TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YETER DERİ TEKSTİL SANAYİ VE TİCARET A.Ş. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/8867)
|
|
Karar Tarihi: 21/2/2019
|
R.G. Tarih ve Sayı: 13/3/2019 - 30713
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret
A.Ş.
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Abdullah Yalçın SELAMOĞLU
|
|
|
Av. Yusuf ÖZMEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru ceza soruşturması sırasında el koyma tedbirinin
uygulanması sonucu uğranılan zararların giderilmemesi nedeniyle mülkiyet
hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. 2016/7221 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu ve kişi
yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2015/8867 numaralı bireysel başvuru dosyası
ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/8867 numaralı dosya üzerinden
yürütülmesine karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu tekstil ürünleri alım ve satımı işi ile iştigal
eden bir anonim şirkettir.
A. Ceza Soruşturması ve
Kovuşturması Süreci
9. Başvurucu şirketin Libya'ya ihraç edilmek istediği tekstil
ürünlerine, beyannamede belirtilen eşyadan sayı ve nitelik olarak farklı olduğu,
ayrıca FOB değerinin yüksek gösterildiği gerekçeleriyle gümrük makamlarınca el
konulmuş olup 15/7/1999 tarihinde zaptetme tutanağı
ve 22/7/1999 tarihinde teslim tutanağı düzenlenmiştir.
10. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/1999 tarihli iddianamesi
ile şirketin Yönetim Kurulu Başkanı T.Y. ile gümrük komisyoncusu olan O.N.G.
hakkında toplu gümrük kaçakçılığı suçundan ayrı ayrı cezalandırılmaları
talebiyle kamu davası açılmıştır.
11. Davanın görüldüğü İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesince davaya konu
ürünler ile ilgili olarak uzman bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişilerce
düzenlenen 26/9/2000 raporda, dava konusu ürünlerin iddianın aksine yeni ve
kullanılmamış oldukları, işçilik ve kumaş cinsleri itibarıyla iyi ve kaliteli
ürünler oldukları belirtilmiştir. Raporda ayrıca yapılan karşılaştırmaya göre
beyannamelerde gösterilen değerlerin belirlenen değerler ile uyumlu olduğu
açıklanmıştır.
12. Söz konusu bilirkişi raporu hükme esas alınarak 29/11/2000
tarihinde sanıkların atılı suçtan beraatine karar
verilmiştir. Mahkeme ayrıca suça konu eşyanın karar kesinleştiğinde iadesine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, düzenlenen bilirkişi raporuna göre
sanıkların cezalandırılmalarına yeterli bir delil bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Temyiz edilen hüküm Yargıtay 7. Ceza Dairesi tarafından
23/12/2002 tarihinde onanmıştır. El konulan tekstil ürünleri Gümrük İdaresi
tarafından 10/3/2003 tarihinde başvurucuya iade edilmiştir.
B. Delil Tespiti Süreci
14. Başvurucu İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinden delil
tespiti talebinde bulunmuş, bu Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen
10/4/2003 tarihli bilirkişi raporunda, 225 çuval tekstil ürününün deponun en
muhafazalı yerine konulduğu ve zaman zaman ilaçlama yapılarak korunmasının
sağlandığı, bu nedenle uyuşmazlığa konu eşyanın kullanım özelliğini
kaybetmediği belirtilmiştir. Raporda buna karşın dört yıl içinde renk, biçim ve
kumaş özelliğinin değişmesi nedeniyle kadın ve çocuk giysilerinin bir bölümünün
moda dışı kalmalarından ötürü piyasa değerinin düştüğü ifade edilmiştir. Rapora
göre ancak belli oranda indirim yapılarak bu ürünlerin satılabilmesi mümkün
olup fiyat indirimi ve emtianın ütülenip temizlenmesi için gerekli değer
kaybının ise 42.431 TL olduğu belirtilmiştir.
C. Tazminat Davası Süreci
15. Başvurucu 14/7/2003 tarihinde İzmir 3. Asliye Ticaret
Mahkemesinde Maliye ve Gümrük Bakanlığı aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava
dilekçesinde, ağır ceza mahkemesince beraat kararı verildiği belirtilerek, el
konulan tekstil ürünlerinin dört yıl koli içinde kalması nedeniyle defolu hâle
gelmesinin muhtemel olduğu ve kazanç kaybı, değer kaybı, düzeltme ve elden
geçirme masrafı gibi maddi zararların oluştuğu iddia edilmiştir.
16. İdare mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle 11/11/2004
tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinde, 20/1/1993
tarihli ve 3864 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun hükümleri
çerçevesinde gümrük makamlarınca el konulan eşyanın soruşturma sırasında
tasfiye edilerek yargılama sonunda iade kararı verilmesi hâlinde bedelinin faiz
de işletilerek ödeneceği, bu iddianın ise idari yargı yerinde ileri sürülmesi
gerektiği belirtilmiştir.
