TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KİLİKYA ERMENİ KATOLİKOSLUĞU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/7661)
|
|
Karar Tarihi: 15/6/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Kilikya Ermeni Katolikosluğu
|
Vekili
|
:
|
Av. Cem Murat SOFUOĞLU
|
Temsilcisi
|
:
|
Aram KESHİSHİAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, üzerinde manastır ve kilise bulunan taşınmaza
emval-i metruke mevzuatı hükümlerine göre el konulması nedeniyle mülkiyet
hakkının, bir ibadet mekânına el konulmakla din ve vicdan özgürlüğü ile eşitlik
ilkesinin ve tapu kayıtlarına ulaşılmasının engellenmesi nedeniyle de adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/4/2015 tarihinde İstanbul Anadolu 23. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek
bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 9/1/2016 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 21/1/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/5/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş,
11/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 26/5/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Lübnan'ın başkenti Beyrut yakınlarındaki Antilyas (Antelias) kasabasında
bulunan ve Lübnan makamlarının evraklarında "Kilikya (Antelias)
Ermeni Katolikosluğu" olarak adı geçen bir
Ermeni Ortodoks Kilisesi'dir.
9. Başvurucu adına vekili başvuru formu ve eklerinde detayları
belirtilmeyen bazı taşınmazlar hakkında bilgi edinmek üzere 4/3/2014 tarihinde
Kozan Tapu Müdürlüğünden talepte bulunmuştur.
10. Kozan Tapu Müdürlüğünün 6/3/2014 tarihli cevap yazısında "İlgi dilekçenizde belirtilen taşınmazlara
bakmak için ilgisini inanılır kılan bir belgeniz olmadığından talebiniz yerine
getirilememiştir." denerek talep reddedilmiştir.
11. Başvuru formu ekinde ibraz edilen "Kilikya Ermeni Katolikosluğunun ve Adana ili Kozan ilçesindeki Ayasofya
Kilisesi ve Manastırının Tarihi ve Statüsü Hakkında Rapor" başlıklı
mütalaada;
a) Ermeni Kilisesi'nin IV. yüzyılın başlarında kurulduğu, ilk katolikosluk (Mütalaada "katoğikosluk"
terimi kullanılmakla birlikte başvuru formunda "katolikosluk"
terimi kullanıldığından bu şekilde kullanılmıştır.) makamının ise Erivan
yakınlarındaki Eçmiyazin'de bulunduğu ancak bu
makamın tarih boyunca birçok yere taşındığı, tarih boyunca Eçmiyazin
Katolikosluğu, Kilikya (Sis) Katolikosluğu,
Kudüs Patrikhanesi ve İstanbul Patrikhanesi olarak dört Ermeni ruhani merkezin
ortaya çıktığı,
b) Katolikos kelimesinin Yunanca
evrensel anlamına geldiği, katolikosluğun da kilisesi
her tarafa yayılmış ve kadimden beri var olan gibi bir anlam ifade ettiği,
Ermeni Kilisesi'nde patrikten üst bir unvan olup vaftiz ve takdis törenlerinde
kullanılan kutsal yağı (müron) hazırlama ve piskopos
takdis etme yetkilerinin sadece katolikoslarda
olduğu,
c) Kuruluşundan X. yüzyıla kadar Eçmiyazin'de
bulunan katolikosluğun bu bölgenin istilaya uğraması
nedeniyle 1292 yılında Sis'e (Adana ili Kozan ilçesine) yerleştiği, 1441
yılında Memlüklerin bölgeye egemen olması üzerine katolikosluğun Eçmiyazin'edöndüğü
ancak Sis'te kalan ruhbanın buradaki katolikosluğu
sürdürdüğü,
d)Fatih Sultan Mehmet'in Bursa'da Sis'e bağlı bir başpiskoposu
İstanbul'a davet ederek 1461 yılında onun liderliğinde bir Ermeni Patrikhanesi
kurdurttuğu, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında Kilikya denilen
bölgenin XVI. yüzyılda Osmanlı yönetimi altına girdiği, sonrasında İstanbul
Ermeni Patrikhanesi üzerinde Eçmiyazin'in mi yoksa
Sis'in mi etkili olacağı hususunda çekişmeler meydana geldiği,
e) Eçmiyazin'in 19. yüzyılın
başlarında Rusya'nın egemenliği altına girmesi üzerine İstanbul Ermeni
kiliselerinde Sis Katolikosluğu'nun adının anılmaya
başlandığı, 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı'ndan sonra farklı dinî
cemaatler için millet nizamnameleri hazırlandığı, 1863 tarihli Ermeni Milleti Nizamnamesi'nin kabul edildiği, bu nizamnamede İstanbul
Ermeni Patrikhanesi ve Kudüs Ermeni Patrikhanesi ile ilgili düzenlemelerin yer
aldığı ancak Kilikya Katolikosluğu ile ilgili bir
düzenleme bulunmadığı,
f) 1915 yılı Mayıs ayında Sis'te bulunan ruhbana Halep'e
gitmelerinin emredildiği, bu yolculukta manastırdaki kitaplar, kilise objeleri
ve kutsal emanetler adı verilen eşyaların da götürüldüğü ancak Osmanlı Hükûmeti'nin Rusya etkisi altındaki Eçmiyazin
ile ilişkilerden rahatsızlık duyarak Kilikya Katolikosluğu'nu
tanımayı sürdürdüğü, Dâhiliye Nazırı Talat Paşa'nın 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa
arasındaki yazışmalarda Kilikya Katolikosluğu'nun
öneminin vurgulandığı, Ermeni kiliselerinin birleştirilerek başına Kilikya Katolikosu Sahak'ın atanmasının
önerildiği, bu görevin Sahak tarafından kabul
edildiği, 10/8/1916 tarihli nizamname ile Kilikya Katolikosluğu
ile İstanbul ve Kudüs Patrikhanelerinin birleştirildiği, Eçmiyazin
Kilisesi ile ilgisinin kesilerek başındaki kişinin katolikos-patrik
olarak adlandırılıp bu görevin Sahak'a verildiği
ancak Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra 1916 düzenlemesinin
ortadan kaldırıldığı ve 1883 Nizamnamesi'nin yeniden
uygulamaya konduğu,
g) Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasını müteakip
20/9/1919 tarihinde Ermeni Katolikosluğu'nun ve Sahak'ın Adana ili Kozan ilçesine döndüğü, manastırın ve
bazı kilise eşyalarının iade edildiği ancak 31/5/1921 tarihinde Fransızların Sahak ve diğerlerinden kasabayı boşaltmalarını istediği, Sahak'ın 25/11/1921 tarihinde Sis'i terk ederek 1/12/1921
tarihinde Halep'e vardığı, Katolikosluğun 1921 ile
1930 yılları arasında sırasıyla Halep-Beyrut-Şam-Zahle-Halep
şehirleri arasında yer değiştirdiği, sonrasında Beyrut'a yerleşme taleplerinin
kabul edilerek Lübnan'ın başkenti Beyrut yakınlarında bir kasaba olan Antilyas'a yerleşildiği ifade edilmiştir.
12. Başvuru formu ekinde uyuşmazlık konusu taşınmaza ait olduğu
iddia edilen fotoğraflara yer verilmiş, ayrıca ilgili taşınmazın da yer aldığı
belirtilen ancak pek çok taşınmazı gösterdiği anlaşılan çok sayıda kadastral pafta suretlerinin de ibraz edildiği görülmüştür.
13. Başvuru formu ve eklerine göre başvurucu, uyuşmazlık konusu
taşınmaza ilişkin olarak herhangi bir idari veya yargısal yola başvurmamıştır.
14. Başvurucu 27/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
1. Emval-i Metruke
Mevzuatı
a. Kanunlar
15. 19 Mayıs 1331 (1/6/1915) tarihli ve 2189 sayılı Takvim-i Vakayi'de yayımlanan 14 Mayıs 1331 (27/5/1915) tarihli ve Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin
Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında
Kanun-u Muvakkat'ın 2. maddesi şöyledir:
"Ordu, müstakil kolordu ve tümen
komutanları, askerî gereklerden ötürü veya casusluk ve hıyanetlerini
hissettikleri köyler ve beldeler halkını tek tek veya toplu olarak diğer
mahallere sevk ve iskân ettirebilirler."
16. 14 Eylül 1331 (27/9/1915) tarihli ve 2303 sayılı Takvim-i Vakayi'de yayımlanan 13 Eylül 1331 (26/9/1915) tarihli Ahar
Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı
Metrukesi Hakkında Kanun-u Muvakkat'ın 1. ve 2.
maddeleri şöyledir:
"Madde 1: 14 Mayıs 1331 tarihli Kanun-u
Muvakkat hükmünce ahar mahallere nakledilen eşhas-ı hakikiye ve hükmiyenin terk etmiş oldukları emval ve matlubat ve düyun, bu husus için müteşekkil komisyonların
her şahıs için ayrı ayrı tanzim edecekleri mazbatalar üzerine, mahkemelerce
tasfiye olunur.
