TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EROL EŞREFOĞLU VE HÜSEYİN KAYAPALI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/964)
|
|
Karar Tarihi: 12/6/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Akif
YILDIRIM
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Zehra
GAYRETLİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Hüseyin
KAYAPALI
|
Vekili
|
:
|
Av. Yavuz
ABBASOĞLU
|
|
|
2. Erol
EŞREFOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat
BALCI, Av. Mehmet ER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, karar sonucunu etkileyecek esaslı iddiaların kararda
tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 15/1/2015 ve 16/1/2015 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından 2015/987 numaralı bireysel başvuru
dosyasının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/964
numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2015/964
numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucu Erol Eşrefoğlu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde
beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
10. Sırasıyla 1960 ve 1966 doğumlu olan başvurucular, değişik
sektörlerde ticari faaliyet gösteren çok sayıda firmanın işletmeciliğini yapmış
işadamlarıdır.
11. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık)
başvurucuların da aralarında yer aldığı 220 şüpheli hakkında çıkar amaçlı suç
örgütü kurma, yönetme, örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine
nitelikli dolandırıcılık, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini vekara parayı aklama suçlamalarıyla soruşturma
başlatılmıştır.
12. Başvurucular, söz konusu soruşturma kapsamında 28/6/2006
tarihinde gözaltına alınmış; 30/6/2006 tarihinde ise Bursa 2. Sulh Ceza
Mahkemesinin 2006/346 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmışlardır.
13. Soruşturma kapsamında başvurucularla ticari temaslarda
bulundukları tespit edilen gerçek ve tüzel kişilerden oluşan şüphelilerin mal
varlıklarında kaynağı şüpheli artışlar olup olmadığının belirlenmesi ve delil
araştırması yapılması amacıyla Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK)
murakıpları, Maliye Bakanlığı hesap uzmanları ve gelirler kontrolörleri
bilirkişi olarak tayin edilmiş ve bilirkişilerden başvurucularla diğer
şüpheliler arasında gerçekleştirilen ticari işlemlerin incelenmesi ve inceleme
sonuçlarının rapor edilmesi istenmiştir.
14. Soruşturma dosyasında bilirkişi olarak tayin edilen BDDK
murakıpları, şüphelilerin gönderici ve alıcı sıfatıyla taraf oldukları banka
havalelerine ve para transferlerine ilişkin beş yıllık kayıtlar üzerinde
yaptıkları inceleme sonucu elde ettikleri bulguları 16/6/2006 tarihli raporla
Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Bu raporda; ortalama gelir düzeyine sahip
bir şahsın objektif koşullarda yapması beklenen düzeyden gözle görünür biçimde
yüksek tutarda, şüpheli mahiyette para hareketlerinin mevcut olduğu, söz konusu
şüpheli işlemlerde taraf olan şahısların gelir düzeyleri dikkate alındığında
gerekli yasal işlemlerin yapılmasının yerinde olacağı görüşüne yer verilmiştir.
15. BDDK murakıpları tarafından düzenlenen bir diğer raporda;
kara para aklama amacıyla çok sayıda kişiden oluşan bir organizasyon
oluşturulduğu, 1999-2006 yılları arasında özel bankalarda 316 farklı şahıs
adına mevduat ve yatırım hesapları açıldığı, bu hesaplar kullanılarak yasa dışı
fonların yasal fonlar görünümünde bankacılık sisteminde nemalandırıldığı,
paravan şirket kullanımı gibi yöntemlerle kara paranın aklandığı yönünde
görüşlere yer verilmiştir. Bu raporda ayrıca ilgili banka müdürlerinin hizmet
nedeniyle emniyeti suistimal suçunu işledikleri değerlendirmesinde
de bulunulmuştur.