17. Başvurucu bunun üzerine 17/2/2014 tarihinde İzmir 2. İdare
Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, gümrük
idaresince el konulan söz konusu eşya iade edilmekle birlikte meydana gelen
değer kaybı ve ticari kazanç kaybı nedeniyle oluşan maddi zararın yasal
faiziyle birlikte tazmin edilmesi talep edilmiştir.
18. Mahkeme 13/7/2005 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle
reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davanın el koyma tarihi olan
22/7/1999 tarihinden itibaren altmış gün içinde açılması gerektiği hâlde
görevsizlik kararından sonra açılması nedeniyle süre aşımından davanın reddi
gerektiği belirtilmiştir.
19. Temyiz edilen karar Danıştay Onuncu Dairesince (Daire)
13/7/2007 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, uyuşmazlıkta
tazmini istenilen zararın davacı şirkete ait mallara el konulmasından sonra söz
konusu malların koli içinde bekletilmesi nedeniyle defolu hâle gelmesinden yani
idareye teslim edilen malların gereği gibi korunmaması eyleminden kaynaklandığı
vurgulanmıştır. Daireye göre bu sebeple malların iade edildiği tarihe kadar
meydana geldiği ileri sürülen değer düşüklüğü sonucu oluşan maddi zararın,
anılan malların iade edildiği tarihte öğrenildiğinin kabulü gerekir. Daire
ayrıca el konulan eşyanın bakım ve muhafazası için yapılması gerekenlerin idari
eylem niteliğinde olduğunu ve bu sebeple dava açma süresinin de 6/1/1982
tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine göre bir
yıl olduğunu belirtmiştir. Daire sonuç olarak davanın süre aşımı yönünden
reddinde hukuki isabet bulunmadığını kabul etmiştir.
20. Mahkeme 27/11/2008 tarihinde davanın kısmen kabulüne kısmen
reddine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun ticari kazanç kaybı nedeniyle
uğradığını belirttiği 457.569 TL tutarındaki zararın tazmini talebini süre
aşımı yönünden reddetmiş ve bu davanın 22/7/1999 tarihinden sonra altmış gün
içinde açılması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme değer düşüklüğü nedeniyle
meydana gelen 42.431 TL tutarındaki tazminat istemini ise kabul etmiştir.
Mahkemeye göre meydana gelen zararda davalı idare, eşyanın bakım ve muhafazası
için yapılması gerekenleri yapmaması sebebiyle kusurlu olduğundan bu zararı
hizmet kusuru ilkesine göre davacıya ödemek durumundadır.
21. Taraflarca temyiz edilen karar Daire tarafından 12/7/2011
tarihinde bozulmuştur. Daire delil tespiti aşamasında alınan bilirkişi raporuna
göre eşyanın muhafazası sırasında gerekli koruma önlemlerini aldığını, bu
sebeple idarenin eşyanın muhafazası ile ilgili herhangi bir hizmet kusurunun ve
tazmin sorumluluğunun bulunmadığını belirtmiştir. Daire ayrıca eşyanın el
konulup tutulması sonucu geçen süre içerisinde muhafazasından dolayı meydana
geldiği ileri sürülen zarar yönünden ise davanın süresinde açıldığını
belirttikten sonra açılan ceza davası nedeniyle eşyanın iadesi mümkün olmadığı
için idarenin hizmet kusurundan ve tazminat sorumluluğundan söz edilemeyeceğini
vurgulamıştır.
22. Bozma kararına uyan Mahkeme 30/4/2014 tarihinde davanın
reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz ettiği karar Daire tarafından
13/11/2014 tarihinde onanmıştır.
23. Başvurucu 27/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
24. Başvurucunun karar düzeltme talebi Daire tarafından
21/1/2016 tarihinde reddedilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
25. 7/1/1932 tarihli ve 1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine
Dair Kanun'un 26/7/1983 tarihli ve 2867 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle değişik
21. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Kaçak
zannı ile tutulan giriş veya çıkış kaçağı eşyanın ve bunların naklinde
kullanılan araçların sahip veya taşıyıcıları, eşyanın veya aracın zaptını
müteakip;
A) Giriş kaçağı eşya ile her türlü kaçak
eşyanın naklinde kullanılan yabancı vasıtanın gümrük idaresince tespit edilecek
gümrüklenmiş değerine,
B) Çıkış kaçağı eşya ile, her türlü kaçak
eşyanın naklinde kullanılan millileşmiş veya yerli nakil vasıtasının, mahallin
en büyük mülki amiri veya görevlendireceği memurun başkanlığında gümrük ve
hazine yetkilileri ile belediye temsilcisi ve varsa ticaret odası
temsilcisinden oluşan heyet marifeti ile tespit edilen FOB değerine,
Muadil bir meblağı depozito ederek veya kanuni
faizi de kapsayacak şekilde muteber banka mektubu veya hazine tahvil ve
bonolarını teminat göstererek, eşya ve aracın teslimini gümrük idarelerinden
veya yetkili ve görevli adli mercilerden isteyebilirler.
