TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELMA ERTAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/6818)
|
|
Karar Tarihi: 26/12/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Şermin
BİRTANE
|
Başvurucu
|
:
|
Selma ERTAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Yasemin
KUTLUĞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı
bir sakatlığa yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması
hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini
belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu 27/7/2005 tarihinde Haydarpaşa Numune Araştırma ve
Eğitim Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde doğum yapmış ve bir
erkek bebek dünyaya getirmiştir. Bebeğin doğumu asistan doktorlar tarafından
normal yolla gerçekleştirilmiş ve doğum kilosu 4.180 gr. olarak belirlenmiştir.
Doğumun hemen sonrasında çocuk doktoru tarafından yapılan muayenede bebeğin sağ
kolunda doğumsal braksial
paralizi (omuz takılmasına bağlı sinir zedelenmesi) teşhisi
konulmuştur.
9. 3/8/2005 ile 11/12/2006 tarihleri arasında Marmara
Üniversitesi Tıp Fakültesinde bebeğin fizik tedavisi; 11/12/2006 tarihinde de
Ortopedi Cerrahi Polikliniğine sevki yapılmıştır. Ancak Marmara Üniversitesi
Tıp Fakültesi tarafından ailenin Ortopedi Cerrahi Polikliniğine gitmediği ve
11/12/2006 tarihinden sonra tedavi için müracaat etmediği bildirilmiştir.
10. Başvurucu 23/3/2006 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat
ederek doktor hatası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
11. Bu talebin reddi üzerine başvurucu 4/9/2006 tarihinde
İstanbul 8. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Sağlık Bakanlığı aleyhine maddi ve
manevi tazminat talebiyle dava açmıştır.
12. Mahkeme, konu hakkında Adli Tıp Kurumundan (ATK) bilirkişi
raporu almıştır. ATK'nın 9/1/2009 tarihli raporunda,
Haydarpaşa Numune Araştırma ve Eğitim Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
Klinik Şefi ile doğumu gerçekleştiren asistan doktorların ifadelerinin yanında
tıbbi belgelere de yer verilmiştir. Söz konusu tıbbi belgeler ve ifadelerde
başvurucunun doğum sancılarıyla Hastaneye müracaat ettiği, yapılan ultrasonografik ölçümlerde tahmini fetal ağırlığın
3.600 gr. ölçüldüğü, hastanın pelvis muayenesinin
doğuma uygun olduğu ve bebeğin baş gelişi ile normal pozisyonda geldiği
görülerek klinik uzmanı doktor tarafından normal doğum yaptırılmasının uygun
bulunduğu ifade edilmiştir.
13. ATK'nın söz konusu raporunda
bebeğin normal doğuma bırakılmasının tıp kurallarına uygun olduğu, bebeğin
yaralanmasının omuz takılmasından kaynaklandığı ve bu durumun normal doğumun
bir komplikasyonu olarak ortaya çıktığı, böyle bir komplikasyonun öngörülemeyeceği,
doğum sonrasında uygulanan fizik tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu
bildirilmiştir.
14. Mahkeme 30/10/2009 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar
gerekçesinde ATK'dan alınan bilirkişi raporuna
taraflarca itiraz edilmediği, raporun Mahkeme tarafından da yeterli bulunduğu
belirtilmiştir. Kararda, bebeğin kolunda meydana gelen sakatlığın oluşumunda
idarenin ve personelinin sorumluluğunu gerektirecek hatalı bir uygulama
bulunmadığı, bu durumda idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği ve tazminat
ödemekle sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
15. Söz konusu karar Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 6/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı
Dairenin 29/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar başvurucu vekiline 17/3/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
17. 16/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“İdari
dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
19. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat
Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında
yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
11-14).
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1)
Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi
hakkına sahiptir."
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
22. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların
yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye).
23. AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan
tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden
bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır.
Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan
öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda
ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir
(Şerif Gecekuşu/Türkiye
(k.k.),
B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa).
24. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi
için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59 ).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 26/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, doğumun sezaryenle yapılması gerekirken hatalı
teşhis ile normal yollarla yapılmasına karar verilmesi, ayrıca uzman personel
tarafından yapılmaması nedeniyle bebeğin sağ kolunda ve elinde sakatlık meydana
geldiğini belirtmiş ve bu nedenlerle sağlıklı yaşam hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
27. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
28. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
30. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
31. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir
(Melahat Sönmez, B. No:
2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
32. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
34. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
35. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56.
maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer
ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
36. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§
51).
37. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
38. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yargılamalarda
Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir
inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa
Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri
tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin
daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu
önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin
Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57;Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
39. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle
bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa
Mahkemesinin görevi değildir(Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355,
21/2/2018). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine
getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili
anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir
yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu
bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).
40. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
41. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
42. Somut olayda doğumun hemen bitiminde çocuk doktoru
tarafından muayene edilen bebeğin kolunda sinir zedelenmesi olduğu tespit
edilmiş ve tedaviye başlanmıştır. Dolayısıyla doğum öncesi ve doğum esnasında
olduğu kadar doğum sonrasında da başvurucu annenin ve bebeğinin doktor
gözetiminde ve müdahalesi altında bulunduğu anlaşılmaktadır.
43. Başvurucunun olaya dair şikâyetleri sezaryen yöntemi
uygulanması gerekirken doğumun normal yöntemle gerçekleştirilmesi sebebiyle
çocukta sakatlık meydana geldiği noktasında toplanmıştır. Ancak mevcut
bilirkişi raporunda ve doğuma ilişkin gelişmelerin takip edildiği tıbbi
kayıtlarda doğumun riskli olarak görülen doğumlar arasına girdiğine dair bir
bulguya yer verilmediği, başvurucunun doğum verileri dikkate alınarak normal
doğum yönteminin benimsenmesinin tıp kurallarına uygun olduğunun bildirildiği görülmektedir.
44. Somut olayda tazminat davasının reddine ilişkin hükme esas
alınan bilirkişi raporunda tarafların iddialarına ve düzenlenen tıbbi
belgelerdeki bulgulara yer verilmiş ve sonuç olarak bebeğin normal doğuma
bırakılmasının tıp kurallarına uygun olduğu, bebeğin yaralanmasının omuz
takılmasından kaynaklandığı ve bu durumun normal doğumun bir komplikasyonu
olarak ortaya çıktığı, böyle bir komplikasyonun önceden bilinemeyeceği
bildirilmiştir. Mahkeme tarafından da bilirkişi raporuna dayanılarak davanın
reddine karar verilmiştir.
45. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi
ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan
uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucunun
iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı görülmektedir.
46. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucunun bilirkişi raporuna ve kararlara karşı kanuni yollara başvurma
imkânının bulunduğu ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu
davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını
inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar
edildiği anlaşılmaktadır.
47. Sonuç olarak başvurucunun ileri sürdüğü iddialar hakkında
alınan ATK raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla ilgili
ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı
olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği
özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu
makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden
kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edilmediği sonucuna
varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
49. Başvurucu, davanın açıldığı 4/9/2006 tarihinden karar
düzeltme talebinin reddedildiği 29/1/2015 tarihine kadar uzun süren yargılama
nedeniyle adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
50. 1/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20.
maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a
geçici madde eklenmiştir.
51. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
52. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel kararında; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek
etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
53. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
54. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
26/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.