TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET GÜRBÜZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/9093)
|
|
Karar Tarihi: 8/5/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Engin GÜNDÜZ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mehmet GÜRBÜZ
|
|
|
2. Tülin SEVEN
|
|
|
3. Tuğçenur
GÜRBÜZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Arzu PAMUKÇU YÖRDEM
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan 1995 doğumlu Tuğçenur
Gürbüz'ün, 6/3/2004 tarihinde çay bardağının kırılması sonucu sağ el bileği
kesilmiştir. Bismil Devlet Hastanesinde küçüğün eline dikiş atılarak taburcu
edilmiştir. Elin 4. ve 5. parmaklarında kasılma gözlenmesi üzerine bu kez
Diyarbakır 600 Yataklı Asker Hastanesine müracaat edilmiş, bu hastanede
3/5/2004 tarihinde gerçekleştirilen ameliyat sonrası düzenlenen 18/6/2004
tarihli sağlık kurulu raporunda, nekahatte sağ ulnar sinir lezyonu tanısına yer verilmiştir.
8. Başvurucular, olayda Bismil Devlet Hastanesinde görevli genel
cerrahi uzmanı O.K. ile sağlık memuru A.T.nin kusurlu
olduğu iddiasıyla 6/5/2004 tarihinde Bismil Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette
bulunmuşlardır. Başsavcılıkça 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca
soruşturma izni istenilmesi üzerine yapılan ön inceleme sonucunda Bismil
Kaymakamlığının 28/6/2004 ve 18/8/2004 tarihli kararlarıyla ilgili doktor ve
sağlık memuru hakkında soruşturma izni verilmemesi yönünde karar alınmış,
karara yapılan itirazlar ise Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 8/12/2004 ve
20/12/2004 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet
Başsavcılığınca şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmiştir.
9. Başvurucular ayrıca, 6/5/2004 tarihli dilekçe ile Sağlık
Bakanlığından (Bakanlık) maddi ve manevi tazminat talep etmişlerdir. Bu talep
Bakanlığın 14/6/2004 tarihli işlemiyle reddedilmiştir.
10. Başvurucular, tazminat talebinin idare tarafından
reddedilmesinden sonra Bakanlık ve doktor O.K. aleyhine 16/6/2004 tarihinde
Bismil Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır.
Mahkemenin 29/9/2006 tarihli kararıyla uyuşmazlığın çözümünde idari yargının
görevli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
11. Bu durum üzerine başvurucular, Bakanlık aleyhine Diyarbakır
2. İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava
dilekçesinde; içte kesi olan siniri kaynatma operasyonu yapılmadan dikiş
atıldığını, bu işlemi yapan A.T.'nin hiçbir tıbbi
bilgiye sahip olmadığını, işlemin doktor gözetiminde yapılmadığını, hatalı
müdahale sonucu kızlarının iki parmağının sakat kaldığını belirtmişlerdir.
12. İdare Mahkemesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar
vererek Tuğçenur Gürbüz'ün parmaklarında oluşan
hareket kaybında davalı idare personelinin herhangi bir yanlış/yetersiz
müdahalesinin olup olmadığı, kusurlarının bulunup bulunmadığı, kusur var ise
kusur oranı ile işgücü kaybının belirlenmesine yönelik olarak Adli Tıp Kurumu
(ATK) Başkanlığından rapor istemiştir.