...”
26. 1918 sayılı mülga Kanun’un 1/9/1956 tarihli ve 6846 sayılı
Kanun'un 1. maddesiyle değişik 23. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Cezai
hükümler faslının 1 inci kısmında yazılı suçlara mütaallik
kaçak eşya müstesna olmak üzere gerek hariçten gelsin ve gerek dahilde bulunsun
kaçak eşya ve maddeler derhal zaptolunur ve
tutuldukları yere en yakın olan Hükümet merkezinde maznunun huzurunda zabıta
memuru ile ait olduğu gümrük ve inhisarlar memurlarından ve bulunmadığı
yerlerde mal memurlarından mürekkep bir heyet tarafından nevi ve aded miktarını bildiren bir zabıt varakası tanzim ve imza
olunur...”
27. 1918 sayılı mülga Kanun’un 2867 sayılı Kanun'un 10.
maddesiyle değişik 27. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Kaçakçılık
suçu, kaçakçılık,maksadıyla
teşekkül vücuda getirenler ile idare edenler veya teşekküle mensup olanlar
tarafından işlenirse failler hakkında on seneden onbeş
seneye kadar ağır hapis cezasına hükmolunur.
Birinci fıkradaki hal dışında iki veya daha
fazla kimselerin toplu olarak kaçakçılık yapmaları halinde sekiz seneden oniki seneye kadar ağır hapis cezasına hükmolunur.
Birinci ve ikinci fıkralarda hükmolunacak ağır
hapis cezasıyla beraber tekel maddeleri için CIF değeri ile birlikte hususi
kanunlarındaki para cezaları veya resim tutarının, eşya kaçakçılığı için de
gümrüklenmiş değerinin dört mislinden ve yasak eşya ve maddeler için de
bunların değerinin altı mislinden aşağı olmamak üzere ağır para cezasına
hükmolunur. Kaçak eşya ve maddeler de müsadere edilir .
(Ek:5/6/1985 - 3217/4
md.) İkinci fıkranın uygulanmasını gerektiren
durumlarda; mal veya eşyanın özel kanunlarla veya ihracat rejimi kararlarıyla
memlekete ithal veya ihracı yasaklanmamış olmakla birlikte gümrüklenmiş piyasa
değerinin otuz milyon (31.316.000.000.) lirayı geçmemesi ve tekele tabi
maddelerden olmaması halinde ikinci fıkradaki ağır hapis cezasına hükmedilmeyip
sadece üçüncü fıkraya göre ağır para cezasına ve mal veya eşyanın müsaderesine
karar verilir. Bu fıkradaki miktarı, Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarlığı tarafından yayınlanan 'Toptan Eşya Fiyatları Yıllık İndeksi'ndeki artışlar oranında artırmaya Bakanlar Kurulu
yetkilidir. Bu kararlar Resmi Gazete`de
yayımlanır.
...”
28. 1918 sayılı mülga Kanun’un 33. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“25,26
ve 27 nci maddelerdeki
kaçakçılık cürümlerine veya teşekküllerine, faillerinin hal ve sıfatlarını
bilerek her ne şekilde olursa olsun yardım edenler hakkında asıl suçluların o
maddeler hükmünce görecekleri cezaların yarısı hükmolunur.
...
(Ek:
12/6/1979-2248/27 md.; Değişik: 26/7/1983-2867/13 md.) Bu Kanunda öngörülen suçlar işlendiği tarihte girişte
tekel kaçağı maddelerin hususi kanunlarında yazılı para cezası veya resmi ile
CIF değeri toplamı, gümrük kaçağı eşyanın gümrüklenmiş değeri, bunların
çıkışında ve yerli tekel mallarında FOB değeri pek fahiş ise mahkeme fiile
mahsus olan cezayı yarısına kadar artırır ve eğer hafif ise yarısına ve eğer
pek hafif ise üçte birine kadar eksiltir.Eğer
fail bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı mükerrir ise,
cezası indirilmez."
