logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Mustafa Başer ve Metin Özçelik, B. No: 2015/7908, 20/1/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA BAŞER VE METİN ÖZÇELİK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/7908)

 

Karar Tarihi: 20/1/2016

RG Tarih ve Sayı: 22/3/2016-29661

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Aydın ŞİMŞEK

Başvurucular

:

1. Mustafa BAŞER

Vekili

:

Av. Celal SİS

 

 

2. Metin ÖZÇELİK

Vekili

:

Av. Önder DURDU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulan, tarafsız ve bağımsız olmayan yetkisiz bir mahkeme tarafından, hâkim olan başvurucuların verdikleri kararlar gerekçe gösterilerek tutuklanmaları ve itiraz haklarını etkili bir şekilde kullanamamaları nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan bir kısım açıklama ve yayınlar nedeniyle masumiyet karinesi ile şeref ve itibarın korunması hakkının; belli bir dinî grupla ilişkilendirilerek sahip olunan dinî duygu ve düşünceler gerekçe gösterilerek ayrımcı bir muameleye maruz bırakılma nedeniyle de özel hayatın gizliliğine saygı hakkı ile din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 12/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/6/2015 tarihinde 2015/7909 sayılı başvurunun, 24/6/2015 tarihinde 2015/7908 sayılı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 30/6/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 22/7/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/8/2015 tarihinde ibraz etmişlerdir.

7. Yapılan incelemede 2015/7909 numaralı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2015/7908 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

a. Başvurucuların Eylemlerine İlişkin Süreç

8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Olay tarihinde başvuruculardan Metin Özçelik, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi; Mustafa Başer, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olarak görev yapmaktadır.

10. Başvurucu Mustafa Başer, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin 4/3/2015 tarihli ve 2015/56 Değişik İş sayılı kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/41637 Soruşturma sayılı dosyasında şüpheli Y.A. müdafiinin tutuklama kararı veren ve tutukluluğun gözden geçirilmesi işlemini yapan sulh ceza hâkimlerinin reddi talebini “hâkimlerin heyet olarak ve topluca reddedilmesinin mümkün olmadığı, şüpheli müdafii(nin) ret dilekçesinde hangi somut işe bakacak olan hâkimin reddini istediğini açıkça belirtmediği” gerekçesiyle reddetmiştir.

11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/41637, 2014/133596, 2014/115949, 2014/69722, 2014/86706, 2014/118651, 2014/40810 Soruşturma sayılı dosyaları ile “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukukî ve cezaî sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan” yürütülen soruşturmalar kapsamında tutuklu bulunan biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin müdafileri olan yirmi avukat tarafından başvurucu Metin Özçelik’in hâkim olarak görev yaptığı İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesine (nöbetçi mahkeme olduğu) 20/4/2015 tarihinde İstanbul 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7., 8., 9. ve 10. (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir.

12. İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7., 8., 9. ve 10. Sulh Ceza Hâkimliklerine yazı yazılarak hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir.

13. İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiştir. İstanbul 1., 2., 3., 5., 6., 7., 8., 9. ve 10. Sulh Ceza Hâkimlikleri, görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermişlerdir. Hâkimliklerin cevap yazılarının ilgili bölümleri şöyledir:

i. İstanbul 1., 2., 3., ve 6. Sulh Ceza Hâkimlikleri:

 “...Reddi hâkim taleplerinin reddi istenilen hâkimin görev yaptığı Hâkimliğe yapılmadan Mahkemenizden bu konuda talepte bulunulduğu, bu hali ile taleplerin CMK’nun 26. maddesine aykırılık teşkil ettiği anlaşıldığından reddi hâkim talebi ile ilgili olarak görüş bildirilmemiştir.”

ii. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği:

 “ 6545 Sayılı Yasa ile 5235 sayılı Yasada değişiklik yapıldığı, kovuşturma mercilerinin asliye ceza ve ağır ceza mahkemeleri olarak yeniden düzenlendiği, sulh ceza mahkemelerinin kaldırıldığı, soruşturma aşamasındaki taleplerin inceleme ve değerlendirilmesi ile birlikte kanunla belirlenen diğer işlere bakmakla görevli olarak sulh ceza hâkimliklerinin kurulduğu, sulh ceza hâkimliklerinin iş ve işlemlerine yönelik itirazın 6545 sayılı Yasa ile değişik CMK’nun 268.-(a),(b) maddesinde düzenlendiği, bu düzenlemeye göre reddi hâkim taleplerinin incelemeye ve karar vermeye yetkili merciin Sulh Ceza Hâkimliği olduğu, itiraz merciinde takip eden numaraya göre üstün olan numaraya sahip Sulh Ceza Hâkimliği olduğu, nitekim bu hususta daha önce görüş sorulması üzerine Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nce de bu yönde görüş bildirildiği, reddi hâkim müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, sulh ceza hâkimliğinin ise soruşturma aşamasına ilişkin iş ve işlemler icra ettiği, kovuşturma aşamasına ilişkin herhangi bir görevinin bulunmadığı, reddi hâkim talebinin kovuşturma aşamasında yapılabilecek bir talep olduğu, öte yandan reddi hâkim sebepleri mevcut olsa dahi bu hususun öncelikle ilgili mahkeme ve hâkimliğe yapılması, ret talebinde bulunulan hâkimlik veya mahkemece değerlendirme yapıldıktan sonra itiraz merciine gönderileceği, doğrudan talebin başka bir mahkemeye veya hâkimliğe yapılamayacağı anlaşıldığından hâkimliğimizce herhangi bir görüşün bildirilmesine gerek olmadığı görüş ve kanaatine varılmıştır.”

iii. İstanbul 7 ve 8. Sulh Ceza Hâkimlikleri:

 “6545 Sayılı Yasa ile ... Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin soruşturmaya yönelik talepleri inceleme ve değerlendirmeye ve kanunla belirlenen diğer işlere bakmakla yetkilendirildiği, Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin yapmış olduğu işlemlere yönelik itiraz(ı) ... takip eden numaralı Sulh Ceza Hâkimliği’nin inceleme yetkisinin bulunduğu, ... Sulh Ceza Hâkimleri’nin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün bulunmadığı, davaya bakacak hâkim ya da mahkemenin reddi mümkün olup aksinin kabulü halinde önce tüm Asliye Ceza Hâkimleri’nin, sonra tüm Ağır Ceza, sonra da adliyedeki tüm Hâkimlerin reddi talebi gibi sonuçlar doğabileceği, soruşturma makamı olarak öngörülen tüm Sulh Ceza Hâkimleri’nin tümden reddi halinde soruşturma yetkisi bulunmayan hâkim ya da mahkemeler önüne dosyanın götürülerek sonuç almaya çalışmanın kanunsuz olduğu, mahkemenizin de mercii yetkisi bulunmadığı gibi söz konusu talebe bakacak hâkim yetkilendirme durumu söz konusu olmayacağından reddi hâkim talebi hakkında görüş belirtilmemiştir.”

iv. İstanbul 9. ve 10. Sulh Ceza Hâkimlikleri:

  Hâkimin reddi müessesesinin ancak yargılama yapmakla görevli mahkemelere ilişkin kanuni bir düzenleme olduğu anlaşılmaktadır. ... 6545 sayılı kanunla kurulan Sulh Ceza Hâkimliklerinin görevinin yargılama yapmak değil, soruşturma aşamasındaki hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek olduğu görülmektedir. Bu durumda 5271 sayılı CMK.nın 27/2 maddesi ve fıkrasında yer alan Sulh Ceza Hâkimine ilişkin hükmün 6545 sayılı kanundan önce yargılamaya yapan Sulh Ceza Mahkemeleri bakımından geçerli olduğunun, yeni kurulan Sulh Ceza Hâkimliklerini kapsamadığının kabulü gerekir ... 5271 sayılı CMK.nın 22 ve devamı maddelerinde düzenlenen hâkimin davaya bakamayacağı haller ve reddini gerektiren sebeplere ilişkin hükümlerin kovuşturma aşamasıyla sınırlı olduğu, 6545 sayılı kanunla kurulan Sulh Ceza Hâkimleri tarafından koruma tedbirlerine ilişkin yapılan işlemlerde hâkimin reddedilebileceğinin kabul edilmesinin koruma tedbirlerinin doğasından kaynaklanan acil olma özelliğine aykırılık teşkil edeceği, 5271 sayılı CMK.nın 22 ve devamı maddeleri uyarınca şüpheli veya müdafileri veya mağdur ve vekilleri tarafından Sulh Ceza Hâkiminin reddine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi tarafından değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları alma, işleri yapma ve bunlara karşı yapılan itirazları inceleme görevleri münhasıran Sulh Ceza Hâkimlerine ait olduğundan Sulh Ceza Hâkimi dışında başka bir mahkeme veya hâkimin soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili olarak tutuklama veya tutuklamaya dair karar vermesinin 5271 sayılı CMK.ya aykırı olduğu ... ayrıca reddi hâkim dilekçelerinde reddi hâkim gerekçesi olarak gösterilen iddiaların hukuki dayanaktan yoksun ve mesnetsiz iddialar niteliğinde olduğu, kanunla kurulmuş bir yargı müessesesi olarak Sulh Ceza Hâkimliklerinin toptan reddinin Anayasa ve kanunlara göre mümkün olmadığı ... bu nedenlerle şüpheliler ve müdafilerinin reddi hâkim taleplerinin usul ve kanuna uygun olmadığı anlaşıldığından reddine karar verilmesi gerektiği ...”

14. Öte yandan İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak 2014/41637, 2014/133596, 2014/115949, 2014/69722, 2014/86706, 2014/118651 ve 2014/40810 Soruşturma sayılı dosyaların tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. 2014/40810-69722-86706- 118651-133596 soruşturma sayılı dosyalarına bakan Cumhuriyet savcıları tarafından 22/4/2015 tarihinde, 2014/41637 sayılı soruşturmaya bakan Cumhuriyet savcısı tarafından 24/4/2015 tarihinde verilen cevaplarda özetle “...yasal düzenlemeye göre Sulh Ceza Hâkimliklerinin kararlarına yönelik olarak itiraz incelemesi yapmakla numara olarak kendisinden sonra gelen hâkimliklerin görevlendirildiği, bu kapsamda Asliye Ceza Mahkemelerinin, Sulh Ceza Hâkimliklerinin bu nevi kararlarına yönelik itiraz incelemesi yapma yetkisi olmadığı gibi tahliye hususunda da karar verme yetkisinin bulunmadığı görüşünde oldukları gibi, bu görüşü teyit edici mahiyette Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 06.02.2015 tarihli görüş yazısı bulunduğu” belirtilmiş ve dosyaların gönderilmediği bildirilmiştir. 2014/115949 Soruşturma sayılı dosyaya bakan İstanbul Cumhuriyet başsavcı vekili tarafından verilen 22/4/2015 tarihli cevap yazısında dosyanın gönderilmeme nedeni şöyle açıklanmıştır:

 “Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 06/02/2015 tarih ve 2015-276/9339 sayılı görüş yazıları uyarınca da reddi hâkim taleplerinin reddi istenilen hâkimin görev yaptığı hâkimliğe yapılması gerekmektedir.

 Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22/05/1978 tarih ve 165E.117K. Sayılı ilamında yer aldığı gibi ‘Yargıtay Daireleri bütün üyelerine kapsayacak şekilde toplu olarak ret olunamaz şeklinde’ açık hüküm bulunmaktadır.

 Soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilmesi gereken, gerekli kararları alma, işleri yapma ve bunlara karşı yapılan itirazları inceleme görevleri münhasıran Sulh Ceza Hâkimlerine ait olduğundan, Sulh Ceza Hâkimi dışında başka bir mahkeme veya hâkimin tutuklamaya dair karar vermesinin 5271 Sayılı Kanuna açıkça aykırılık teşkil edeceği anlaşılmakla, mahkemenizin talebi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan tahliye konusunda inceleme yetkisi bulunmayan mahkemenize dosya gönderilmemiştir.”

15. İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi “mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği” gerekçesiyle incelemesini “şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri” üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkemece verilen kararda, şüpheli müdafileri tarafından “dosyalarına ilişkin bir kısım müfettiş raporları, şüpheli ifadeleri, sorgu hâkimliği ifadeleri, Sulh Ceza Hâkimliklerinin 30 günlük tutukluluk incelemeleri sonucu verdikleri kararlar, hâkimin reddi ve tahliye talepleri ile ilgili verdikleri kararların” onaylanarak sunulduğu belirtilmiştir.

16. Başvurucu Metin Özçelik, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin 24/4/2015 tarihli ve 2015/92 Değişik İş sayılı kararı ile “Anayasa Mahkemesinin Sulh Ceza Hâkimliklerinin kuruluşunu öngören 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 48. ve 74. maddelerinin Anayasa’ya aykırılık talebini reddetse de yetki itirazı, kapalı devre yargı sistemi oluşturduğu yönündeki iptal talebi konusunda henüz bir karar vermediği” değerlendirmesini yaptıktan sonra, “yürütme organlarının Sulh Ceza Hâkimlikleri kurulmadan önce ve sonra Sulh Ceza Hâkimlikleri konusunda basına yansıyan söylemleri, Sulh Ceza Hâkimliklerindeki sorgu aşamasında basına da yansıyan bir kısım iddialar, Sulh Ceza Hâkimliklerine atanan hâkimlerden bir kısmının görevi kabulden imtina etmeleri, tutuklama kararı vermeyen ya da tahliye kararı veren Sulh Ceza Hâkimlerinin yetkilerinin değişmesi, Sulh Ceza Hâkimlikleri kurulduktan sonra çeşitli soruşturmalardaki kolluk operasyondan önce ve operasyon sırasında tutuklanacak kişilerin sosyal medya hesaplarından önceden ilan edilmesi, tutukluluğun devamına ilişkin tüm hâkimlerin benzer şablon kararlar vermesi” gerekçeleriyle İstanbul 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7., 8., 9. ve 10. (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Mustafa Başer’in (diğer başvurucu) görevlendirilmesine, dilekçelerin ve eklerinin kararla birlikte İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

17. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 24/4/2015 tarihinde “Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 6/2/2015 tarih ve 2015-276/9339 sayılı görüş yazısında nöbetçi asliye ceza mahkemelerinin sulh ceza hâkimliği tarafından verilen kararları değerlendirmesinin mümkün olmadığı belirtilmiş olup buna göre İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin 24.04.2015 gün ve 2015/92 D.İş sayılı hâkimin reddi talebinin kabulüne ilişkin kararının iptali ve kararın 4. maddesinde belirtilen tahliye taleplerine bakmakla görevlendirilen İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin vereceği kararın yok hükmünde sayılmasına karar verilmesi” talebinde bulunulması üzerine İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli ve 2015/836-837-839-840-841-845-846 Değişik İş sayılı kararları ile “tutuklu şüpheliler müdafi/müdafilerinin hazırlık soruşturması devam eden soruşturma dosyasında iddianamenin kabulüne kadar olan safhada hâkim kararını gerektiren tüm işlemleri yapmak, kararları vermekle görevli ve yetkili olan İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin, Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde bir karar verilmesinin hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararlarında hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu ...CMK.nun 26/1. maddesindeki düzenlenme nazara alındığında ‘Hâkimin reddi talebinin mensup olduğu mahkemeye verilecek dilekçeyle veya bu hususta zabıt katibine bir tutanak düzenlenmesi için başvurulması suretiyle yapılır.’ şeklindeki son derece açık ve anlaşılabilir nitelikteki yasal düzenlemeye göre İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nce yapılacak işlemin reddi hâkim ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemini içeren talep dilekçelerini kendisi görevli ve yetkili olmadığından dolayı herhangi bir işlem yapmayarak gerekirse bir görevsizlik kararı ile 6545 sayılı yasayla değişik 5235 sayılı yasanın 10. maddesindeki düzenlemesi uyarınca bu tür talepleri incelemek, değerlendirmek ve karara bağlamakla görevli bulunan Sulh Ceza Hâkimliklerine göndermesi gerekirken 5271 sayılı CMK daki usul hükümlerinin uygulanması yerine mahkeme kendini yetkili ve görevli kabul ederek işin esasına girmek suretiyle vermiş olduğu kararın hem usul yönünden hem de esas yönünden açıkça hukuka aykırı olduğu” gerekçesine dayanılarak İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin, hâkimlerin reddinin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmiştir.

18. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul 32. Sulh Ceza Mahkemesine gönderdiği 25/4/2015 tarihli ve 2015/113 muhabere sayılı yazı ile “ İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 24/04/2015 tarih 2015/92 D. İş sayılı yazısı ile gönderilen kararının 4. maddesinde belirtilen tahliye taleplerine bakmakla görevlendirildiğiniz anlaşılmakla; 6545 sayılı yasa ile değişik 5235 sayılı yasanın 10.maddesindeki düzenlemeye göre tahliye taleplerine bakmaya görevli ve yetkili Sulh Ceza Hâkimlikleri olduğundan mahkemenize gönderilen 2014/40810, 2014/118651, 2014/86706, 2014/69722, 2014/115949, 2014/133596, 2014/41637 soruşturma sayılı dosyalarının, tutuklu şüpheliler müdafilerinin tahliye talepleri istemli dilekçeleri ile birlikte Nöbetçi Hâkimliğimize İVEDİLİKLE gönderilmesi” talebinde bulunmuştur.

19. İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine “tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu” değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini “işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı” gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu onaylı dosya fotokopileri ve CD’ler üzerinden gerçekleştirmiştir.