Madde 2: Birinci maddede beyan olunan eşhasın
hin-i nakillerinde mutasarrıf bulundukları icareteynli
musakkafat ve müstagallat-ı
vakfiyenin Hazine-i Evkaf ve emval-i gayrimenkule-i sairenin
Hazine-i Maliye namlarına kayıtları icra edilerek her iki kısım emval-i gayrimenkulenin mezkur hazineler
tarafından verilecek bedellerinden bade't tasfiye
kalacak miktarı ashabına ita olunur. (Ek ibare- 22 Eylül 1332 kabul ve 01
Teşrinievvel 1332 yayım tarihli, Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve
Düyun ve Matlubat-ı Metrukesine Mütedair Kanun-u
Muvakkatin İkinci Maddesinin Birinci Fıkrasına Müzeyyel
İbare Hakkında Kanun-u Muvakkat’ın 1.maddesi ile) Şu
kadar ki mahal-i ahara naklolunan eşhas-ı merkumeye mahal-i mürütteplerinde
beytutet ve ikametleriyle maişetlerini temin
edebilecek derecede emlak ve arazi-i mahlule ve emiriyeden
meccanen mesken ve arazi verilmek suretiyle de muavenet olunabilir.
.
.
Madde 3: Zikrolunan şahısların
nukut ve emval-i menkule-i metrukesiyle mevduat ve matlubatı,
birinci maddede zikredilen komisyon reisi veya vekili tarafından cem' ve
istirdat ve tahsil ve dava ve emval-i metrukeden münaza'ün-fih
olmayanlar, bilmüzayede fürüht
ile hasıl olan mebaliğ sahipleri namına emaneten mal
sandıklarına tevdi olunur."
17. 20 Nisan 1338 (20/4/1922) tarihli ve 224 sayılı Memalik-i Müstahlasadan Firar ve Gaybubet Eden Ahalinin Emval-i
Menkule ve Gayrimenkulelerinin İdaresi Hakkında
Kanun'un 1. ve 5. maddeleri şöyledir:
"Madde 1: Düşman istilasından kurtulan
mahallerde ashabının firar ve gaybubetine mebni sahipsiz kalmış olan emval-i
menkule, Hükümetçe usulü dairesinde bimüzayede füruht ve emval-i gayrimenkule ile mezruat
keza Hükümetçe idare edilerek esman ve bedel-i icar ve hasılat-ı sairesi masarıf-ı vakia ba'det-tenzil emanet
hesabına kayıt edilmek üzere mal sandıklarına tevdi olunur. Ancak bunlardan
avdet edenlerin emval-i gayrimenkuleleri ile emaneten
mal sandığına teslim edilmiş olan mebaliği
kendilerine iade olunur.
Madde 5: İşbu Kanun ahkamı
ahval-i harbiye veya siyasiye ilcası ile sair mahallerde firar veya gaybubet
ettikleri hükmen sabit olan eşhasın emval-i menkule ve gayrimenkule ve mezruatları hakkında dahi caridir."
18. 15 Nisan 1339 (15/4/1923) tarihli ve 333 sayılı Ahar
Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı
Metrukesi Hakkındaki 17 Zilkade 1333 ve 13 Eylül 1331 tarihli Kanunu Muvakkatin
Bazı Mevaddı ile 20 Nisan 1338 Tarihli Emval-i
Metruke Kanununu Muaddil Kanun'un 1. ve 6. maddeleri
şöyledir:
"Madde 1: Ahar Mahallere Nakledilen
Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkınaki 17 Zilkade 1333 ve 13 Eylül 1331 Tarihli Kanun-u
Muvakkatin ikinci madesi berveçhi
ati tadil edilmiştir:
'Birinci maddede beyan olunan eşhasın hin-i
nakillerinde mutasarrıf bulundukları icareteynli
müsakkafat ve müstegallat-ı vakfiyenin Hazine-i Evkaf
ve emval-i gayrimenkule-i sairenin Hazine-i Maliye
namlarına kaydı icra edilerek her iki kısım emval-i gayrimenkulenin
takdir olunacak bedellerinden ba'det tasfiye kalacak
miktarı ashabı namına emaneten irat kaydolunur...'
"Madde 6: Her
ne suretle olursa olsun tegayyüp veya müfarakat veyahut memalik-i ecnebiye ve meşfuleye
veya İstanbul ve mülhakatına firar edenlerin emval-i menkule ve gayrimenkule ve
düyun ve matlubatı hakkında dahi mezkur
13 Eylül 1331 tarihli Kanun-u Muvakkat ile işbu tadilat ahkamı tatbik
olunur."
19. 24/5/1928 tarihli ve 1331 sayılı Mübadil, Gayrimübadil, Muhacir ve Saireye
Kanunlarına Tevfikan Tevzi veya Adiyen Tahsis Olunan
Gayrimenkul Emvalin Tapuya Raptına Dair Kanun'un 6. ve 7. maddeleri şöyledir:
"Madde 6: Mübadeleye
tabi eşhastan metruk olanlar hariç olmak üzere bilumum emval-i metrukenin bu
Kanunun meriyeti tarihine kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş
olanlardan maadası Hazine-i Maliyeye intikal eder.
Mübadeleye tabi eşhasa ait olup da şimdiye kadar usulü dairesinde tefviz veya
tahsis olunmayan emvalden harabiye duçar olacağına
Dahiliye Vekaletince karar verilen emval; gayrimübadil
eşhasa ait iken hasbellüzum iskan
emrine verilmiş olan emvale mahsuben kezalik Hazine-i Maliyeye devrolunur.
Madde 7: 13 Eylül 1331 tarihli
ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaz'ıyet
edilmiş ve edilecek emval-i gayrimenkule gerek mübadillere tahsis ve tefviz
edilmiş olsun gerek Hazine uhdesinde bulunsun hükmen tahakkuk edecek müstahiklerine iade edilmeyip ancak kıymeti mukaddereleri, 15 Nisan 1341 tarihli Kanuna tevfikan
Hazine-i Maliyeden tesviye olunur."
20. 24/5/1928 tarihli ve 1349 sayılı Emval-i Metruke Hesab-ı Carilerinin Bütçeye İrat Kaydına Dair Kanun'un 1.
maddesi şöyledir:
"31 Mayıs 1928 nihayetinde emval-i
metruke hesab-ı carilerinin matlup bakiyeleri, 1928
sene-i maliyesi varidat bütçesinin hasılat-ı müteferrika faslına irat kayıt ve
badema vaki olacak hasılat hakkında da aynı vechile
muamele olunur."
b. Kararname ve
Yönetmelikler
21. 20 Temmuz 1340 (20/7/1924) tarihli ve 711 sayılı Anadolu'da
İkamet Ettiği Mahalden Hükümetin İznini Alarak Ayrılanların Mallarının, Terk
Edilmiş Mallardan Addedilmemesi Hakkında Kararname
22. 12 Teşrinisani 1340 (12/11/1924) tarihli ve 1120 sayılı 711
Numaralı Kararnamedeki "Anadolu" Tabirinin "Türkiye" Olarak
Değiştirilmesinin Kabul Edilmiş Olduğuna Dair Kararname
23. 18 Kanunisani 1341 (18/1/1925)
tarihli ve 1368 sayılı Cumhuriyet Hükûmetinin İzniyle Seyahat Etmiş Olanların
Mallarının Terk Edilmiş Mallardan Addolunmayacağına Dair Kararname
24. 5 Şubat 1341 (5/2/1341) tarihli ve 1510 sayılı Lozan
Muahedesinin Kabul Edildiği Tarihten Sonra Gitmiş Olanların Taşınmaz Mallarına
Müdahale Edilmemesi Hakkındaki Kararname
25. 13/6/1926 tarihli ve 3753 sayılı Talimatname
26. 17/7/1927 tarihli ve 5451 sayılı 13/6/1926 tarihli
Talimatnamenin Bazı Maddelerini Değiştirmek Üzere Hazırlanan Talimatnamenin
Yürürlüğe Konulması Hakkında Kararname
c. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Tefsirleri
27. 18/3/1929 tarihli ve 142 numaralı "24 Mayıs 1928 tarih
ve 1331 sayılı Kanun'un Altıncı Maddesinin" tefsiri şöyledir:
“…. Kanunun 6’inci maddesinde mevcut ‘bu
Kanunun meriyet tarihine kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş’
kaydı meriyet tarihine kadar istihkaka müsteniden vaki müracaatların tevsik ve
tespit safhalarını geçirmiş ve yalnız tefviz komisyonu kararına iktiranı kalmış
olması lüzumunu ifade eder.”