13. ATK 3. İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından Tuğçenur
Gürbüz'ün muayene edilmesinden sonra hazırlanan 24/9/2008 tarihli bilirkişi
raporunda;
- Sağ el bileği ve 1-2-3-4 ve 5. parmak fleksiyonları
ve ekstansiyonları tam, ekstansiyon
yapılırken 5. parmağın 40°, 4. parmağın 15° abdüksiyona
(el için açma hareketi) kaydığı, 4 ve 5. parmaklarda addüksiyon
(el için kapama hareketi) ve abdüksiyon yapılamadığı,
hipotenar atrofi ve el
sıkma tam saptandığı, sağda ulnar duysal anlamda hipoestezi/hipoaljezi
tanımlandığı,
- Sağ el bileğinde meydana gelen sinir kesisinin
ilk girişim sırasında sütüre (dikiş) edilebileceği
gibi, sekonder sütür
tatbikinin de uygulanan cerrahi girişim yöntemlerinden birisi olduğu, 1 ay
sonra sütüre edilmiş olmasının eksik girişim
niteliğinde olmadığı, reeksplorasyonda da sütür uygulanmayıp nöroliz
(sinirin yapıştığı dokudan kurtarılması) yapılmış olmasının bu görüşü destekler
nitelikte olduğu, bu nedenle doktorun yaptığı işlemlerin tıp kurallarına uygun
olduğu belirtilmiştir.
14. Mahkemenin 9/4/2009 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir.
Kararın gerekçesinde dosya içindeki tüm doktor raporları, tıbbi bilgi ve
belgelerin değerlendirilmesi sonucunda Kurulca hazırlanan bilirkişi raporunun
hükme esas alındığı belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca idareye atfedilebilecek bir
hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
15. Başvurucular tarafından temyiz edilen kararın maddi
tazminata ilişkin kısmı, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 2/4/2014 tarihli toplantısında onanmış, manevi tazminata yönelik
kısmı ise sinir kesisinin 6/3/2004 tarihindeki ilk
müdahalede sütüre edilmemesi nedeniyle 3/5/2004
tarihli ameliyatın yapıldığı, buna göre Tuğçenur
Gürbüz'ün söz konusu sinir kesisinin onarımı amacıyla
olay tarihinden yaklaşık iki ay sonra gerçekleşen ameliyat nedeniyle başvurucuların
duydukları acı ve üzüntü nedeniyle doğan manevi zararların tazmini gerektiği
gerekçesiyle bozulmuştur.
16. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/2/2015
tarihli kararıyla reddedilmiş, çoğunluk kararına katılmayan üye derece mahkemesi
kararının onanması gerektiğini belirtmiştir. Tetkik hâkimi ise düşüncesini
olayda sağlık hizmetinin gereği gibi işlemediği ve hizmet kusuru nedeniyle
maddi tazminat talebinin de değerlendirilmesi gerektiği şeklinde açıklamıştır.
Söz konusu karar başvuruculara 28/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. 27/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
18. Bozma kararı üzerine manevi tazminat yönünden dosyayı tekrar
ele alan Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 14/5/2015 tarihinde anne ve babanın her
birine 2.000 TL, Tuğçenur Gürbüz'e ise 10.000 TL
manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Karar temyiz ve karar düzeltme
aşamalarından geçerek kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
“İdari
dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
20. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes özel ve aile hayatına, konutuna
ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; Karakoca/Türkiye (k.k.),
B. No: 46156/11, 21/5/2013).
23. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 89; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49).
24. AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması
planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara
önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak
zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz
konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda,
ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir
(Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010).
25. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi
için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 8/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
27. Başvurucular; hatalı müdahale sonucu kızlarının iki
parmağının sakat kaldığını, itirazlarına rağmen adli tıp raporunun bir üst merciye gönderilmediğini, mahkeme kararlarında ret
gerekçesinin izah edilmediğini, maddi tazminat isteminin reddedilmesinin hukuka
aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca olay nedeniyle yaptıkları başvurulardan
hiçbir netice alamadıklarını, soruşturma ve yargılama dosyalarında
savunmalarının dikkate alınmadığını ifade etmişlerdir. Başvurucular bu
nedenlerle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
28. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, ..., maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
29. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
31. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
32. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir
(Melahat Sönmez, B. No:
2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
33. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
35. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
36. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
37. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§ 51).
38. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
39. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 57; Tevfik Gayretli, B. No:
2014/18266, 25/1/2018, § 32).
40. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 §
44).
41. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
42. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
43. Başvurucuların tıbbi ihmal iddiası temel olarak meydana
gelen sinir kesisinin olayın hemen sonrasında yapılan
ilk müdahalede kaynatılması gerekirken bu işlemin ilk anda yapılmamış olmasına
dayanmaktadır.
