldukları nisbette çocuklarının kanuni
mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin
reyine ihtiyaçları yoktur."
53. 743 sayılı mülga Kanun'un 272. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, vazifelerini ifa
etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir."
54. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
335. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının
velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan
alınamaz."
55. 4721 sayılı Kanun'un 339. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi
konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve
uygularlar."
56. 4721 sayılı Kanun'un 346. maddesi şöyledir:
"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye
düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse
hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır."
57. 4721 sayılı Kanun'un 347. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi
tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana
ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir."
58. Sağlık Bakanlığının 13/8/1993 tarihli ve 09762 sayılı
Genelgesi'nin aşılama hizmetlerinin uygulanması sırasında dikkat edilmesi
gereken hususları düzenleyen ve tüm valiliklere gönderilen ekinin "Aşı Takvimi" başlıklı kısmı
şöyledir:
"AŞI TAKVİMİ:
1) BİR YAŞ ALTI (0-11 ay) BEBEKLERE
• 2. Ayın bitiminde ( 8
haftalık ) : BCG
DBT
POLİO
• 3. Ayın bitiminde ( 12
haftalık ) : DBT
POLİO
• 4. Ayın bitiminde ( 16
haftalık ) : DBT
POLİO
• 9. Ayın bitiminde ( 36
haftalık ) : KIZAMIK
2) RAPEL DOZ
• 1,5 yaşında ( 16-24
aylık ) : DBT
POLİO
3) OKUL AŞILAMALARl
• İlköğretim 1. sınıfta :
DT
POLİO
BCG (Bir skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)
•İlköğretim 5. sınıfta :
TT
BCG (İki skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)
• Lise l. sınıfta :
TT
• Lise 3. sınıfta : BCG (Üç skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)"
59. Anılan Genelge'nin "Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:
"[Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler:]
* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle
başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılanma durumunu kontrol ediniz, aşı
takvimine göre aşılanması gerekenleri ve eksik aşı1ıları tespit edip, aşılamak
için her fırsatı değerlendiriniz.
* Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk
ya da gebe için bir ampul/flakon açınız.
* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki
etiketi ve son kullanma tarihini kontrol ediniz, etiketi olmayan ya da son
kullanma tarihi geçmiş aşıları kullanmayınız. İlk olarak miadı önce dolacak
aşıyı kullanınız.
* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör
kullanınız.
* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri
gereken zaman ve uygulanan aşının yan etkileri hakkında bilgi veriniz ve
anladığından emin olunuz.
(...)
- Aşı uygulamalarını, ilgili tüm formlara
zamanında, tam ve doğru olarak kaydediniz."
60. Anılan Genelge'nin "Kızamık
Kontrolü" başlıklı kısmı şöyledir:
"Kızamık aşı ile korunulabilir
hastalıklar içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir.
Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek olan bir
hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası, yeterince bağışık olmayan bir
toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.
Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin
Temel Stratejiler:
1. Her il ve sağlık ocağı seviyesinde kızamık
aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamının sağlanması.
Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu,
uygun yaşta aşılama ile yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır. Ülkemizde olduğu
gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak aşılanması hedeflenen grup
1 yaş altı bebeklerdir. 1 yaş altı bebekleri yüksek oranda aşılama ile;
hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek ve ayrıca
hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu kızamığa
karşı korunmuş olacaktır.
Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık
yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri,
nüfusun yoğun oldugu bölgeler vb.) öncelik
verilmelidir.
Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik
çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele
alınmalıdır.
2. Hastalık sürveyansının
güçlendirilmesi
Standart Vaka Tanımı:
- 3 gün veya daha uzun süren jeneralize makülopajüler döküntü
ve
- 38 derece veya daha yüksek ateş hikayesi
ve
- Öksürük, nezle ve konjunktivit
bulgularından en az birinin varlığı
Yukarıdaki tanıma uyan bir vakanın tespit
edilmesi halinde;
- Başkavakalar araştırılmalıdır.Bunun için aktif
vaka araştırması; bölgede ev ev araştırma, vakaların ve yakınlarının
araştırılması, tüm sağlık birimlerinin (resmi ve özel) hastalık ihbarı
konusunda uyarılmaları ve hastane kayıtlarının incelenmesi ile yapılabilir.