29. 1918 sayılı mülga Kanun'un 29/6/2001 tarihli ve 4704 sayılı
Kanun'un 1. maddesiyle değişik 45. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Gümrük kapıları ve yolları dışındaki
yerlerden memleket dışına eşya çıkaranlar veya bunları çıkartmak için
gümrüklere verdikleri beyannamelerde cins, nevi, miktar, menşe, gönderileceği
yer ve ticarî eşya için ihracat amacıyla yapılan satışta gerçekte ödenen veya ödenecek
fiyat bakımından yanlış beyanda bulunanların, bu fiilleri bir menfaat temini
amacıyla işlemeleri halinde temin edilen veya edilecek olan menfaatin beş
katına kadar ağır para cezasına hükmolunur. Hükmolunacak ağır para cezası beş
milyar liradan az olamaz."
30. 1918 sayılı mülga Kanun’un 2867 sayılı Kanun'un 18.
maddesiyle değişik 47. maddesi şöyledir:
“Kaçak
eşya ve madde naklinde bilerek kullanılan veya buna teşebbüs edilen her türlü
nakil vasıtalarının da müsaderesine hükmolunur.
Müsaderesi icabeden
nakil vasıtaları, tahkikat sırasında zaptedilerek en
yakın gümrük veya inhisarlar idaresine teslim edilir."
31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında
...
(j)
Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan
ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya
zamanında geri verilmeyen,
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
32. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden
itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır."
B. Uluslararası Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), el koyma ve müsadere
yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarını da kararlarında tartışmaktadır. Buna
göre AİHM, her el koyma ve müsaderenin muhakkak bir zarara yol açtığını kabul
etmektedir. Ancak AİHM, el koyma ve müsaderenin Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin
güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla
vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33;
Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61; Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36).
35. Bu bağlamda Borzhonov/Rusya
kararında, el konulan otobüsün yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi
gerektiği hâlde kamu makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması
kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarar olarak görülmüştür (Borzhonov/Rusya, §§ 61-63). East/West
Alliance Limited/Ukrayna (B. No: 19336/04,
23/1/2014) kararında başvurucunun mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına yol
açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna
varılmıştır (East/West Alliance
Limited/Ukrayna, §§ 166-218). Vendittelli/İtalya (B. No: 14804/89, 18/7/1994)
kararında bir suç isnadı kapsamında başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin
hükümden sonra gerek de kalmadığı hâlde on bir ay daha uygulanmaya devam
edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40).
36. Jucys/Litvanya kararında ise başvurucunun
kaçakçılık suçundan beraat ettiğini belirten AİHM, başvurucunun kürklerine el
konulan ceza kovuşturmasında uyuşmazlığın 8,5 yıl süren bir yargılama sonucunda
çözülebildiğini vurgulamıştır. AİHM'e göre
yargılamanın uzun sürmesinde başvurucuya düşen bir ihmal da bulunmamaktadır.
AİHM sonuç olarak asılsız bir ceza kovuşturması geçirdikten sonra başvurucunun
en azından bu mallarının semerelerinden uzun yıllar yararlanamadığını
belirterek müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği
kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Jucys/Litvanya, §§ 34-39).
37. Diğer taraftan JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Lithvanya (B.
No: 3330/12, 5/11/2013) kararında, başvurucunun taşınmazının satışını veya
başka suretle devredilmesini kısıtlayan bir tedbirin uygulanması, mülkiyet
hakkına müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetin kamu yararına
kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiş ve
müdahalenin meşru bir amacı olsa dahi özellikle tedbirin devam ettiği süre
boyunca başvurucu şirket yönünden yol açtığı olumsuz ekonomik sonuçların ve
meydana gelen kısıtlamaların dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM
sonuç olarak diğer unsurlar yanında müdahaleye konu tedbirin on yılı aşkın bir
süreden beri devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Lithvanya, §§ 111-145).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 21/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, 2016/7221 numaralı dosya ile birleşen 2015/8867
numaralı bireysel başvuru dosyasında yalnızca makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli
ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
41. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya
da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
42. Ferat Yüksel (B. No: 53984/00, 30/3/2004, §
37)kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve
ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 27-36).
43. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
45. Başvurucu şirket, idare tarafından el konulan eşyanın haksız
olarak dört yılı aşkın bir süre depoda tutulması nedeniyle maddi olarak zarara
uğradığını belirtmiştir. Başvurucu şirket, yetkililerinin ceza davasında beraatine karar verilmiş olmasına ve idarenin şirket
mallarına el konulmasında kusurlu olduğunun belirlenmesine rağmen uğranılan
maddi kayıpların karşılanmadığına vurgu yapılmıştır. Başvurucu bu gerekçeyle
açtığı davanın reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
46. Anayasa’nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Öncelikle başvurucu 2015/8867 numaralı
bireysel başvuru dosyası ile birleşen 2016/7221 numaralı dosyada aynı zamanda
makul sürede yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ancak
2015/8867 numaralı dosya yönünden de aynı şikâyette bulunulmasından ve yukarıda
da bu şikâyet yönünden başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesinden
dolayı konu hakkında ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
48. Başvurucu şirket, adil yargılanma hakkının da ihlal
edildiğini ileri sürmekte ise de ceza soruşturması kapsamında başvurucunun
eşyası hakkında uygulanan el koyma tedbiri nedeniyle mal varlığı yönünden
zarara uğratıldığı yönündeki şikâyetin esas itibarıyla mülkiyet hakkını
ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurucunun bu şikâyetinin mülkiyet hakkının
ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
49. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
50. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(j) bendinde, eşyasına veya diğer mal varlığı değerlerine koşulları oluşmadığı
hâlde el konulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası
veya diğer mal varlığı değerleri amaç dışı kullanılan ya da zamanında geri
verilmeyen kişilere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır (bkz.§
31).