20. Başvurucu Mustafa Başer, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin 25/4/2015 tarihli ve 2015/143-144-145-146-147-148-149 Değişik İş sayılı kararları ile anılan soruşturma dosyaları kapsamında tutuklu olan tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Kararların gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:

 “İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin mercii sıfatıyla verdiği karar CMK 28 maddesi gereğince kesin olduğundan usul hukuku gereğince mahkememizin talep konusunu muktezaya bağlama dışında karşı bir usul enstrümanı kullanma şansı yoktur.

 ...

 Evrak klasörleri incelendiğinde Şüpheli müdafilerinin özetle uzun zamandan beri tutuklu bulunan şüpheliler hakkında basmakalıp ifadelerle delil olmadan tutuklama kararı verildiği ve yine uzatma kararlarının aynı şekilde matbu kararlar olduğu, şüphelilerin suç işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığı yine kaçma ve delilleri karartma şüphesinin kararlarda gerekçeli olarak gösterilmediği, uzun zamandan beri soruşturma sürdüğü halde şüpheliler hakkında işin muktezaya bağlanmadığı, ayrıca güvenlik tedbirlerinin uygulanması yönünde Anayasanın 13. maddesinde ifadesini bulan ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği nedenleriyle haksız ve hukuksuz olan tutuklamaların sonlandırılarak şüphelilerin tahliyesine karar verilmesini talep etmişlerdir.

 ...

 Mahkeme kararlarında tutuklamaya sevk edilen kişilerin tutuklama gerekçelerinde hangi olgular ile kuvvetli suç şüphesinin varlığı kanaatine ulaştığını bildirmek durumundadır. Evrak incelendiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir olgu ve delillere rastlanılmadığı gibi hatta CMK 170 maddesinde ifadesini bulan iddianame düzenlenmesi için suçun işlendiğini gösterir ‘yeterli şüphe’ boyutunda dahi delil ve olguya rastlanılmamıştır. Nitekim tutuklamayı yapan Sulh Ceza Hâkimi tutuklama gerekçesinde bu olguların neler olduğunu ayrı ayrı yazmamıştır.

 ... dosyamız şüphelilerinin Emniyet görevlisi olan meslekleri, ikametgahları, bir çoğunun kendiliğinden gelip teslim olmaları, vb. durumları nedenleriyle kaçma şüphesi içerisinde olmadıkları evraklardan açıkça anlaşılmaktadır.

 Şüphelilerin delil karartma ihtimali bulundukları delillerin neler olduğu, tutuklama ve devamı kararlarında tartışılmamıştır. Zira şüphelilerin üzerine atılı resmi belgede sahtecilik, devletin gizli kalması gereken bilgilerini kayda alma suçlarında zaten resmi belgelerin ve kayıtların soruşturma dosyasında olduğu bu delillerin güvence altında olduğu ve karartılma ihtimalinin olmadığı açıktır.

 Yukarıda yazılı koşullar sıralı olarak gerçekleştikten sonra tutuklama tedbirinden önce CMK 109 maddesinde karşılığını bulan ve Anayasanın 13 maddesinde ‘ölçülülük’ ilkesi gereğince CMK 109 maddesinde düzenlenen diğer Adli Kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kalacağı hususunun tartışılması gerekmektedir. Nitekim klasörler incelendiğinde AİHM ... kararındaki kriterler tartışılsa idi şüphelilerin bu kriterler ışığında tutuklama tedbirinden önce adli kontrol tedbirine dahi gerek olmadığı evrakların incelenmesinden anlaşılmıştır.

 ...

 Dosya klasörleri incelendiğinde Sulh Ceza Yargıçlarının ayrı ayrı verdikleri tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarının tümü ... AYM ve AİHM kararlarında belirtilen gerekçeye uygun olmadığı, ilk tutuklama kararı verilmesi koşullarında değişiklik olmaması şeklinde yasanın aramadığı gerekçelerle tutukluluğun uzatıldığı görülmektedir.

 Şüphelilerin tutuklanmasının üzerinden geçen uzunca süreye rağmen C.Savcısının hangi delilleri topladığı yada toplamaya çalıştığı ve makul süre içerisinde C.Savcılığının soruşturma evrakını niçin muktezaya bağlamadığını tartışmamış olduğu, bu bağlamda şüphelilerin üzerlerine atılı suç vasfının değişme ihtimalinin bulunduğu hususu göz ardı edilerek değerlendirme dışında bırakıldığı yine gözden geçirme kararlarından anlaşılmıştır.

 Dosya, klasörler ve CD’ler incelendiğinde ... usul yasası ile AYM ve AİHM İçtihatları doğrultusunda tutukluluğu gerektirir olgu ve delillere rastlanmadığı gibi, şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamını gösterir yeni olgu ve delillere ulaşılamadığı ayrıca şüphelilerin meslekleri, sosyal durumları, karakterleri ve ahlaki durumları, sabıkasızlık geçmişleri, ikametgahları, mal varlıkları, aile bağları, tutukluluğa karşı gösterdikleri tepki, kendiliklerinden gelip teslim olmaları gibi unsurlardan dolayı tutukluluğun devamını gerektirir nedenler görülmemiştir.”

21. Öte yandan Başsavcılığın 25/4/2015 tarihli talebi üzerine İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli ve 2015/847 Değişik İş sayılı kararı ile İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:

 “... Hâkimliğimizin 25/04/2015 tarih ve 2015/836-837-839-840-841-845-846 sayılı değişik iş kararları ile İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 24/04/2015 tarih 2015/92 D. İş sayılı kararı ile İstanbul Adliyesindeki 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 nolu Sulh Ceza Hâkimliklerinde görevli hâkimlerin tamamının reddi hâkim talebinin kabulüne ilişkin karar ile bu karara istinaden yapılacak tüm işlemlerin usul ve esas yönünden yasal mevzuata açıkça aykırı olduğu, hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan karar niteliğinde olduğu sonuç ve kanısına varılarak bir anlamda İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararın hukuken hiçbir hukuki sonuç doğurmayan nitelikte bir karar olduğu tespit edilmiştir.

 ...

 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun ... 2014/40810, 41637, 69722, 86706, 115949, 118651, 133596 soruşturma sayılı hazırlık soruşturması dosyalarındaki tutuklu şüpheliler müdafi/müdafilerinin ... İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu aşikar olup, bu durumda İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi’nin kendi görev alanında olmadığı halde kendisini görevli ve yetkili görerek vermiş olduğu, 25/04/2015 tarih ve 2015/143-144-145-146-147-148-149 D. İş sayılı dosyalarındaki hazırlık soruşturması devam eden soruşturma dosyalarında tutuklu bulunan şüphelilerin tahliyesine ilişkin kararın da herhangi bir hukuki sonuç doğurmayan yok hükmünde sayılması gerektiği sonuç ve kanısına varılmıştır.

 İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddi talebini değerlendiren ancak yukarıda açıklanan nedenlerle hukuka uygun olmayan ve yok hükmünde sayılması gerektiği tespit edilen İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2015/92 D. İş sayılı kararına göre ... tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin olarak yapılması gereken işlemin tutuklu şüpheliler müdafi/müdafilerinin tahliye istemini içeren talep dilekçelerini kendisi görevli ve yetkili olmadığından dolayı herhangi bir işlem yapmayarak gerekirse bir görevsizlik kararı ile hazırlık soruşturmasında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek ve karara bağlamakla görevli bulunan Sulh Ceza Hâkimliklerine göndermesi gerekirken 5271 sayılı CMK. da ki usul hükümlerinin uygulanması yerine mahkemenin kendini yetkili ve görevli kabul ederek işin esasına girmek suretiyle vermiş olduğu kararın hem usul yönünden hem de esas yönünden yasal mevzuatımıza göre açıkça hukuka aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.”

22. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/4/2015 tarihinde, yaşanan süreci “basın açıklaması” olarak kamuoyuna duyurmuştur. Basın açıklamasının içeriği şöyledir:

 “Halen kamuoyunun takip ettiği yetkisiz mahkemenin tahliye talebi ile ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen işlemler ile ilgili olarak kamuoyuna bilgi verilmesine Başsavcılığımızca karar verilmiş olup;

 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosunca yürütülen çeşitli soruşturma dosyalarında halen tutuklu bulunan şüphelilerin vekilleri ve müdafileri tarafından İstanbul Muhabere Nöbetçisi olan 29. Asliye Ceza Mahkemesinden reddi hâkim ve tahliye talebinde bulunulmuş olup, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin görevine girmemesine rağmen soruşturma dosyalarını temin etmeden ve incelemeden 24/04/2015 gün - 2015/92 Değişik İş sayılı kararla görevsiz ve yetkisiz olarak İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin görevlendirilmesine karar verilmiştir. 6545 sayılı kanunda bu konuda tahliye taleplerinin görevli ve yetkili mahkemesinin Sulh Ceza Hâkimliklerinin olduğu açıktır. İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin 24/04/2015 tarih - 2015-92 sayılı Değişik İş sayılı kararının Cumhuriyet Başsavcılığımızın talebiyle vermiş olduğu bu kararla İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/04/2015 tarih ve 2015/836-837-839-840-841-845-846 sayılı kararlarıyla İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin verdiği değişik iş sayılı kararın bu konuda karar verilmesine yer olmadığı kararıyla hukuken geçersiz olduğuna dair kararın verildiği, ancak İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin soruşturma dosyalarını temin etmeden ve incelemeden halen Cumhuriyet Başsavcılığımıza göndermediği kararlarla tahliyeler yapılmasına karar verdiği ve bu kararları avukatlara tebliğ ettiği, ancak bu karara karşı Cumhuriyet Başsavcılığımızca yeniden 25/04/2015 tarihli yazıyla bu verile kararların yerinde olmadığı ve infaz edilmemesi ve şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi istenmiş olup, İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 25/04/2015 tarih ve 2015/847 Değişik İş sayılı kararı ile, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesince verilen tahliye kararlarının hukuken geçersiz ve hükümsüz olduğu aşağıdaki şekilde;

 ‘...HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun 25/04/2015 tarih ve 2014/40810, 41637, 69722, 86706, 115949, 118651, 133596 soruşturma sayılı talebinin KABULÜ İLE

 İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 25/04/2015 tarih 2015/143-144-145-146-147-148-149 D. İş sayılı kararlarının açıkça usul ve yasaya aykırı hukuken geçersiz uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile yok hükmünden sayılması gereken bir KARARLAR OLDUĞUNUN TESPİTİ İLE BU KONUDA BİR KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

 İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 5/04/2015 tarih 2015/143-144-145-146-147-148-149 D. İş sayılı kararlarında belirtilen tutuklu şüpheliler müdafi/müdafilerinin şüphelilerin tahliyesine ilişkin taleplerinin AYRI AYRI REDDDİNE,

 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun 25/04/2015 tarih ve 2014/40810, 41637, 69722, 86706, 115949, 118651, 133596 soruşturma sayılı dosyalarındaki şüpheliler hakkında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerince şüphelilerin TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA İLİŞKİN VERİLMİŞ OLAN KARARLARIN HALEN GEÇERLİ OLDUĞUNUN TESPİTİ İLE ŞÜPHELİLERİN TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA...’ belirtilerek karara bağlanmış olup,

 Bu hukuki durum Milletimize ve Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 26/04/2015 saat 02:20”

23. İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olan başvurucu Mustafa Başer, 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılık tarafından 26/4/2015 tarihli ve 2015/1152 Muhabere sayılı yazı ile İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli 2015/847 Değişik İş sayılı kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir.

24. Başvurucu Mustafa Başer, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin 27/4/2015 tarihli ve 2015/177 muhabere sayılı yazısı ile şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş; Başsavcılığın 27/4/2015 tarihli ve 2015/1158 muhabere sayılı yazısı ile tahliye müzekkereleri İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir.

25. Tahliye müzekkerelerinin (ikinci kez) iade edilmesi üzerine İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin 27/4/2015 tarihli ve 2015/188 Değişik İş sayılı kararı ile “Mahkememizce verilen tahliye kararları usul yasasına uygun, kesin ve itiraza tabi olmayıp, derhal uygulanması gereken kararlar olduğu, başka bir sulh ceza mahkemesinin kararımızı değerlendirme ve yoksa sayma şeklinde karar vermesinin usul hukukuna uygun olmadığı” gerekçesiyle tahliye müzekkerelerinin yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.

26. Öte yandan başvurucu Metin Özçelik, resen yaptığı değerlendirme sonucunda verdiği İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin 27/4/2015 tarihli ve 2015/94-95 Değişik İş sayılı kararları ile “ret talebinin kabulü kararının kesin olduğu, ret talebinin kabulü ile tahliye konusunda karar vermek üzere hâkim görevlendirme yetkisinin CMK 27/4 maddesine göre ret kararının kabulü konusunda karar veren merciye ait olduğu ve CMK hükümlerine göre kesin nitelikteki mahkeme kararlarına karşı üst merciin yazılı emir yolu (olağanüstü kanun yolu) ile ilgili Yargıtay Ceza Dairesi olduğu, İstanbul 10.Sulh Ceza Hâkimliği’nin mahkememiz kararını değerlendirme ve kaldırma yetkisinin bulunmadığı” gerekçesiyle 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 2015/836-837-839-840-841-845-846-847 Değişik İş sayılı kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine, ilgililer hakkında suç duyurusunda ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK) bildirimde bulunulmasına karar vermiştir.

27. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2015 tarihinde İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesine gönderdiği yazı ile Mahkemenin 2015/92-94-95 Değişik İş sayılı kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Hâkim M.K. tarafından verilen 29/4/2015 tarihli ve 2015/96 Değişik İş sayılı karar ile “mahkememizce de CMK nın 22-32. maddeleri bir bütün olarak birlikte değerlendirildiğinde, hâkimin davaya bakamayacağı hallerde reddini gerektiren sebeplerin kovuşturma aşaması ile sınırlı olduğu hususunda tam bir kanaate varıldığı, bu anlamda mahkememizin 2015/92 değişik iş sayılı kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu kabul etmenin gerektiği, görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin ret taleplerinin kabulüne karar verildiği, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan mahkememizin 2015/92 Değişik İş sayılı kararının bu bağlamda usul ve yasaya aykırı olduğu, yine aynı gerekçeler doğrultusunda, mahkememizin 2015/94 ve 2015/95 değişik iş sayılı kararlarının da usul ve yasaya aykırı olduğu, mahkememizin görevine girmeyen bir hususta karar verildiği” gerekçesiyle Başsavcılığın talebi kabul edilerek hâkimlerin reddi istemlerine ilişkin 2015/92-94-95 Değişik İş sayılı kararların yok hükmünde sayılmasına karar verilmiştir.

28. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine gönderdiği yazı ile Mahkemenin 2015/143-144-145-146-147-148-149 Değişik İş sayılı kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Hâkim E.Ş. tarafından verilen 28/4/2015 tarihli ve 2015/191-192-193-194-195-196-197 Değişik İş sayılı kararlar ile “Yukarıda belirtilen ve mahkemelerin görevlerini belirleyen CMK 3, 5235 sayılı yasanın 10. ve 11. maddeleri ve diğer mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli müteferrik karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği” gerekçesiyle Başsavcılığın talebi kabul edilerek tahliyeye ilişkin 2015/143-144-145-146-147-148-149 Değişik İş sayılı kararların yok hükmünde sayılmasına karar verilmiştir.

b. Başvurucuların Tutuklanma Süreci

i. Başvurucu Metin Özçelik Yönünden

29. HSYK Başmüfettişliği 30/4/2010 tarihinde Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak başvurucu Metin Özçelik’in “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yedi ayrı dosya üzerinden yürütülen soruşturmalar kapsamında,20/4/2015 tarihli çok sayıda dilekçeyi 21/4/2015 günü mesai bitiminden sonra mahkeme katibine kayıt ettirdiği, tüm talepleri 2015/92 Değişik İş sayılı dosyada birleştirip hâkimin reddi talebine ilişkin usul kurallarını ihlal ederek ve soruşturma dosyalarını fiziki olarak ve UYAP üzerinden incelemeden (bütün) İstanbul Sulh Ceza Hâkimleri hakkındaki reddi hâkim taleplerini kabul ederek nöbetçi olduğu bilinen İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Mustafa Başer’in görevlendirilmesine karar verdiği, bu suretle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerle fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği” gerekçesiyle başvurucu hakkında tutuklama kararı verilmesini talep etmiştir.

30. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/4/2015 tarihli ve 2015/633 Değişik İş sayılı kararı ile sorgusu yapılan başvurucunun “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek ve silahlı örgüt üyesi olmak” suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

“...Yürütülen soruşturmada dosyada mevcut 29/04/2015 tarihli CD inceleme tespit tutanağı, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin, İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin değişik iş sayılı kararları, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürü imzalı 26/04/2015 tarihli yazı, İstanbul Adli Yargı ilk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonunun Nisan 2015 tarihine ilişkin tüm nöbet çizelgeleri, Adalet Bakanlığı Ceza işleri Genel Müdürlüğünün 06/02/2015 tarihli görüş bildirme yazısı içeriği, tahliyesine karar verilen şüphelilerin üzerlerine atılı suçların örgüt kapsamında işlendiği yönünde soruşturma yürütülmesi, şüphelinin nöbet işlemleri sırasında rutin uygulama dışına çıktığına ilişkin tanık beyanları, UYAP inceleme tutanağı ile belirlenen taleplerin geliş tarihi, kayda giriş tarihleri, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/92 Değişik İş sayılı kararın yazım tarihi, UYAP’tan onaylanma zamanı, nöbet işlemleri sırasında yasal ve yerleşik rutin uygulamaya aykırı olarak işlemlerin yürütüldüğüne dair mevcut dosya kapsamındaki tüm deliller bir bütün olarak dosya kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde; şüphelinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ait 2014/40810, 2014/41637, 2014/69722, 2014/86706, 2014/115949, 2014/118651, 2014/133596 sayılı soruşturma evraklarına ilişkin haklarında soruşturma yürütülen şüpheliler ile aynı irade birliği içerisinde hareket ettiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığının tespiti, soruşturma kapsamındaki suçun CMK’nun 100/3-11 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu, bu sebeple tutuklama nedenlerinin var kabul edildiği, ayrıca delillerin toplanma aşamasının devam ediyor olması ve şüphelinin sıfatı nedeniyle tanıklar veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususundaki şüphe uyarınca delillerin karartılma olasılığı, şüphelinin sosyal ve ekonomik durumu, yüklenen suçun niteliği uyarınca kaçma şüphesinin bulunduğu, atılı suça ön görülen müeyyideye göre tutuklama tedbirinin verilmesi muhtemel ceza ile ölçülülük arz ettiği, mahkememizde oluşan kanaate göre delilleri karartma ve kaçma şüphesi bulunan şüpheli yönünden bu aşamada adli kontrol hükümleri uygulanmasının yeterli olmadığı anlaşıl(mıştır).”

31. Başvurucu 1/5/2015 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş ancak İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/5/2015 tarihli ve 2015/955 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Şüphelinin İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak vermiş olduğu 2015/92 D.iş sayılı kararı , 25/04/2015 tarihli tanık Ö.A. ve E.Ö.D.’nin beyanları, 26/04/2015 tarihli HSYK Başmüfettişi Ö.K. tarafından düzenlenen ön rapor, HSYK Başmüfettişi Y.N.K. tarafından Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na sunulan gerekçeli tutuklama ve yakalama talebi, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/04/2015 tarih ve 2015/633 D.iş sayılı şüpheli Metin Özçelik’in [başvurucu] savunmasını içerir sorgu zaptı ve tüm dosya kapsamına göre; şüphelinin üzerine atılı suçları işlediğine ilişkin somut delile dayalı kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK 100/3-a bendinde sınırlı sayıda belirtilmiş olan katalog suçlardan olduğu ve bu hali ile bir tutuklama nedeninin var olduğu düşünülmüştür.

Dosya içeriği incelendiğinde delillerin henüz toplanmadığı, bir kısım yerlere yazılan müzekkerelere henüz cevap gelmediği, atılı suçlar yönünden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/40810,41637,69722,86706,115949, 118651 ve 133596 sayılı soruşturma evraklarındaki şüphelilerle atılı suçlar yönünden fikir ve işbirliği iradesini gösteren somut delillerin bulunduğu noktasında kuvvetli şüphelerin olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.”

32. Başvurucu, anılan kararı 12/5/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.

ii. Başvurucu Mustafa Başer Yönünden

33. HSYK Başmüfettişliği 30/4/2010 tarihinde Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak başvurucu Mustafa Başer’in “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yedi ayrı dosya üzerinden yürütülen soruşturmalar kapsamında, soruşturma dosyalarını fiziki olarak ve UYAP üzerinden incelemeden, bir günlük süre içerisinde değerlendirme yaparak ve kanunen yetkisi bulunmadığı halde tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerle fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği” gerekçesiyle hakkında yakalama kararı verilmesini talep etmiş, Mahkemenin 30/4/2015 tarihli ve 2015/633 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılmıştır.

34. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/5/2015 tarihli ve 2015/634 Değişik İş sayılı kararı ile sorgusu yapılan başvurucunun “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek ve silahlı örgüt üyesi olmak” suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

“...Yürütülen soruşturmaya ilişkin dosya kapsamı, 29.04.2015 tarihli CD inceleme tespit tutanağı, İstanbul Adli Yargı Adalet Komisyonunun Nisan 2015 tarihine ilişkin nöbet çizelgesi, tahliyesine karar verilen şüphelilerin üzerine atılı suçların örgüt kapsamında işlendiği yönünde iddialara ilişkin soruşturma, İstanbul 10.Sulh Ceza Hâkimliğinin 2015/836 D.İş sayılı kararı, 25.04.2015 saat 23:05 tarihli tutulan tutanak, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/43, 2015/44, 2015/45, 2015/46, 2015/47, 2015/48 ve 2015/49 D.İş sayılı kararları, şüphelinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/40810, 2014/41637, 2014/69722, 2014/86706, 2014/115949, 2014/118651, 2014/133596 soruşturma sayılı evraklarına ilişkin haklarında soruşturma yürütülen şüpheliler ile aynı irade birliği içerisinde hareket ettiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin olması, CMK 100/3-11 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması gözetilerek tutuklanma sebeplerinin var kabul edildiği, delillerin toplanma aşamasında olması, adli kontrol hükümlerinin yeterli olmadığı anlaşıl(mıştır).”

35. Başvurucu 4/5/2015 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş ancak İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/5/2015 tarihli ve 2015/956 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Şüphelinin İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak vermiş olduğu 32. Asliye Ceza Mahkemesinin 25/04/2015 tarih ve 2015/143, 144, 145,146, 147,148,149 değişik iş sayılı kararları, 26/04/2015 tarihli HSYK Başmüfettişi Ö.K. tarafından düzenlenen ön rapor, HSYK Başmüfettişi Y.N.K. tarafından Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na sunulan gerekçeli tutuklama ve yakalama talebi, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/04/2015 tarih ve 2015/633 D.iş sayılı kararı ve 01/05/2015 tarih 2015/634 D.iş sayılı şüpheli Mustafa BAŞER’in [başvurucu] savunmasını içerir sorgu zaptı ve tüm dosya kapsamına göre; şüphelinin üzerine atılı suçları işlediğine ilişkin somut delile dayalı kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK 100/3-a bendinde sınırlı sayıda belirtilmiş olan katalog suçlardan olduğu ve bu hali ile bir tutuklama nedeninin var olduğu düşünülmüştür.

Dosya içeriği incelendiğinde delillerin henüz toplanmadığı, bir kısım yerlere yazılan müzekkerelere henüz cevap gelmediği, atılı suçlar yönünden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/40810, 41637,69722, 86706,115949, 118651 ve 133596 sayılı soruşturma evraklarındaki şüphelilerle atılı suçlar yönünden fikir ve işbirliği iradesini gösteren somut delillerin bulunduğu noktasında kuvvetli şüphelerin olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.”

36. Başvurucu, anılan kararı 8/5/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.

c. Bireysel Başvuru Süreci

37. Başvurucular, 12/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

d. Başvurucular Hakkındaki Disiplin Soruşturması Süreci

38. HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığının 25/4/2015 tarihli ve 2015/79 sayılı emirleri gereği İstanbul Asliye Ceza Mahkemelerinin denetimi sırasında basında yer alan bir kısım haberde İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin yetkisiz olarak şüphelilerin hâkimin reddi taleplerini kabul ederek tahliye taleplerini değerlendirmek üzere 32. Asliye Ceza Mahkemesini görevlendirdiğinin haber konusu yapılması üzerine resen ve avukat M.D. tarafından yapılan şikâyet üzerine soruşturma başlatılmıştır.

39. HSYK Teftiş Kurulu Başmüfettişliği “Yapılan inceleme sonunda İstanbul Hâkimleri Metin ÖZÇELİK ve Mustafa BAŞER haklarındaki mevcut delil durumu yanında Fetullah GÜLEN örgüt yapılanmasının talimatıyla hareket ettikleri yönündeki basın ve yayın organlarında yer alan haber kapsamları da nazara alınarak eylemlerinin niteliği itibariyle meslekten çıkarmayı gerektirir ağırlıkta bulunduğu, ilgililerin göreve devamının yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceğini değerlendirilerek haklarındaki inceleme ve soruşturma sonuçlanıncaya kadar öncelikle görevden uzaklaştırılmalarının uygun bir tasarruf olacağı” kanaatiyle ilgili hâkimlerin tedbir olarak görevden uzaklaştırılmalarını önermiştir.

40. Teftiş Kurulu Başmüfettişliğinin hazırlamış olduğu ön rapor doğrultusunda HSYK İkinci Dairesinin 27/4/2015 tarihli ve 2015/6 tedbir, K.2015/274 sayılı kararı ile 29. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olan başvurucu Metin Özçelik’in ve İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olan başvurucu Mustafa Başer’in “üç ay süreyle tedbiren görevden uzaklaştırılmasına” karar verilmiştir.

41. HSYK Üçüncü Dairesinin 28/4/2015 tarihli ve 2015/3711 sayılı kararı ile başvurucular hakkında “soruşturmaya devam edilmesine” karar vermiştir.

42. HSYK Teftiş Kurulu Başmüfettişliğince yapılan soruşturma sonucunda hazırlanan 03/07/2015 tarihli raporda, başvurucular hakkında ulaşılan kanaat şöyle ifade edilmiştir:

i. Başvurucu Metin Özçelik Yönünden

“Tüm yürütülen bu soruşturma kapsamında; ... CMK 26. maddesi ihlal edilerek, rutin işlemlerin dışına çıkılarak bir karar kurulduğunun belirlenmiş olması, yukarıda bahsedildiği üzere Sulh Ceza Hâkimlerinin toplu reddi mümkün olmadığı ve kaldı ki en yakın Sulh Ceza Hâkimliği görevlendirilmesi gerekirken özel olarak seçilmiş bir şekilde 32. Asliye Ceza Hâkimini görevlendirmiş olması, benzer bir şekilde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen kamuoyunda tahşiyeciler operasyonu tabir edilen soruşturmadaki usule benzer şekilde, FETÖ/PDY terör örgütü liderinin yayınlanan sohbetindeki talimatla hareket ederek ceza infaz kurumunda halen tutuklu bulunan şüphelileri tahliye etme girişiminde bulunmuş olması, Emniyet Genel Müdürlüğü KOM ve TEM Daire Başkanlıkları tarafından tanzim edilen ve ayrıntılı şemalar içeren raporlarda da açıkça belirtildiği üzere söz konusu FETÖ/PDY terör örgütünün üyesi olduğu saptanmış olması, daha önce görev yaptığı dönemlere ilişkin olarak da halen devam eden Selam-Tevhid, Usulsüz Dinleme, Askeri Casusluk gibi soruşturmalarda da yer alması, MİT tırlarının durdurulması sırasında da örgüt üyesi olan kişilerce silah kullanılması karşısında,

Bu suretle; silahlı terör örgütü üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukukî ve cezaî sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerle ile birlikte, planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen bir organizasyonun parçası olarak ve örgütlü bir şekilde hareket edip mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni giderecek nitelikte eylemlerde bulunduğu tespit olunmuş, bu nedenle dosya kapsamı ile doğrulanmayan ve açıklanan mevzuat hükümlerine aykırı olan savunmalarına itibar edilemeyeceği kanaatine varılmıştır.”

ii. Başvurucu Mustafa Başer Yönünden

“Tüm yürütülen bu soruşturma kapsamında; ... tamamen normal uygulamaların dışında tam bir amaca hizmet maksadıyla yapılan hareketler sergileyerek bir karar kurulduğunun belirlenmiş olması, yukarıda da bahsedildiği üzere 594 klasörden oluşan 7 ayrı soruşturma evrakını UYAP kayıtlarında da incelemeden dosyaları ve içindeki delileri değerlendirmeden çok kısa bir sürede karar tesis etmiş olması, kaldı ki 5235 sayılı Yasa’nın 10. maddesindeki ‘Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur.’ hükmünü de göz ardı ederek Sulh Ceza Hâkimi olmadığı halde görev gaspında bulunarak tahliye kararları vermesi, benzer bir şekilde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen kamuoyunda tahşiyeciler operasyonu tabir edilen soruşturmadaki usule benzer şekilde, FETÖ/PDY terör örgütü liderinin yayınlanan sohbetindeki talimatla hareket ederek ceza infaz kurumunda halen tutuklu bulunan şüphelileri tahliye etme girişiminde bulunmuş olması, Emniyet Genel Müdürlüğü KOM ve TEM Daire Başkanlıkları tarafından tanzim edilen ve ayrıntılı şemalar içeren raporlarda da açıkça belirtildiği üzere söz konusu FETÖ terör örgütünün üyesi olduğu saptanmış olması, daha önce görev yaptığı dönemlere ilişkin olarak da halen devam eden Selam-Tevhid, Usulsüz Dinleme, Balyoz gibi soruşturmalarda da yer alması ve MİT tırlarının durdurulması sırasında da örgüt üyesi olan kişilerce silah kullanılması karşısında,

Bu suretle; silahlı terör örgütü üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukukî ve cezaî sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerle ile birlikte, planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen bir organizasyonun parçası olarak ve örgütlü bir şekilde hareket edip mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni giderecek nitelikte eylemlerde bulunduğu tespit olunmuş, bu nedenle dosya kapsamı ile doğrulanmayan ve açıklanan mevzuat hükümlerine aykırı olan savunmalarına itibar edilemeyeceği kanaatine varılmıştır.”

43. Teftiş Kurulu Başmüfettişliği raporunun sunulması üzerine HSYK İkinci Dairesi, 7/7/2015 tarihli ve E.2015/100 sayılı kararı ile başvurucular hakkındaki iddialar nedeniyle kovuşturma yapılmasını gerekli görerek “düzenlenecek iddianame ile birlikte Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine verilmek üzere soruşturma evrakının Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine” karar vermiştir.

e. Başvurucular Hakkında Ceza Davası Açılması Süreci

44. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 21/9/2015 tarihli ve E.2015/29385 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, görevi kötüye kullanma, gizliliğin ihlali ve silahlı terör örgütüne üye olma” suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları amacıyla Yargıtay ilgili Ceza Dairesinde haklarında kovuşturma açılıp yargılanmalarının yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. İddianame, doğrudan Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine hitaben düzenlenmiştir.

45. İddianame içeriğinde yer alan ve Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen 30/6/2015 tarihli raporda başvurucuların üyesi oldukları iddia edilen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile ilgili ifade edilen bazı hususlar şöyledir:

i. Örgütün Kuruluşu

“1970’li yıllara kadar Yeni Asya Grubu içerisinde yer alan Fetullah GÜLEN bu tarihten sonra ... örgütünün çekirdek kadrosunu oluşturarak müstakil hareket etmeye başlamış ... kendi adı ile anılan örgütünü kurmuştur.

Özellikle 1990’lı yılların başından itibaren yurt dışına da açılmaya başlayan yapı, zaman içerisinde ... dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösterir hale gelmiştir.”

ii. Örgütün Amacı

“Kuruluş yıllarından itibaren ... ‘Himmet’ adı altında topladığı finans ile yurtiçi/yurt dışında faaliyete geçirdiği eğitim müesseseleri üzerinden amaç ve ilkeleri doğrultusunda yetiştirdiği öğrencilerini, elde ettiği finans ve siyasi gücünü, örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarını (yasama, yürütme, yargı erklerini) ele geçirmek, aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek olduğu geçmişte örgüt içinde faaliyet göstermiş kişilerin beyanlarından anlaşılmaktadır.”

iii. Amaca Göre Örgütlenme Stratejisi

“Örgüt 1970’li yıllardan günümüze kadar uygulamış olduğu ‘örgütlenme yöntemleri’, ‘taktik’ ve ‘stratejiler’ çerçevesinde bütüncül bir bakış açısıyla incelendiğinde; uygulanan yöntemler değişse de amacının değişmediği, temel hedefinin Türkiye’de devletin bütün Anayasal kurumlarını ele geçirmek olduğu anlaşılmaktadır.

...

1970’li yıllardan itibaren devlet içerisine sızarak, özellikle, ‘Mülkiye, Adliye, Emniyet, Milli Eğitim ve TSK’ içerisinde kendi özel hiyerarşisi ile illegal kadrolaşmaya gidildiğini ... görmek mümkündür.”

iv. Örgütün Sosyokültürel ve Zihinsel Yapısı

“... F.GÜLEN, örgüt üyelerine gelişen teknoloji ile birlikte teyp kasetleri, videokasetleri, kitapları, çeşitli dergilerde yer alan başyazıları, internet siteleri, radyo ve televizyon programları ile görüşlerini rahatça iletebilmiştir.

Gülen’in, örgüt üyeleri üzerinde, kendi ifadesiyle ‘uyarılarının ve tavsiyelerinin, birinci derecede hareket ettirici etkiye sahip olduğu’ söylenebilir. Bu nedenle, F.GÜLEN’in kişisel görüşleri; aynı zamanda örgütün görüşleri anlamına geldiğinden, Gülen’in düşüncelerinin analizi, örgüt hakkında da ayrıntılı bilgilere ulaşılması anlamına gelmektedir.”

v. Örgütün Yönetim Modeli

“... FETÖ/PDY’de F.GÜLEN’in verdiği kararı sorgulama anlamına gelecek her düşünce, eylem veya tavır kuvvetle ezilmekte, liderin ve ona bağlı diğer yöneticilerin tüm talimatları, ... uygulanmaktadır. F.GÜLEN başta olmak üzere örgüt yöneticileri ... örgüt içerisinde mutlak bir otorite ile hareket etmekte olup, örgüt içerisinde ödül ve ceza sistemi uygulanmaktadır.”

vi. Örgütün Hiyerarşik Yapısı

“FETÖ/PDY Örgütü; ‘coğrafi’, ‘sektörel’ ya da ‘kurumsal’ anlamda, ‘imam’ olarak ifade edilen sorumlulardan oluşan bir çalışma ve hiyerarşik düzene sahiptir.