- Vakaların; adı, soyadı, cinsiyeti, yaşı,
hastalığın başlangıç tarihi, aşılanma durumu, aşılanma yaşı ve adresleri tespit
edilerek “Bildirimi Zorunlu Hastalıklar Tespit Fişi” (form 016) ne
kaydedilmelidir.
- Tespit edilen vaka sayısı önceki yılların ( son 5 yıl)vaka sayıları ile karşılaştırılarak, bir salgın
olup olmadığı belirlenmelidir.Mevcut vaka sayısının
daha önceki epidemi olmayan yılların aynı dönem vaka sayılarından ya da vaka
sayısı ortalamasından fazla olması halinde olay bir epidemi olarak kabul
edilmelidir.
- Vakalar hastalığın başlangıcı, buna imkan yoksa tespit tarihleri esas alınarak zaman grafiğine
işlenmeli, haftalık ve aylık grafikler ile olay takip edilerek, alınan
önlemlerin yeterli olup olmadığı izlenmelidir.
- Tespit edilen vakaların kişi ve yeri
özelliklerine göre (harita üzerinde işaretleme ile belirlenir) riskli bölge ve
nüfuslar tespit edilmelidir.
- Bölgenin aşılama durumu tespit edilerek,
riskli bölge ve gruplardan başlamak üzere aşısız ve hastalığı geçirmemiş hassas
nüfusun aşılanmasına başlanmalıdır.
-Tüm vakalar yakından izlenmeli ve
komplikasyonların erken teşhis ve tedavisi için gereken önlemler alınmalıdır.
Sürveyansın güçlendirilmesinde en önemli
konulardan biri; tüm sağlık kurumlarının düzenli, tam ve zamanında bildirim
yapmalarıdır. Bildirim yapılması kadar, sağlık kurumlarına düzenli geri
bildirim yapılması da çok önemlidir. Ayrıca, sağlık kurumları yanı sıra, eczaneler,
okullar, kreşler, aileler vb. toplumsal kurumlara bilgi verilerek, şüpheli
gördükleri vakaları en kısa sürede bir sağlık kurumuna göndermeleri teşvik
edilmelidir."
61. Anılan Genelge'nin "Soğuk
Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:
"Soğuk zincir, bir aşının potensini üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve
ihtiyacı olanlara yeterli miktarda ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden
oluşan sistemdir. Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı
uygulamaları aksayacak, kullanılan aşılar etkin değilse de,
%100 aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından
hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir Genişletilmiş Bağışıklama
Programının can alıcı komponentlerinden biri olarak
büyük önem taşımaktadır.
Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır,
aynca BCG ve Kızamık aşıları ultraviyole ışınına da
hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif etkisidir. Yani bir kerede çok
yüksek ısıya maruziyet kadar, bir
çok kereler daha az ısılara maruziyet de aşıyı
aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da azalırsa,
aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik gerektirir.
Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken, DBT, DT, Td
aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir.
İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları
aşağıdaki kurallara göre düzenlenir:
- Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk
zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak
merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere
dağıtımı ile sorumlu, bir soğuk zincir sorumlusu ve yardımcısı olmalıdır.
- Aşıların dağıtımında son kullanma tarihleri
mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce kullanımı
sağlanmalı ve miadı dolmuş olanlar vakit geçirilmeden imha edilmelidir.
- Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı
sevkiyatında kullanılan frigo-rifik kamyonların
soğutucu üniteleri ilde bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı,
bunun için de kamyonun park edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.
- Ankara merkez depodan kurye ile sevkiyat
yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı
kullanılmalıdır.
- İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak
yapılan aşı sevkiyatlarında 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil
kabı kullanılabilir.
- Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir
malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme
ihtiyacı belirlenmeli, onarımı/temini sağlanmalıdır.
- Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında
saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi
belirlenmelidir.
- Buzdolaplarında mutlaka bir termometre
bulundurulmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konmalı ve dolabın
ısısı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır.
- Buzdolabının kapısına bir ısı izlem
çizelgesi yapıştırılarak, dolabın ısısı sabah ve akşam bu çizelgeye
kaydedilmelidir.
- Buzdolabı gölge, ancak kışın ısıtılan
odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta düz bir zemine
yerleştirilmelidir.
- Buzdolabının yerleştirilmesinde şunlara
dikkat edilmelidir:
•Aşıları yalnızca buzdolabı raflarında
tutunuz.
•Aşı kutu/şişeleriarasında
yeterli bir hava dolaşımına izin verecek kadar mesafe bırakınız.
•Aşı yerleştirilmesinde miadı yakın bir süre
sonra dolacak olan aşıların en kolay alınabilecek sol ön kısımda bulunmasına
çok dikkat ediniz.
•Dolap kapağına hiçbir şey koymayınız.
•Buzdolabına asla aşı dışında yiyecek
maddeleri vs.koymayınız.
•Buzlukta aralıklı olarak dizilmiş buz aküleri
bulundurunuz.
•Buzluğun 0.5 cm’den fazla buzlanmamasına
dikkat ediniz.
•En alt kısıma
(sebzelik) dolap ısısının sabit tutulmasına yardımcı olmak üzere su şişeleri
yerleştiriniz.
•Buzdolabının sık sık açılmasını engellemek
için kapağını kilitli tutunuz.
- Olabilecek elektrik kesintilerinde
buzluktaki buz aküleri buzdolabı kapağına yerleştirilmeli ve kapak
açılmamalıdır. Bu yolla aşılar 48 saat süreyle bozulmazlar.
- Buzdolabı temizliği yapılırken ve saha
uygulamalarında aşılar aşı nakil kabı ile nakledilmeli ve korunmalıdır.
- Donduğundan şüphelenilen DBT, DT ve TTaşıları donma-çalkalama testi ile değerlendirilmeden
kullanılmamalıdır.
- Aşı uygulamaları esnasında; kızamık aşısı
sulandırıldıktan 4 saat sonra, polio aşısı açıldıktan
8 saat sonra atılmalıdır."
62. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün
tüm valiliklere gönderdiği 10/2/1998 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:
"(...) 1998 yılından itibaren bütün illerde
ilkokul 1. sınıflarda 2. doz kızamık aşısı uygulamasına başlanacaktır."
B. Uluslararası Hukuk
63. Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve
27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 3. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya
yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün
faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
(2)
Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken
sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde
tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu
amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
(3)
Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların,
hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu
ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere
uymalarını taahhüt ederler.”
64. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 24. maddesi şöyledir:
" 1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek
en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini
veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir
çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun
bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.
2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak
uygulanmasını takip ederler ve özellikle:
a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının
düşürülmesi;
b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve
tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek
sağlanması;
c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve
başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen
tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması
yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne
alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;
d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun
bakımın sağlanması:
e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle
ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile
beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda
temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;
f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya
rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi;
amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için
zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her
türlü önlemi alırlar.
4. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın
tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı
olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri
özellikle gözönünde tutulur."
65. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur(...)"
66. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07,
27/1/2015, § 67).
67. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu
altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81).
68. AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi
gibi meselelerde taraf devletlerin yetkili makamlarının kendisine göre daha
elverişli konumda olduğunu belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz
[BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
69. Mahkemenin 10/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
70. Başvurucular; müşterek çocukları S.S.nin
dokuz aylıkken kızamık aşısı olmasına rağmen on aylıkken kızamık hastalığına
yakalandığını, daha sonra ise kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan
SSPE hastalığına yakalanarak 2004 yılında yaşamını yitirdiğini ifade
etmişlerdir. Başvurucular, tek doz kızamık aşısının uygun koşullarda ve yeterli
dozda yapılmaması nedeniyle önleyici özellik göstermediğini ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular, aşının kalite kontrollerinin yapılması ve üreticiden kullanıcıya
kadar soğuk zincir kuralları içinde hareket edilmesi gerektiğini ifade
etmişlerdir. Başvurucular, kızamık aşısının ülke genelinde yaygın olarak
yapılmadığını iddia etmişlerdir. Başvurucular, Sağlık Bakanlığının bayat
olmayan aşılarla ülke genelinde yaygın bir aşılama yapmakla yükümlü olduğunu,
bu yükümlülüğe rağmen çocuklarının ölümüyle neticelenen olay hakkında açtıkları
davadan olumlu netice alamadıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular bu
nedenlerle yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
71. Bakanlık görüşünde; öncelikle başvurunun yaşam hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği belirtilmiş, akabinde ise
yaşam hakkına ilişkin Anayasa Mahkemesi içtihatlarına değinilmiştir. Bakanlık
görüşünde; Sağlık Bakanlığından elde edilen verilere atıf yapılarak ülkemizde
geçmişte uygulanmış ve uygulanmakta olan kızamık aşılama şemalarının başta
Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel
bulgularla uyumlu olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde;
yine Sağlık Bakanlığı verilerine atıf yapılarak SSPE hastalığının kızamık
aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, ülkemizdeki tüm
aşıların kalite kontrollerinin yapıldığı belirtilmiştir.
72. Bakanlık görüşünde, SSPE hastalığı ile kızamık aşısı
uygulamaları konusunda üniversite öğretim üyelerinin katılımıyla 27/7/2016
tarihinde bir toplantı gerçekleştirildiği ve bu toplantı sonunda "Hiçbir aşının etkinliği %100 değildir. O
nedenle de aşılanan çocuklarda hastalık görülebilir. Kızamık aşısı, etkinliği
en yüksek aşılardan biridir. Bu nedenle uzun yıllar boyunca tek doz aşı
uygulanması önerilmiştir. Kizamık aşısının
uygulandığı aya bağlı olarak tek doz aşı uygulaması sonucunda koruyuculuğu
%90-98 arasında değişmektedir." şeklinde tespitlerin yapıldığı
ifade edilmiştir.
73. Bakanlık görüşünde; Diyarbakır İdare Mahkemesinin S.S.ye aşı
yapıldığına dair sağlık ocağı kayıtlarında herhangi bir bilginin bulunmadığı
tespitini yaptığı, keza başvurucuların da bu yönde herhangi bir belgeyi derece
mahkemelerine sunmadığı, bu durumda yasal mevzuat da dikkate alınarak aşı takip
sorumluluğunun belirlenmesinin faydalı olacağı belirtilmiştir.
74. Bakanlık görüşünde, Sağlık Bakanlığından konuya ilişkin
görüş alındığı, Sağlık Bakanlığı tarafından kendilerine gönderilen görüş
yazısında 4721 sayılı Kanun'un "Ana ve
baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaarini
göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar."
şeklindeki 339. maddesinin birinci fıkrasına atıf yapılarak aşı konusunda asıl
olarak ebeveynlere görev yüklenmiş olduğunun belirtildiği ifade edilmiştir.
Bakanlık görüşünde, nitekim Diyarbakır İdare Mahkemesinin de aşı takibi
konusunda asıl sorumluluğun ailede olduğu yönünde değerlendirmeler yaptığı belirtilmiştir.
75. Bakanlık görüşünde ayrıca zorunlu aşı uygulamaları ile
alakalı olarak Anayasa Mahkemesinin 11/11/2015 tarihli ve 2013/1789 bireysel
başvuru numaralı kararına değinilmiştir.