51. Anayasa Mahkemesi, ceza soruşturması veya kovuşturması sırasında
yargı organlarınca şüphelilerin eşyasına ya da mal varlığı değerlerine ilişkin
olarak el koyma tedbirinin uygulandığı durumlarda bunun hukuka aykırı olduğu
iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak-
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının
tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Nuray Işık, B. No: 2014/7561, 28/9/2016,
§§ 60-69; Sinan Aydın Aygün (2),
B. No: 2014/922, 16/6/2016, §§ 61-69).
52. Somut olayda da şikâyet edilen el koyma işlemi bir ceza
soruşturması kapsamında uygulanmıştır. Bununla birlikte 5320 sayılı Kanun'un 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre 5271 sayılı Kanun'un 141 ilâ 144.
maddeleri hükümlerinin 1/6/2005 tarihinden itibaren yapılacak işlemler hakkında
uygulanması öngörülmüştür. Başvuru konusu olayda ise el koyma işlemi 15/7/1999
tarihinde yapılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun anılan hükümlere göre ağır ceza
mahkemesinde tazminat davası açabilmesi mümkün görünmemektedir.
53. Başvurucunun genel hükümlere göre asliye ticaret
mahkemesinde Maliye ve Gümrük Bakanlığına karşı açtığı davada ise idari yargı
yerlerinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, idare
mahkemesi de karşı görevsizlik kararı vermeyerek esasını incelediği davanın
reddine karar vermiştir. Bu karar da Danıştay tarafından onanmış ve karar
düzeltme isteğinin reddiyle kesinleşmiştir. Dolayısıyla başvurucunun bireysel başvuru
öncesi tüketebileceği başka bir hukuk yolu bulunmadığına göre açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka
bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
54. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
Somut olayda başvurucu şirketin ihraç etmek istediği sırada gümrük makamlarınca
el konulan tekstil ürünlerinin başvurucu yönünden mülk teşkil ettiğinde kuşku
bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
55. Malikin, mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve
mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması,
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa
Mahkemesi daha önce bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan el koyma
tedbirinin, mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol
açmasından dolayı mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir (Hanife Ensaroğlu,
B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Diğer taraftan somut olayda başvurucunun
eşyasına bir ceza soruşturması sürecinde kaçak olduğu şüphesiyle ve muhtemel
bir müsadereyi güvence altına almak için el konulmuştur. Bu durumda müdahalenin
belirtilen amacı da gözetildiğinde mülkiyetin kamu yararına kullanımının
düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir
(benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife
Ensaroğlu, § 52; Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti.,
B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 52).
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
56. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
57. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
(1) Kanunilik
58. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması,
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company,
B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
59. Başvuru konusu olayda el koyma tedbirinin 1918 sayılı
Kanun'un 23. maddesine dayanılarak uygulandığı görülmektedir. Bu hükmün
öngörülebilir, açık ve ulaşılabilir mahiyette olduğunda tereddüt
bulunmamaktadır. Dolayısıyla müdahalenin kanunilik koşulunu taşıdığı
anlaşılmaktadır.
(2) Meşru
Amaç
60. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde
getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her
somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah,B. No:
2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar,
B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
61. Kaçak olduğu şüphesiyle uygulanan el koyma tedbirinin,
muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması ve caydırıcılığın sağlanması
gibi amaçları bulunmaktadır. Bunun yanında kaçak olduğu şüphesiyle eşyaya el
konulması yoluyla suçtan gelir elde edilmemesi, suçla ilgili veya bizatihi suç
teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve
çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi de hedeflenmektedir
(Bekir Yazıcı [GK], B. No:
2013/3044, 17/12/2015, § 64; Hanife Ensaroğlu, § 59). Dolayısıyla söz konusu amaçlar
dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu
yararına dayalı meşru bir amacının olduğu kuşkusuzdur.