28. 2/6/1929 tarihli ve 146 numaralı "24 Mayıs 1928 tarih
ve 1331 sayılı Kanun'un Yedinci Maddesinin" tefsiri şöyledir:
“… Kanunun yedinci maddesi ile 13 Eylül 1331
ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaz’ıyet
olunan ve edilecek olan emval-i gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde
olduğu ve ashabının bunların ancak 1331 senesi iptidasındaki kıymet-i mukayyedeleri üzerinde hakları mahfuz tutulduğu cihetle bu
emvalin bilahere ister muhtelif kanunlar mucibince
tahsis, teffiz edilmiş, ister satılmış veya Hazine
uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 13 Eylül1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli
kanunların tatbiki aleyhine Şura-yı Devletçe bir
hüküm verilmedikçe, ashabına aynen iadesine imkanı kanunî olmadığı gibi 28
Mayıs 1928 tarihli Kanunun gerek neşrinden evvel, gerek neşrinden sonra hükmen
tahakkuk etmiş veya edecek müstahaklarına da aynen iadesine cevaz verilmeyerek,
ancak eshabına veya hükmen tahakkuk eden veya edecek
olan müstahaklarına bu emvalin 15 Nisan 1341 tarihli kanuna tevfikan 1331
senesi iptidasındaki kıymeti mukayyedelerinin
verilmesi ve bunda da 15 Nisan 1341 tarih ve 622 syaılı
Kanun ahkamının nazar-ı itibara alınması maksuttur.”
d. Yargısal İçtihatlar
29. Anayasa Mahkemesinin 22/4/1963 tarihli ve E.1963/41,
K.1963/94 sayılı kararı şöyledir:
".
l- Önce, itirazın konusu olan 13 Eylül 1331 tarihli geçici kanunla 15
Nisan 1339 tarihli ve 333 sayılı kanunun bugün için ne gibi durumlarda
uygulanmalarının mümkün bulunduğunun araştırılması gereklidir.
Gerçekten Ortodoks dininden olan Türk tebaası rumların malları hakkında sonradan Yunan Hükümeti ile
yapılan çeşitli andlaşmalarda özel hükümler kabul
edilerek bu kanunların dışına çıkartılmış olmaları bakımından haklarında artık
anılan kanunların uygulanması söz konusu değildir.
Bunların dışında kalan ve yukarıda adı geçen
kanunların kapsamına giren Türk Tebaası hakkında ise, 6 Ağustos 1340 gününde
yürürlüğe konulan Lozan Andlaşmasında özel hükümler
bulunduğundan, o tarihten sonra ihtiyar edecekleri hareketleri ve fiili
durumları ne olursa olsun bu kanunların uygulanmasına imkan
yoktur. Ancak bunlardan Lozan Andlaşmasının
yürürlüğünden önce firarı veya mütegayyip girmiş
olanlar hakkında söz konusu kanunların uygulanması gerekeceğinden şüphe
edilemez.
Zira gerek 13 Eylül 1331 tarihli geçici
kanunun, gerekse 15 Nisan 1339 tarihli ve 333 sayılı kanun hükümlerinin koyduğu
esas bu kanunlarda yazılı şekillerde firari ve mütegayyip
bulunan veya başka yerlere naklolunan şahısların bu
hallerinin vuku bulduğu anda, taşınmaz mallarının, ilgisine göre Maliye veya
Evkaf Hazinelerinin mülkiyetine otomatik bir surette geçmiş bulunacağı
yolundadır.
Bu yön 13 Eylül 1331 günlü geçici kanunun l
inci ve değişik 2 nci maddelerinin açık ifadelerinden
anlaşıldığı gibi, bilâhare yürürlükten kaldırılmış bulunan 1331 sayılı kanunun
7 nci maddesinin yorumlanmasına dair olan 2/6/1929
tarih ve 146 sayılı kararda (...... 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli
kanunlara tevfikan vaziyet olunan ve edilecek olan emvali gayrimenkule hazine
namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ......) belirtilmek suretiyle kanun koyucu
tarafından da açıkça ifade edilmiş ve bu kanunun uygulama şekillerini gösteren
29/5/1339 tarihli ve 2455 sayılı yönetmeliğin 3 üncü maddesinde de "15
Nisan 1339 tarihli kanunun 6 ncı maddesinde
zikrolunan eşhastan metruk emvali gayrimenkule tarihi mezkûrdan itibaren Maliye
ve Evkaf hazinelerinin uhdei tasarruflarına
geçmiştir" denilmek suretiyle kanun hükümlerinin o tarihlerdeki anlayış
tarzı da kesin bir surette ortaya konulmuş ve o zamandanberi
de tatbikat bu yolda cereyan edegelmiştir.
Bu esasa göre, 6 Ağustos 1340 tarihinden önce
fiili bir surette yukarıda yazılı durumlara girmiş bulunan şahıslar hakkında
yapılan ve bundan sonra, da yapılacak olan muamele;
bunların mallarının, bu durumlara düştükleri tarihte Hazine veya Vakıflar
İdaresi uhdesine geçmiş olup olmadığının tesbiti için
o tarihlerde firari veya mütegayyip veya afcar mahalle naklolunan
kimselerden olup olmadıklarının tâyini maksadıyle girişilen araştırmalarla, tesis olunan idarî
işlemlerden ibarettir. Bu işlemlerin bir safhası olarak sık sık adı geçen
(Vaziyet muamelesi) veya (Vaziyet kan) bu gibi gayrimenkullerin mülkiyetinin
Maliyeye veya Vakıflar idaresine intikalini sağlayan hukukî ve kanunî bir unsur
olmayıp, idarece bahis konusu şahsın firari, mütegayyip
veya ahar mahalle nakledilen kimse olup olmadığının tesbiti
için yapılan araştırmalar sonunda varılan neticeyi ve bu şahsa ait olup da
kanun gereğince Hazine veya Vakıflar idaresine intikal etmiş bulunan
gayrimenkullerin cins ve yerlerini topluca ifade ve vukuatı hülâsa için,
tutulan bir usul gereğince, yazılan bir yazıdan ibarettir. Yukarıda da
belirtildiği üzere böyle bir usul tutulması idarece ihtiyar edilmemiş olsa veya
bu usule rağmen dosyasında böyle bir yazı bulunmasa dahi kanunda belirtilen
duruma düşen şahısların mallarının bu duruma düştükleri tarihte, Hazine veya
Vakıflar İdaresine kanun gereğince geçmiş olduklarının kabul edilmesi
zaruridir.
Binaenaleyh Lozan Andlaşmasının
yürürlüğe girdiği 6 Ağustos 1340 tarihinden Önce firari ve mütegayyip
duruma giren veya başka mahalle nakledilmiş bulunan bir kimsenin mallarının
mülkiyeti, bu duruma girdiği tarihten itibaren, dosyasında o tarihte alınmış
bir vaziyet kararı olsun, olmasın, ilgisine göre Maliye veya Evkaf uhdesine
kanun uyarınca geçmiş bulunmaktadır.
Bu itibarla böyle bir şahsın, firari veya mütegayyip olup olmadığının tesbiti
işine 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel başlanmamış ve bu tarihten Önce bir
vaziyet kararı verilmemiş olması, esasen bu tarihten önce kanun gereğince
ilgili hazine uhdesine geçmiş olan mallarının hukukî durumu üzerinde hiç bir etki yapamaz.
Bu bakımdan 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel
başka yere nakledilmiş veya firar veya tegayyüp
eylemiş bir kimsenin malı, bu tarihten evvel Hazineye veya Vakıflar idaresine
bir kanunla geçmiş bulunduğundan, bu tarihten sonra bu durumun belirtilmesi maksadiyle yapılan işlemler, gayrimenkul mülkiyetinin bu
idarelere geçirilmesini değil, vaktiyle tahakkuk etmiş bulunan intikal
muamelesinin belirtilmesi amacını gütmektedir.
Aksi düşünce, yani 6 Ağustos 1340 tarihinden
önce firari veya mülegayyip duruma girmiş olduğu
halde malları üzerinde her nasılsa idarî işlemlere başlanmamış bulunan kimseler
hakkında Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girdiği
tarihten sonra artık emvali metrûke kanunlarının
uygulanamayacağı düşüncesi, yürürlüğe girdiği tarihten sonraki hâdiselere
uygulanması gereken andlaşma hükümlerinin,
yürürlükten evvelki olaylara da sari olduğunun kabulü ve bunun sonucu olarak da
Maliye ve Vakıflar hazinesinin daha önce iktisap etmiş olduğu mülkiyet hakkının
iptal edilmesini icap ettirir ki, böyle bir hal, kanunların yürürlüğü
konusundaki hukukî esaslarla bağdaştırılamaz.