76. Bakanlık görüşünde, somut olayda yaşam hakkının maddi boyutunun
ihlal edilip edilmediğinin takdiren Sağlık
Bakanlığından temin edilebilecek evrakın da gözönünde
bulundurularak incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
77. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların bu başlık altında ileri
sürdüğü iddiaların temel olarak yaşam hakkı ile ilgili olduğu değerlendirilerek
incelemenin bu kapsamda yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
78. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
79. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
80. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
81. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
82. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini kamu ve özel
kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek
yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker
Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
83. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre
devletin öncelikle yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak için
yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir.
84. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
85. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal
olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
86. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmez. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili
hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59;
Nail Artuç, § 37).
87. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri
tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların
uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini
önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini
karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde
etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir
Canan, § 26; Filiz Aka,
B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
88. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri
sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile
ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti
altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin
Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
89. Somut olayda başvurucular, kızları S.S.nin
SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirmesi üzerine idare aleyhine
açtıkları tam yargı davasının reddedilmesinden sonra yaşam hakkının ihlal
edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, SSPE
hastalığına kızamık aşısının neden olduğu yönünde bir iddia ileri
sürmemişlerdir. Başvurucular gerek derece mahkemelerine sundukları dilekçelerde
gerekse bireysel başvuru formunda kızlarına kızamık aşısı yaptırdıkları hâlde
bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etki
gösteremediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca kızamık aşısının ülke
genelinde yaygın olarak yapılmamış olmasından şikâyet etmişlerdir.
90. Bu durumda öncelikle başvurucuların kızları S.S.ye idare
tarafından kızamık aşısı yapılıp yapılmadığının açıklığa kavuşturulması
gerekir. Zira aşının uygun koşullarda yapılmadığı iddiası, S.S.ye aşı yapılıp
yapılmadığı hususu ile doğrudan bağlantılıdır.
91. Başvurucular bireysel başvuru formunda kızlarına kızamık
aşısı yaptırdıklarını belirtmişlerdir. Keza başvurucular, kızlarına kızamık
aşısını yaptırdıkları iddiasını derece mahkemeleri önünde de dile
getirmişlerdir. Başvurucuların bu iddiası ile ilgili olarak derece mahkemeleri
ise Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağının 23/6/2008 tarihli yazısını ve S.S.ye aşı
yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgenin başvurucular tarafından
dava dosyasına sunulmamış olmasını dikkate alarak sağlık ocağı ekiplerince
S.S.ye kızamık aşısı yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır.
92. Bu durumda, sağlık ocağı personelinin koruyucu sağlık
hizmetlerini yürüttüğü sırada tutmakla yükümlü olduğu kayıtlara ilişkin iç
hukukta ne gibi düzenlemeler olduğunun açıklanması ve derece mahkemelerince
verilen kararların bu kapsamda değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
93. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ikinci fıkrasında; sağlık
ocakları ve evlerinin her türlü koruyucu hekimlik hizmetlerini, hastaların
muayene ve tedavisi ile sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini
tutmakla mükellef olduğu belirtilmiştir (bkz. § 39). Keza Genişletilmiş
Bağışıklama Programı Genelgesi'nin "Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler"
başlıklı kısmında, aşı uygulamalarının ilgili tüm formlara zamanında, tam ve
doğru olarak kaydedilmesinin sağlanması gerektiği ifade edilmiştir (bkz. § 59).