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
62. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
63. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç
bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale
ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
64. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin
uygulanmasının Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için
bu tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve
bu tedbirin uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha
elverişli başka bir aracın da bulunmaması gerekmektedir. Suçla mücadele
alanında hangi tedbirlerin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi öncelikli
olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin
alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili merciler daha isabetli karar
verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi
hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki
seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir
yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen
amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince
müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa
Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine
yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına
dönüktür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu,
§ 67).
65. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Anayasa Mahkemesi müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
66. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden
söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda
korunabilmesi bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da
ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da
makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu
makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması
güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe
bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir
savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§
75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu,
B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89. Buna karşılık aynı koşulun yargılama
sürecinde sağlanamaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için
bkz. Mahmut Üçüncü, B. No:
2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven,
§§ 57-72).
67. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin
keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde
mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu
makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında
bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda el
koyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken
adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı
ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını
-tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi
niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu,
§ 66; Hamdi Akın İpek, § 115).
68. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse de
süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı
doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının
zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır
veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın
kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu
makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin
belirli bir süre devam etmesi ancak bireyin mülkiyet hakkının korunmasının
gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu,
§ 67).
69. Suçla mücadele bağlamında ihtiyaç duyulan tedbirlerin
alınması ve bu tedbirler kapsamında somut olayda olduğu gibi araçlar üzerinde
belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması
bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu
tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de
yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda mülkiyet hakkına yönelik olarak
uygulanan tedbir süreçlerinde kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen
koşullarına uygun hareket etmeleri beklenir. Diğer bir deyişle tedbiri
uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına
etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti.,
§ 66).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
70. Somut olayda başvurucu şirketin ihraç etmek istediği tekstil
ürünlerine kaçak olduğu şüphesiyle gümrük makamlarınca 15/7/1999 tarihinde el
konulmuş ve başvurucu şirketin yetkilileri hakkında toplu kaçakçılık suçunu
işledikleri iddiasıyla ceza davası açılmış, ağır ceza mahkemesi konu hakkında
düzenlenen bilirkişi raporunu hükme esas alarak 29/11/2000 tarihinde sanıkların
beraatine karar vermiştir. Bu hüküm Yargıtayca 23/12/2002 tarihinde onanarak kesinleştikten
sonra, el konulan söz konusu tekstil ürünleri 10/3/2003 tarihinde Gümrük
İdaresince başvurucu şirkete iade edilmiştir.
71. Başvuruya konu olayda el koyma tedbirinin uygulanmasının
kaçak eşyanın piyasada dolaşımının ve kaçakçılıktan gelir elde edilmesinin
önlenmesi ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınmasını sağlama amacını
gerçekleştirmeye elverişli olduğu
kuşkusuzdur.
72. Gereklilik
ölçütü yönünden ise öncelikle ülke ticaretinin ve güvenliğinin korunması ve
kontrolü ile haksız rekabetin önlenmesi için kaçakçılıkla mücadelede etkinliğin
artırılması gayesiyle kaçak eşyaya el konularak müsadere edilmesi bakımından
kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin olduğu kabul edilmelidir.
Bununla birlikte bu takdir yetkisi çerçevesinde yapılan müdahale yönünden kamu
makamlarının Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının
korunmasının gerektirdiği güvenceleri de sağlamaları zorunludur.
73. Somut olayda ise el koyma işleminin gümrük makamlarınca
fiilî olarak yapılmış olduğu ve yapılan yargılama neticesinde ise ağır ceza
mahkemesince söz konusu eşyanın kaçak olmadığı tespit edilmesine rağmen
yaklaşık iki yıl bir ay boyunca fiilen el koyma işlemine devam edildiği
görülmektedir. Buna göre ağır ceza mahkemesi gerekçeli kararındaki açık tespite
rağmen eşyayı hemen iade etmemiş, bunun yerine hüküm kesinleştiğinde eşyanın
iadesine karar vermiştir. Dolayısıyla müdahalenin gerekli olup olmadığı tartışmalıdır. Bununla birlikte
müdahalenin niteliği gereği orantılılık
ölçütü yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.
74. Başvuruya konu olayda başvurucu şirkete ait ürünlerin kaçak eşya niteliğinde olmadığı, yapılan
ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporu ve bu rapora dayalı ilk
derece mahkemesinin kararı ile ortaya konulmuş, Yargıtay Dairesi de bu hükmü
onamıştır. Nitekim bu yargılama neticesinde başvurucu şirketin yetkililerinin
de beraatine karar verilmiştir.
