TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
PATİMAT GİTİNOVA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/8962)
|
|
Karar Tarihi: 20/3/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Patimat GİTİNOVA
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet
UZER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru usulsüz arama yapılması ve nakit olarak yurt dışına
çıkarılmak istenilen dövize el konulması nedenleriyle mülkiyet ve özel hayata
saygı haklarının; soruşturma sırasında başvurucunun ifadesinin usulüne uygun
olarak seçilmiş bir tercümanın huzurunda alınmaması nedeniyle de adil
yargılanma hakkının; gümrük makamlarından izin alınmadan dövizin yurt dışına
çıkarılmaya teşebbüs edildiği gerekçesine dayalı olarak kanuni dayanağı olmadan
idari para cezası uygulanması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucu Rusya'da kuyumculuk ve pırlanta ithalatı işiyle
uğraşmaktadır. Başvurucu 23/3/2014 tarihinde Dubai'ye gitmek için İstanbul
Atatürk Havalimanına gitmiş, uçağa binmeden önceki son kontrol noktasında
yapılan arama sırasında bagajında 199.000 Amerikan Doları (dolar) taşıdığı tespit
edilmiştir. Arama sırasında tespit edilen bu paraya el konulmuş, kolluk
görevlilerince bir Rusça tercüman eşliğinde başvurucunun ifadesi alınmıştır.
10. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 9/4/2014 tarihinde
başvurucunun 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma
Hakkında Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 222.780 TL tutarında
idari para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde,
başvurucunun 1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yazılı kıymetleri izinsiz
olarak yurttan çıkardığı vurgulanmıştır. İdari para cezasının miktarı 1567
sayılı Kanun'un 3. maddesinin altıncı fıkrasına göre eylem tarihi olan
23/3/2014 tarihindeki döviz satış kuru esas alınarak belirlenmiştir. Bunun
yanında, eylemin yurt dışına çıkış işlemi tamamlanmadan gümrük sahasında
meydana geldiğinden teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesiyle idari para cezası
rayiç bedelin yarısı oranında indirilmiştir. Kararda on beş gün içinde ödenmesi
durumunda idari para cezasının dörtte üçünün tahsil edileceği belirtilmiştir.
11. Başvurucu 29/4/2014 tarihinde Bakırköy 3. Sulh Ceza
Hâkimliğinde idari para cezasına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; aramanın
usulsüz olarak yapıldığı, ifade sırasında hazır bulunan tercümanın da usulüne
uygun olarak belirlenmediği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun bu parayı
bildirmekten imtina etmediği ve olayda kasıt unsurunun mevcut olmadığı
belirtilmiştir.
12. Hâkimlik tarafından konu hakkında gümrük alanında uzman bir
bilirkişiden rapor alınmıştır. Bilirkişi raporunun ilgili kısımları şöyledir:
i. Kabahatin oluşması için öncelikle yurt dışına çıkarılması
izne bağlı dövizin izin alınmaksızın ihraç edilmesi veya buna teşebbüs edilmesi
gerekli ve yeterlidir.
ii. Olayda yurt dışına çıkmak üzere olan başvurucunun bagajında
1.990 adet 100'lük banknotlar hâlinde toplam 199.000 dolar döviz bulunmuştur.
Başvurucunun bu dövizi yurt dışına çıkarmak istediğine dair bir bildirimi
olmadığı gibi ihracatta aranan izin belgesi de bulunmamaktadır.
iii. Kanun gereği yabancı para ihracında özel izin belgesi
arandığından dolayı olayda kabahat fiilinin unsurları gerçekleşmiştir. Bir nevi
tazminat niteliği taşıyan söz konusu idari yaptırımın amacı Hazinenin
uğrayacağı zararları ödetmek ve devletin ekonomik çıkarlarını korumaktır.
iv. Sonuç olarak başvurucunun yurt dışına çıkarmak üzereyken
yakalanan dövizin rayiç bedelinin yarısı oranında idari para cezası ile
cezalandırılmasının hukuka uygun olduğu görüşü bildirilmiştir.