94. Derece mahkemelerinin olaylara ilişkin tespitleri Anayasa
Mahkemesi açısından bağlayıcı olmamakla birlikte Anayasa Mahkemesinin derece
mahkemelerinin tespitlerinden farklı bir tespitte bulunabilmesi için bu hususta
ikna edici unsurların mevcut olması gerekmektedir. Derece mahkemeleri, dava
dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak S.S.ye kızamık aşısı
yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır. Derece mahkemeleri bu sonuca ulaşırken 2000
yılından önceki aşı kayıtlarının meydana gelen su baskını nedeniyle tahrip
olduğunu ve bu sebeple S.S.ye ait aşı kartının bulunamadığını belirten Bağlar 1
No.lu Sağlık Ocağı yazısına ve başvurucuların S.S.ye aşı yapıldığını gösteren
herhangi bir bilgi ve belgeyi dava dosyasına sunmamış olmasına dayanmıştır.
Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağı kayıtlarının anılan dönemde meydana gelen su
baskını nedeniyle tahrip olması ve S.S.ye aşı yapıldığını gösteren herhangi bir
belgenin başvurucular tarafından dava dosyasına sunulmaması karşısında derece
mahkemelerinin S.S.ye aşı yapılmadığı sonucuna ulaşmasının somut olayın
koşulları bağlamında makul olmadığı söylenemeyecektir. Başvuru formu ve
eklerinde de S.S.ye aşı yapıldığı hususunda ikna edici bir açıklamanın yer
almaması ve bu husus ile ilgili olarak herhangi bir belgenin bulunmaması
nedeniyle somut olayda derece mahkemelerinin S.S.ye aşı yapılmadığı yönündeki
tespitinden ayrılmayı gerektirecek bir durumun bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
95. S.S.ye kızamık aşısı yapıldığının kanıtlanamadığı dikkate
alındığında kızamık aşılarının uygun koşullarda yapılıp yapılmadığının ve aşı
uygulamasında soğuk zincir sistemine uyulup uyulmadığının ayrıca incelenmesinin
gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.
96. Somut olayda kızamık aşılarının yeterli dozda yapılmadığı
yönündeki iddiaya da değinmek gerekir. Başvurucular bu iddiayı kızlarına
uygulandığını ifade ettikleri kızamık aşısının dozajının yetersiz olduğu hususu
ile bağlantılı olarak ileri sürmemişlerdir. Başvurucular, kızamık aşısının
yeterli dozda yapılmadığı yönündeki iddiayı Türkiye'deki kızamık aşılarının
belli bir dönem çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususu ile bağlantılı
olarak ileri sürmüşlerdir. Bu husus ile ilgili olarak başvurucuların kızlarının
hayatta olduğu dönemde Türkiye'de çift doz uygulamasına geçildiğini ve ilk
dozun çocuk dokuz aylıkken, ikinci dozun ise çocuk ilkokul birinci sınıfta iken
yapılması gerektiğinin karara bağlandığını, ancak başvurucuların kızlarının
ikinci dozun yapıldığı döneme varmadan önce kızamık hastalığına ardından da
SSPE hastalığına yakalandığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu aşamada söz
konusu iddianın üzerinde daha fazla durulmasının gerekli olmadığı
değerlendirilmiştir. Bununla birlikte Türkiye'deki kızamık aşılarının belli bir
dönem çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna, kızamık aşısının ülke
genelinde yaygın olarak yapılmadığı yönündeki iddia incelenirken yine
değinilecektir.
97. Başvuru konusu olayda kızamık aşısının ülke genelinde yaygın
bir şekilde yapılmadığı yönündeki iddianın ayrıca incelenmesi gerekir. Çünkü
başvurucuların bu iddiası, kızamık aşısının kendi çocuklarına yapılıp
yapılmadığı hususundan bağımsız olarak incelenebilir niteliktedir. Başvurucular
kızamık aşısının ülke genelinde yaygın olarak yapılması hâlinde SSPE
hastalığına yakalanma oranının oldukça düşeceğini, başka bir deyişle kızamık
aşısının ülke genelinde yaygın şekilde yapılarak toplumun bağışıklığının
yükseltilmesi hâlinde kızları S.S.nin kızamık
hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına yakalanmayacağını ileri sürmüşlerdir.