75. Anayasa Mahkemesi daha önce kural olarak mülk sahibinin
davranışları ile el koyma veya müsadere tedbirlerinin uygulanmasına yol açan
kanuna aykırılık arasındaki ilişkinin tedbiri uygulayan kamu makamlarınca
ortaya konulması gerektiğini belirtmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi aynı
kararlarında böyle bir ilişki mevcut olmasa dahi kamu yararının gerektirdiği
kimi durumlarda el koyma veya müsadere gibi tedbirlerin uygulanmasının
öngörülebileceğini kabul etmiştir (Arif
Güven, § 68; başvurucu mahkûm edilmemekle birlikte millî ekonominin
korunması ve karayollarının güvenliği için aracın müsaderesinin etkin bir
tazminat yolunun varlığı nedeniyle ölçülü görüldüğü karar için bkz. Bekir Yazıcı, §§ 66-80).
76. Diğer bir deyişle müsaderenin bir suç isnadına bağlı olarak
uygulandığı durumlarda yöntemince yapılan ceza soruşturması ve kovuşturması
neticesinde müsadere kararı verilebilmesi için davanın mahkûmiyet ile
sonuçlanması gerekmekle birlikte mülkün kanun dışı yollarla ele geçirildiği
veya kanuna aykırı faaliyetlerde kullanıldığı gibi kimi durumlarda
mahkûmiyetten bağımsız olarak da el koyma veya müsadere tedbirleri
uygulanabilir. Buna göre söz konusu tedbirler özellikle yolsuzluk, kara paranın
önlenmesi, kaçakçılıkveyauyuşturucu madde ticareti
gibi ciddi suçların önlenmesi kapsamında sadece suçtan elde edilen gelirler ve
mal varlıklarının ait olduğu şüpheli veya sanıklar yönünden değil aynı zamanda
bu gelirler ve mal varlıklarının devredildiği veya kazandırıldığı iyi niyetli
olmayan üçüncü kişiler yönünden de uygulanabilir.
77. Ancak somut olayda ağır ceza mahkemesince başvurucuya ait
eşyanın müsaderesine karar verilmediği gibi aksine bu eşyanın iadesi yönünde
hüküm tesis edilmiştir. Ceza mahkemesince verilen beraat kararındaki gerekçe
dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına el koyma suretiyle yapılan
müdahalenin ölçülü olabilmesi için, uğradığı zararlarının giderilmiş olması
gerekmektedir. Zira yukarıda da değinildiği üzere müdahalenin ölçülü olabilmesi
için iyi niyetli eşya malikine
eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması
veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi
gerekmektedir (bkz. § 67). Bu ilke belirli durumlarda ceza yargılaması
neticesinde beraate karar verilmesi durumunda da
uygulanmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi Bekir
Yazıcı kararında, gümrük makamlarının kusursuz sorumluluğuna yönelik
konu hakkındaki Danıştay içtihadının varlığı nedeniyle böyle bir tazminat
yolunun varlığını gözeterek müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleyi ölçülü görmüştür (Bekir Yazıcı,
§§ 66-80).
78. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin el koyma nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki başvurularda açık olarak belirttiği üzere her
el koyma kaçınılmaz olarak zarara yol açar. Ancak bu kaçınılmaz olanın üzerinde
bir zarara yol açılması durumunda mülkiyet hakkına yapılan müdahale başvurucuya
aşırı bir külfet yükler.
79. Somut olayda ise başvurucunun eşyasına ilk olarak gümrük
makamlarınca el konulmuş, ancak gümrük makamlarının ihbarı üzerine başlatılan
ceza soruşturması ve yargılaması sonucunda bu eşyanın kaçak olmadığı açıkça
anlaşılmıştır. Netice olarak bütün bu süreçte başvurucuya ait söz konusu eşyaya
yaklaşık üç yıl sekiz ay boyunca gümrük fiilen el konulmuştur.
80. Başvurucu yargılama sonunda kendisine eşyası teslim
edilmesine karşın haksız yere yapılan el koyma yüzünden uğradığı zararların
giderilmediğinden yakınmış, ancak bu taleple açılan dava idare mahkemesince
reddedilmiştir. Danıştay bozma kararına uyan idare mahkemesi, gümrük
makamlarının yalnızca el konulan eşyanın muhafazası ile sorumlu olduğunu ve
somut olayda da bu muhafaza işleminin özenle yerine getirilmiş olduğunun tespit
edildiği gerekçesiyle hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddi
gerektiği sonucuna varmıştır. Bu gerekçe, başvurucunun talebiyle yapılan delil
tespiti üzerine alınan bilirkişi raporunda da gümrük makamlarının eşyanın
muhafazası ile ilgili bir kusurunun olmadığı yönündeki tespite dayandığından,
muhafaza yönünden yapılan şikâyetler bakımından makul bir değerlendirme olarak
görülebilir.