16. Soruşturma dosyasında bilirkişi olarak atanan Maliye
Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulunda görevli hesap uzmanlarınca düzenlenen
23/6/2006 tarihli raporda ise soruşturma kapsamındaki kişilerin mal varlığı
unsurları ile beyan edilen kazanç tutarlarının karşılaştırılması sonucu elde
edilen bilgilere göre bazı şüphelilerin mal varlığı unsurlarının beyan
ettikleri kazançlarla açıklanamadığı tespitine yer verilmiştir. Bu raporda ayrıcabaşvuruculardan Erol Eşrefoğlu ile irtibatlı
kişilerin ortak ve yöneticisi oldukları şirketlerin 30/3/2006 tarihi itibarıyla
kesinleşmiş yüksek oranda vergi borcu bulunduğu, başvurucunun bu borçlar
nedeniyle ilgili kamu kurumlarının takibinden kaçmak için resmî olarak
şirketlere ortak olmadığı, bazı şirketleri kontrolünde tutarak yakın çevresinde
bulunan şahıslar aracılığıyla yönettiği, söz konusu şahıslar adına açılan
hesaplardan para transferlerine yönelik talimatlar verdiği, kontrolünde tuttuğu
şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamak için bu paraları kullandığı yönünde
tespitlere de yer verilmiştir.
17. Soruşturma dosyasında bilirkişi olarak görevli gelirler
kontrolörünce hazırlanan 30/9/2005 ve 14/9/2006 tarihli raporlarda,
başvuruculardan Erol Eşrefoğlu tarafından çeşitli kamu kurumlarına olan
borçların hileli yollarla ödenmediği ve bu paraların diğer başvurucu Hüseyin
Kayapalı'ya ait firmalar üzerinden gerçekleştirilen ticari işlemlerle sisteme
transfer edildiği, başvurucu Erol Eşrefoğlu'nun yakın çevresindeki şahıslar
adına yüksek miktarda hazine bonosu virman işlemlerinin bulunduğu, 2003 yılında
bu işlemlerin ciddi boyutlara ulaştığı, hazine bonosu gelirlerinin çok sayıda
kişiye dağıtılarak istisnadan faydalandırılıp "vergi kaçırmak" maksadıyla kara para aklama yöntemi
olarak kullanılmış olabileceği yönünde görüşlere yer verilmiştir.
18. Soruşturma dosyasına atanan bilirkişiler ve uzmanlar
tarafından yapılan incelemeler sonucu hazırlanan diğer raporlarda da açıkça
sistem içinde dolaşan paranın kaynağının şüpheli ve kara para olduğu, bu paranın
illegal yollardan ve suçtan elde edildiği, söz konusu para ve mal varlığının
araştırılması, ayrıca müsadereye tabi tutulması, bu amaçla acilen tedbir kararı
verilmesi yönünde görüşler bildirilmiştir.
19. Soruşturmayı yürüten Başsavcılık tarafından bilirkişi
raporlarında belirlenen tavsiyelere göre başvurucuların da aralarında yer
aldığı şüpheli şahıs ve şirketlerin mal varlığı hakkında tedbir kararı
verilmesi talep edilmiştir.
20. Bu talep üzerine Bursa 2. Sulh Ceza Mahkemesince 27/6/2006
tarihli kararla başvurucuların da aralarında yer aldığı bazı şüphelilerin tüm
mal varlıklarının dondurulmasına, başvurucularla bağlantılı olduğu tespit
edilen tüzel kişilerin yönetim kurulu yetkilerinin soruşturma süresince kayyıma
devredilmesine ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) kayyım olarak
atanmasına karar verilmiştir. Bu karar kapsamında başvurucu Erol Eşrefoğlu'na
ait olduğu düşünülen ve kara para olarak adlandırılan, hukuk dışı sermaye
olduğu değerlendirilen ve bazı şüphelilere ait hesaplarda tutulduğu anlaşılanparaya el konulmuştur.
21. Soruşturma kapsamında banka hesaplarında şüpheli para
hareketleri olduğu iddia edilen bazı şüphelilerin başvurucularla bağlantılı
olduğu anlaşılan şirketlerde çalışmakta oldukları veya başvurucuların yakın
akraba ve arkadaş çevrelerinde yer aldıkları anlaşılmış ve bu şüpheliler, söz
konusu banka hesaplarındaki mevduat hakkında bilgi sahibi olmadıklarını, kendi
adlarına kayıtlı bu hesapların başvurucular tarafından veya başvurucuların talimatlarına
göre kullanıldığını beyan etmişlerdir. Söz konusu beyanlar soruşturma
dosyasında delil olarak değerlendirilmiştir.