6 Ağustos 1340 gününden sonra firar veya tegayyüp etmiş bulunanlara gelince :
Lozan Andlaşmasının
yürürlüğe girdiği 6/8/1340 gününden sonra vukua gelen ve emvali metrûke kanunlarınca ön görülen fiil ve hareketlere bu
kanunların uygulanmasına imkân kalmamıştır. Nitekim 17/7/1927 günlü ve 5451
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı da bu esasları böylece tesbit
ve tatbik etmiş bulunmaktadır.
Bu itibarla emvali metrûke
mevzuatının, 6 Ağustos 1340 tarihînden evvel tekevvün etmiş firar veya tegayyüp olaylarının usulü dairesinde bugün tesbiti halinde, uygulanması tabiî ve zarurî bulunmaktadır.
Bu cümleden olarak Medenî Kanunun
yürürlüğünden önceki ölüm ve evlenme olayları dolayısiyle
zamanında yürürlükte olan hükümlerin bugün için uygulanmakta olması, konunun
daha iyi canlandırılabilmesi bakımından örnek olarak gösterilebilir.
Bu sebeplerle söz konusu 13 Eylül 1331 günlü
geçici kanunla 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun, 6 Ağustos 1340
gününden önceki firar, tegayyüp veya başka yere nakil
olayları dolayısiyle halen uygulanmalarının mümkün
bulunduğu gerekçede oy çokluğu, esasta oy birliği ile kararlaştırılmıştır.
2- Danıştay Sekizinci Dairesi söz konusu iki
kanunun tümünün Anayasa'ya aykırılığını ileri sürmüştür.
Yukarıda yapılan açıklamadan da anlaşılacağı
üzere davacı hakkında uygulanan hükümlerin iki kanunun bütün maddeleri olmayıp
15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun 6 ncı maddesi ve bu madde delaletiyle 13 Eylül 1331
günlü geçici kanunun l ve 333 sayılı kanunla değiştirilen 2 nci
maddeleridir.
Anayasa'nın 151 nci
maddesi ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki 44
sayılı Kanunun 27 nci maddesinde mahkemelerce
bakılmakta olan bir dâva sebebiyle uygulanacak kanun maddelerinin Anayasa'ya
aykırı görülmesi halinde Anayasa Mahkemesine itirazda bulunulabileceği kabul
edilmiş olduğuna, Danıştay'da açılmış bulunan bu dâvada ise söz konusu
kanunların bütün hükümlerinin değil, sadece yukarıda işaret edilen hükümleri
uygulanacağına göre Danıştay 8 inci Dairesince yapılan itirazın, 13 Eylül 1331
günlü kanunun l inci maddesi ile değişik 2 nci
maddesine ve 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun 6 ncı
maddesine hasren incelenmesi gerektiği oy birliği ile
kararlaştırılmıştır.
3- Davacının 29 Eylül 1962 günlü dâva
dilekçesinde dâvanın konusu Boğos Urpakyan'm
(Nerede olduğunun bilinmediği yolundaki kifayetsiz bir tetkike istinaden firari
ve mütegayyip eşhastan addedilerek) malları üzerinde
Cevri Usta Vakfı adına yapılan (Vaziyet işleminin ve tescil muamelesinin), adı
geçenin firari mütegayyip eşhastan olmadığı cihetle
(iptaline) karar verilmesi şeklinde belirtilmiş bulunmakta isede
tapudaki tescil muamelelerinin iptali işlemi, idarî dâvaya konu teşkil
edemeyeceğinden Danıştay'da açılmış bulunan dâvanın, davacının murisinin firari
ve mütagayip bir şahıs olarak kabul edilmesi
yolundaki idarî işleme yöneltilmiş sayılması zaruri bulunmakta ve sonuç olarak
firar ve tegayyübü tesbit
eden idarî işlemin iptali dâvası söz konusu olmaktadır.
Zira olayda söz konusu malın mülkiyeti,
Vakıflar İdaresine bir idarî tasarruf sonucu geçmiş olmayıp, firar ve tegayyübün sonucu olarak ve kanun hükmü ile geçmiş
bulunmaktadır.
Olayda, idarî dâva konusu tasarruflar ise,
firar ve tegayyübün tesbiti
amacı ile yapılan işlemlerle bu işlemlere dayanan ve ilgilinin (Firari) veya (Mütegayyip) kişi olduğunu belirten karardır.
Sözü edilen 13 Eylül 1331 tarihli geçici
kanunun l ve değişik 2 nci
maddeleri ile 15 Nisan 1339 tarihli kanunun 6 ncı
maddesinin, Türk vatandaşı şahısların ne gibi hallerde firari veya mütegayyip sayılacaklarına dair olan hükümlerinde ise
Anayasa maddelerine aykırılık arzeden bir husus
mevcut değildir. Zira Anayasa'da, yurdu, Birinci Dünya Harbinin buhranlı
zamanlarında terketmiş bulunan Türk tebaasının,
firari veya mütegayyip şahıs sayılmalarına engel
olabilecek herhangi bir hüküm yoktur.
Dâvacının miras bırakanına ait malın mülkiyetinin, Evkaf Hazinesine geçmesi, adı
geçenin 6 Ağustos 1340 tarihinden önce firari veya mütegayyip
durumda bulunduğunun sabit olması sortiyle, firariliğin
veya tegayyübün vukuu ânında, yukarıda açıklanan
kanun hükümleri gereğince başka bir işleme lüzum kalmaksızın tamamlanmış
olacağından kanun hükmü ile ve yıllarca Önce meydana gelmiş bir hukuki sonucun
idarî yargıya konu teşkil etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan sözü geçen
hükümlerde Anayasa'ya aykırılık olup olmadığının araştırılmasına yer
bulunmamaktadır."
30. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun
25/11/1936 tarihli ve E.1935/18, K.1936/30 sayılı kararı şöyledir:
“...
28 Mayıs 1928 tarih ve 1331 numaralı Temlik
Kanununun yedinci maddesinin tefsirine dair Büyük Millet Meclisinden verilen 2
Haziran 1929 tarih ve 146 numaralı kararda, (13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339
tarihli kanunlara tevfikan vaziyet olunan veya edilecek olan emval-i
gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve ashabının ancak 1331senesi
iptidasmdaki kıymeti mukayyedeleri
üzerinden hakları mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahare ister muhtelif
kanunlar mucibince tahsis ve tefviz edilmiş, ister satılmış veya Hazine
uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli
Kanunların tatbiki aleyhine Şurayı Devletçe bir hüküm verilmedikçe ashabına
aynen iadesine imkânı kanuni olmadığı gibi 28 Mayıs 1928 tarihli kanunun gerek
neşrinden evvel ve gerek neşrinden sonra hükmen tahakkuk etmiş veya edecek
müstahaklarına da aynen iadesine cevaz verilmeyerek ancak ashabına veya hükmen
tahakkuk eden veya edecek olan müstahaklarına bu emvalin 15 Nisan 1341 tarihli
Kanuna tevfikan 1331 senesi iptidasındaki kıymeti mukayyedelerinin
verilmesi ve bunda da 15 Nisan 1341 tarih ve 622 numaralı kanun ahkamının
nazara alınması maksuttur) denildiğine göre zikri geçen 1331 ve 15 Nisan 1339
tarihli kanunlara istinaden Hazinece vaziyet olunan emval-i gayrimenkuldun
sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve tagayyüp etmediklerinden ve binaenaleyh mezkur kanunların
tatbiki lazımgelmediğinden bahsile
gayrimenkul mallarının aynen istirdadına dair açılan davanın mahkemelerce kabul
ve rüyeti, tefsirin birinci fıkrası medlulünce aynen iadesi dava olunan emval
hakkında mezkur kanunların tatbiki lazım gelmeyeceğine dair Devlet Şurasından
bir karar suduruna mütevakkıf olduğu veDevlet Şurasınca böyle bir karar verilmemişse emval-i mezkurenin aynine taalluk eden bu gibi davaların rüyeti
mahkemelerin vazifesi haricinde bulunduğu müttefıkunaleyh
olup takarrür eden temyiz içtihattan da bu merkezdedir.
...”