98. Koruyucu sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde
organize edilmesi ve bireylere sunulması konusunda devletin belli ölçüde
pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır. Devletin öncelikle bulaşıcı bir
hastalığın görülmesi hâlinde bu durumu tespit etmeye elverişli bir sistem
kurması ve bu vakanın bir salgına dönüşmemesi için gerekli olan önlemleri
alması gerekir.
99. Hastalığın ihbarı ve bildirimi sisteminde gerek kamusal
makamların gerekse anne ve babanın oldukça hassas davranması gerekir. Anne ve
babaların bulaşıcı bir hastalığa yakalanan yahut yakalandığından
şüphelendikleri çocuklarını derhâl sağlık kuruluşlarına ulaştırması, sağlık
kuruluşlarındaki görevlilerin de söz konu vakayı değerlendirerek gerekli
önlemleri alması gerekir.
100. Gerekli önlemlerin alınması noktasında devletin yüksek
aşılama oranlarına ulaşarak toplumun bağışıklığını güçlendirmesi önemlidir.
Devletin normal dönemlerde yüksek aşılama oranlarına ulaşması ve toplumun
bağışıklığını güçlendirmesi yönünde pozitif yükümlülükleri bulunmakla birlikte
bu pozitif yükümlülüklerin kapsamının bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın
görülmesi ve/veya bu durumun bir salgına işaret etmesi hâlinde daha geniş
olacağı da muhakkaktır.
101. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele kapsamında önemli hükümler
içeren 1593 sayılı Kanun yürürlüktedir. Bu Kanun'un 88. maddesinde çiçek aşısı
mecburi bir aşı olarak öngörülmüştür. Bunun yanı sıra 1593 sayılı Kanun’un 57.
maddesinde kızamık hastalığı da dâhil olmak üzere belirli hastalık türleri
sayılmış, 72. maddesinde ise 57. maddede zikredilen hastalıklardan birinin
ortaya çıkması veya ortaya çıkmasından şüphe edilmesi durumunda bir kısım
tedbirlere başvurulacağı belirtilmiş ve söz konusu tedbirler arasında hastalara
veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı uygulanması şeklindeki tedbire
de yer verilmiştir (bkz. §§ 27-34). Başvuruya konu olayların meydana geldiği
dönemde yürürlükte bulunan Genelge'de ise bebeklik
dönemini de kapsayacak şekilde belirli yaş grupları için çeşitli periyotlar
dâhilinde bazı aşıların uygulanmasına ilişkin esas ve usuller düzenlenmiştir (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, §§ 71, 72).
102. Kızamık aşısının ülke genelinde yaygın bir şekilde
yapılmadığı yönündeki iddia ile ilgili olarak SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonu
raporundaki verilere değinmek yerinde olacaktır. Başvurucular, bireysel başvuru
formunda anılan rapora yönelik herhangi bir iddia ve itiraz ileri
sürmemişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde, çeşitli üniversitelerde görev yapan
akademisyenlerce hazırlanan söz konusu raporun objektifliğinin ve/veya
yeterliğinin sorgulanmasına neden olabilecek herhangi bir husus da tespit
edilememiştir. Dolayısıyla kızamık aşısının ülke genelinde yaygın bir şekilde
yapılmadığı yönündeki iddia değerlendirilirken bu rapordaki verilerden
yararlanılmasında herhangi bir sakınca olmadığı kanaatine varılmıştır.
103. Derece mahkemelerince hükme esas alınan SSPE Bilimsel
İnceleme Komisyonu raporunda, kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
Raporda; Türkiye'de 1970 yılında başlatılan rutin kızamık aşı uygulamasının
Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970
yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü, aşılanma oranının 1987
yılından bu yana giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında
%60,7'ye, 1991-1994 yılları arasında ise %73,7'ye ulaştığı belirtilmiştir.
Raporda, başvurucuların kızlarının dünyaya geldiği 1997 yılının da aralarında
bulunduğu 1995-1998 döneminde %76 aşılama oranına ulaşıldığı ifade edilmiştir.