22. Diğer yandan soruşturmanın başlatıldığı tarihten önceki
dönemde başvurucularla bağlantılı şirketler hakkında yapılmış denetimler ve
incelemeler sonucu düzenlenen uzman raporları da soruşturma dosyasına
alınmıştır. Bu raporlarda, kara para aklama suçunun oluştuğu şüphesi uyandıran
birtakım ticari işlemlerin tespit edildiği, 13/11/1996 ve 4208 sayılıKaraparanın Aklanmasının Önlenmesine,2313 Sayılı
Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunda, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda ve 178 Sayılı Maliye Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun kapsamında soruşturma yapılmasının gerekli olduğu
yönünde görüşler mevcuttur. Örneğin Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma
Kurulu (MASAK) tarafından hazırlanan 17/10/2001 tarihli raporun sonuç
bölümünde, başvuruculardan Erol Eşrefoğlu tarafından Türkiye İş Bankasından 1994
yılından itibaren kullanılan kredilerin dolandırıcılık kastıyla alındığı,
mütemadi fiilin fabrika ve zeytin alımlarıyla 1997 yılı içinde tamamlandığı, bu
işlemler sonucu usulsüz olarak aktarılan krediler nedeniyle banka ve faktoring kurumu zararı oluştuğu, bu zararın 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 503. maddesi ve 504.
maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen banka veya diğer kredi kurumlarınca
tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak suretiyle meydana
geldiği, banka yöneticilerinin bu suçlara iştirak ettikleri, bahsi geçen (İş
Bankasından elde edilen) meblağın 4208 sayılı Kanun'un 2. maddesine göre kara
parayı ve bu paranın banka hesapları arasında aktarılmak ve çeşitli
gayrimenkuller alınmak suretiyle değerlendirilmesinin de aynı Kanun’un anılan
maddesine göre kara para aklama suçunu oluşturduğu tespitine yer verilmiştir.
23. Soruşturmanın tamamlanmasından sonra dosya kapsamına alınan
evrakın incelenmesi neticesinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca konunun kara
para veya suçtan kaynaklanan mal varlığı olarak nitelendirilebilecek servetin
aklanmasına yönelik eylemlerden oluştuğu değerlendirilerek 4208 sayılı Kanun
hükümleri ile 29/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama
kenar başlıklı 282. madde
hükümlerinin uygulanabileceği ancak 4208 sayılı Kanun uygulandığında işlemlerin
ve prosedürlerin çok uzun zaman alacağı, sonuç alma ihtimalinin zayıf
bulunduğu, 5237 sayılı Kanun'un 282. maddesinin ise birebir eylemlerin
karşılığı olduğu, daha pratik hükümler içerdiği, eylemlerin devamlılık
göstermesi nedeniyle de suç tarihi açısından problem olmayacağı kanaatiyle 4208
sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasından vazgeçilerek 25/9/2006 tarihli
iddianame ile başvurucuların silahlı çıkar amaçlı suç örgütü kurma ve yönetme,
örgütlü şekilde kamu kurumları aleyhine nitelikli dolandırıcılık, örgütlü
şekilde suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlendirini
aklama suçlarından 5237 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri uyarınca ayrı ayrı
cezalandırılmaları talebiyle dava açılmıştır.
24. Söz konusu iddianamede yer verilen hukuki değerlendirmeler
şu şekildedir:
i. Başvuruculardan Erol Eşrefoğlu'nun dolandırıcılık ve kara
para aklama suçlarına ilişkin haksız çıkar sağlamak amacıyla örgüt kurduğu,
örgüt üyelerinin genellikle silahlı gezdiği, bu hâliyle eyleminin silahlı çıkar
amaçlı suç örgütü oluşturma suçunu oluşturduğu, diğer başvurucu Hüseyin
Kayapalı'nın da örgütün kurucu kadrosunda yer aldığı, bu nedenle her iki
başvurucunun da 5237 sayılı Kanun'un 220. maddesinin (1) ve (3) numaralı
fıkraları uyarınca cezalandırılmaları talep edilmiştir.