31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/2/1993 tarihli ve
E.1992/1-750, K.1993/56 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Direnme kararı ile Hukuk Genel Kurulu
önüne gelen uyuşmazlık, maliklerinin firari ve mütegayyip
eşhastan oldukları kabul edilerek çekişmeli taşınmaza 1954 senesinde davalı
Hazinece vaziyet edilmesi ve taşınmazın Hazine namına tapuya kaydedilmesi
işleminden ötürü, bu işlemin yasalara uygun düşmediğini ileri süren davacı
kişilerin, idari yargı yerinden karar almaksızın aynen istirdada (tapu iptal ve
tescile) ilişkin böyle bir davayı adli yargı yerinde açabilip açamayacakları
noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten, davalı Hazine tarafından yapılan
işlemin dayanağını teşkil eden ve metruk malların hazineye geçmesini düzenleyen
1331 ve 1339 tarihli Yasaların ve tatbik suretlerini gösteren talimatname
hükümlerinin uygulanmasında zaman zaman tereddütlere düşülmüştür. Ne var ki, o
tarih itibariyle tefsire yetkisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2
Haziran 1929 tarih 146 sayılı tefsir kararı ile yasa hükümlerinin uygulanış
biçimlerine açıklık getirmiş ve anılan kararda (...1331 ve 1339 tarihli
Kanunlara tevfikan vaziyet olunan ve olunacak emvali gayrimenkulenin,
hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve eshabının
ancak bunların 1331 senesi iptidasındaki kıymetli mukayyedeleri
üzerinden haklarının mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahare ister
muhtelif Kanunlar mucibince tahsis, teffız edilmiş,
ister satılmış veya hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 1331 ve 1339
tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şur'ayı Devlet'çe
bir hüküm verilmedikçe eshabına aynen iadesine Kanuni
imkân olmadığı…) belirtilmiştir. Meclis tefsir kararına atıfta bulunan
25.11.1936 tarih ve 18/30 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının sonuç
bölümünde de (... 1331 ve 1339 tarihli Kanunlara dayanılarak hazinece vaziyet
olunan gayrimenkullerin sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar
ve kayıp duruma düşmediklerinden ve anılan Kanunların kendileri yönünden
tatbiki lazım gelmediğinden bahisle açtıkları gayrimenkul malların aynen
istirdadına yönelik davanın, Mahkemelerce kabul ve rüyeti ve aynen iadesi, dava
olunan emval hakkında sözü edilen Kanunların tatbikinin lazım gelmeyeceğini
dair devlet şûrasında bir karar verilmesine bağlıdır. Devlet şurasınca böyle
bir karar verilmemişse emvali mezkurenin aynına da
taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifeleri haricindedir...)
ilkesi vurgulanmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki; 1331 ve 1339 sayılı
Yasalar, yürürlükten kalkmış olsalar dahi, yürürlükte bulundukları dönemde
cereyan eden hadiseler hakkında kendiliğinden hukuki sonuç doğurmuşlar ve kayıp
ya da firari duruma düşen kişilerin taşınmaz malları, yasa hükümleri gereği
devlete geçmiştir...
Kuşkusuz, 'vaziyet etme' işlemlerinin ve idari
yargı kararlarının taşınmaz malların mülkiyetlerini doğrudan doğruya Hazineye
nakledici nitelikleri yoktur. Anılan işlemler ve kararlar yalnızca, yasaların
yürürlükte kaldıkları dönem için firari yada kayıp
duruma düşüldüğünü tespit ve açıklayan işlem ve karar niteliğindedirler. Ancak
eldeki dava yönünden ortaya çıkan uyuşmazlıklarda (aynen istirdat davalarında)
firari yada kayıp kişilerden sayılmama ve ilgili
yasaların kapsamına girmeme olgusunu tespit ve açıklayan idari yargı kararı
alınmasının zorunluluğu göz ardı edilmemelidir... Nitekim, değinilen türdeki
davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararları temyizen
inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi uygulamalarında bu hususun yerine
getirilmesi (idari yargı kararı alınması) ilkesini özenle korunmuştur. ...
Esasen, konusu, tarafları ve sebebi aynı olan önceki dava (idari yargı yerinden
olumlu bir karar getirilmeden tapu iptal ve tescil davasının dinlenebilmesi
mümkün görülememiştir.....) gerekçesi ile reddedilmiş
ve redde ilişkin İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin …. 20/12/1984 tarihli ve
285/631 sayılı kararı temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Yakın
tarihlerde yüce kurulda görüşülen tamamen benzeri nitelikteki emsali bir
olayda, idari yargı kararı alındıktan sonra tapu iptal ve tescil davası
açıldığı için, o davaya dinlenebilme olanağı sağlanmıştır...
O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen
Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve
yasaya aykırıdır. ...”
2. Vakıflar Mevzuatı
32. 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülgaKanunu
Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında
Kanun’un 8. maddesi şöyledir:
"Kanunu Medeninin
meriyete vaz`ından mukaddem vücude
getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.
Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından
sonra vücude getirilecek tesisler, Kanunu Medeni
ahkamına tabidir."
33. 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun 1.
maddesi kabul edildiği şekliyle şöyledir:
"4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardan
A - Bu kanundan önce zaptedilmiş bulunan
vakıflar,
B - Bu kanundan önce idaresi zaptedilmiş olan
vakıflar,
C - Mütevelliliği bir makama şartedilmiş
olan vakıflar,
Ç - Kanunen veya filen hayrî bir hizmeti
kalmamış olan vakıflar,
D - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden
başkalarına şartedilmiş vakıflar,
Vakıflar umum müdürlüğünce idare olunur.
Bunların hepsine birden (Mazbut
vakıflar) denir.
A - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerine şartedilmiş vakıflar,
B - Cemaatlarca idare olunan vakıflar,
C - Bazı sanat sahihlerine mahsus vakıflar,
Mütevellileri veya seçilmiş heyetleri
tarafından idare olunur. Bunların hebsine
birden (Mülhak vakıflar) denir.
Mütevelliler ve seçilmiş heyetler, vakıflar
umum müdürlüğünün ve umum müdürlük
de, idare meclisinin kontrolü altındadır."
34. 2762 sayılı Kanun'un yürürlükten kaldırıldığı tarihteki 1.
maddesi şöyledir:
"(Değişik: 28/6/1938-3513/1 md.) 4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş
vakıflardan
A - Bu kanundan önce zabtedilmiş bulunan
vakıflar,
B - Bu kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan
vakıflar,
C - Mütevelliği bir makama şartedilmiş
olan vakıflar,
D - Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti
kalmamış olan vakıflar,
E - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden
başkalarına şart edilmiş vakıflar,
Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur.
Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir.
(Değişik: 31/5/1949-5404/1 md.)
Mütevelliliği vakfedenlerin fer`ilerine
şart edilmiş vakıflara (Mülhak Vakıflar) denir. Bunlar mütevellileri tarafından
idare olunur.
Mütevelliler Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve
Genel Müdürlük de İdare Meclisinin kontrolü altındadır.
(Değişik: 24/3/1981-2437/1 md.)
Cemaatlere ve esnafa mahsus vakıflar, bunlar tarafından seçilen kişi veya
kurullarca yönetilir. İlgili makamlarla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
teftiş edilir ve denetlenirler. Teftiş ve denetlemenin usulleri ve nasıl
yapılacağı ile sonuçları çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
(Ek: 24/3/1981-2437/2 md.)
Cemaat vakıflarının Türk Kanunu Medenisinin 78 nci maddesi gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğüne
ödeyecekleri teftiş ve denetleme masraflarına katılma payının, genel bütçeden
karşılanmasına Bakanlar Kurulunca karar verilebilir. Bu karar anılan vakıfların
teftiş ve denetimini etkilemez.
(Ek Fıkra 2.1.2003-4778 s. Kanun.) Cemaat
vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün izniyle dinî, hayrî, sosyal, eğitsel,
sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal
edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve
esaslar Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakanlıkça çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir."
35. 2762 sayılı mülgaKanun'un 6.
maddesi şöyledir:
"Mülhak vakıflar, Vakıflar Umum
Müdürlüğünce niyabeten idare olunsa bile ayrı ayrı
birer hükmi şahsiyet sayılır. Bunlar kendi taahhüdlerile
ilzam olunur. Ve borçlarını kendi mallarından öderler.
Umum Müdürlüğün idare ve temsil ettiği
vakıflar da bir kül halinde hükmi şahsiyet sayılır."
36. 2762 sayılı mülga Kanun'un 6. maddesi şöyledir:
"Bu kanunun neşri tarihinden en az on beş
yıl evvelindenberi vakıf olarak tasarruf edildikleri
vergi kayıtları icar konturatları ve eşhası hükmiyenin gayrimenkule tasarruflarına dair olan 16 Şubat
1328 tarihli kanunun neşrinden sonra tapuya verilmiş defterler ve müesseselerin
hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o suretle
vakıf kütüğüne kaydolunurlar.Bu kayıt vakıflar
idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayrimenkullerin kayıtlarına işaret ve
keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur.İlan
tarihinden itibaren iki yıl içinde dava yolu ile bir güna
itiraz olunmadığı takdirde o malların vakıfolarak
kati tescilleri yapılır,ve tapuları verilir.Tapu kayıdlarına işaret
edilecek gayrimenkullere aitdavalarda vakıflar
idaresi ve varsa mütevelli de birlikte hasım olur.”