Raporda ayrıca 2003-2005 yılları arasında gerçekleştirilen kızamık aşı günleri
kapsamında on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapıldığı belirtilmiştir.
104. Söz konusu veriler dikkate alındığında başvurucuların
kızları S.S.nin dünyaya geldiği dönemde kızamık
hastalığının eliminasyonu tam olarak gerçekleştirilememiş ise de kızamık
hastalığının eliminasyonu için sürekli olarak artan aşılama oranlarına
ulaşıldığı ve bu kapsamda rutin aşılamaların yanı sıra çeşitli aşı kampanyaları
yürütüldüğü görülmektedir. İhtiyaçların öncelik sıralamasının belirlenmesinde
ve kamusal kaynakların hangi sağlık hizmetine ne kadar tahsis edileceği
hususunda idari makamların daha elverişli konumda oldukları dikkate alındığında
somut olayda anılan dönemde kızamık hastalığının tamamen yok edilememiş
olmasında yetkili makamlara bir sorumluluk atfedilemeyeceği
değerlendirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, başvurucuların yaşadığı
bölgede başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde rutin aşılamaların yanı
sıra ek bazı önlemlerin alınmasını gerektirebilecek bir durumun olduğuna ve bu
hususta o dönemde yetkili olan kamu makamlarına bildirimde bulunulduğuna
ilişkin bir kayıt da mevcut değildir. Başvurucular da olayların meydana geldiği
dönemde -S.S. henüz kızamık hastalığına yakalanmamış
iken- yakın çevrelerinde kızamık hastalığı görülmesi üzerine yetkili kamu
makamlarına durumu bildirdiklerini yahut kamu makamlarının durumu bildiğini
ancak kamu makamlarının gerekli tedbirleri almadıklarını ileri sürmemişlerdir.
Esasında bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın görülmediği ve/veya bir
salgının ya da salgın tehlikesinin olmadığı normal durumlarda derece
mahkemelerinin kararlarında da belirtildiği üzere aşı takip sorumluluğunun asıl
olarak ebeveyn üzerinde olduğu kabul edilmelidir.
105. Başvuru konusu olayda son olarak Türkiye'deki kızamık
aşılarının belli bir dönem çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna
değinmek gerekir. Derece mahkemelerince hükme esas alınan bilirkişi raporuna
göre Dünya Sağlık Örgütü 1970 yılı sonlarında kızamık aşısını bebeklik çağında
yapılması gereken aşılar arasına almış, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları
arasında dokuzuncu ayda tek doz olarak önermiş, 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda
yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek
doz önerisini devam ettirmiş ancak 2000 yılında dokuzuncu aydaki ilk doz
kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş
ve 2003 yılında da bu önerisini tekrar etmiştir. Başvuru formu ve eklerindeki
bu bilgi ve belgeler dikkate alındığında, Türkiye'de belli bir dönem tek doz olarak
uygulanan kızamık aşısının anılan dönemdeki uluslararası standartlarla uyumlu
olduğu, o dönemdeki uluslararası standartlara uygun olarak hareket eden kamu
makamlarının sonradan ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulamayacağı
değerlendirilmiştir.
106. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda
devletin koruyucu sağlık hizmetleri kapsamındaki yükümlülüklerini yerine
getiremediğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca dava reddedilmiş bile olsa
başvurucuların etkili bir yargısal korumadan yararlanamadığı da söylenemez.
107. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda yaşam hakkının
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
108. Başvurucular, kızlarının ölümü üzerine açtıkları tam yargı
davasının makul sürede tamamlanmadığını ileri sürmüşlerdir.
109. Bakanlık görüşünde; yargılamanın 6 yılı aşkın bir sürede
sona erdiği, bu hususun yaşam hakkının usul boyutu açısından incelenebileceği
ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
110. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına
(Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir
olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup
bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
111. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
112. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
113. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının
İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.