44. Derece mahkemesince hizmet kusurunun tespitine yönelik
olarak ATK'ya yaptırılan bilirkişi incelemesi
neticesinde düzenlenen raporda sinir kesisinin ilk
girişim sırasında sütüre edilebileceği gibi sekonder sütür tatbikinin de
uygulanan cerrahi girişim yöntemlerinden birisi olduğu, sonradan sütüre edilmiş olmasının eksik girişim
niteliğinde olmadığı yönünde görüş bildirilmiştir.
45. Mahkeme, davanın reddine ilişkin karar gerekçesinde raporu
yeterli görerek hükme esas aldığını belirtmiş ise de raporda sütür işleminin ilk anda yapılmayarak sonraya
bırakılmasında hangi kriterlerin esas alındığı, buna ilişkin tıbbi zorunluluk
hâllerinin neler olduğu, somut olayda bu hâllerin mevcut olup olmadığı
hususlarında bir açıklamaya yer verilmemiştir. Dolayısıyla doktorun sinir kesisini ilk girişimde sütüre
etmeme yönündeki tercihinin dayanağı ortaya konulmadığı gibi ilk girişimde
kesinin sütüre edilmiş olması hâlinde parmaklarda
hareket kısıtlılığı meydana gelip gelmeyeceği, hâlihazırda mevcut kısıtlılığın
iş gücü kaybına yol açıp açmadığı konusunda da bir değerlendirme yapılmamıştır.
46. Öte yandan, Danıştay Onbeşinci
Dairesi ilk derece mahkemesi kararının maddi tazminat talebinin reddi yönündeki
hüküm fıkrasını, tıbbi ihmal tespit edilemediği gerekçesiyle onarken manevi
tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm fıkrasını ise sinir kesisinin ilk müdahalede sütüre
edilmemesi nedeniyle çocuğun ameliyat olmak zorunda kaldığı gerekçesiyle
bozmuştur. Daire, sinir onarımının sonraki bir tarihe bırakılmasını sadece
manevi zarar yönünden hizmet kusuru olarak değerlendirmiş, maddi tazminat
yönünden böyle bir çıkarımda bulunmamıştır. Daire kararında, manevi zarar
yönünden kabul edilen hizmet kusurunun maddi zarar yönünden kabul edilmemesinin
gerekçesine yer verilmemiştir.
47. Somut olayda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan tıbbi
ihmal iddialarının ATK raporunda tüm yönleriyle ele alınıp aydınlatılmadığı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu raporu dayanak alan derece
mahkemelerinin, başvurucuların iddialarını Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği
özen ve derinlikte incelediği, kararlarında konuyla ilgili ve yeterli
gerekçelere yer verdiği söylenemez. Bu durumda kamu makamlarının, başvuru
konusu olaydaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
49. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
50. 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde
eklenmiştir.
51. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
52. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel kararında; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek
etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
53. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
54. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
57. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda
genel ilkeler belirlenmiştir.
58. Mehmet Doğan
kararında özetle; uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57-58).
59. Mehmet Doğan
kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece
mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece
mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna
göre Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden
yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi
sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece
mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı
verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir
derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği
doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla
yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
60. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır.
Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir
işlemden veya yerine getirilmeyen usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa
söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha
önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık
ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince
yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının
sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hâllerde
derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan mümkün
olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin
sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet
Doğan, § 60).
61. Başvurucular, anayasal haklarının ihlal edildiğinin
tespitine ve 30.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminat verilmesine
hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
62. Başvuruda, başvurucuların ilk müdahale sırasında sinirlerin
kaynatılmaması sebebiyle çocuklarının parmağında sakatlık oluştuğu iddiası
yönünden derece mahkemelerince konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya
konulmadığından kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
63. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı
merciine gönderilmesine karar verilmesi nedeniyle başvurucuların tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine (9/4/2009 tarihli ve
E.2007/1027, K.2009/454) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90
TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.