37. 2762 sayılı mülga Kanun'un geçici 1. maddesi şöyledir:
"A - Şimdiye kadar vakıflar idaresine
hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun
hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri
vakıfların mahiyetlerini,varidat menbalarını
ve bunların sarf ve tahsis mahallerini, geçmiş son senenin varidat ve
masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği
hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına
müsteniden ve hangi tarihtenberi yaptıklarını
gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe
mecburdurlar.
B - Yukarki fıkra mucibince beyanname vermiş
olan mütevellilere bir makbuz ilmühaberi verilir. Bu ilmühaberi hamil olan
kimseler bu kanun dairesinde vakıflarının idaresine devam ederler.
C - Birinci fıkrada yazılı müddet içinde beyanname vermemiş olanlar
vakıflarında tasarruf edemezler. Gecikme haklı bir sebebe müstenit değilse veya
verdikleri beyanname hakikate uygun bulunmazsa mütevellilikten
derhal azlolunurlar.
Ç - Vakıflar idaresine verilecek beyannamelerin verildikleri tarihten
itibaren, altı ay içinde tetkik ve tasdikı mecburidir.Bu müddet içinde tasdik edilmediği takdirde
yalnız mukannen masraflar tasdik edilmiş sayılır.
D - Beyannameler muhteviyatının vesika ve taamüllere
müstenit olması ve bu vesika veya taamüllerin bu
kanunun neşrinden evvel mevcut ve mer`i bulunması şarttır.
E - Bu kanun hükümleri yürümeğe başladığı zaman mevcut olan ferilerden
gayri mütevellilerle Vakıflar Umum Müdürlüğünce mütevellisi olmadığından veya
mütevellisi mevcut olduğu halde vakfı bizzat idare edemediklerinden dolayı
idare kendilerine tevdi edilmiş olan kaymakamlar şimdiye kadar olduğu gibi
vakıfları idareye devam ederler. Azil veya her hangi
bir suretle inhilal vukuunda bu kanun hükümleri tatbik olunur."
38. 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı 3.
maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında;
...
Vakıflar: Mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf
vakıfları ile yeni vakıfları,
Vakfiye: Mazbut, mülhak ve cemaat vakıflarının
malvarlığını, vakıf şartlarını ve vakfedenin isteklerini içeren belgeleri,
1936 Beyannamesi: Cemaat vakıflarının 2762
sayılı Vakıflar Kanunu gereğince verdikleri beyannameyi,
Vakıf senedi: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisi ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine
göre kurulan vakıfların, malvarlığını ve vakıf şartlarını içeren belgeyi,
Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel
Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk
Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar
Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,
Mülhak vakıf: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin
soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları,
Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına
bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış,
mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere
ait vakıfları,
...
ifade eder."
39. 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi şöyledir:
"Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen
tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı
olan taşınmazlar,
b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları
tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya
bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel
Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan
taşınmazlar,
tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde
müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil
müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır."
3. Tapu Mevzuatı
40. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Tapu sicilinin açıklığı" kenar
başlıklı 1020. maddesi şöyledir:
"Tapu sicili herkese açıktır.
İlgisini inanılır kılan herkes, tapu
kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine
gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir.
Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini
ileri süremez."
41. 17/8/2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 22/7/2013 tarihli Tapu Sicili Tüzüğü'nün (Tüzük) "İstemin reddedilmesi" kenar
başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"(1) Mevzuat ve bu Tüzükte yer alan
hükümlere uygun olmayan ve 4721 sayılı Kanunun 1011 inci maddesine göre geçici
tescil şerhine de imkân bulunmayan istemler geciktirilmeden, gerekçesi, itiraz
yeri ve süresi de belirtilmek suretiyle reddedilir.
(2) Ret kararının varlığı, tarih ve yevmiye
numarası esas alınarak kütüğün beyanlar sütununda belirtilir. İstemin reddi
halinde, ret gerekçesi giderilmeden reddin konusu tapu işlemi yapılamaz.
(3) Ret kararı, istem sahibine elden veya
11/2/1959 tarih ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir.
(4) Ret kararına, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge
müdürlüğüne, bölge müdürlüğünün kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebilir."
42. TKGM'nin 29/6/2001 tarihli ve
2001/7 sayılı genelgesinin ilgili kısımları şöyledir:
"İlgi genelge [31/10/1983 tarihli ve
4-1-1-7/1456 sayılı genelge] ile; mübadil (değiştirilen), mütegayyip
(kaybolmuş), mufarakat (terkeden)
ve firari (kaçak) kişilerin taşınmaz mallarının Devlete intikal ettiği, bu
kayıtlar üzerinden herhangi bir tapu işleminin yapılmaması ve hiçbir bilgi,
belge ve tapu kaydı verilmemesi gerektiği duyurulmuş olmasına karşın, Merkeze
intikal eden olaylardan, bu konuda bazı aksaklıklar olduğu tespit edilmiştir.
Bilindiği üzere, 6 AĞUSTOS 1340 (1924)
tarihinden önce ülkemizden firar eden, kaybolan, ülkeyi terkeden,
değişime tabi tutulan ve o tarihte taşınmaz malının başında bulunmayan
kişilerin gayrimenkulleri (aynı tarihte vaziyet kararı olsun veya olmasın)
Devletin uhdesine geçmiş bulunmaktadır.
Bu nedenle, bahsedilen nitelikte kişilere ait
kayıtlar farklı tarihlerdeki kanun ve kararnameler gereği işleme tabi kayıt
niteliğini kaybetmiştir. Tescil işlemleri tamamlanmamış olsa dahi tescilsiz
iktisap şeklinde Devletin uhdesine geçen bu gayrimenkullerin eski malik ve
mirasçıları Medeni Kanunun 928 inci maddesine göre
'ilgili kişi' sayılamayacaklarından tapu kaydı verilmesi dahil, hiçbir tapu
işlem talebinin kabul edilmemesi gerekir.
Bu itibarla; yabancı gerçek ve tüzel kişilerin
1924 yılı ve öncesine ait kayıtlar ile ilgili herhangi bir işlem talebinde bulunmaları
halinde, öncelikle kayıt maliklerinin mübadil, mufarakat,
firari veya mütegayyip olup olmadığı mahalli mülki
amirliklere başvurularak araştırılacaktır. Araştırma sonucunda kayıt malikinin
bu kişilerden olmadığının anlaşılması halinde talep konusu Merkeze intikal
ettirilecek (Yabancı İşler D.Bşk.) ve talimata göre
işleme yön verilecektir.
Bahsedilen kişiler ile ilgili işlemlerde;
1) Gerçek veya tüzel kişilere, mübadil, mütegayyip, firari ve mufarakat
edenlere ait tapu kayıtlarına ilişkin bilgi ve belge verilmesi de dahil tapu
işlem taleplerinin hiçbir şekilde karşılanmaması, taleplerinin Genel Müdürlüğe
yönlendirmesi için bilgi vermekle yetinilmesi,
2) Kadastrosuna başlanılacak veya devam eden
çalışma alanlarında, sözü edilen kişilere ait tapu kayıtlarına dayalı olarak
kayıt malikleri ve halefleri veya zilyedliğe
istinaden bu kişiler adına herhangi bir tespit yapılmaması, bunlara ilişkin yer
gösterme veya benzeri talebe bağlı hiçbir işlemin karşılanmaması,
3) 6 Ağustos 1924 tarihi öncesi tesis edilen
kayıtlarla ilgili herhangi bir talep anında kaydın kadastroya tabi tutulup
tutulmadığı ile herhangi bir parsele uygulanıp uygulanmadığının araştırılarak,
uygulanmış ise revizyonlarının yazılması, herhangi bir parsele uygulanmamış ise
kaydın kapatılması,
4) Mahkemelerin kayıt örneği veya kaydın
tespitine yönelik taleplerinde, kaydın kadastroya tabi tutulup tutulmadığının,
tabi tutulmuşsa herhangi bir parsele revizyon görüp görmediğinin ve malik veya
mirasçılarının mubadil, mufarakat,
firari veya müteğayyip kişilerden olup olmadığının
sicil ve belgelere göre araştırılarak, bu hususlarda tespit edilen bilgilerin
bir üst yazı ile ilgili mahkemeye bildirilmesi,
Gerekmektedir.
Ayrıca, kadastro çalışmaları sırasında yabancı
uyruklular adına zilyedliğe dayalı gayrimenkul
tespiti yapılmadan önce konu Merkeze intikal ettirilecek (Yabancı İşler D.Bşk.) ve verilecek talimata göre işleme yön verilecektir.