13. Sulh Ceza Hâkimliği 26/2/2015 tarihinde bilirkişi raporunu
hükme esas alarak itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;
Bakanlar Kurulunca verilen 7/8/1989 tarihli ve 32 sayılı karara göre izin
alınmaksızın yurt dışına çıkarılan döviz miktarının 5.000 dolar veya efektif
olarak eşiti olabileceğine, bu miktarın üzerinde çıkarılan dövizin ise izne
tabi olduğuna işaret edilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği sonuç olarak başvurucunun
bu izni almadan dövizi yurt dışına çıkarmaya teşebbüs etmesi eyleminin 1567
sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrası kapsamına girdiğini belirterek
itiraza konu idari para cezasının hukuka uygun olduğu kanaatine ulaşmıştır.
14. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Bakırköy 4. Sulh Ceza
Hâkimliği itiraza konu kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle 9/4/2015
tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir.
15. Nihai karar başvurucu vekiline 17/4/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucu 18/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Mevzuat Hükümleri
17. 1567 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan 1.
maddesi şöyledir:
"Kambiyo, nukut, esham ve tahvilat alım
ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan
mamul veya bunları muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senetlerle
tediyeyi temine yarıyan her türlü vasıta ve
vesikaların memleketten ihracı veya memlekete ithalinin tanzim ve tahdidine ve
Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Bakanlar
Kurulu salahiyetlidir."
18. 1567 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ikinci ve yedinci
fıkraları şöyledir:
"...
Fiil, 1 inci maddede yazılı kıymetlerin
izinsiz olarak yurttan çıkarılması veya yurda sokulması mahiyetinde ise
21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerine göre
suç veya kabahat oluşturmadığı takdirde kişi; eşya ve kıymetlerin rayiç bedeli
kadar, teşebbüs halinde bu bedelin yarısı kadar idarî para cezası ile
cezalandırılır.
...
Kabahatin konusunu yabancı para oluşturması
halinde, idarî para cezasının hesaplanmasında fiilin işlendiği tarih itibarıyla
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının bu paraya ilişkin 'döviz satış kuru' esas
alınır.
..."
19. 11/8/1989 tarihli ve 20249 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Bakanlar Kurulunun Türk Parasının
Kıymeti Koruma Hakkında 7/8/1989 tarihli ve 32 sayılı Kararı'nın 4.
maddesinin ilgili kısmının ilk hâli şöyledir:
"d) Türkiye'de yerleşikkişiler
yurt dışına çıkışlarında, beraberlerinde 3.000 ABD Doları veya eşitine kadar
döviz çıkarabilirler. Bu miktarın üzerinde döviz çıkarılabilmesi, ancak
kendilerine bankalarca döviz verildiğinin tevsiki kaydıyla mümkündür. Dışarıda
yerleşik kişiler ile Türkiye'de yerleşik sayılmakla birlikte yurt dışında
çalışan Türk uyruklu kişiler, yurda girişlerinde beyan etmiş olmak kaydıyla,
3.000 ABD Doları veya eşitini aşan miktarlardaki dövizlerini beraberlerinde
yurt dışına serbestçe çıkarabilirler."
20. 20/6/1991 tarihli ve 20907 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Bakanlar Kurulunun 12/6/1991 tarihli ve 91/1935 sayılı Kararı ile 32
sayılı Karar'ın ilgili kısmı şu şekilde değiştirilmiştir:
"f) Yolcular 5.000 ABD Doları veya
eşitine kadar efektifi beraberlerinde yurtdışına çıkarabilirler.
Dışarıda yerleşik kişiler ile Türkiye'de
yerleşik sayılmakla birlikte yurtdışında çalışan Türk uyruklu kişiler, yurda
girişlerinde beyan etmiş olmak, Türkiye'de yerleşik kişiler ise görünmeyen
işlemler çerçevesinde bankalar ve özel finans kurumlarından döviz satın
aldıklarını tevsik etmek kaydıyla 5.000 ABD Doları veya eşitini aşan
miktarlardaki efektifi beraberlerinde yurtdışına serbestçe,
çıkarabilirler."