...

F. GÜLEN’in 1970’lerin sonunda başlattığı uzun vadeli projenin ilk halkasını eğitim oluştururken, tedrisattan geçenler başta Emniyet, Yargı, TSK ve Mülkiye olmak üzere, devletin önemli kademelerine yerleştirilmiş(tir).”

vii. Paralel Devlet Kurma Çabaları

“F. GÜLEN ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis etmiş; bu nedenle, mevcut sistemi yıkmak yerine, devletin tüm kurumlarını ele geçirmeyi hedeflemiştir.

FETÖ/PDY, yurt içinde ve yurt dışında çok miktarda vakıf, dernek, özel okul, şirket, dershane, öğrenci yurdu, yayın organı, gazete, TV istasyonu, faizsiz finans kurumu, sigorta şirketi ve radyo istasyonunu denetim altında bulundurarak; amacına uygun planlı, programlı ve gizli olarak faaliyetlerini yürütmüştür.

FETÖ/PDY’nin, diğer devlet kurumları gibi polis teşkilatı içinde de örgütlendiği, öteden beri kamuoyu tarafından bilinmektedir. Örgütün ulaşmak istediği nihai hedefler göz önünde bulundurulduğunda, bu son derece ‘anlaşılabilir’ bir durumdur. Zira Emniyet Genel Müdürlüğü; adli, idari ve istihbari kolluk görevi ifa eden ve aynı zamanda güç kullanma yetkisine sahip olan bir devlet kurumudur. Bu nedenle, örgütün sızıp kontrolü altına almaya çalıştığı kurumların başında gelmesi de oldukça doğaldır. Örgüt, Emniyet Teşkilatı’ndaki kadrolaşmasını belirli bir düzeye ulaştırdıktan sonra, buradaki gücünü operasyonlarının ana aracı olarak kullanmaya başlamıştır.”

viii. Örgütün İstihbarat Ağı ve Arşivi

“Örgütün, devlet yapılanması içerisinde en güçlü olduğu alanların başında, güçlü bir istihbarat ağına sahip olması gelmektedir...”

ix. Medya ve Psikolojik Harekât - Propaganda Araçları

“Örgüt özellikle yasadışı dinlemeler esnasında elde ettiği ses kayıtlarını medya organları vasıtasıyla iddia şeklinde kamuoyuna ana hatları ile duyurmakta, ülke genelinde tartışılır hale gelen iddiaların özel bir kurgu ile sunumunu yapmakta ve hükümet aleyhine tepkiselliğin artırılmasını, devlet kurumları ve bürokrasinin yıpratılmasını hedeflemektedir.”

46. KOM Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen raporda, başvurucularla ilgili de şu ifadelere yer verilmiştir:

Fetullah GÜLEN 19.04.2015 tarihinde www.herkul.org isimli internet sitesinde yayınlanan ‘Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları’ başlıklı sohbetinde:

‘Bazılarınız çeker, bazılarınız da onların çektiğini paylaşır, onların ızdıraplarını ruhunda duyar; yapılması gerekli olan şeyler mevzuunda bir küheylan gibi şahlanır, bir üveyk gibi kanatlanır Allah’ın izni inâyetiyle; işte o zaman paylaşıyor demektir. Evet, birileri içeride Medrese-i Yusufiye yaşarlar; berikiler de dışarıda oturur kalkar onlara dua ederler: ‘Onları en çabuk zamanda, çok rahatlıkla salıver Allah’ım! Salıver ve onlarla beraber bir sürü aileyi, kırk bin tane aileyi, elli bin tane aileyi, yüz bin tane aileyi; belki on milyon aileyi sevindir Allah’ım!’ Bu on milyon ailenin sevinmesi, mele-i âlânın sakinlerinin de sevinmesi demektir. Bu arada bir şirzime-i kalîl ‘Niye böyle oldu?’ diye üzülecekler. İnşaallah, iman ediyorlarsa Allah’a, o üzülme de onların günahlarına kefaret olur. Biz onu da düşünürüz: Allah onların da günahlarına kefaret olabilecek şeylere onları hidayet eylesin. Genel ahlakımız bu!..’ şeklinde sözler sarf etmiş, F. GÜLEN’in bu sohbetinin ardından halihazırda HSYK Başmüfettişliğince haklarında soruşturma yürütülen şüpheliler Metin ÖZÇELİK ve Mustafa BAŞER tarafından hukuka aykırı olarak sohbetin yayınlanmasından 5 gün sonra tahliye kararları verilmiştir.’

...

Yukarıda anlatılan haberleşme trafiği şüphelilerin HTS analizlerinde de açıkça görülmekte olup, şüphelilerin birinci derece irtibatlarının FETÖ/PDY mensubu şahıslar ile yoğun irtibatının bulunduğu müşahede edilmiştir. Bu durumun örgüt içerisindeki hiyerarşik yapılanmadan kaynaklandığı; taleplerin aşağıdan yukarıya, talimatların ise yukarıdan aşağıya doğru silsile yolu ile iletildiği değerlendirilmiştir.

Netice olarak Metin ÖZÇELİK ve Mustafa BAŞER’in eylemleri ve FETÖ/PDY içerisinde yer alan ya da iltisaklı bulunan kimseler ile yukarıda izah edilen bağlantıları, F. GÜLEN’in 19.04.2015 tarihli sohbetinde sarf ettiği sözlerle birlikte değerlendirildiğinde; her iki şüphelinin de FETÖ/PDY’nin hiyerarşik yapısı içerisinde talimatlarla hareket ettikleri değerlendirilmektedir.”

47. İddianamede, başvuruculara isnat edilen örgüt üyeliği eylemlerine ilişkin değerlendirmede esas alınan şu tespitlere yer verilmiştir:

“1- Reddi hâkim ve tahliye taleplerini içeren dilekçelerin, tahliyelerine karar verilen tüm şüpheliler hakkında aynı günde verilmiş olması;

2- Tüm dilekçelerin aynı hâkime verilmiş olması,

3- Farklı şüphelilerin, farklı avukatlarının aynı gün aynı talepleri içeren dilekçeleri vermiş olmaları,

4- Tahliyeleri talep edilen ve tahliyelerine karar verilen şüphelilerin tümünün aynı örgüte üye oldukları ve aynı örgüt kapsamında değerlendirilen ancak ayrı soruşturma konuları nedeniyle sevk maddeleri itibariyle farklı suç gerekçeleri ile tutuklu olmaları,

5- Her iki hâkim tarafından verilen kararın da, yasal olarak açıkça belirlenmiş ve tereddüde mahal bırakmayacak derecede açık hükümlere rağmen, yetki gaspı yapılarak verilmiş olması

6- Dosya asıllarının ve evraklarının, fiziki veya UYAP sisteminden kısmen dahi olsa incelenmeden karar verilmiş olması,

7- Tahliye edilen tüm şüphelilerin avukatlarının, örgüt lideri olarak değerlendirilen Fetullah GÜLEN’in, herkul.org isimli sitede 19.04.2015 günü yayınlanan, açık şekilde tutuklu şüphelilerin tahliyelerini konu alan konuşması ile ilgili olduğu anlaşılan konuşmasından 1 gün sonra 20.04.2015 günü dilekçe vermiş olması,

8- Örgüt lideri olarak değerlendirilen Fetullah GÜLEN’in, herkul.org isimli sitede 19.04.2015 günü yayınlanan, açık şekilde tutuklu şüphelilerin tahliyelerini konu alan konuşması ile ilgili olduğu anlaşılan konuşmasından sadece 5 gün sonra tahliye kararı verilmiş olmasının, başından itibaren gelişen olaylar dikkate alındığında tesadüfle izahının mümkün bulunmaması,

9- Tüm şüpheliler hakkında istisnasız olarak tahliyelerine karar verilmiş olması”

48. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi 5/10/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Mahkemenin 18/11/2015 tarihli ve E.2015/301, K.2015/207 sayılı kararı ile başvurucular hakkında “son soruşturmanın Yargıtay görevli ceza dairesinde açılmasına” karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Bu itibarla ... dosya kapsamında toplanan deliller muvacehesinde; şüphelilerin üzerlerine atılı bu suçları işledikleri hususunda yeterli ve kuvvetli şüphenin doğduğu;

Soruşturma aşamasında toplanan tüm deliller nazara alındığında; şüpheliler Metin Özçelik ve Mustafa Başer hakkında isnat olunan TCK'nin 314/2. maddesinde düzenlenen ‘Silahlı örgüt üyesi olmak’, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 3. ve 5. maddelerinde düzenlenen ‘Terör Suçları’, TCK'nin 312. maddesinde düzenlenen ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek’, TCK'nin 257. maddesinde düzenlenen ‘Görevin gereklerine aykırı davranılmak sureti ile görevi kötüye kullanmak’ ve TCK'nin 285. maddesinde düzenlenen ‘Gizliliğin ihlali’ suçları ile ilgili olarak, soruşturma aşamasında toplanılan deliller karşısında, son soruşturmanın açılması kararı verilmesini gerektirir, yeterli kuvvette suç şüphesinin bulunduğu görülmekle; şüpheliler hakkında isnat olunan iddialar ile ilgili olarak Bakırköy C.Başsavcılığı'nın 21.09.2015 tarih, 2015/89121 soruşturma sayılı dosyasına konu iddianamesine ve mahkememizce verilen son soruşturma kararına göre kovuşturma yapılarak delillerin kovuşturma makamı tarafından değerlendirilmek üzere şüpheliler Metin Özçelik ve Mustafa Başer hakkında son soruşturmanın açılması kararı verilmesine, şüphelilerin 1. sınıf hâkim olmaları nedeni ile 2802 sayılı Yasanın 90. maddesi gereğince son soruşturmanın Yargıtay'ın yetkili ve görevli Ceza Dairesinde açılmasına dair aşağıdaki şekilde karar verilerek hüküm kurulmuştur.”

f. İlgili Süreç

49. İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından hâkimin reddi talepleri kabul edilen ve İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından tahliyelerine karar verilen şüphelilerden otuz altısı 27/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak diğer şikâyetlerinin yanı sıra haklarında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmadığını, tutuklama kararı veren Sulh Ceza Hâkimliklerinin doğal hâkim ilkesine aykırı olduğunu, bağımsız ve tarafsız olmadıkları yönünde yeterli kuşkunun mevcut olduğunu ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi 8/4/2015 tarihinde başvurucuların anılan iddiaları hakkında açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Hikmet Kopar ve diğerleri, B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 74-86, 101-115).

B. İlgili Hukuk

50. Anayasa’nın “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” kenar başlıklı 159. maddesinin dokuzuncu fıkrası şöyledir:

“Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir.”

51. 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun “Soruşturma” kenar başlıklı 82. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Hâkim ve savcıların görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçları, sıfat ve görevleri gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle, haklarında inceleme ve soruşturma yapılması Adalet Bakanlığının iznine bağlıdır. Adalet Bakanı inceleme ve soruşturmayı, adalet müfettişleri veya hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle yaptırılabilir.”

52. 2802 sayılı Kanun’un “Tutuklama mercii” kenar başlıklı 85. maddesi şöyledir:

“Soruşturma sırasındaki tutuklama istemleri, son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci tarafından incelenir ve karara bağlanır.”

53. 2802 sayılı Kanun’un “Yakalama ve sorgu usulü” kenar başlıklı 88. maddesi şöyledir:

“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri dışında suç işlediği ileri sürülen hâkim ve savcılar yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez. Ancak, durum Adalet Bakanlığına derhal bildirilir.

Birinci fıkra hükümlerine aykırı hareket eden kolluk kuvvetleri amir ve memurları hakkında yetkili Cumhuriyet savcılığı tarafından genel hükümlere göre doğrudan doğruya soruşturma ve kovuşturma yapılır.”

54. 2802 sayılı Kanun’un “Kovuşturma kararı ve ilk soruşturma” kenar başlıklı 89. maddesi şöyledir:

“Hâkim ve savcılar hakkında görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde evrak, Adalet Bakanlığınca ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet savcılığına; Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında görevli hâkim ve savcılar hakkındaki evrak ise Ankara Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.

Cumhuriyet savcısı beş gün içinde iddianamesini düzenleyerek evrakı, son soruşturmanın açılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir.

İddianamenin bir örneği Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince, hakkında kovuşturma yapılana tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine ilgili, Kanunda yazılı süre içinde delil toplanmasını ister veya kabul edilebilir istekte bulunursa bu husus göz önünde tutulur ve gerekirse soruşturma başkan tarafından derinleştirilir.”

55. 2802 sayılı Kanun’un “Son soruşturma merciileri kenar başlıklı 90. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Haklarında son soruşturma açılmasına karar verilenlerden; birinci sınıfa ayrılmış olanlarla ağır ceza mahkemeleri heyetine dahil bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının, son soruşturmaları Yargıtayın görevli ceza dairesinde görülür.”

56. 2802 sayılı Kanun’un “İlk soruşturmada itiraz usulü” kenar başlıklı 92. maddesi şöyledir:

“89 uncu maddede yazılı mercilerin tutuklamaya ve salıvermeye veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına ilişkin kararlarına Cumhuriyet savcısı veya hakkında soruşturma yapılan tarafından genel hükümlere göre itiraz olunabilir. Bu itiraz, ilgilinin yargı çevresi içinde bulunduğu ağır ceza mahkemesi hariç olmak üzere, kararı veren mahkemeye en yakın ağır ceza mahkemesinde incelenir.”

57. 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun “Dairelerin görevleri” kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“...

(2) İkinci Dairenin görevleri şunlardır:

 a) Hâkim ve savcıların;

 ...

 2) Görevlerinden dolayı veya görevleri sırasındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturması sonucu hakkında karar vermek,

 3) Disiplin veya suç soruşturma ve kovuşturması nedeniyle geçici yetkiyle yer değiştirmesine veya görevden uzaklaştırılmasına karar vermek,

 ...

(3) Üçüncü Dairenin görevleri şunlardır:

 ...

 b) Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarına ilişkin denetleme işlemlerini Teftiş Kuruluna yaptırmak.

 ...

 ç) Hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını Kurul müfettişleri veya müfettiş yetkilerini haiz kıdemli hâkim veya savcı eliyle araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin işlemler için teklifte bulunmak.

 ...”

58. 6087 sayılı Kanun’un “Teftiş Kurulunun oluşumu ve görevleri” kenar başlıklı 14. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Teftiş Kurulunun görev ve yetkileri şunlardır:

a) Adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarının görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yapmak

...”

59. 6087 sayılı Kanun’un “Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri” kenar başlıklı 17. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri şunlardır:

a) Hâkim ve savcıların görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek.

b) Hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma yapmak.

(2) Kurul müfettişleri bu görevlerini yerine getirirken;

a) Yapacakları araştırma, inceleme ve soruşturmalarda, lüzum gördükleri kimseleri yeminle dinleyebilir, gerektiğinde istinabe yoluna başvurabilir, sübut delilleri ile gereken bilgileri kamu kurum, kurul ve kuruluşlarından doğrudan toplayabilir.

b) Yapacakları inceleme ve soruşturmalarda bu Kanunda verilen yetkilere ilave olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre işlem yapabilir; kanunlarda kendilerine ve Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabilir. 5271 sayılı Kanunda gecikmesinde sakınca bulunan hâllere ilişkin olmak üzere Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler bu hükmün dışındadır.”

60. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hükûmete karşı suç” kenar başlıklı 312. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.”

61. 5237 sayılı Kanun’un “Silahlı örgüt” kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”

62. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Hâkimin reddi sebepleri ve ret isteminde bulunabilecekler” kenar başlıklı 24. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.

(2) Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekili, hâkimin reddi isteminde bulunabilirler.”

63. 5271 sayılı Kanun’un “Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi” kenar başlıklı 25. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer hâllerde, inceleme başlayıncaya kadar hâkimin reddi istenebilir.”

64. 5271 sayılı Kanun’un “Ret isteminin usulü” kenar başlıklı 26. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Hâkimin reddi, mensup olduğu mahkemeye verilecek dilekçeyle veya bu hususta zabıt kâtibine bir tutanak düzenlenmesi için başvurulması suretiyle yapılır.

(3) Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirir.”

65. 5271 sayılı Kanun’un “Hâkimin reddi istemine karar verecek mahkeme” kenar başlıklı 27. maddesinin (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

“(2) Ret istemi sulh ceza hâkimine karşı ise, yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesi ve tek hâkime karşı ise, yargı çevresi içerisinde bulunan ağır ceza mahkemesi karar verir.

(4) Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.”

66. 5271 sayılı Kanun’un “Ret istemi üzerine verilecek kararlar ve başvurulacak kanun yolları” kenar başlıklı 28. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Ret isteminin kabulüne ilişkin kararlar kesindir...”

67. 5271 sayılı Kanun’un “Reddi istenen hâkimin yapabileceği işlemler” kenar başlıklı 29. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Reddi istenen hâkim, ret hakkında bir karar verilinceye kadar yalnız gecikmesinde sakınca olan işlemleri yapar.”

68. 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı 100. maddesi şöyledir:

“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

 a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.

 b) Şüpheli veya sanığın davranışları;

 1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,

 2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

 Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

 (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

 a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),

...”

69. 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı 101. maddesinin (1), (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.

(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;

a) Kuvvetli suç şüphesini,

b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,

c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,

gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.

(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.”

70. 5271 sayılı Kanun’un “Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri” kenar başlıklı 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”

71. 5271 sayılı Kanun’un “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” kenar başlıklı 268. maddesi şöyledir:

“(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır.

...

(3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:

a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.

...”