İlgi genelge yürürlükten kaldırılmıştır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 15/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
44. Başvuru formu ekinde ibraz edilen "Hukuki Mütalaa"da;
a)Kilikya (Sis) Katolikosluğu'nun
hükmi şahsiyete sahip dini ve hayri bir müessese
niteliğinde olduğu ve Adana ili Kozan ilçesinde bulunan manastır arazisi ve
kilise dahil taşınmazlar üzerinde tasarruf yetkisinin olduğu,
b)Sis Katolikosluğu'nun
kilise ve müştemilatı üzerinde uzun süreli kullanmaya dayalı mal varlığı
hakkının bulunduğu hatta Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 3/4/2007 tarihli ve
E.2007/7679, K.2007/1173 sayılı kararına göre metruk kiliselerin emval-i
metruke mevzuatına tabi olmadığı gibi devlete intikal etmeyip maliki üzerinde
kaldığı,
c) Alternatif olarak ise mal varlığındaki azalmanın karşılığı
olarak kamulaştırmasız el atma hükümlerine, emval-i metruke mevzuatındaki
hükümlere veya Lozan Antlaşması'ndaki bazı hükümlere dayalı tazminat alma
hakkına ilişkin kuvvetli bir meşru beklentinin mevcut olduğu,
d) Sis Katolikosluğu'nun mal varlığına
el konmasının süregiden bir durum olarak değerlendirilmesi gerektiği,
e) İç hukuk yollarının ise emval-i metruke mevzuatına göre
başarı şansı içermeyip etkisiz olduğundan tüketilmesine gerek olmadığı,
f) Süregiden ihlal nedeniyle otuz günlük başvuru süresinin
aranmayacağı,
g) Tapu kaydındaki bilgilere ulaşmayı engellediği gerekçesiyle
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün (TKGM) 31/10/1983 tarihli ve 1456 sayılı Genelge'si ile 29/6/2001 tarihli ve 2001/7 sayılı Genelge'sinin mülkiyet hakkının içerdiği usule ilişkin
güvencelere ve hak arama özgürlüğüne aykırı olduğu, bu durum nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının engellendiği,
h) Başvuru konusu taşınmaz dinsel nitelikte olduğu ve
başvurucunun öncelikli talebinin eski hâle iade ve ibadete açılma olduğu için
somut olayda mülkiyet hakkının yanı sıra din özgürlüğü ve ayrımcılık yasağı
açısından da bir değerlendirme yapılması gerektiği ifade edilmiştir.
45. Başvurucu, Adana ili Kozan ilçesinde bulunan 700 yıl boyunca
dinî merkezleri olan manastır ve kilisenin bulunduğu taşınmazın maliki olduğunu
ancak devletçe bu taşınmaza el konduğunu ve Lozan Antlaşması hükümlerinin
yerine getirilmeyerek mallarının iade edilmediğini, öğretideki görüşlere göre
emvali metruke mevzuatının ilga edilmiş olması nedeniyle bu malları geri alma
veya tazminat ödenmesinin mümkün olmadığını, taşınmaz malının tazminat
ödenmeksizin alınmasının Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir. Başvurucu; manastır, kilise ve
arazisine el konmasının Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine
ve ayrımcılık yasağına da aykırılık teşkil ettiğini, ibadet mekânına el
konulmakla din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen Anayasa'nın 24. maddesinin de
ihlal edildiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca, Anayasa Mahkemesinin 1963
yılına ait bir kararı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/2/1993 tarihli bir
kararında kaçak ve yitik kişilerden kalan malların mülkiyetinin devlete
geçtiğinin kabul edildiğini, TKGM'nin genelgeleri
nedeniyle tapu kayıtlarına ulaşamadığını ve tapu müdürlüğündeki bilgilere
ulaşmasının engellendiğini belirterek, başvuru yollarının tüketilmesine gerek
olmadığını ve Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetinin de
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
46. Başvurucu, üzerinde manastır ve kilise bulunduğunu ve ibadet
yeri olarak yüzyıllardır kullandığını iddia ettiği taşınmaza emval-i metruke
mevzuatına göre Maliye Hazinesince tazminat ödenmeksizin el konulduğunu belirterek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
47. Bakanlığın görüş yazısında, taşınmaz ile başvurucu arasında
iddia olunan hukuki ve fiili ilişkinin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başlamasından çok önce kesildiğinin sabit olduğu, başvurucunun iç
hukuk yollarında mevcut başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda
bulunduğu ve ayrıca başvurucunun mülkiyet hakkına konu olabilecek bir
malvarlığı değeri veya böyle bir değeri elde etme yönünde meşru bir
beklentisinin de bulunmadığı bildirilmiştir.
48. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı cevap dilekçesinde,
başvuru formundaki beyanlarını yinelemiştir.
49. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"... Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
51. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan
önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
52. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
hukuk yoludur. Bu nedenle, kanunlarda yer alan idari ve yargısal başvuru
yollarının, bireysel başvurudan önce tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemelerinde olağan
kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia
edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması çerçevesinde
giderilememesi durumunda başvurulabilir. Bireysel başvurunun ikincil
niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler
önünde dayanılmayan iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu
edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de
Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök,
26/3/2013, B. No: 2012/946, §§ 16-20).
53. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını
tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala
uyulmasının denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması
esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının
varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun
kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu
nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında
beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri
dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A.,
B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42).
54. Başvuru yollarının etkisiz olduğunun saptanması durumunda
söz konusu edilen başvuru yolunun, etkili ve erişilebilir olma koşullarını
karşılamadığı gerekçesiyle tüketilme zorunluluğu aranmamaktadır. Ancak başvuru
yollarının tüketilmesi koşuluna yönelik istisnaların her başvurunun somut
özellikleri dikkate alınarak değerlendirileceği de açıktır (Sedat Vural, B. No: 2014/5559, 25/4/2014,
§ 22).
55. Başvurucunun, ihlal iddiasına konu manastır, kilise ve
müştemilatının bulunduğu taşınmaza yönelik olarak tapu iptali ve tescil veya
istirdat ya da tazminat davası açmadığı, yapıldığı belirtilen kadastro
tespitine itiraz ettiğine veya Vakıflar mevzuatı çerçevesinde bir başvuru
yaptığına dair herhangi bir bilgi ve belge de sunmadığı görülmektedir.
Başvurucu, başvuru yollarını tüketmeme sebebi olarak emval-i metruke mevzuatına
göre taşınmazın mülkiyetinin iade edilmesinin veya tazminat ödenmesinin
olanaklı olmadığı, bir dava açsa dahi başarıyla sonuçlanmayacağının açık olduğu
gerekçesine dayanmaktadır.
56. Ancak delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının
yorumlanması, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır.
Uyuşmazlığın taraflarının sunduğu delilleri ilk elden değerlendirme bakımından
derece mahkemelerinin daha avantajlı konumda bulundukları tartışmasızdır.
57. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi ise
Anayasa veAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak
koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut olayda sağlanıp
sağlanmadığını incelemektir (Sebahat Tuncel
(2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53).
58. Bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi uyarınca başvurucunun
ihlal iddialarını öncelikle idari ve yargısal makam ve merciler önünde ileri
sürmesi gerekmektedir. Nitekim somut başvuruda, salt başvurucu yanın ihlal
iddiaları söz konusudur. Bu iddialar ise bir karşı yanın da olduğu ve çelişmeli
yargılama ilkelerinin uygulandığı bir davada tartışılmış değildir. Başvurucu,
taşınmazın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu ve emval-i metruke mevzuatına
göre taşınmaza el konulduğunu ileri sürmektedir. Ancak başvuru konusu olayda bu
taşınmazın mülkiyet durumu, hukuki niteliği, emval-i metruke mevzuatının (bkz.
§§ 14-30) uygulanıp uygulanmadığı, vakıflar mevzuatına (bkz. §§ 31-38) veya
kadastro mevzuatına göre durumu gibi hususlar idari ve yargısal makam ve
merciler önünde ortaya konmamış; bu hususlar belirtilen makam ve mercilerde hiç
tartışılmadan doğrudan bireysel başvuruda bulunulmuştur.
59. Başvurucu emval-i metruke mevzuatı çerçevesinde el
konulduğunu belirttiği taşınmazın mülkiyetinin bu mevzuata göre iade
edilmeyeceğini ve tazminat da ödenmeyeceğini belirterek bu yolların etkili
olmadığına dair Anayasa Mahkemesinin 22/4/1963 tarihli (bkz. § 28) ve Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 17/2/1993 tarihli kararına (bkz. § 30) atıfta bulunmuştur.