21. 11/6/2015 tarihli ve 29383 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Bakanlar Kurulunun 14/4/2015 tarihli ve 2015/7603 sayılı Kararı ile
32 sayılı Karar'ın ilgili kısmı şu şekilde değiştirilmiştir:
"f) 10.000 Avro veya eşitini aşan
efektifin yurt dışına çıkarılması Bakanlıkça belirlenecek esaslar dahilinde
yapılır."
22. Hazine Müsteşarlığı'nın Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında
32 sayılı Karara ilişkin 2008/32-34 sayılı Tebliğ'in 4. maddesine 30/12/2015
tarihli ve 29578 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
Tebliğ ile şu fıkralar eklenmiştir:
"(2) Yolcu beraberi yapılan 10.000 Avro
veya eşitini aşan döviz çıkışlarında gümrük idarelerine Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı tarafından yayımlanan nakit beyan formu ile beyanda bulunulur.
(3)
Yolcu beraberi yapılan 10.000 Avro veya eşitini aşan döviz çıkışlarında beyanda
bulunulmaması veya yanlış ya da yanıltıcı beyanda bulunulduğunun tespiti
halinde söz konusu değerler gümrük idaresince muhafaza altına alınır ve durum
şüpheli kabul edilerek Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığına bildirilir.
Ayrıca, gümrük idarelerince Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca işlem
yapılabilmesini teminen Cumhuriyet Savcılıklarına
bildirimde bulunulur."
23. 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun ek 1.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Vali; sivil hava meydanları, limanlar ve
sınır kapılarında, güvenliğin sağlanması, giriş-çıkışlarla ilgili görev ve
hizmetlerin düzenli ve etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar
arasında işbirliği ve koordinasyonun
gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri almaya ve uygulamaya, kuruluşların
çalışmalarını denetlemeye yetkilidir. İçişleri Bakanlığının uygun göreceği bu
yerlerde vali tarafından mülki idare amiri görevlendirilir. Vali, yetkilerinin
tamamını veya bir kısmını görevlendirdiği mülki idare amirine devredebilir. Bu
yerlerde hizmet veren kuruluşlar, görevli mülki idare amirine karşı sorumludur.
Görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı kalmak
üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil
hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları,
gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile
buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini,
araçlarını ve eşyalarını aratabilir. Aramanın kimler tarafından yapılacağı
kaydını da taşıyan arama emri yazılı olarak verilir. İvedi durumlarda sözlü
olarak verilen emirderhal yerine getirilir ve en kısa
zamanda yazılı olarak teyit edilir..."
B. Danıştay İçtihadı
24. Danıştay Onuncu Dairesinin 14/5/2015 tarihli ve E.2011/6931,
K.2015/2307 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"... Barosu'na kayıtlı avukat olan
davacının 27.6.2008 tarihinde kendi sevk ve idaresinde bulunan araçla ...
Beldesi'ne doğru seyir halinde iken ... Kavşağına gelindiğinde, ... Sulh Ceza
Mahkemesi'nin 2008/332 d.iş no'lu
kararı uyarınca önleme araması yapanjandarma ekiplerince,avukat olduğunu söylemesi ve buna ilişkin
kimlik belgesinin ibraz etmesine rağmen üstünün ve aracının aranması nedeniyle
mesleki onurunun ve kişilik haklarının zedelenmesine sebebiyet verildiği iddia
olunarak uğranıldığı ileri sürülen 50.000 TL manevi zararın olay tarihinden
itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi
istemiyle açılan dava sonucunda ... 2. İdare Mahkemesince; 1136 sayılı
Avukatlık Kanunu'nun 58. maddesi uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına
giren bir suçtan dolayı suç üstü hali dışında avukatların üzerlerinin aranamayacağı,
bakılan uyuşmazlıkta bir suç üstü hali olmaksızın kolluk kuvvetlerince üzeri ve
aracı aranan davacının meslek onurunun zedelendiği, davalı idarenin bu eylemde
hizmet kusuru bulunduğu bu nedenle de davacının manevi zararının karşılanması
gerektiği gerekçesiyle takdiren 2.000 T.L. manevi
zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya
ödenmesine; fazlaya ilişkin istemin reddi yönünde verilen kararın; davalı
idarece hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, 2577 sayılı Kanun'un 49. maddesi
uyarınca temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
...