72. 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un “Ceza mahkemelerinin kuruluşu” kenar başlıklı 9. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:

“İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde ceza mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. (Ek cümleler: 2/12/2014-6572/39 md.) Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde ihtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak daireler arasındaki iş dağılımı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir. Bu kararlar, Resmî Gazete’de yayımlanır. Daireler, tevzi edilen davalara bakmakla yükümlüdür. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca iş dağılımının yapıldığı tarih itibarıyla görülmekte olan davalarda daireler, iş bölümü gerekçesiyle dosyaları diğer bir daireye gönderemez.”

73. 5235 sayılı Kanun’un “Sulh ceza hâkimliği” kenar başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“(Değişik: 18/6/2014–6545/48 md.) Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde birden fazla sulh ceza hâkimliği kurulabilir. Bu durumda sulh ceza hâkimlikleri numaralandırılır. Müstakilen sulh ceza hâkimliğinde görevlendirilen hâkimler, adli yargı adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.”

74. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu Yönetmeliği’nin “Olur ve kapsamı” kenar başlıklı 37. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında işledikleri suçları ile sıfat ve görevleri icaplarına uymayan hâl ve eylemleri nedeniyle haklarında araştırma ve gerektiğinde inceleme ve soruşturma yapılması, Üçüncü Dairenin teklifi üzerine Kurul Başkanının oluruna bağlıdır.

(2) Müfettişlerin denetim sırasında, denetlenen yerdeki (burada görev yapıp ayrılanlar da dahil olmak üzere) tüm hâkim ve savcılar hakkında; araştırma, inceleme veya soruşturma sırasında ise olur yazısında bulunan kişi veya konularla ilgili olarak; re’sen tespit ettikleri ya da ihbar veya şikâyet almak suretiyle öğrendikleri ve gecikmesinde sakınca bulunan hususlarda araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması için önceden olur alınması gerekmez. Ancak soruşturmaya geçildiğinde durum inandırıcı nedenler açık şekilde belirtilip, bu kanaati oluşturan bilgi ve belgelerden lüzumlu görülenler de eklenerek, Başkanlık aracılığıyla Kurul Başkanına sunulmak için Üçüncü Daireye iletilmek üzere Genel Sekreterliğe bildirilir. Soruşturmanın devam etmemesi yönünde bir karar verilmedikçe işlemlere devam edilir.”

75. HSYK Birinci Dairesinin 12/2/2015 tarihli ve 224 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

“Anayasamızın 37 nci maddesinde düzenlenen ve teminat altına alınan “Kanuni hâkim güvencesi” ilkesine uygun olarak, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen usûl ve esaslarla yargılama yapan ihtisas mahkemelerinin oluşturulduğu; bu mahkemelerin görev ve yetkilerinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda belirtilen kurallara tâbi olacağı, özel yetkili yeni mahkemelerin kurulmasının söz konusu olmadığı, aksine ceza mahkemelerinde ihtisaslaşmanın sağlanmasının amaçlandığı, bu bağlamda; ihtisaslaşma ile mahkemelerin kanunla belirlenmiş görevlerinin değiştirilmesi söz konusu olmadan mahkemeler arasında sadece “iş bölümü” esasının getirildiği, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga 250 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun mülga 10 uncu maddesiyle görevlendirilen, bilahare (02/07/2012 tarihli ve 6352 ile 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’larla) kaldırılan ağır ceza mahkemelerinde olduğu gibi birden fazla mahallin tek bir mahallin yargı alanına bağlanmasının söz konusu olmadığı, bir başka ifadeyle yargı çevresiyle ilgili bir değişikliğin yapılmadığı, keza usûl hükümleri bakımından da özel bir düzenlemenin getirilmediği, genel hükümlerin uygulanmasına devam edileceği,

...

Bu çerçevede, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç), örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçlar bakımından ihtisaslaşmanın getirildiği, böylelikle anılan suçlarla mücadelede önemli bir adımın atıldığı ve hâkimlerin belli alanlarda uzmanlaşmasının sağlanarak yargılamanın daha hızlı bir biçimde bitirilmesinin söz konusu olabileceği,

...

Bu itibarla,

A-) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılacak davalara;

a-) İki veya daha fazla ağır ceza mahkemesi olan yerlerde 2 nci ağır ceza mahkemesinin,

...

Bakmasına...”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

76. Mahkemenin 20/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

77. Başvurucular;

 i. Yasal hâkimlik yetkisi kapsamında verdikleri yargısal kararlar nedeniyle tutuklandıklarını, somut olayda suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin ve makul şüphenin mevcut olmadığını, tutuklandıkları eylemlerin hukuk düzenince suç olarak düzenlenmediğini, tutuklama kararlarında suç delili olarak Mahkeme kararlarının gösterildiğini, verdikleri kararların “hukuka uygun vicdani kanaat” dışında başka bir saikle verildiğine dair delil olmadığını, tutuklama kararlarını veren adli makamların kişisel his ve kabullerine dayanılarak keyfî bir şekilde özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını, olayda tutuklama nedenlerinin bulunmadığını, yargı mensubu olmaları ve gözaltı/yakalama kararlarını öğrenince kendi istekleriyle adliyeye gelmeleri nedeniyle kaçma şüphelerinin bulunmadığını, görevlerinden uzaklaştırılmış olmaları ve olayda tanık ve mağdur olan kimse bulunmaması nedenleriyle delillerin karartılmasının mümkün olmadığını, tutuklama kararında adli kontrolün yetersiz kalma sebebinin açıklanmadığını, kendilerinin birinci sınıf hâkim olup ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlinin mevcut olmaması ve yakalama kararının verildiği ve sorguların yapıldığı tarihlerde diğer mahkemelerin nöbetçi olmaları nedeniyle tutuklama kararları veren Mahkemenin yetkisiz ve görevsiz olduğunu, ayrıca bu Mahkemenin terör suçlarına ilişkin davalara bakmak üzere “doğal hâkim” ilkesine aykırı olarak kurulduğunu, fikir ve eylem birliği içinde oldukları iddia edilen şüpheliler hakkındaki soruşturma dosyalarındaki belgelerin örneği kendilerine verilmediğinden itiraz haklarını etkin olarak kullanamadıklarını ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının,

 ii. Haklarında yürütülen adli ve idari işlemler sürecinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri, bir kısım medya organı, HSYK ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklama ve yorumlar ile suçlu ve terörist ilan edildiklerini, bağımsız ve tarafsız davranmayan mercilerce soruşturulup tutuklandıklarını ileri sürerek Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin,

 iii. Yargısal bir faaliyet sonucu verdikleri kararlar nedeniyle tutuklandıklarından tutuklama kararlarının meşru, demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığını; bu kararlar nedeniyle özgürce karar verme, düşünce ve kanaatlerini belirtme imkânlarından mahrum bırakıldıklarını, hâkim olarak kanaatlerini serbestçe ifade etmelerinin engellendiğini ileri sürerek Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün,

 iv. 5271 sayılı Kanun hükümlerine göre hareket etmelerine rağmen “hâkimlik teminatı” ve “hukuki güvenlik” ilkelerine aykırı şekilde bir yaptırım ile karşılaştıklarını, bu şekilde kamuoyunun yargıya ve yargının etkinliğine olan inancının yok edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 2., 138., 139. ve 140. maddelerinde düzenlenen hukuk devleti ile hâkim bağımsızlığı ve teminatı ilkelerinin,

 v. Yargısal yetki kapsamında verdikleri kararlar nedeniyle gerçek dışı bir şekilde belli bir dinî gurupla ilişkilendirildiklerini, bu yöntemle sahip oldukları dinî duygu ve düşünceleri ile yaşamlarının ve ailelerinin sorgulandığını, ayrımcı bir muameleye maruz kaldıklarını ileri sürerek Anayasa’nın 10., 20. ve 24. maddelerinde düzenlenen eşitlik ilkesinin, özel hayatının gizliliği ile din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler; tahliyelerini sağlayacak bir tedbire karar verilmesi istemi ile birlikte hak ihlalinin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

78. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucuların;

 i. Haklarında yürütülen adli ve idari işlemler sürecinde bir kısım medya organı tarafından onur kırıcı bir şekilde hedef gösterilerek masumiyet karinesini ihlal edecek nitelikte haber yapıldığı şikâyetlerinin Anayasa’nın 17. maddesi,

 ii. Yargısal görevleri kapsamında verdikleri kararlar nedeniyle gerçek dışı bir şekilde belli bir dinî gurupla ilişkilendirildikleri, bu yöntemle sahip oldukları dinî duygu ve düşünceleri ile yaşamlarının ve ailelerinin sorgulandığı, ayrımcı bir muameleye maruz kaldıkları şikâyetlerinin Anayasa’nın 20. ve 24. maddeleri,

 iii. Haklarında yürütülen adli ve idari işlemler süresinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri, HSYK ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklama ve yorumlar ile suçlu ve terörist ilan edildikleri ve masumiyet karinesinin ihlal edildiği şikâyetlerinin Anayasa’nın 38. maddesi,

 iv. Hâkimlik yetkisi kapsamında verdikleri yargısal kararlar nedeniyle tutuklandıkları, suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin ve makul şüphenin mevcut olmadığı, tutuklandıkları eylemin hukuk düzenince suç olarak düzenlenmediği, tutuklama nedenlerinin bulunmadığı, kaçma şüphesinin bulunmadığı, delillerin karartılmasının mümkün olmadığı, tutuklama kararlarında adli kontrolün yetersiz kalma sebeplerinin açıklanmadığı, tutuklama kararlarını veren Mahkemenin yetkisiz olduğu ve “doğal hâkim” ilkesine aykırı olarak kurulduğu, bağımsız ve tarafsız davranmayan mercilerce soruşturulup tutuklandıkları, fikir ve eylem birliği içinde oldukları iddia edilen şüpheliler hakkındaki soruşturma dosyalarındaki belgelerin örneği kendilerine verilmediğinden itiraz haklarını etkin olarak kullanamadıkları, tutuklanmaları nedeniyle özgürce karar verme ve kanaatlerini açıklamalarının engellendiği, “hâkimlik teminatı” ve “hukuki güvenlik” ilkelerine aykırı şekilde bir yaptırım ile karşılaştıkları şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

79. Başvurucular; başvuru formlarında, kamuya açık belgelerde isim ve soy isim haricindeki diğer kimlik bilgilerinin gizli tutulması talebinde bulunmuşlardır. Mahkememizce kamu açık belgelerde başvurucuların isim ve soy isimleri haricinde diğer kimlik bilgileri kullanılmadığından başvurucuların bu talebinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

 1. Şeref ve İtibarın Korunması Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

80. Başvurucular, ulusal yayın yapan ve günlük bir gazete olan Yeni Akit gazetesinin 27/4/2015 tarihli sayısında, fotoğraflarının da yayımlanarak yapılan “Atın bu hainleri” manşetli haber ile onur kırıcı bir şekilde hedef gösterildiklerini ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

81. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararları hatırlatılmış ve bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddiaların Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği, başvurucuların masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürdükleri medya organları hakkında olağan kanun yollarını tükettiklerine, örneğin ilgililer hakkında tazminat davası açtıklarına ve mağduriyetlerinin giderilmediğine dair bir bilgi olmadığı; başvurucuların masumiyet karinesinin ne şekilde ihlal edildiğini yer, zaman ve içerik unsurlarını somutlaştırarak açıklamadıkları ifade edilmiştir.

82. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bu iddialarına ilişkin ek bir açıklamada bulunmamışlardır.

83. Yeni Akit gazetesinin 27/4/2015 tarihli sayısında yer alan ve başvurucuların fotoğrafları ile birlikte yayımlanan “Atın bu hainleri” başlıklı haberin içeriği şöyledir:

 “Paralel İhanet Çetesi’nin önceki gece 2 hâkim eliyle; aralarında H.K.’nın da bulunduğu 75 tutukluyu hukuka aykırı şekilde tahliye ettirme girişimi, bardağı taşıran son damla oldu ... Hukukçular, siyasiler ve STK temsilcileri; ‘Derhal bir yargı reformu yapılmalı, paralelci hâkim ve savcılar acilen ihraç edilmelidir’ dediler.

 İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi’nin, paralel yapıya yönelik soruşturmalardan tutuklu bulunan 75 şüphelinin tahliyesine ilişkin korsan kararına hukukçuların ve siyasetçilerin tepkisi büyük oldu. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği, paralelcilere korsan tahliye kararını ‘yok hükmünde’ sayarak, paralel yapının yeni bir provokasyon girişimini engelledi. Bu skandal girişime karşı siyasiler, hukukçular ve STK temsilcileri, ‘Bu olay gösterdi ki, paralel yapı hâlâ diri ve acilen temizlenmesi gerekir’ dediler ...”

84. Haberin devamında İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu hâkimin reddi taleplerinin kabulü ve İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu tahliye kararları sonrası bir kısım milletvekili ve hukukçunun beyan ve yorumlarının aktarıldığı görülmektedir. Haberde beyan ve yorumlarına yer verilen kişilerden bir kısmı iktidar partisine mensup milletvekili, bir kısmı ise “hukuk” alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının temsilcisidir.

85. Yargılanan kişilere yönelik olarak devlet görevlilerinin ifadeleri veya kışkırtmasına dayanan basın ve yayın organlarındaki yazılar veya bazı küçük düşürücü ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Buna karşın kamu menfaatine ilişkin konularda basın ve yayın organlarında yazılar yayınlanmasının, haberlere ve yorumlara yer verilmesinin beklenmesi gereken bir olgu olduğu dikkate alınmalıdır (Nihat Özdemir, B. No: 2013/1997, 8/4/2015, § 23).

86. Başvurucular, onur kırıcı bir şekilde hedef gösterildikleri bu haber ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu çerçevede başvuruya konu gazete haberinde yer alan birtakım beyanlarda haber tarihi itibarıyla haklarında herhangi bir yargısal işlem yapılmamış olan başvurucuların, belirli bir yapıya mensup olması nedeniyle hukuka aykırı hareket ederek suç unsuru oluşturacak birtakım eylemleri işledikleri ve suçlu oldukları inancı yansıtılmış olsa bile bu haberin herhangi bir kamu gücünü kullanan organ veya yetkilinin açıklamalarına dayanması söz konusu olmadığından başvurucuların bu iddiasının Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir (Nihat Özdemir, § 25).

87. Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında görsel ve işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33).

88. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında bir denge kurması gerekir (Adnan Oktar (3), § 34).

89. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

90. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

91. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

92. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

93. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29).

94. Nitekim AİHM bir kararında, yurt dışında yakalandıktan sonra Türkiye’ye getirilen başvuran hakkında yayımlanan bazı haberlerde başvurandan “PKK’nın ikinci adamı, terörist, vatan haini, PKK’nın Avrupa sorumlusu” gibi bahsedilmesi üzerine masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvuruda başvuranın bu haberlere ilişkin şikayette bulunmaması, sorumlu devlet görevlileri aleyhinde ayrı bir tazminat davası açmaması, diğer yandan söz konusu gazetelerden kendisi için kullanılan ifadelere ilişkin bir yalanlama yayımlamasını istememiş olması, bu basın kuruluşları hakkında suç duyurusunda bulunmaması, gazeteler aleyhine maddi ve manevi zarara yönelik tazminat talep ederek herhangi bir dava açmaması nedenleriyle başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşarak bireysel başvurucunun “ikincil nitelikte” olduğuna vurgu yapmış ve başvurunun bu kısmını kabul edilemez bulmuştur (Cevat Soysal/ Türkiye, B. No: 17362/03, 23/9/2014, §§ 80-85).

95. Kişilerin şeref ve itibarına yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Hakaret; ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla bireyin, şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla ceza veya hukuk davası yoluyla giderim sağlaması mümkündür.

96. Somut olayda başvurucuların, hak ihlali iddialarına konu gazete haberine ilişkin yargısal mercilere şikâyetlerini ileterek olağan kanun yollarını tükettiklerine yönelik başvuru formları ve eklerinde bilgi ve/veya belge bulunmamaktadır. Başvurucuların ihlal iddialarına konu olay ve eylemlere ilişkin olağan kanun yollarını tüketmeksizin doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmaları, bireysel başvurunun “ikincil nitelikte” bir başvuru yolu olması ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

97. Açıklanan nedenlerle şeref ve itibarının ihlal edildiği iddialarına ilişkin yargısal başvuru yollarının tüketilmediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 2. Özel Hayatının Gizliliği İle Din ve Vicdan Hürriyetinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

98. Başvurucular, yargısal yetkileri kapsamında verdikleri kararlar nedeniyle gerçek dışı bir şekilde belli bir dinî gurupla ilişkilendirildiklerini, basın ve medyada günlerce inanç ve kanaatlerinin haber konusu yapıldığını, bu yöntemle sahip oldukları dinî duygu ve düşünceleri ile yaşamlarının ve aile hayatlarının sorgulandığını ve ayrımcı bir muameleye maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

99. Bakanlık görüşünde, başvuruya konu ihlal iddialarıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğünün başvuruculara ait olduğu, başvurucuların hangi hakka ilişkin ne şekilde ayrımcılığa uğradıklarına dair makul bir delil sunmadıkları gibi herhangi bir benzer olay ile kendi durumları arasındaki farkı ortaya koymadıkları, başvurucuların özel hayatlarındaki tercihlerinin ya da dinî bir gruba mensubiyetlerinin değil, bulundukları konumu kasten kötüye kullanarak yargısal kararlar görüntüsünde yetkileri olmadığı hâlde bir kısım şüphelinin talebini kabul ederek onlarla aynı suç işleme iradesi içinde hareket etmelerinin soruşturma konusu yapıldığı ifade edilmiştir.

100. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bu iddialarına ilişkin ek bir açıklamada bulunmamışlardır.

101. Başvurucuların, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

102. Başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının, esas olarak özel hayatın gizliliği ile din ve vicdan hürriyeti hakkı çerçevesinde ve bu haklar ile bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla anılan haklar bakımından eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp bu hakların kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır (Onurhan Solmaz, § 34).

103. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).

104. Başvurucunun, kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).

105. Yukarıda belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesi başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulabilir. İddiaların dayanaktan yoksun olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesinin ikna edilmesi, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların niteliğine bağlıdır. Başvurucunun başlangıçta başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesini önlemek için başvuru formu ve eklerinde iddialarını destekleyici belgeleri sunması, kamu gücünün ihlale neden olduğunu iddia ettiği hak ve özgürlüklere ilişkin gerekli açıklamaları yapması zorunludur (Veli Özdemir, § 23).

106. Somut olayda başvurucular, verdikleri yargısal kararlar nedeniyle gerçek dışı bir şekilde belli bir dinî gurupla nasıl ilişkilendirildiklerini, basın ve medyada yer alan hangi haber ve yorum ile inanç ve kanaatlerinin, özel hayatlarının sorgulandığını somut olarak belirtmemişlerdir. Başvuru formları ve eklerinde anılan ihlal iddialarına yönelik olarak iddianın konusunu belirtir şekilde somut bilgi, belge ve kanıt bulunmamaktadır. Bu itibarla başvuruya konu ihlal iddialarıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını kanıtlamak ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını ortaya koymak yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen başvurucular tarafından bu yükümlülük yerine getirilmemiştir.

107. Açıklanan nedenlerle, başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucular tarafından kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 3. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

108. Başvurucular, haklarında yürütülen adli ve idari işlemler sürecinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri, HSYK ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklama ve yorumlar ile suçlu ve terörist ilan edilerek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

109. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’in benzer kararları hatırlatılmış ve bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddiaların Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği, başvurucuların masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürdükleri kişiler hakkında olağan kanun yollarını tükettiklerine, örneğin ilgililer hakkında tazminat davası açtıklarına ve mağduriyetlerinin giderilmediğine dair bir bilgi olmadığı, kural olarak bireysel başvuruda başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğünün başvuruculara ait olduğu, başvurucuların masumiyet karinesinin ne şekilde ihlal edildiğini yer, zaman ve içerik unsurlarını somutlaştırarak açıklamadıkları, masumiyet karinesinin sanığın tutuklanmasına engel olmadığı ifade edilmiştir.

110. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bu iddialarına ilişkin ek bir açıklamada bulunmamıştır.

111. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).

112. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır (Kürşat Eyol, § 27).

113. Masumiyet karinesi, bir kimsenin suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kamu yetkilileri tarafından suçlu ilan edilmesine karşı koruma sağlamaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, yürütülmekte olan bir ceza soruşturması hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, bilginin gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (Nihat Özdemir § 22).

114. Öte yandan AİHM, masumiyet karinesinin suç isnadı altında olan veya ceza yargılaması sonucu beraat eden kişinin hukukun gözünde masum olduğu ve kendisine buna uygun olarak muamele edilmesi gerektiği anlamına geldiğini ifade etmiştir. Anılan karine, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir ve etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya hakkındaki ceza davası bir şekilde mahkûmiyet ile sonuçlanmayan kişilere, kamu görevlileri veya otoriteleri tarafından bunlar gerçekte suçlularmış gibi muamele edilmesinin önlenmesi gerekir (Allen/Birleşik Krallık [BD], B. No: 25424/09, 12/7/2013, §§ 92-105).

115. Somut olayda başvurucular; başvuru formları ve eklerinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri ve HSYK’nın hangi açıklama ve yorumları ile suçlu ve terörist olarak ilan etmek suretiyle masumiyet karinesinin ihlal ettiğini belirtmemişlerdir. Başvurucular, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve hakkında soruşturma izni veren HSYK İkinci Dairesi Başkanının belirli bir suç örgütüne dâhil oldukları ve verdikleri kararlar ile iddia edilen suç örgütüne mensup kişileri tahliye etmek istedikleri, dolayısıyla kendilerinin de iddia edilen suç örgütüne mensup olduklarını ima eden açıklamalarının bulunduğunu soyut olarak ifade etmişlerdir.

116. Başvuru formları ve eklerinde masumiyet karinesinin kamu makamları tarafından ihlal edildiğine yönelik tek somut bilgi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kamuoyuna duyurduğu 26/4/2014 tarihli basın açıklamasıdır. Bu itibarla başvurucuların şikâyetleri değerlendirilirken başvurucular tarafından somut olarak bildirilen bu basın açıklaması ile sınırlı bir inceleme yapılmıştır.

117. Başvuruculara henüz bir suç isnadının yapılmadığı aşamada başvurucu Metin Özçelik tarafından verilen İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin “reddi hâkim taleplerinin kabulü kararı” ile başvurucu Mustafa Başer tarafından verilen İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin “tahliye kararları” sonrası yaşanan hukuki süreci özetleyen ve başvurucuların isimlerinin yer almadığı söz konusu basın duyurusunda, başvurucuların herhangi bir suç ile ilişkilendirilmeleri veya başvuruculara yönelik masumiyet karinesini ihlal edecek şekilde suçlayıcı bir ifade kullanılması söz konusu değildir. Kamuoyunda yaşanan tartışmalar ile verilen tahliye kararlarının uygulanmadığına ilişkin haber ve değerlendirmeler üzerine Başsavcılık tarafından yapılan basın duyurusunda, kamuoyunun yakından takip ettiği bir kısım soruşturma dosyasında İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin ve İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin vermiş olduğu kararlar ve bu kararların veriliş süreci kendi hukuki değerlendirmeleri ile birlikte kronolojik bir sırayla kamuoyuna duyurulmuştur (bkz. § 23).

118. Açıklanan nedenlerle başvurucuların masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 4. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 a. Doğal Hâkim, Bağımsız ve Tarafsız Hâkim İlkelerine Aykırı Olarak ve Yetkisiz Mahkemece Tutuklandıklarına İlişkin İddia

119. Başvurucular; kendilerinin birinci sınıf hâkim olduğunu, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlinin mevcut olmadığını, yürütme organı tarafından terör suçlarına ilişkin davalara bakmak üzere “doğal hâkim” ilkesine aykırı olarak kurulan, bağımsız ve tarafsız olmayan, haklarında yakalama ve tutuklama kararlarının verildiği tarihlerde nöbetçi olmaması nedeniyle yetkili de bulunmayan Mahkemece tutuklandıklarını ileri sürmüşlerdir.

120. Bakanlık görüşünde, 2802 sayılı Kanun’un 88. maddesinin hâkim ve savcılar tarafından işlenen, görevle ilgisi olmayan suçlar ile ilgili olduğu ve tutuklamaya engel oluşturmadığı, başvurucuların görevin gereklerine aykırı hareket ederek suç işlediği iddiasıyla soruşturulduğu ve olayda suçüstü hâlinin mevcut olduğu, başvurucuların tutuklanmasına karar veren Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2802 sayılı Kanun’un 89. maddesine göre görevli olduğu ve HSYK tarafından ihtisas mahkemesi olarak terör suçlarına bakmakla yetkilendirildiği, bu itibarla “son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci” olduğu, başvurucuların bağımsız ve tarafsız davranmayan mercilerce sorgulanıp tutuklandıkları iddialarının dayanaklarını açıklamadıkları ifade edilmiştir.

121. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bu iddialarına ilişkin ek bir açıklamada bulunmamışlardır.

122. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da belirtildiği gibi, doğal hâkim ilkesi, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Doğal hâkim ilkesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına; başka bir anlatımla, sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

123. Bununla birlikte kanuni hâkim güvencesi; yeni kurulan mahkemelerin veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hâkimlerin, önceden işlenen suçlara ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılamaz. Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hâkimin kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakması kanuni hâkim güvencesine aykırılık teşkil etmez (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

124. Bu kapsamda bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğü müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde doğal hâkim ilkesine aykırılık söz konusu olamaz (AYM, E.2009/52, K.2010/16, 21/1/2010).

125. Anayasa’nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış; 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Bağımsızlık; mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken yasamaya, yürütmeye, davanın tarafları ile çevreye ve diğer yargı organlarına karşı bağımsız olmasını, onların etkisi altında olmamasını ifade etmektedir (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

126. Bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı bağımsız olup olmadığının belirlenmesinde üyelerinin atanma şekli ve onların görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz etmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 28).

127. Sözleşme’nin 6. maddesinde, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından açıkça söz edilmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca bu hak da adil yargılanma hakkının zımni bir unsurudur. Ayrıca mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu dikkate alındığında, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği Anayasa’nın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 60).

128. Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar karşısında bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli hâkimin tutumu üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla ilgili yasal ve idari düzenlemelerin, bunların nesnel olarak tarafsız olmadığı izlenimini vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir yapılanma oluşmamalıdır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

129. Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur, hâkimlerin görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya bakacak olan hâkimin, davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve ön yargısız durması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan hukuk kuralları çerçevesinde vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir. Anayasa ve kanunlar karşısında hâkimlerden beklenen de budur. Aksi yöndeki davranışlar ise hukuk düzenince disiplin ve ceza hukuku alanındaki yaptırımlara tabi kılınmıştır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).

130. Somut olayda, 5235 sayılı Kanun’un 9. maddesinin beşinci fıkrasına dayanılarak ihtisaslaşmanın sağlanabilmesi amacıyla HSYK Birinci Dairesinin 12/2/2015 tarihli kararı ile Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine genel hükümlere göre baktığı davaların yanı sıra 5237 sayılı Kanun’un ikinci kitap dördüncü kısmının dört, beş, altı ve yedinci bölümünde tanımlanan suçlar (318., 319., 323., 324., 325. ve 332. maddeler hariç) ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlara ilişkin açılacak davalara bakma görevi verilmiştir. Başvurucuların tutuklanmasına karar veren Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görev yapan hâkimler de diğer tüm hâkimler gibi HSYK tarafından atanmakta ve Anayasa’nın 139. maddesinde öngörülen hâkimlik teminatına sahip bulunmaktadırlar. Dolayısıyla HSYK tarafından belirli suçlara ilişkin davalara bakmak hususunda başvurucuların tutuklandıkları tarihlerden önce ihtisas mahkemesi olarak yetki verildiğinden bahisle anılan mahkemenin “doğal hâkim” ilkesine aykırı olarak kurulduğunun kabulü mümkün olmadığı gibi bu mahkemede görev yapan hâkimlerin Bakırköy Adliyesinde bulunan diğer ağır ceza mahkemelerinde görev yapan hâkimlerden, “mahkemelerin bağımsızlığı” yönünden farklı bir konuma yerleştirilmelerini gerektiren herhangi bir neden de bulunmamaktadır. Öte yandan Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görev yapan hâkimler, diğer tüm hâkimler gibi Anayasa ve kanun hükümlerinde yer alan ve bağımsızlığı öngören ve tarafsızlığı temin eden güvencelere sahiptirler. Bu nedenle anılan mahkemede görev yapan hâkimlerin nesnel açıdan tarafsızlıklarının bulunmadığı ileri sürülemez.

131. Genel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak ve HSYK tarafından ihtisaslaşmanın sağlanabilmesi amacıyla terör suçlarına ilişkin davalara bakmakla yetkilendirilen Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görev yapmakta olan hâkimlerin gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan, siyasi tartışmalarda ortaya konulan değerlendirme ve yorumlardan hareket ederek, başvuruculara yönelik somut ön yargılı bir işlem ve tutumları gösterilmeksizin ilgili hâkimlerin siyasal veya kişisel nedenlerle bağımsız ve tarafsız davranmadıklarını kabul etmek mümkün değildir (Hikmet Kopar ve diğerleri, § 114).

132. Öte yandan HSYK Başmüfettişliği tarafından başvurucular hakkında tutuklama kararı verilmesi talebiyle Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine başvuruda bulunulmuştur. Anılan Mahkeme, HSYK Birinci Dairesi tarafından 12/2/2015 tarihli kararla 5235 sayılı Kanun’un 9. maddesinin beşinci fıkrasına dayanılarak “terör suçları” olarak ifade edilen belirli suçlara ilişkin davalara bakma konusunda ihtisas mahkemesi olarak görevlendirilmiştir (bkz. § 76). HSYK Birinci Dairesi tarafından yapılan bu görevlendirmenin, terör suçları kapsamında yapılan soruşturmalarda ilgili kanun gereği ağır ceza mahkemesi tarafından verilecek koruma tedbirlerini kapsayıp kapsamadığı hususunda mevzuatta bir belirsizlik bulunmaktadır. Olay tarihinde İstanbul hâkimleri olarak görev yapan başvurucuların görevlerinden kaynaklanan yetkilerini kötüye kullanarak işledikleri iddia olunan suçlara ilişkin son soruşturmanın açılmasına karar verme yetkisi, en yakın ağır ceza mahkemesi olarak Bakırköy Ağır Ceza Mahkemelerine aittir. HSYK tarafından başvurucular hakkında kovuşturma izni verilirken ayrıca Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianamenin Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine hitaben düzenlenmesi karara bağlanmış ve husus, iddianame içeriğinde belirtilmiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen iddianame de doğrudan Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş ve anılan Mahkemece başvurucular hakkında son soruşturmanın açılmasına karar verilmiştir (bkz. §§ 45, 49). Başvuruculara isnat edilen ve başvurucuların tutuklanmalarına karar verilen “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek ve silahlı örgüt üyesi olmak” suçları, HSYK Birinci Dairesinin 12/2/2015 tarihli kararında belirtilen ve (iki veya daha fazla ağır ceza mahkemesi olan yerlerde) ihtisas mahkemesi olarak (2) numaralı Ağır Ceza Mahkemesinin bakması gereken suç tipleri arasındadır. Dolayısıyla HSYK’nın başvurucular hakkında kovuşturma izni verirken iddianamenin (doğrudan) Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesine hitaben düzenlenmesine karar vermesinde başvuruculara isnat edilen suçların, HSYK Birinci Dairesinin 12/2/2015 tarihli kararında belirtilen ve ihtisas mahkemesi olarak anılan Mahkemece bakılması gereken “terör suçları” arasında olmasına dayanıldığı görülmektedir. Bu itibarla Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 2802 sayılı Kanun’un 89. maddesinin birinci fıkrası uyarınca başvurucular hakkında son soruşturmanın açılmasına karar vermeye yetkili mahkeme olduğundan aynı Kanun’un 85. maddesinde uyarınca Mahkemenin başvurucuların tutuklama istemlerini karara bağlama hususunda yetkili olduğuna yönelik kabulde bariz bir takdir hatası ya da keyfîlik bulunduğu söylenemez.

133. Açıklanan nedenlerle başvurucuların “doğal hâkim” ilkesine aykırı olarak kurulan, bağımsız ve tarafsız olmayan yetkisiz mahkemece tutuklandıkları iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 b. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

134. Başvurucular, suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesi veya makul şüphe olmadan tutuklandıklarını, tutuklandıkları eylemin hukuk düzenince suç olarak düzenlenmediğini ve olayda tutuklama nedenlerinin bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.

135. Öte yandan başvurucular, yargısal bir faaliyet sonucu verdikleri kararlar nedeniyle tutuklandıklarından tutuklama kararlarının meşru, demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığını, bu kararlar nedeniyle özgürce karar verme, düşünce ve kanaatlerini belirtme imkânlarından mahrum bırakıldıklarını, hâkim olarak kanaatlerini serbestçe ifade etmelerinin engellendiğini ileri sürerek Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular hakkında hâkimlik görevlerinden kaynaklanan yetkilerini kötüye kullanarak yetkili olmadıkları hâlde verdikleri kararlar ile aynı suç örgütünde yer aldıkları tutuklu bir kısım şüphelinin tahliyesi sonucunu doğuracak kararlar verdikleri iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında tutuklama kararı verilmiş, başvurucular bu tutuklamanın hukuki olmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvuruculara isnat edilen eylem, herhangi bir olaya ilişkin kişisel düşünce ve kanaatlerini ortaya koymaları değil; kamusal bir yetki olan hâkimlik görevi nedeniyle verdikleri ve hukuki sonuç doğurmaya elverişli yargısal kararlara ilişkindir. Başvurucuların bu kararları, yetki ve görevleri olmaksızın ve üyesi oldukları örgütten aldıkları talimat nedeniyle verdikleri iddiası, başvuruculara isnat edilen ve tutuklanmalarına karar verilen suçlamanın temelini oluşturmaktadır. Bu itibarla başvurucuların anılan iddialarının, tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

136. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’in benzer kararları hatırlatılmış ve bir kişinin suçla itham edilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olmasının mutlaka gerekli olmadığı, ilgilinin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphenin ya da inandırıcı nedenlerin bulunmasın yeterli olduğu, makul şüphenin varlığının, elde edilen deliller ve somut olayın koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan ve tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olması gerektiği, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 17/11/2010 tarihli ve “Hâkimler; bağımsızlık, etkililik ve sorumluluklar” konulu tavsiye kararının 68. maddesinde “davaların karara bağlanması için hâkimler tarafından kanunun yorumlanması, olayların değerlendirilmesi ve delillerin tartışılmasının kötü niyet hâli dışında hâkimin cezai sorumluluğuna yol açmaması gerektiğinin” belirtildiği, buna göre bir hâkimin yargısal faaliyet sırasında sergilediği eylemi kötü niyetli ise görünürdeki yargısal faaliyete rağmen hâkimin ceza soruşturmasına muhatap olabileceği, başvurucuların haklarında karar verdikleri şüphelilerin örgütlenme biçimlerinin devletin olağan bürokratik yapılanması içindeki yaygınlığı, gizliliği ve gizliliğine yönelik ilgili soruşturma makamlarının tespitleri ile başvurucuların yetkileri ve görevleri olmadığı hâlde şüpheliler hakkında devam eden soruşturma evrakını da incelemeden karar verdiğine dair HSYK Başmüfettişliğinin tespitleri birlikte değerlendirildiğinde başvurucuların taleplerini kabul ettiği şüphelilerle aynı irade birliği içinde hareket ettiğine dair kuvvetli suç şüphesinin yeterli dayanağının bulunduğu ifade edilmiştir.

137. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu Metin Özçelik; karar vermeden önce hâkimin reddi taleplerini kabul ettiği şüphelilerle, yakınlarıyla veya avukatlarıyla bir görüşme yaptığına dair herhangi bir delil veya iddia olmadığını, 20/4/2015 tarihinde aldığı dilekçeleri iş yoğunluğu nedeniyle 21/5/2015 günü mesai saatinden sonra kayıt ettirmek üzere Mahkeme Kalemine gönderdiğini, tutuklama kararında kaçma ve delilleri karartma şüphesine temel teşkil eden somut olguların açıklanmadığını iddia etmiştir.

138. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu Mustafa Başer, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyalarının gönderilmeyeceğinin İstanbul 29. Asliye Mahkemesine bildirildiğini, daha önceden de Asliye Ceza Mahkemelerinin dosyaların gönderilmesi taleplerinin Başsavcılık tarafından hukuka aykırı bir şekilde yerine getirilmediğini, bu nedenlerle dosyaları istemesinin anlamsız olduğunu, tutukluluğa ilişkin fotokopi evrak üzerinden karar verilebileceğini, 5271 sayılı Kanun’un 27. ve 28. maddelerine göre tahliye konusunda asliye ceza mahkemelerinin karar vermeye yetkili olduğunu iddia etmiştir.

139. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması, ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).

140. Anayasa’da yer alan kurallara benzer şekilde Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan fıkranın (a) ve (f) bentlerinde belirtilen hâller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912, 6/3/2014, § 42).

141. Kişi hürriyetine ilişkin sınırlamaların kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdür. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı kişileri keyfî bir şekilde hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması gerekir (Abdullah Ünal, B. No: 2012/1094, 7/3/2014, § 38).

142. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmaları, delilleri yok etmeleri veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).

143. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).

144. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46).

145. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar, bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir (Abdullah Ünal, § 39).

146. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye taraf devletlerin güvenlik görevlilerinin -bilhassa organize olanlar olmak üzere- suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).

147. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre bir kişi -suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmak koşuluyla- hakkında dava açmak için gerekli delillerin tespiti amacıyla tutulabilir. Tutmanın amacı ayrıca kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87).

148. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982; Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980, § 42). Cezai alanda kişiye yöneltilen suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde iddia olunan suçun hukuk düzenindeki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliğinin ve ağırlığının incelenmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Sergey Zolotukhin/Rusya, B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53; Engel ve diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmasına gerek bulunmamaktadır (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).

149. Somut olayda Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen iddianamede, başvurucular hakkında Fetullah Gülen tarafından Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm anayasal kurumlarını (yasama, yürütme, yargı erklerini) ele geçirmek, aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç hâline gelmek amacıyla örgütün kurulduğu; bu amaç doğrultusunda devlet içine sızarak özellikle ‘Mülkiye, Adliye, Emniyet, Milli Eğitim ve TSK’ içinde özel hiyerarşisi ile illegal kadrolaşmaya gitmek; yurt içinde/yurt dışında çok sayıda vakıf, dernek, özel okul, şirket, dershane, öğrenci yurdu, yayın organı, gazete, TV istasyonu, faizsiz finans kurumu, sigorta şirketi ve radyo istasyonunu denetim altına almak gibi faaliyetlerde bulunduğu iddia edilen FETÖ/PDY örgütünün üyesi oldukları suçlaması bulunmaktadır (bkz. § 46).

150. İddianamede başvurucuların da aralarında olduğu örgüt üyelerinin, Fetullah Gülen tarafından bir internet sitesinde 19/4/2015 tarihinde yayımlanan konuşmada verilen gizli talimat sonrası harekete geçtikleri ve bu konuşmadan birkaç gün sonra talimatta bahsedilen şüphelilerin başvurucuların verdikleri kararlar sonucu tahliye edilmelerine yönelik girişimde bulunulduğu iddiası yer almaktadır. İddianameye göre örgüt içinde önemli konumda bulunan bazı kişilerle ilişkileri olan başvurucular, örgütten aldıkları talimat doğrultusunda görev ve yetkileri bulunmadığı hâlde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yedi ayrı dosya ile yürütülen soruşturmalara ilişkin belge ve delilleri fiziki olarak veya UYAP üzerinden incelemeden verdikleri kararlar ile yine aynı örgütün üyeleri olmakla ve örgütün amacı doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmekle suçlanan tüm şüphelilerin tahliyesine yönelik girişimde bulunmuş ve bu doğrultuda kararlar vermişlerdir (bkz. § 47).

151. Başsavcılık, iddianamede başvurucular hakkında bu sonuca varırken diğer delillerin yanı sıra “reddi hâkim ve tahliye taleplerini içeren dilekçelerin tahliyelerine karar verilen tüm şüphelilerin farklı avukatları tarafından aynı günde ve aynı hâkime verilmiş olmasını; farklı avukatlarının aynı gün, aynı talepleri içeren dilekçeleri vermiş olmasını; başvurucular tarafından verilen kararların, Kanun tarafından tereddüde mahâl bırakmayacak derecede açıkça belirlenmiş hükümlere rağmen yetki gaspı yapılarak verilmiş olmasını; dosya asıllarının ve evraklarının, fiziki veya UYAP sisteminden kısmen dahi olsa incelenmeden karar verilmiş olmasını; tahliye edilen tüm şüphelilerin avukatlarının, örgüt lideri olarak değerlendirilen Fetullah Gülen’in konuşmasının bir internet sitesinde yayınlandığı 19/4/2015 tarihinden 1 gün sonra verilmiş olmasını; bu konuşmadan sadece 5 gün sonra tahliye kararlarının verilmiş olmasını, tüm şüpheliler hakkında istisnasız olarak tahliye kararı verilmiş olmasını” dikkate aldığını ifade etmiştir (bkz. § 48).

152. Başvurucular hakkında yürütülen soruşturmada, 6087 sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili olarak Cumhuriyet savcısına tanınan yetkileri kullanan HSYK Başmüfettişliği tarafından başvurucuların tutuklanması talep edilirken başvurucu Metin Özçelik yönünden “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yedi ayrı dosya üzerinden yürütülen soruşturmalar kapsamında, 20/4/2015 tarihli çok sayıda dilekçeyi 21/4/2015 günü mesai bitiminden sonra mahkeme katibine kayıt ettirdikten sonra tüm talepleri 2015/92 Değişik İş sayılı dosyada birleştirip hâkimin reddi talebine ilişkin usul kurallarını ihlal ederek ve soruşturma dosyalarını fiziki olarak ve UYAP üzerinden incelemeden (bütün) İstanbul Sulh Ceza Hâkimleri hakkındaki reddi hâkim taleplerini kabul ederek nöbetçi olduğu bilinen İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Mustafa Başer’i görevlendirmesi”; başvurucu Mustafa Başer yönünden “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yedi ayrı dosya üzerinden yürütülen soruşturmalar kapsamında, soruşturma dosyalarını fiziki olarak ve UYAP üzerinden incelemeden, bir günlük süre içerisinde değerlendirme yaparak ve kanunen yetkisi bulunmadığı halde tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermesi” eylemlerinin isnat edildiği görülmektedir (bkz. §§ 30, 34)

153. Başvuruculara isnat edilen ve yukarıda açıklanan bu eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, başvurucular yönünden suçun kanuni unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediği ve başvurucuların isnat konusu suçları işleyip işlemedikleri bir bütünlük içinde yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre yargılama süreçlerini yürüten adli mercilerce belirlenebilir. Yine bu belirlemeye göre varılacak sonucun hukuka uygun olup olmadığı kanun yolu incelemesi ile tespit edilebilir. Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde -hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere- isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar da dâhil kanun hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 77).

154. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde, kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından yeterli olabilir (Hikmet Kopar ve diğerleri, § 84).

155. Somut olayda başvurucular, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihli kararları ile “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek ve silahlı örgüt üyesi olmak” suçlarından tutuklanmışlardır. Mahkemece anılan kararlar ile başvurucuların tutuklanmalarına karar verilirken “CD inceleme tespit tutanağı, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin, İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin, İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararları, Yazı İşleri Müdürlüğünün yazısı, nöbet çizelgeleri, Adalet Bakanlığı Ceza işleri Genel Müdürlüğünün görüş yazısı, tahliyesine karar verilen şüphelilerin üzerlerine atılı suçlara ilişkin soruşturma belgeleri ve tanık beyanları” gibi delillere dayanarak başvurucuların isnat edilen suçlar yönünden kuvvetli suç şüphesi altında bulunduklarını kabul etmiştir (bkz. §§ 31, 35). Tutuklama kararlarına itirazı inceleyen İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesi de itirazların reddine karar verirken “mahkeme kararları, tanık beyanları, HSYK Başmüfettişi tarafından düzenlenen ön rapor” gibi deliller nedeniyle başvuruların kuvvetli suç şüphesi altında bulunduklarını ifade etmiştir (bkz. §§ 32, 36).

156. Başvurucular hakkında düzenlenen iddianamede ise başvurucuların isnat edilen suçlardan cezalandırılması talep edilmiş ve delil olarak “İstanbul 26., 29. ve 32. Asliye Ceza Mahkemeleri ile İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararları, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin ve İstanbul Cumhuriyet savcılarının görüş yazıları, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün görüş yazısı, tanık beyanları, dosya inceleme tutanakları, bir internet sitesinde yayınlanan Fetullah Gülen’in konuşma metni, HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığının soruşturma raporu, kadro cetveli ile çizelgeler, ceza mahkemeleri uzman kullanıcısı tarafından düzenlenen rapor, diğer bir kısım soruşturma dosyalarındaki belge ve CD’lere” dayanılmıştır.

157. Başvurucular hakkındaki disiplin soruşturması raporu, iddianame ile başvuruculara isnat edilen ve yukarıda özetlenen eylemler ile bu eylemlere ilişkin dayanılan deliller, başvurucular hakkında verilen tutuklama ve tutuklamaya itirazın reddi kararlarındaki gerekçeler birlikte değerlendirildiğinde başvurucular yönünden suç işlemiş olabileceklerinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Başvuruculara isnat edilen “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek ve silahlı örgüt üyesi olmak” suçları, 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve Kanun gereği “tutuklama nedeni varsayılabilen” suçlar arasında olduğundan olayda bir tutuklama nedeninin de bulunduğu görülmektedir. Diğer yandan başvurucu Metin Özçelik hakkında verilen tutuklama kararında, hâkim olarak görev yapan başvurucunun sıfatı nedeniyle tanıklar ve başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması hususunda şüphe bulunduğundan delillerin karartılması olasılığının mevcut olduğu, isnat edilen suçun niteliği gereği kaçma şüphesinin bulunduğu belirtilerek tutuklama nedenleri açıklanmış; başvurucu Mustafa Başer hakkında verilen tutuklama kararında, delillerin henüz toplanmadığı ve isnat edilen suç yönünden adli kontrol hükümlerinin yeterli olmadığı belirtilmiştir.

158. Öte yandan başvurucular, hâkim olarak verdiği yargısal kararlar nedeniyle tutuklandıklarını iddia etmektedirler. Adaletin kendisinin ve dağıtılmasının toplumdaki öneminin bir yansıması olarak hâkimlik mesleği, toplum hayatında her zaman çok önemli bir yere ve göreve sahip olmuştur. Hâkim; bir uyuşmazlığı çözerken, suçluyu tespit edip cezalandırırken, bir hakkı sahibine teslim ederken kişilerin hak ve özgürlüklerine, bireysel ya da toplumsal yaşam alanlarına herkesten çok daha fazla temas edebilmektedir. Yine hâkim, yargılama ve hüküm verme yetkisini kullanırken devlet ile bireyler arasındaki uyuşmazlıkları da çözüme bağlamakta ve bu bağlamda devlet organlarının kullandığı yetkinin hukukiliğini denetleyebilmektedir. Bu nedenle hâkimlik mesleği, özel bir statü olarak Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Anayasa’nın 138. maddesinde “mahkemelerin bağımsızlığı”, 139. maddesinde “hâkimlik ve savcılık teminatı” konularında ayrıntılı güvencelere yer verilmiş, 140. maddesinde ise “hâkimlik ve savcılık mesleği” hakkında bu güvenceler doğrultusunda düzenlemeler getirilmiştir.

159. Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili işleyebilecekleri suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 ve 6087 sayılı Kanunlar ile özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.

160. Somut olayda hâkim olarak görev yapan başvurucular, soruşturma makamlarınca üyesi oldukları örgütten aldıkları talimat ile hareket etmekle, bu bağlamda hukuken yetkileri olmadığı hâlde soruşturma dosyalarını incelemeden, yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu bulunan şüphelilerin (63 kişi) müdafileri olan yirmi ayrı avukat tarafından farklı dilekçeler ile yapılan İstanbul Sulh Ceza Hâkimlerinin tümünün toplu olarak reddedilmesi ve tahliyelerine karar verilmesi taleplerini hukuka aykırı şekilde kabul ederek, taleplerini kabul ettikleri şüphelilerle aynı örgütün üyeleri olarak, fikir ve eylem birliği içinde hareket etmekle suçlanmaktadırlar. Başvurucular hakkında verilen tutuklama kararlarının, onların hâkim olarak yargısal yetkileri kapsamında verilen kararları nedeniyle değil; yetkileri olmadığı hâlde kasıtlı bir şekilde hâkimlik konumunu kötüye kullanarak birlikte hareket ettikleri tutuklu kişileri tahliye etmeye yönelik eylemlerde bulundukları iddiasıyla verildiği görülmektedir.

161. Açıklanan nedenlerle başvurucuların suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesi veya makul şüphe olmadan tutuklandıkları, tutuklandıkları, eylemin hukuk düzenince suç olarak düzenlenmediği, olayda tutuklama nedenlerinin bulunmadığı ve yargısal yetkileri kapsamında verdikleri kararlar nedeniyle tutuklandıkları iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.

 c. İtiraz Hakkının Etkin Kullanılamadığına İlişkin İddia

162. Başvurucular, verdikleri kararlar nedeniyle taleplerini kabul ettikleri emniyet görevlileri ile birlikte terör örgütü üyeliği ve hükûmeti yıkmaya teşebbüs etmekle suçlandıklarını, emniyet görevlilerinin suçlanmasına dayanak olan Selam Kudüs Örgütü ve 17-25 Aralık soruşturmalarındaki belgelerin örneği kendilerine verilmediğinden itiraz haklarını etkin bir şekilde kullanamadıklarını ileri sürmüşlerdir.

163. Bakanlık görüşünde, başvurucuların bu iddialarına ilişkin herhangi bir açıklama bulunmamaktadır.

164. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:

“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”

165. Anayasanın bu hükmü uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada kısıtlama sebebi bakımından bir ayrım yapılmadığından başvuru hakkı, suç şüphesine dayalı tutuklama nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılmayı da kapsamaktadır.

166. Serbest bırakılmak amacıyla yetkili yargı merciine yapılması gereken başvurudan söz edildiğinden anılan hakkın talep hâlinde uygulama bulabileceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla anılan bir yargı merciine başvurma hakkı, tutuklama kararı, tahliye talebinin reddi ve tutukluluk hâlinin devamı kararlarına karşı yapılan itirazların incelenmesi sırasında uygulamaya giren bir güvencedir. Fıkrada tanınan bu prosedürde adil yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de iddia edilen tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, § 123).

167. Tutukluluk hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargı” ilkelerine riayet edilmesi gerekir (Hikmet Yayğın, B. No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30).

168. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan avantajın fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da bu durumda silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, § 70).

169. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır (Bülent Karataş, § 71).

170. AİHM, müdafiinin dosya içeriğini incelemesinden mahrum bırakılmasını silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak değerlendirmektedir (Ceviz/Türkiye, B.No: 8140/08, 17/7/2012, § 41). Ancak AİHM’e göre millî güvenlik, suçların araştırılmasına ilişkin polisiye yöntemlerin gizli kalma gerekliliği ya da üçüncü bir kişinin temel haklarının ve kamu düzeninin korunması için gerektiği ölçüde çelişmeli dava hakkı kısıtlanabilir. Bununla birlikte savunmanın haklarının kısıtlanmasıyla sebep olunan zorlukların yargılama sırasında yeteri kadar giderilmesi gerekir (A. ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 3455/05, 19/2/2009, § 205).

171. AİHM’e göre yakalanan bir kimseye yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri, teknik olmayan ve anlayabileceği basit bir dilde açıklanmalı ve böylece kişi eğer uygun görürse yakalanmasının Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Sözleşme’nin 5. maddesinin (2) numaralı fıkrası, verilen bilgilerin yakalanan kişiye isnat edilen suçların tam bir listesini içermeyi gerektirmemektedir (Bordovskiy/ Rusya, B. No: 49491/99, 8/2/2005, § 56; Nowak/ Ukrayna, B. No: 60846/10, 31/3/2011, § 63).