Ancak başvuru formunda emval-i metruke mevzuatında bu mallar üzerindeki
mülkiyet haklarının kaybedildiğine ilişkin bir düzenlemenin mevcut olmadığı, bu
nedenle hukuken malları geri alma haklarının her an için mevcut olduğu,
bilhassa kilise ve manastırlar gibi kutsal yerlerdeki dinî malzeme ve eşyanın
korunmasını öngören 8/11/1915 tarihli Nizamname'nin
16. maddesi uyarınca başvurucunun taşınmazları ve özellikle taşınır malları
üzerindeki haklarını kaybetmediği, yine Lozan Antlaşması'na göre bu malların
iade edilmesinin mümkün olduğu iddia edilmiştir. Yine başvuru formu ekinde
ibraz edilen hukuki mütalaada da Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 3/4/2007 tarihli
ve E.2007/7679, K.2007/1173 sayılı kararına göre metruk kiliselerin emval-i
metruke mevzuatına tabi olmadığı, devlete intikal etmeyip maliki üzerinde
kaldığı ve ayrıca başvurucunun gerek emval-i metruke mevzuatına gerekse de
diğer ilgili mevzuata dayalı olarak tazminat hakkına ilişkin meşru
beklentisinin olduğu ifade edilmektedir.
60. Buna göre başvurucu, kilise ve manastır olarak kullanılan
taşınmaz yönünden belirtilen mevzuata göre farklı bir yorumun mümkün olduğunu
ileri sürmektedir. Başvurucu tarafından, aynı konumdaki benzer bir taşınmaz
yönünden mülkiyetin iadesine veya tazminata ilişkin talebin reddedildiğine ve
bu yolun etkin ve başarılı olmadığına dair yakın tarihli somut bir yargısal
içtihadın sunulmadığı gibi aksine Yargıtayca metruk
kiliselerin emval-i metruke mevzuatına tabi olmadığı yönünde kararlar
verildiğinin ileri sürüldüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun idari ve
yargısal süreçlerin etkili olup olmadığı hususunda çelişkili beyanlarda
bulunduğu görülmektedir. Başvurucu bir yandan başvuru yollarının etkisiz
olduğunu ifade etmekte diğer yandan ise mevzuatta taşınmazın mülkiyetinin
iadesine veya tazminat ödenmesine yönelik hükümler olduğunu belirtmekte hatta
buna ilişkin başarıyla sonuçlandığını belirttiği yargısal içtihatlardan söz
etmektedir.
61. Başvurucu, ayrıca 4721 sayılı Kanun'un 1020. maddesine göre tapu sicilinin herkese açık olduğunu ancak el
konduğunu belirttiği taşınmazın tapu kaydı bilgilerine ulaşmak için yaptığı
talebin TKGM'nin 29/6/2001 tarihli ve 2001/7 sayılı Genelge'si doğrultusunda tapu müdürlüğünce reddedildiğini
belirterek bu tapu kayıtlarını inceleme olanağı tanınmadığı için hak arama
hürriyetinin ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir.
62. Öncelikle başvurucunun tapu kaydındaki bilgileri inceleme
talebi Tapu Müdürlüğünce reddedilmiş ise de başvurucunun talebinin reddine dair
bu işleme karşı Tüzük'ün 26. maddesinin (4) numaralı
fıkrası ile TKGM'nin 29/6/2001 tarihli ve 2001/7 Genelge'sine göre idareye başvurma hakkı olduğu gibi
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2., 7. ve 12.
maddelerine göre iptal davası açma hakkı da bulunmaktadır. Başvurucu talebinin
reddedilmesinin dayanağı olduğunu ileri sürdüğü genelgenin hukuka aykırı
olduğunu düşünüyorsa 2577 sayılı Kanun'un 7. maddesine göre kendisine uygulanan
bu düzenleyici işlemin iptalini de talep edebilir. Ancak somut olayda başvurucu
Tapu Müdürlüğünün söz konusu işlemine karşı Bölge Müdürlüğüne ve Genel
Müdürlüğe itiraz ettiğine dair herhangi bir bilgi veya belge sunmadığı gibi
bütün bu idari süreçlerin sonucuna bağlı olarak iptal istemiyle idari yargı
yerinde dava da açmadığı görülmektedir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde
başvurucu tarafından, idari işlemin ve genelgenin yasaya aykırı olduğuna
ilişkin olduğu iddiasıyla başlatılacak yargısal süreçlerin etkili olmayacağına
dair herhangi bir yargısal içtihadın da sunulmadığı anlaşılmıştır.
63. Öte yandan 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesinde dava şartları, 116. maddesinde ilk
itirazlar ve 119. maddesinde ise dava dilekçesinin içeriği düzenlenmiş olup
anılan maddelerde dava konusu taşınmazın ada ve parsel numaralarının dava
dilekçesine yazılması yönünde açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu Kanun'un 119.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendine göre dava dilekçesinde
"açık bir şekilde talep sonucunun" bulunması gerekmektedir. Yargıtay
içtihatlarına göre dava dilekçesinde ada ve parsel numarasının bildirilmemesi
veya yanlış bildirilmesi sonuca etkili görülmeyip dava dilekçesindeki
açıklamalar doğrultusunda mahkemece ilgili belgelerin ve kayıtların
kurumlarından getirtilerek gerek duyulduğunda mahallinde keşif de yapılarak
uyuşmazlık konusu taşınmazın belirlenebileceği hatta doğru hasma dava açıldığı
durumlarda yanlış bildirilen ada ve parsel numarasının dahi davacı tarafından
yargılama sırasında düzeltilebileceği kabul edilmektedir. Nitekim Yargıtay 8.
Hukuk Dairesinin 6/11/2006 tarihli ve E.2006/5834, K.2006/6641 sayılı kararında
"davacının iddiası göz önünde tutularak
taraf delillerinin toplanılması ve dava konusu taşınmazın belirlenmesi"
gerektiği; Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 15/10/2007 tarihli ve E.2007/9952,
K.2007/11753 sayılı kararında da "tapu
kaydı idareden getirtilerek ve davalının savunmasında belirttiği kesinleşen
dosyalar ile birlikte keşfen mahallinde uygulanarak
dava konusu taşınmazın belirlenmesi" gerektiği açıklanmıştır.
Yine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 3/10/2003 tarihli ve E.2013/12837, K.
2013/13983 sayılı kararında "dava
dilekçesinde parsel numarasının belirtilmemesinin" sonuca
etkili olmadığı ifade edilmiş; Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 16/6/2014 tarihli
ve E.2014/6021, K.2014/8463 sayılı kararında da dava dilekçesinde parsel
numarasının bildirilmemesinin maddi hata olup davanın doğru hasma açıldığı
takdirde bu maddi hatanın düzeltilebileceği belirtilmiştir.
64. Bu durumda anılan yasal hükümler ile Yargıtay içtihatlarına
göre başvurucunun ihlal iddiasına konu taşınmaza yönelik olarak dava açabilmek
için ada ve parsel numarasının tam olarak bilinmesine lüzum olmadığı
anlaşılmaktadır. Zira dava dilekçesindeki açıklamalar doğrultusunda Mahkemece
tapu müdürlüklerinden ilgili kayıtlar istenebileceği gibi gerek duyulduğu
takdirde mahallinde keşif yapılmak suretiyle de uyuşmazlık konusu taşınmaz
belirlenebilecektir.
65. Kaldı ki başvurucu ihlal iddiasına konu taşınmaza Maliye
Hazinesince el konulduğunu ileri sürmekte olup başvurucunun başvuru formu
ekinde uyuşmazlık konusu taşınmaza ait olduğunu belirttiği kadastro krokilerini
de ibraz ettiği görülmektedir. Başvuru formunda da "ekte sunulan (Ek-7) ve elimize tesadüfen geçen Kozan'da müvekkile
ait araziyi gösteren kadastro krokisi" ibarelerine yer
verilmiştir. Bu durumda
başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazın kadastro krokisini edindiği
görülmekle hangi taşınmaza dava açabileceği yönünde yeterli bilgiye sahip
olduğu gibi Maliye Hazinesi tarafından taşınmaza el konulduğunu ileri sürdüğüne
göre başvurucunun kime husumet yönelteceği hususunda da bilgi sahibi olduğu
anlaşılmaktadır.
66. Sonuç olarak başvuru konusu ihlal iddialarına ilişkin olarak
idari ve yargısal başvuru yolları tüketilmeden doğrudan bireysel başvuru
yapıldığı, ihlal iddialarına konu edilen taşınmazın hukuki durumunun ve
mahiyetinin öncelikle idari makamlar ve yargısal merciler önünde, bu kapsamda
da konusunda uzman derece mahkemeleri nezdinde çelişmeli yargılama ilkesi
çerçevesinde tartışılarak ortaya konması gerektiği, başvurucunun dava açabilmek
için yeterli bilgiye de sahip olduğu, söz konusu başvuru yollarının pratikte
etkili olmadığını gösteren ilgili ve somut bir örneğin ise sunulmadığı
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin
derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte
bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Dolayısıyla somut olay bakımından başvuru
yolları usulünce tüketilmemiştir.
67. Açıklanan nedenlerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
15/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.