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen
temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülme[miştir]."
25. Danıştay Onuncu Dairesinin 20/10/2015 tarihli ve
E.2015/2675, K.2015/4460 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Davacı tarafından, kaçak zannıyla elkonulup, kaçakçılık suçundan dolayı açılan ceza davasının
beraatle sonuçlanması üzerine 28.9.2007 tarihinde
kendisine iade edilen otomobil yedek parçalarının gereği gibi korunmaması
nedeniyle hasar meydana geldiği, ayrıca sermaye kaybına uğradığı iddialarıyla,
uğradığını öne sürdüğü toplam 158.875,00.-TL zararın 25.12.2007 tarihinden
itibaren işleyecek reeskont faizi ile birliktetazmini
istemiyle açılan dava sonucunda... İdare Mahkemesince; davacının uğramış olduğu
zararın tespiti amacıyla ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nin ... D.İş
sayısına kayıtlı dosyaya sunulan bilirkişi raporunda; el koymaya konu olan oto
yedek parçalarının ilk değerleri toplamının 64.075,00.-TL, yedek parçaların
tesliminden sonraki değerleri toplamının ise 46.875,00.-TL olduğu, bu duruma
göre aradaki 17.800,00.-TL'lik farkın mezkur eşyaların değer kaybını ifade
ettiği, bu miktarı aşan sermaye kaybının piyasa faiz oranları esas alınmak
suretiyle geleceğe dönük muhtemel zarar hesabını ifade ettiği, bu nedenle de
zarar hesabına dahil edilemeyeceği, bu durumda davaya konu olayda uygulanmış
haksız el koyma işlemi sonrasındamezkur oto yedek
parçaların korunması ve muhafazasındaki hizmet kusuru sebebiyle söz konusu oto
yedek parçalarında oluşmuş olan 17.800,00.-TL değer kaybının başvuru tarihi
olan 25/12/2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi
gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü, kısmen reddi yolunda verilen
kararın taraflarca aleyhlerine olan kısımlarının temyizen
incelenerek bozulması istenilmektedir.
...
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen
temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülme[miştir]."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 20/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet ve Özel
Hayata Saygı Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu aramanın ve el koymanın usulsüz olarak
yapıldığından yakınmıştır. Başvurucu sonuç olarak haksız yere arama yapılması
ve arama neticesinde mülkü kapsamındaki dövizine el konulması nedenleriyle suç
ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Bakanlık görüşünde; başvurucunun ilgili başvuru yollarını
tüketmediği ayrıca taşıdığı meşru amaç ile devletin bu alandaki takdir marjı
dikkate alındığında mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu
bildirilmiştir.
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anayasa Mahkemesi daha önce arama ile
başlıca konut dokunulmazlığı ve özel hayata saygı gibi temel haklara müdahalede
bulunulmuş olduğunu belirtmiştir (AYM, E.2005/43, K.2008/143, 18/9/2008; Alaaddin Akkaşoğlu ve Akis
Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2014/18247, 20/12/2017 §§
18-31). Diğer taraftan kamu makamlarınca mülke el konulması nedeniyle yapılan
şikâyetler de mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir (Mehmet Ali Aslan, B. No: 2013/2429,
30/3/2016, §§ 21-33; Nuray Işık,
B. No: 2014/7561, 28/9/2016, §§ 48-69; Arif
Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 35-72; Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:
2014/16633, 6/12/2017, §§ 32-73; Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, §§
43-79). Dolayısıyla başvurucunun belirtilen ihlal iddialarının özel hayata
saygı hakkı ile mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
30. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda
bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle
derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi
koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
31. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
hukuk yoludur. Bu nedenle kanunlarda yer alan idari ve yargısal başvuru
yollarının bireysel başvurudan önce tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemelerinde
olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru
yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması
çerçevesinde giderilememesi durumunda başvurulabilir. Bireysel başvurunun
ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel
mahkemeler önünde dile getirilmeyen iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet
konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler
de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök,
B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 16-20).
32. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını
tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala
uyulmasının denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması
esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının
varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun
kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu
nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında
beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri
dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A.,
B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42).
33. Anayasa Mahkemesi daha önce 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolunu mülkiyet
hakkına müdahale teşkil eden el koyma tedbirleri ile özel hayata saygı hakkına
müdahale niteliğindeki arama tedbirlerine yönelik şikâyetler bakımından
erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı
sunduğu gerekçesiyle tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olarak kabul etmiştir
(El koyma tedbirleri yönünden bkz. Mehmet
Ali Aslan, §§ 21-33; Nuray Işık,
§§ 48-69; arama tedbirleri yönünden bkz. Alaaddin Akkaşoğlu ve Akis Yayıncılık San. ve Tic.
A.Ş., §§ 18-31).
34. Ancak belirtilen hukuk yoluna ceza soruşturma veya
kovuşturması kapsamında yapılan el koyma ve arama işlemleri yönünden
başvurulabildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda ise havaalanında yapılan aramanın
önleyici kolluk faaliyeti çerçevesinde 5442 sayılı Kanun'un ek 1. maddesi
çerçevesinde yapıldığı, el koyma işleminin de 1567 sayılı Kanun'un 3.
maddesinde düzenlenen bir kabahate ilişkin olarak yürütülen soruşturma
çerçevesinde idari makamlarca gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
somut olay bağlamında el koyma işleminin bir ceza soruşturması veya
kovuşturması kapsamında yapılmadığı dikkate alındığında 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesindeki hukuk yolunun tüketilmesine gerek bulunmamaktadır.
35. Bununla birlikte Danıştay içtihadına göre idari makamlarca
ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında yapılmayan arama ve el koyma
işlemleri yönünden genel hükümlere göre tam yargı davası açılabilmesinin mümkün
olduğu görülmektedir (bkz. §§ 24-25). İlgili Danıştay kararları incelendiğinde
bu yolun bir yandan başvurucunun maruz kaldığı arama ve el koyma işlemlerinin
hukuka aykırılığının tespitini, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini
imkânını sağladığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu hukuk yolu, aramanın
ve el koymanın hukuka aykırılığını ileri sürerek tazminat talebinde bulunan
başvurucu açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde
bir başarı imkânı sunmaktadır. Ancak başvurucu bireysel başvuruda bulunmadan önce
belirtilen hukuk yolunu tükettiğine dair herhangi bir bilgi veya belge ibraz
edememiştir.
36. Sonuç olarak etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı sunan
hukuk yoluna başvurmaksızın yapılan bireysel başvuruların incelenmesi ise
bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir. Somut
olayda ise başvurucu tarafından mülkiyet ve özel hayata saygı haklarının ihlali
iddialarına ilişkin olarak başvuru yolları usulünce tüketilmeden bireysel
başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet ve özel hayata saygı
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu; ifade verdiği sırasında noter önünde yemin zaptı
bulunmayan tercümanın hazır bulunduğunu, yalnızca Rusça bildiğinden dolayı meramını
anlatamadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
39. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı gösterilmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi
çerçevesinde belirlenmelidir (Güher Ergun ve
diğerleri, § 38).
40. Savunma hakkı Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenmiş olup
ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması demokratik
toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple hakkaniyete uygun bir yargılamanın
gerçekleştirilebilmesi için, savunma hakkının tam ve etkili bir biçimde
kullanılmasının sağlanması gerekir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32).
41. Ceza yargılamasının temel koşulu, şüpheli veya sanığa
suçlamanın niteliği ve sebebinin ayrıntılı bir biçimde bildirilmesidir. Ceza
kovuşturmasında iddianamenin tebliğ edilmesiyle sanığın, suçlamalardan haberdar
olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca sanığa ve müdafine savunma için gerekli
hazırlıkları yapabilecekleri sürenin verilmesi gerekmektedir (Erol Aydeğer, §§
35-38).