172. AİHM, ifadesi alınırken başvurucuya erişimi kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş ve başvurucunun tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş olması durumunda başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden belgelere erişiminin olduğuna, içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip olduğuna ve bu nedenle de tutukluluk hâlinin gerekçelerine yeterli biçimde itiraz etme imkânını elde ettiğine karar vermektedir (Ceviz/Türkiye, § 43; Hebat Aslan ve Firas Aslan/Türkiye, B. No: 15048/09, 28/10/2014, § 62). Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahiptir.

173. Ancak suçlamalara dayanak olan başlıca delillerin başvurucuda bulunan deliller değil, üçüncü kişilerde bulunan ve erişim kısıtlaması kararı verilen bilgisayar belgeleri ve dosyaları olması, başvurucu ve müdafisinin tutukluluğun yasallığına itiraz edebilmek için temel öneme sahip bu belgelerin içeriği ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmaması ve erişim kısıtlaması kararının gerekçelerinin yeterli olmaması hâlinde AİHM, erişimi kısıtlama kararının Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlaline yol açtığına karar vermiştir (Nedim Şener/Türkiye, B. No: 38270/11, 8/7/2014, §§ 83-86).

174. Somut olayda HSYK Başmüfettişliğinin tutuklama taleplerinde ve Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin tutuklama kararlarında, başvuruculara şikâyetlerinde dile getirdikleri soruşturma dosyalarındaki işlemlere yönelik herhangi bir suçlamada bulunulmadığı ve sorgularında bu dosyalar ile ilgili herhangi bir soru yöneltilmediği görülmektedir. Başvurucuların hâkimin reddi ve tahliye taleplerini kabul ettikleri, fikir ve eylem birliği içinde oldukları iddia edilen emniyet görevlisi şüphelilerin yürüttükleri bir kısım soruşturmaya ait dosyalardaki belgelerin başvuruculara verilmemesi -bu belgelere dayanılarak başvuruculara bir suç isnat edilmediğinden- itiraz hakkının etkin bir şekilde kullanılmasına engel değildir. Kaldı ki başvurucuların bu taleplerini soruşturma makamlarına ilettiklerine yönelik bir bilgi veya belge de bulunmamaktadır. Başvurucuların kendilerine suç olarak isnat edilen olaylar ile ilgili bilgi, belge veya delillere erişemediklerine yönelik bir şikâyetleri bulunmadığından “silahların eşitliği” ilkesinin ihlal edilmesi söz konusu değildir.

175. Açıklanan nedenlerle başvurucuların itiraz haklarını etkili bir şekilde kullanamadıkları iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Özel hayatının gizliliği ile din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

3. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

4. Doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulan, bağımsız ve tarafsız olmayan yetkisiz mahkemece tutuklanmaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

5. Tutuklanmalarının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Erdal TERCAN’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

6. İtiraz haklarını etkin bir şekilde kullanamamaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA OYBİRLİĞİYLE

20/1/2016 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucular özetle, İstanbul’da 1. Sınıf hakim olarak görev yaptıklarını, hakimlik görevi ve yetkisi kapsamında verdikleri yargısal kararlar nedeniyle tutuklandıklarını, somut olayda tutuklama için gerekli olan suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphenin ve tutuklama nedenlerinin mevcut olmadığını, bu süreçte, şeref ve itibarın korunması hakkının, özel hayatın gizliliği ile din ve vicdan hürriyetinin, masumiyet karinesinin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Başvurucular tarafından ileri sürülen şeref ve itibarın korunması, özel hayatın gizliliği ile din ve vicdan hürriyetinin, masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki iddialar oybirliği ile kabul edilemez bulunmuştur.

3. Başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin ihlal iddiaları da Bölüm çoğunluğu tarafından “açıkça dayanaktan yoksun” olması nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Ancak bu başlık altında incelenen iddialardan “tutuklamanın hukuki olmadığı” iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilebilir olduğu kanaatine ulaştığımdan, bu konuda aşağıdaki gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılmam mümkün olmamıştır.

I. BAŞVURUCULARIN TUTUKLULUĞUN HUKUKİLİĞİNE İLİŞKİN İDDİALARI

4. Başvurucular, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası ile ilgili olarak:

 i. Hâkimlik yetkisi kapsamında verdikleri yargısal kararlar nedeniyle tutuklandıklarını,

 ii. Somut olayda suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin mevcut olmadığını,

 iii. Tutuklandıkları eylemlerin hukuk düzenince suç olarak düzenlenmediğini, tutuklama kararlarında suç delili olarak görev yaptıkları mahkemelerin kararlarının gösterildiğini, verdikleri kararların “hukuka uygun vicdani kanaat” dışında başka bir saikle verildiğine dair hiçbir delil olmadığını,

 iv. Tutuklama kararlarını veren adli makamların kişisel his ve kabullerine dayanılarak keyfi bir şekilde özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını,

 v. Olayda tutuklama nedenlerinin bulunmadığını,

 vi. Yargı mensubu olmaları ve gözaltı/yakalama kararlarını öğrenince kendiliklerinden adliyeye gelmeleri nedeniyle kaçma şüphesinin bulunmadığını, görevlerinden uzaklaştırılmış olmaları ile olayda tanık ve mağdur olan kimse bulunmaması nedenleriyle delillerin karartılmasının mümkün olmadığını,

 vii. Tutuklama kararında adli kontrolün yetersiz kalma sebebinin hiçbir şekilde açıklanmadığını

ileri sürerek, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlâl edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II. SOMUT OLAYA İLİŞKİN GENEL İLKELER

5. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtildikten sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).

6. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır. Bu itibarla, ceza yargılamalarında, yargılamanın gerekli özen çerçevesinde ve mümkün olan en kısa sürede tamamlanması esastır. Ceza yargılamalarının en kısa sürede tamamlanabilmesi ve sıhhatli bir şekilde yürütülebilmesi amacıyla birtakım “istisnai nitelikteki tedbirler”in uygulanabilmesi mümkündür.

7. Bu kapsamda, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, “ancak” kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli şüphe bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46). Bu kapsamda kuvvetli şüpheye temel olacak inandırıcı delillerin kamu görevlilerinin sübjektif duygu ve düşüncelerine değil, mutlaka objektif maddi olgulara dayanması zorunludur.

8. Tutuklama, koruma tedbirleri arasında kişi özgürlüğünü “en ağır biçimde sınırlandıran” bir tedbirdir. Bir koruma tedbiri olan tutuklama, bir kimsenin suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce fiziksel hareket özgürlüğünün “geçici” olarak kaldırılmasıdır. Bu özelliğiyle “geçici bir tedbir” olan tutuklamanın bir ceza olmadığı, cezalandırma maksadıyla kullanılamayacağı, “asıl olanın tutuksuz yargılama” olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu nedenle ancak zorunlu hallerde bu tedbire başvurulmalı, tutuklama ile gözetilen amaçlara başka tür ve daha hafif koruma tedbirleri ile ulaşılabilme imkânının varlığı halinde tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır. Aksi uygulama tutuklama tedbirinin amacına ve buna bağlı olarak Anayasa’nın 19. maddesine açıkça aykırı olacaktır. Keza, hukukumuzda tutuklama ihtiyari bir koruma tedbiri olup, şartları mevcut olsa bile mutlaka tutuklamaya başvurma zorunluluğu bulunmamaktadır. Dolayısıyla, tutuklama tedbiri uygulanırken, “kişi özgürlüğünün esas, tutuklama tedbirinin ise istisna” olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

9. İstisnai nitelikte bir koruma tedbiri olan tutuklamanın uygulanabilmesi için bazı şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir kişinin tutuklanabilmesi ilk olarak, yukarıda değinildiği üzere, suç işlediği hususunda kuvvetli şüphe bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Suç işlendiği yönündeki şüphenin kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır. Bu kapsamda kuvvetli şüphe yargılama makamlarının sezgilerine, korkularına, ideolojik, dini, siyasi veya ahlaki önyargılarına dayanamaz, mutlaka objektif maddi olgularla desteklenmelidir. Diğer bir ifadeyle kuvvetli şüphe objektif bir gözlemciyi ikna edecek maddi olgularla desteklenmelidir.

10. İkinci olarak kuvvetli suç şüphesi yanında, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 100. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen tutuklama nedenlerinin de bulunması gerekir. CMK’nın 100. maddesine göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir (Ramazan Aras, § 46).

11. Kanuna uygun tutuklamanın şartları olan kuvvetli suç şüphesinin yanı sıra tutuklama nedenlerinden en az birinin “tutukluluğun her aşamasında birlikte var olması” zorunludur. Tutuklama nedenleri ile ilgili bu şartların da her bir şüpheli açısından “somut olarak” değerlendirilmesi ve “gerekçeye yansıtılması” da ayrıca zorunludur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) sisteminden farklı olarak ulusal mevzuatımızda bu konuda ilk tutuklama kararı ile sonraki tutukluluk incelemeleri arasında herhangi bir ayırım öngörülmemiştir.

12. CMK’nın 101. maddesine göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda, kuvvetli suç şüphesini, kaçma ve delil karartma ihtimalini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin “somut olgularla gerekçelendirilerek” açıkça gösterilmesi gerekir. Tutuklamanın yasal nedenlere dayanıp dayanmadığı, ancak tutuklama ya da tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin incelenmesi sayesinde anlaşılabilir. Ayrıca sanığın ve müdafiinin tutuklamanın nedeni konusunda bilgi edinerek hakkıyla savunma yapabilmesi, itiraz merciinin de buna göre inceleme yapabilmesi yine bu gerekçelerin içeriğinin bilinmesiyle mümkün olur. Gerekçe, kararın akla uygun, çelişkisiz ve inandırıcı biçimde dayanaklarının gösterilmesi demektir. Bu nedenle, sadece tutuklama nedeninin, yani kaçma veya delilleri karartma şüphesi bulunduğunun belirtilmiş olması, kanundaki terimlerin tekrarlanması kararın gerekçeli olduğu anlamına gelmez.

13. Tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi için gereken şartlardan bir diğeri de kişinin tutuklanmasına neden olarak gösterilen gerekçeye göre gözetilen amaç ile başvurulan ve özgürlük ve güvenlik hakkına ağır bir müdahale niteliğinde olan tutuklama arasında bir dengenin bulunmasıdır. Cezalandırmada olduğu gibi koruma tedbirlerinin uygulanmasında da “ölçülülük ilkesi” önemli bir işleve sahip olmalıdır. Ölçülülük ilkesi, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran koruma tedbirlerinin hafiften ağıra doğru giden sıralama içinde uygulama yapılmasını gerektirir. Daha hafif bir tedbirin uygulanmasıyla ceza muhakemesinin amacına ulaşılması mümkün ise öncelikle söz konusu olan daha hafif tedbirin/tedbirlerin uygulanması gerekir. Aksi takdirde kişi özgürlüğüne yapılan müdahale ölçülülük ilkesine aykırı olacağı gibi, koruma tedbirinin uygulanması ile cezalandırma arasındaki ayırımda ortadan kalkacaktır. Nitekim CMK’nın 100. maddesinin (1) numaralı fıkrasında işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde tutuklama kararı verilemeyeceği belirtilmektedir.

14. Ölçülülük ilkesinin bir gereği olarak tutuklama kararı verilirken, isnat olunan suçların niteliğinin yanında, kişinin özel durumunun dikkate alınması, tutuklama yerine uygulanabilecek alternatif koruma tedbirlerinin ölçülülük ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin “kişiselleştirilmesi” de zorunludur.

15. Sözleşme’nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, yakalanan veya tutuklanan kişinin derhal hâkim önüne çıkarılma hakkı düzenlendikten sonra, kişinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı olduğu belirtilmiştir. Sanık, dava kesin mahkûmiyetle sonuçlanıncaya kadar suçsuz sayılacağından, mahkemelerin somut olayda tutukluluk durumunun makul olup olmadığını değerlendirirken masumiyet karinesini de göz önünde bulundurmaları gerekir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61). Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, § 62).

16. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası, belirli bir süreyi aşmayan tutukluluğa şartsız olarak izin verdiği biçiminde yorumlanamaz. Süresi ne kadar kısa olursa olsun, tutukluluğun haklı olduğu, kararda “ikna edici bir şekilde” gösterilmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Belchev/Bulgaristan, B. No: 39270/98, 8/4/2004, § 82). AİHM, birçok kararında, tutukluluğun devamına ve tutukluluğa itirazın reddine ilişkin kararlarda mahkemelerin, aynı kelimelerin ve kalıpların tekrarlanmasından ibaret gerekçeler kullanmaları halinde bunun Sözleşmenin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasına aykırı olduğu sonucuna varmıştır (Çayan Bilgin/Türkiye, B. No: 37912/04, 8/12/2009; Kürüm/Türkiye, B. No: 56493/17, 26/1/2010; Erdem/Almanya, B. No: 38321/97, 5/7/2001; Shishkov/Bulgaristan, B. No: 38822/97, 9/1/2003; Ilijkov/Bulgaristan, B. No: 33977/96, 26/7/2001, § 84; …).

17. Ayrıca, Kanun, tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngördüğünde (katalog suçlarda olduğu gibi), bireysel özgürlüğe müdahaleyi gerektiren somut olguların varlığının ikna edici biçimde ortaya konulması zorunludur. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Contrada/İtalya, B. No: 27143/95, 24/8/1998, §§ 58-65).

18. CMK’nın 101. maddesine göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararların gerekçelerinde, kuvvetli suç şüphesinin, tutuklama nedenlerinin varlığının ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin “somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi” gerekir.

19. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamında olmakla beraber kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlara dayalı uygulamalar yapılması veya delillerin takdirinde açıkça keyfiliğin bulunması halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (Ramazan Aras, § 49).

III. SOMUT OLAYIN DEĞERLENDİRİLMESİ

A. Başvurucuların Tutuklanma Süreci ve Sürece İlişkin Bazı Tespitler

20. Somut olayda başvurucular, İstanbul ilinde 1. sınıf hakim olarak görev yaptıklarını, verdikleri yargısal nitelikteki kararlar nedeniyle tutuklandıklarını belirtmektedirler. Bölüm çoğunluğu kararında, başvurucular hakkında tutuklanmaları için yeterli olan kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama için gerekli olan diğer şartların mevcut olduğu gerekçesiyle başvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur. Bölüm çoğunluğunun karardaki gerekçeleri dikkate alındığında, başvurucuların, 63 polis ve Hidayet Karaca’nın hakimin reddi taleplerini ve bu duruma bağlı olarak tahliye taleplerini incelemek için yetkisiz oldukları, buna rağmen oluşturulan örgüt kapsamında söz konusu kararları verdikleri ve o şekilde suçun işlendiği yönündeki kabulden yola çıkılarak bu sonuca ulaşıldığı anlaşılmaktadır.

21. Hiç şüphesiz, yargı mensupları da suç işleyebilir ve bunların da hukuk devletinde usulüne göre araştırılması gerekir. Bu kapsamda isnat edilen suçun gerçekten işlenip işlenmediği önce ilk derece yargı mercilerince daha sonra da üst yargı organlarınca araştırılacaktır. Bu tür bir araştırmada ise bir tedbir olarak tutuklama için gerekli olan kuvvetli suç şüphesinin ve diğer şartların somut olay bağlamında mevcut olup olmadığı incelenecektir. Bu yöndeki bir inceleme öncelikle ilk derece mahkemelerince yapılacaktır. Ardından gelinecek bireysel başvuru yolunda ise, bireylerin hak ve özgürlüklerine gereksiz bir müdahale sonucu doğuran keyfilik yahut takdir hatasının mevcut olup olmadığına bakılacaktır.

22. Somut olay bu açıdan değerlendirildiğinde; öncelikle kanaatimce, Bölüm çoğunluğu tarafından değerlendirmede dikkate alınmayan, İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesi ile 32. Asliye Ceza Mahkemesi arasında yaşanan süreç ve buna bağlı olarak İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından konuya ilişkin olarak verilen karara değinilmesi gerekmektedir. Bu sürecin, başvuruculara isnat edilen suçun işlenip işlenmediği konusunda kuvvetli şüphe açısından önemli bir etkisinin olduğu kanaatindeyim. O nedenle başvuru formu ve ekindeki belgelerden anlaşılabildiği kadarıyla kısaca sürece değinmek istiyorum.

23. 63 Polis ve Hidayet Karaca’nın avukatları, sulh ceza hakimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmadığı, hükümet ile uyuşmayan kişileri haksız şekilde tutukladıkları gerekçesiyle sulh ceza hakimliklerine reddi hakim talebiyle bir çok defa başvurmuşlar, ancak bu talepler kabul edilmemiştir. Sulh ceza hakimliklerinden birinin hakimi olan İ.Ç. 19/1/2015 tarihli kararında reddi hakim ve reddedilen hakimlerin yerine yenilerinin atanması konusunda üst derece yetkili mahkemeler olan asliye ceza mahkemesine başvurulması gerektiğini belirtmiştir.

24. Bunun üzerine İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesi, kendisine verilen hakimin reddi dilekçelerini, Nöbetçi mahkeme olarak, CMK’nın 27. vd. maddelerine istinaden incelenip karar verilmek üzere (5/2/2015 tarih ve 93 Muh. Sayılı kararı ile) başvuruculardan Mustafa Başer’in hakimi olduğu 32. Asliye Ceza Mahkemesine göndermiş, 32. Asliye Ceza Mahkemesi de kendisinin değil, gönderen 48. Asliye Ceza Mahkemesinin bu konuda karar vermes