ii. Başvurucu Erol Eşrefoğlu'nun yıllardan beri pek çok şirket
kurduğu, şirketlerin vergi borçlarını ödemediği, vergi borçlarının gerçekçi bir
şekilde tespit edilmesini önlemek amacıyla her türlü muhasebe hilesine
başvurduğu, sigorta primlerini ödemediği, paravan şirketler kurarak bu
şirketler üzerinden karmaşık alışveriş işlemleri gerçekleştirdiği, bankaları
dolandırmak maksadıyla sahte çekler verdiği, banka görevlileri ile iş birliği
yaparak yanıltıcı raporlar düzenlettirip kendisine yüksek oranlarda kredi
verilmesini sağladığı, şirket hisselerini devamlı olarak yakınları ve
çalışanları üzerinde tuttuğu, bu eylemlerin nitelikli dolandırıcılık suçunu
oluşturduğu, başvurucuların eylem birliği içinde oldukları, bu nedenle
başvurucularının örgütlü şekilde kamu kurumları aleyhine nitelikli
dolandırıcılık suçundan 5237 sayılı Kanun'un 158. maddesinin (1) numaralı
fıkrası uyarınca cezalandırılmaları talep edilmiştir.
iii. Başvurucu Erol Eşrefoğlu'nun kaynağı şüpheli olan, ticari
faaliyetle elde edilmesi imkânı bulunmayan ve suçtan elde edildiği konusunda
kesin kanaat hasıl olan yüksek miktarda kara para olarak adlandırılacak hukuk
dışı sermayeyi bankacılık sektörünü kullanarak, iş dünyasında yatırımlar
yaparak, gayrimenkuller alarak aklamaya çalıştığı, bu hâliyle suçun kara parayı
aklamak olarak nitelendirilebileceği, bu nedenle başvurucuların örgütlü şekilde
suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçundan 5237 sayılı Kanun'un
282 maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları uyarınca cezalandırılmaları talep
edilmiştir.
iv. Başvurucu Hüseyin Kayapalı'nın ayrıca iş yerindeki kasasında
az sayıda tabanca mermisi bulundurduğu tespit edildiğinden 10/7/1953 tarihli ve
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a
muhalefet suçundan da cezalandırılması talep edilmiştir.
25. Anılan iddianamede (s. 252) suçtan kaynaklanan mal varlığı
değerlerini aklama suçu bakımından ise aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
"Toplanan deliller ışığında, şüpheli Erol
Eşrefoğlu'nun kaynağı şüpheli olan, ticarifaaliyetleri
ile elde edilmesi imkanı bulunmayan ve suçtan elde
edildiği konusunda kesin kanaat hasıl olan çok yüksek miktarda kara para olarak
adlandırılacak hukuk dışı sermayeyi bankacılık sektörünü kullanarak, iş
dünyasına girip yatınmlar yaparak, gayrimenkuller
alarak aklamaya çalıştığı, bu hali ile suçun kara parayı aklamak olarak
nitelendirilebileceği (...) "
26. İddianamede (s. 136) mağdur konumunda bulunan kurumlardan
söz edilmekte ve bunlar arasında Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı
yönünden vergi borçlarından, TMSF yönünden şirketlerin vergi borçlarından,
Türkiye Elektrik A.Ş. bakımından elektrik borcundan, Sosyal Sigortalar Kurumu
(SSK) yönünden Erol Eşrefoğlu'na ait şirket borçlarından ve nihayet İş Bankası
yönünden bankaya olan borçlardan söz edilmiştir.
27. Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/318 sırasına kayıtlı
dosya üzerinden görülen yargılamada 2/10/2006 tarihli kararla görevsizlik
kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(...) Silahlı çıkar amaçlı örgüt üyesi
olmak, örgütlü şekilde kamuı kurumları aleyhine
nitelikli dolandırıcılık ve bu suça iştirak, örgütlü şekilde suçtan kaynaklanan
malvarlığı değerlerini aklamak ve bu suça iştirak, silahlı çıkar amaçlı suç örügütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek, 676 sayılı
Kanuna aykırı davranmak suçlarından 5237 sayılı Kanun'un 220/1-2-3, 158/1-e, 282/1-3,
6138 sayılı Kanunun 13/1 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları için sanıklar
hakkında kamu davası açıldığı,
Suç işlemek amacıyla kurulan örgütün araç,
gereç ve üye sayısı bakımından amaç suçları işlemeye elverişli, hiyerarşik yapı
içerisinde devamlı ve disiplinli bir işbirliğini öngörmesi ve yasalarda suç
sayılan fiilleri işlemek amacıyla oluşturulmuş olmasının gerektiği, suç işlemek
amacıyla örgüt kurulmasının tehlike suçu olduğu, dosyanın konusu olan örgütün
2000 yılından bu yana işlediği suçlardan cebir ve tehdit uygulanmış olanların
münferit nitelikte olup olmadıklarını, sanıkların kurduğu örgütün devamlılığını
sağlamak amacıyla silah kullanmalarının cebir ve tehditi
kapsayıp kapsamadığını, [A.Ç.]
ile birlikte olunduğu imajı verilmesinin cebir ve tehdit unsuru olup olmadığını
değerlendirmenin özel görevli Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılması
gerektiği, bu durumda mahkemenin görevli olmadığı sonucuna varıldığı,
görevsizlik kararı verilmesinin uygun görül[müştür.]"