81. Bununla birlikte aynı bilirkişi raporunda el konulan tekstil
ürünlerinin dört yıl içinde renk, biçim ve kumaş özelliğinin değişmesi
nedeniyle kadın ve çocuk giysilerinin bir bölümünün moda dışı kalmalarından
ötürü piyasa değerinin düştüğü ifade edilmiştir. Üstelik rapora göre ancak
belli oranda indirim yapılarak bu ürünlerin satılabilmesi mümkün olup fiyat
indirimi ve emtianın ütülenip temizlenmesi için gerekli değer kaybı ise 42.431
TL'dir.
82. Bu tespitlere göre başvurucu el koyma sonucu üç yıl sekiz ay
gibi süreyle eşyasından yoksun kalmış, üstelik el koyma süresince bu eşyanın
değeri önemli ölçüde de azalmıştır. Başvurucu ise gerek asliye ticaret
mahkemesinde gerekse de görevsizlik kararı üzerine idare mahkemesinde açtığı
davalarda, değer kaybı ve düzeltme ile elden geçirme masraflarına yol
açıldığından da açık olarak yakınmıştır. Ancak idari yargı mercileri gümrük
makamlarının sorumluluğunu yalnızca el konulan eşyanın muhafazası ile
sınırlandırmıştır. Hâlbuki 1918 sayılı mülga Kanun'un 23. maddesine göre
doğrudan gümrük makamlarınca söz konusu eşyaya el konulmuş ve yapılan ceza
kovuşturması neticesinde el koyma işleminin haksız olduğu anlaşılmıştır.
Dolayısıyla el koyma işlemi yönünden gümrük makamlarının hiçbir sorumluluğu
olmadığının kabul edilmesi makul olmadığı gibi derece mahkemelerinin idarenin
sorumluluğunu sadece muhafaza ile sınırlı tutmaları başvurucunun el koyma
nedeniyle uğradığı zararların karşılanamamasına yol açmıştır. Derece
mahkemeleri, olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümleri
çerçevesinde el koyma işlemini uygulayan gümrük makamlarının bu bakımdan
sorumluluklarını irdelememiştir.
83. Üstelik başvurucu o zamanki adıyla Maliye ve Gümrük
Bakanlığı aleyhine dava açarken tazminat talebini sadece gümrük makamlarının
muhafaza sorumluluğu ile sınırlı da tutmamıştır. Başvurucunun belirtilen tarih itibarıyla
adli makamların sorumluluğu yönünden 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı
maddelerine göre dava açamadığı ve ayrıca genel hükümlere göre asliye ticaret
mahkemesinde açılan davada verilen görevsizlik kararı üzerine davanın idari
yargı yerinde görüldüğü de dikkate alınmalıdır.
84. Sonuç olarak başvurucunun ihraç etmek istediği tekstil
ürünlerine kaçak eşya olduğu
şüphesiyle Gümrük İdaresince el konulmuş ancak yapılan ceza soruşturması ve
kovuşturması neticesinde bu ürünlerin kaçak olmadıkları tespit edilmiştir.
Gümrük makamlarının belirtilen tespitleriyle bu eşyaya yaklaşık üç yıl sekiz ay
boyunca fiilî olarak el konulmuş, başvurucu bu süre boyunca eşyasından
yararlanamamış ve bu eşyanın geçen sürede değer kaybına uğradığı da tespit
edilmiştir. Bu süreçte fiilen el koyma dışında daha hafif bir aracın da tercih
edilmediği görülmektedir. Buna rağmen herhangi bir tazminat da ödenmediğine
göre el koyma suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya şahsi
olarak aşırı bir külfet yüklediği açıktır. Buna göre başvurucunun mülkiyet
hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu
aleyhine bozulmuş olup müdahale ölçüsüzdür.
85. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
86. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
87. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin
ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin
ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep
olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen
diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
88. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
89. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa
Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere
hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu
yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal
tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın
bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.
90. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği
hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece
mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,
§ 59).
91. Başvurucuya ait eşyaya kaçak olmadığı hâlde gümrük
makamlarınca el konulduğunun belirlenmesine rağmen tazminat ödenmemesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla
somut başvuruda ihlalin idari bir işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
92. Ancak somut olayda bu idari işlem nedeniyle uğranılan
zararların giderimi için hukuki bir yol mevcut olup derece mahkemelerinin
başvurucunun tazminat talebini reddetmesi nedeniyle ihlalin sonuçları
giderilememiştir.
93. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. İdare Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
94. Dosyadaki belgelerden tespit edilen makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğinin şikâyeti yönünden yapılan yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde bırakılmasına; ihlal kararının ilgili olduğu 226,90 TL harç
ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL tutarındaki yargılama
giderinin ise başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir
2. İdare Mahkemesine (E.2014/252, K.2014/712) GÖNDERİLMESİNE,
D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti
yönünden yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA; ihlal
kararının ilgili olduğu 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 2.701,90 TL tutarındaki yargılama giderinin ise BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.