42. Somut olayda başvurucu, tercümanın usulüne uygun olarak
belirlenmediğini ve savunmasını dile getiremediğini ileri sürmüş ise de
başvurucunun kendisini vekil ile temsil ettiği ve vekili vasıtasıyla yapmış
olduğu savunmasından hakkındaki suçlamanın nedenleri ve niteliği hakkında bilgi
sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucu vekili aracılığıyla idari para
cezası kararına karşı Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde itirazda bulunarak itiraz ve
savunmaları ile delillerini sunabilme imkânına sahip olmuş, itiraz üzerine
verilen karara da başka bir Sulh Ceza Hâkimliğinde itiraz edebilmiştir.
Başvurucunun bunun dışında yargılama makamlarından duruşma açılması talebinde
ise bulunmadığı gibi başvuru formunda da bu yönde bir şikâyetinin bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla savunma hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık
olduğu anlaşılmaktadır.
43. Açıklanan gerekçelerle adil yargılanma hakkı kapsamında
savunma hakkının ihlali iddiasına ilişkin başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Suç ve Cezalarda
Kanunilik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucu kanunda el konulan dövizin mülkiyetinin kamuya
geçirileceği hususunda herhangi bir düzenlemenin de bulunmadığını ifade
etmiştir. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle adil yargılanma hakkı ile suç
ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde
kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi 13.
maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel
ilkelerde de sınırlamaların “ancak kanunla” yapılabileceği
kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de “suç ve cezaların kanuniliği ilkesi” özel
olarak güvence altına alınmıştır (Karlis A.Ş.,
B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 31).
46. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin
düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmasının yanısıra,
suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup, bu
kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden
dolayı keyfî bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmektedir (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32).
47. Somut olayda, yurt dışına çıkarken yanında taşıdığı dövizi
gümrük makamlarına bildirmediği ve izin alınmadığı gerekçesiyle taşıdığı dövize
el konularak başvurucuya idari para cezası verilmiştir. 1567 sayılı Kanun'un 1.
maddesi gereği olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 91/935 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı'na göre yolcular ancak 5.000 ABD doları veya eşitine kadar
efektifi beraberlerinde yurtdışına çıkarabilirler. Bu miktarı aşan miktarlardaki
dövizin yurtdışına çıkarabilmesi ise belirli koşullara tabi tutulmuştur. Buna
göre dövizin görünmeyen işlemler çerçevesinde bankalar ve özel finans
kurumlarından satın alındığı tevsik edilmelidir. Dolayısıyla 5.000 ABD dolarını
aşan dövizin nakit olarak yurt dışına çıkarılması için bildirim ve izin koşulu
öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim 1567 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci
fıkrasında Bakanlar Kurulunca öngörülen koşullara aykırı olarak dövizin izinsiz
olarak yurttan çıkarılması fiilî idari para cezasını gerektiren bir kabahat
olarak düzenlenmiştir. Bu fıkrada ceza miktarının teşebbüs hâlinde rayiç
bedelin yarısı olarak belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Aynı maddenin
altıncı fıkrasında ise kabahatin konusunu yabancı para oluşturması hâlinde,
idari para cezasının hesaplanmasında fiilin işlendiği tarih itibarıyla Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankasının bu paraya ilişkin döviz satış kurunun esas
alınacağı belirtilmiştir.
48. Dolayısıyla başvuruya konu idari para cezası, 1567 sayılı
Kanun'un 3. maddesinin ikinci ve yedinci fıkralarına göre verilmiş olup söz
konusu kanun hükümlerinin açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette olduğu
anlaşılmaktadır.
49. Derece mahkemelerince gerekçeli kararda detaylı bir
değerlendirme yapıldığı dikkate alındığında başvurucunun kanunilik, açıklık ve
belirlilik ilkesine aykırı bir düzenlemeye dayalı olarak cezalandırıldığından
ya da yaptırıma bağlanmamış bir fiilden dolayı keyfî bir şekilde
cezalandırıldığından söz edilemez.
50. Açıklanan gerekçelerle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin
ihlal edildiğine ilişkin başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet ve özel hayata saygı haklarının ihlal edildiğine
ilişkin iddiaların başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
20/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.