28. Görevsizlik kararı ile dosyanın gönderildiği (kapatılan)
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga 250. madde ile görevli) 12/10/2006
tarihli kararıyla örgütün silahlı olduğunun kabul edilmesinin mümkün olmadığı,
sanıklara isnat olunan eylemlerin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde
düzenlenen haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün
çevresinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar kapsamında
değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.
29. Ortaya çıkan görev uyuşmazlığı nedeniyle dosya merci tayini
için Yargıtaya gönderilmiş, Yargıtay 5. Ceza
Dairesinin 13/11/2006 tarihli kararıyla (kapatılan) İstanbul12. Ağır Ceza
Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) yargılamada görevli olduğunu
değerlendirerek (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde
ile görevli) tarafından verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına ve
dosyanın yargılama yapılmak üzere adı geçen Mahkemeye gönderilmesine karar
vermiştir.
30. Söz konusu karara göre yargılamaya (kapatılan) İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) E.2006/313 sırasına kayıtlı
dosya üzerinden devam edilmiştir.
31. Mahkeme 20/6/2012 tarihli kararıyla başvurucuların suç işlemek
amacıyla örgüt kurma ve bu örgütü yönetme, mal varlığı değerlerini, bunların gayrımeşru kaynağını gizleyerek meşru bir yolla elde
edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli bankalarda bir kısım
sanıklar tarafından işlemlere tabi tutulmak suretiyle suçtan kaynaklanan
malvarlığı değerlerini aklama ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından hapis
cezasıyla cezalandırılmalarına, başvurucu Hüseyin Kayapalı hakkında ayrıca 6136
sayılı Kanun'a muhalefet suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına, bu suç
yönünden kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, başvurucuların
üzerlerine kayıtlı görülen tüm malvarlıklarının suçtan kaynaklanan mal varlığı
değerlerinden kaynaklı kara para niteliğinde sermaye ile ele geçirildiğinden
müsaderelerine hükmedilmiştir.
32. Mahkeme kararının gerekçesinde başvurucular hakkında
aşağıdaki tespitlere yer verilmiştir:
A. Erol
Eşrefoğlu Hakkında
33. Başvuruculardan Erol Eşrefoğlu'nun örgütün bizzat kurucusu
ve yöneticisi olduğu, başvurucunun güvendiği bir kısım çalışan adına banka
hesabı açtırarak bu hesaplara kara para niteliğindeki paranın yatırılarak
aklanması işlemlerini gerçekleştirdiği tespit edilmiştir. Mahkeme, söz konusu
kara paranın;
i. 1995 yılında öldürülen N.M. isimli şahsa ait kaynağı belirsiz
para ve kıymetli evrakın ölüm olayından sonra başvurucu tarafından ele
geçirilmesi ve başvurucunun anılan şahıstan almış olduğu borçlar ve oluşturduğu
fonları kayıt dışı ticarette ve gayrimenkul alımında kullanarak yüksek gelir
elde etmesi,
ii. Türkiye İş Bankası ve Türk Ticaret Bankası'nın başvurucuya
ait şirketlerle kurduğu kredi ilişkilerinin normal bankacılık teamülleri
dışında gerçekleşmesi, özellikle Türkiye İş Bankasının finansmanı sayesinde
1995 yılı rakamlarına göre 1 trilyon TL tutarında oluşturulan sermaye ve
Türkiye genelinde faaliyet gösteren bir kısım özel bankadan sahte belgeler
kullanarak usulsüz bir şekilde krediler temin etmesi,
iii. Başvurucunun 1992 yılından itibaren işlettiği firmalar
nedeniyle çeşitli kamu kurum ve kuruşlarına olan borçlarını ödememesi, müşterek
ticari faaliyetler yürüttüğü şahısların hesaplarından tanımı yapılamayan yüksek
meblağlı para çıkışlarının bulunması, özellikle yurt dışına yönelik para
hareketlerinin bazılarının vergi cenneti olarak bilinen yerlere yapılması,
dolayısıyla vergi kaçırılması suretiyle elde edildiği kabul edilmiştir.
B. Hüseyin Kayapalı
Hakkında
34. Diğer başvurucu Hüseyin Kayapalı hakkında ise örgütün
hiyerarşik yapılanması içinde ana yöneticilerden biri olduğu, karşılıklı
menfaat sağladığı ve güvendiği bir kısım çalışan adına banka hesapları
açtırarak bu hesaplara kara para niteliğindeki paranın işlettirerek aklanması
işlemlerini gerçekleştirdiği kabul edilmiştir.
35. İlk derece mahkemesi lehe kanun tespitinin bir usul meselesi
olduğunu, bu çerçevede somut olayda 4208 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanabilirliğininbulunmadığını kabul etmiştir. Gerekçeli
kararın ilgili kısmı aşağıdaki şekildedir:
“4208
sayılı Yasanın 2. maddesi, 5549 sayılı Yasa ile getirilen düzenlemelerin
bilahare yasa koyucu tarafından kaldırılarak 5237 sayılı Yasanın 282. maddesi
ile getirilen düzenlemeler bir nevi usule ilişkin düzenleme gibi sonuç doğuran
bir işlemdir. Zira, sanığın lehine olan yasa hükmü olarak değerlendirilebilmesi
için bunun temel ceza içeren bir düzenleme olması zaruri olacaktır. Oysa bunun usuli nitelik oluşturan bir durum olup, bir nevi usule
ilişkin düzenleme olarak kabul edilmesi gerektiği, bu haliyle bu durumun
doğrudan cezai bir sonuca ilişkin olmaması nedeniyle usul hükmü olarak
değerlendirildiği, örgüt yöneticisi olan sanık Erol EŞREFOĞLU(EVCİL)’nun geçmişte aldığı 1 yıl ve üzeri suçlar yönünden öncül
suç için aranan koşulun da gerçekleştiği, diğer sanıkların da örgüt faaliyeti
çerçevesinde bu suça iştirak ettikleri dolayısı ile usul hükümlerinin de derhal
uygulanacağına ilişkin temel kural da gözetilerek sanıkların işledikleri öncül
suçlar yönünden bir suç kategorisi gözetilmeyerek sanıkların örgüt faaliyetleri
çerçevesinde elde ettikleri ve dosyanın mahiyeti gereği karapara
özelliği oluşturduğu anlaşılan suçlardan kaynaklı gelirlerin öncül suç
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır" (Gerekçeli karar s. 364.)
36. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 17/12/2014 tarihli kararı ile
başvurucular hakkında suç işlemek amacıyla ögüt kurma
ve yönetme ile suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçlarından
verilen mahkûmiyet hükmünün onanmasına ve müsadereye ilişkin hükmün bozulmasına
karar verilmiştir. Nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan davanın ise
zamanaşımı gerekçesiyle düşmesine hükmedilmiştir.
37. Konuyla ilgili olarak Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 17/12/2014
tarihli kararında aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
"Bursa 1. Asliye Ceza
Mahkemesinin 3.7.2007 tarih ve 2007/190-722 E-K sayılı kararıyla sabık Erol
Eşrefoğlu (evcil) hakkında suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama
suçundan zamanaşımı nedeniyle verilen düşme kararının sanığın 28.3.1997
tarihinden önceki eylemlere ilişkin olduğu, inceleme konusu davanın ise 1999
yılı ve sonrası yapılan işlemler hakkında açıldığı ve hükmün kurulduğu
anlaşılmakla, CMK nın 223/7 maddesinde belirtilen
mükerrer davaya ilişkin koşullar bulunmadığından sanık müdafilerinin aynı
konuda kesinleşmiş hüküm bulunduğuna dair temyiz itirazları yerinde
görülmemiştir.
Karapara aklama (suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama) suçu
kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suç olup, öncül suç
dışında tamamen ayrı hukuki yararları koruduğu nazara alındığında, öncül suçun
işlendiği tarihte 4208 sayılı Kanunun veya 5237 sayılı TCK nın
282. maddesinin yürürlükte olup olmamasının hukuken bir önem taşımayacağı, bir
malvarlığı değerinin kaynağının “yasa maddesinde belirlenen suç” olması, o
parayı “karapara ya da suç geliri” saymak için
gerekli ve yeterli olacağı, bunun ekonomiye sokulmaya çalışılması, çeşitli
işlemlere tabi tutulması (öncül suç hangi tarihte işlenmiş olursa olsun) karapara aklama suçunu oluşturacağı, karapara
aklama veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun maddi
unsurunu oluşturan “dönüştürme” hareketinin gerçekleştirildiği tarihin suç
tarihi olacağı, somut olayda da dönüştürme hareketlerinin iddianame ile dava
açılıncaya kadar teselsül ederek devam ettiği gözetildiğinde mahkemenin
kabulünde bir isabetsizlik bulunmamış[tır.]"
38. Nihai karar 17/12/2014 tarihinde tefhim edilmiştir.
39. Başvurucular 15/1/2015 ve 16/1/2015 tarihlerinde bireysel
başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
40. 4208 sayılı Kanun'un
"Tanımlar" başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunda geçen;
a) Karapara;
1. 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine
Dair Kanundaki,
2. 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar
Hakkında Kanundaki,
3. 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması,
Saklanması ve Nakli Hakkında Kanundaki,
4. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının
Korunması Hakkında Kanundaki,
5. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 259 uncu
maddesinin (b) fıkrasındaki,
6. (Ek alt bent: 12/12/2003
- 5020 S.K./15. md.) 4389 sayılı Bankalar
Kanununun 22 nci maddesinin (4) numaralı
fıkrasındaki,
7. (Ek alt bent: 12/12/2003
- 5020 S.K./15. md.) 2499 sayılı Sermaye
Piyasası Kanununun 47 nci maddesinin birinci
fıkrasının (A) bendinin (1) ila (7) numaralı alt bentlerindeki,
8. (Ek alt bent: 12/12/2003
- 5020 S.K./15. md.) Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen veya Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tasfiyeye tabi
tutulan bankalara dair iflas ve konkordatoya ilişkin olarak 2004 sayılı İcra ve
İflas Kanununun 333 üncü maddesindeki,
9. 765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki Devletin
Şahsiyetine Karşı İşlenen Cürümler ve aynı Kanunun 179, 192, 211 ila 220, 264,
316, 317, 318, 319, 322, 325, 332, 333, 335, 339, 341, 342, 345, 350, 403, 404,
406, 435, 436, 495, 496, 497, 498, 499, 500, 504 ve 506 ncı maddelerindeki,
Fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen para
veya para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal veya gelirleri veya bir
para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para,
evrak, mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü
maddi menfaat ve değeri,
b) Karapara Aklama
Suçu: Türk Ceza Kanununun 296 ncı maddesinde
belirtilen haller haricinde, bu maddenin (a) bendinde sayılan fiillerin
işlenmesi suretiyle elde edilen karaparanın elde
edenlerce meşruiyet kazandırılması amacıyla değerlendirilmesi, bu yolla elde
edildiği bilinen karaparanın başkalarınca iktisap
edilmesi, bulundurulması, elde edenlerce veya başkaları tarafından
kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ya da malikinin
değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu
hareketin gizlenmesi, yukarıda belirtilen suçların hukuki sonuçlarından failin
kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi veya
transfer yoluyla aklanması veya karaparanın tespitini
engellemeye yönelik fiilleri,
(...)
ifade eder."
41. 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin
Aklanmasının Önlenmesi Hakkındaki Kanun'un 26. maddesi ile 4208 sayılı Kanun'un
2. maddesinin(a), (b), (d) ve (e) bentleri yürürlükten kaldırılmıştır.
42. 5237 sayılı Kanun'un
"Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama" kenar
başlıklı 282. maddesinin ilk hâli şöyledir:
(1) Alt
sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan
malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını
gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak
maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis
ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile
cezalandırılır.
(2) Bu
suçun, kamu görevlisi tarafından veya belli bir meslek sahibi kişi tarafından
bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi hâlinde, verilecek hapis cezası yarı
oranında artırılır.
(3) Bu
suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde
işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu
suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik
tedbirlerine hükmolunur.
(5) Bu
suç nedeniyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele
geçirilmesini sağlayan veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele
geçirilmesini kolaylaştıran kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle
cezaya hükmolunmaz.
43. 5237 sayılı Kanun'un 282. maddesinin 26/6/2009 tarihli ve
5918 sayılı Kanun'un 5. maddesi ile değiştirilmiş şekli şöyledir:
"(1) (Değişik: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını
gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran
veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği
konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi, üç
yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar
adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) (Ek: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak
etmeksizin, bu suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini
bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran veya kullanan kişi iki yıldan beş
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (1)
(3) Bu suçun, kamu görevlisi tarafından veya
belli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi
halinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır.
(4) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş
bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat
artırılır.
(5) Bu suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel
kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
(6) Bu suç nedeniyle kovuşturma başlamadan
önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan veya
bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştıran
kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle cezaya hükmolunmaz."
44. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun1/11/2011 tarihli ve
E.2011/7-31, K.2011/219 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Sanıklarca işlendiği iddia olunan öncü
suçların gerçekleşme tarihi [K.]
Danışmanlık Ltd. Şirketince gübre alım ihalesinin kazanılarak sözleşmenin
imzalandığı 30.10.1995 günüdür. Diğer taraftan, karapara
aklama suçunun konusunu oluşturan 37.620.000 ABD Doları, sanıkların yöneticisi
olduğu şirketin ve hemen akabinde sanıkların şahsi banka hesaplarına 29.11.1995
(sehven 2005 yazılmış) ve 30.11.1995 (sehven 2005 yazılmış) tarihlerinde
aktarılmış olup, hem işlendiği iddia olunan öncü suçların gerçekleşme tarihi,
hem de öncü suçlar sonucu sanıklarca elde edilerek aklandığı iddia olunan
paranın elde edildiği tarih 4208 sayılı Yasanın yürürlük tarihi olan 19.11.1996
(sehven 2006 yazılmış) tarihinden öncedir. Karapara
aklama suçunun varlığı için, karapara olarak
nitelendirilen değerlerin elde edilmesine araç oluşturan öncü suçların 4208
sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 19.11.1996 (sehven 2006 yazılmış) tarihinden
sonra gerçekleşmiş olması gerekir, çünkü ancak bu durumda Yasanın 2-a
maddesinde sayılan suçların işlenmesi ile elde edilen değerler karapara olarak adlandırılabilir. Başka bir anlatımla karapara
aklama suçunun işlenebilmesi için öncelikle karapara
olarak adlandırabileceğimiz bir değerin varlığı gerekmekte olup, bu da Yasada
sayılan öncü suçların Yasanın yürürlük tarihinden sonra işlenmesi halinde
olanaklı olacaktır. Dolayısıyla sanıklarca aklandığı iddia olunan paranın elde
edildiği tarihin 4208 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce olması
nedeniyle karapara olarak nitelendirilmeyeceğinden,
karapara olarak nitelendirilmeyen suça konu paranın
da sanıklarca banka hesaplarından başka hesaplara aktarılması eylemlerinin karapara aklama suçunu oluşturduğunun kabulü olanaklı
değildir."
45. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 29/9/2011 tarihli ve
E.2009/10025, K.2011/16724 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Kara paranın, "kaynağının meşru
olduğu ispat edilemeyen gelir" olarak kabulü yasada yapılan tanımın
genişletilmesi anlamına gelir ki bunu ceza hukukunun temel ilkelerinden suç ve
cezada kanunilik kuralı ile bağdaştırma olanağı bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 141, 5271 sayılı CMK.nun 34, 230
maddeleri uyarınca Yargıtay denetimine olanak sağlayacak biçimde kararın
gerekçesinde suç oluşturduğu kabul edilen eylemlerin gösterilmesi, savunmada
ileri sürülen hususlar ile hükme esas alınan ve reddedilen delillerin
tartışılıp değerlendirilmesi, yüklenen suçun unsurlarının nelerden ibaret
olduğunun açık olarak gerekçeye yansıtılması ve sonuca hangi gerekçelerle ulaşıldığının
belirtilmesi gerekirken, sanıkta yakalanan paranın karapara
olduğuna ve bu paranın ne şekilde aklandığına ilişkin delillerin neler olduğu
karar yerinde gösterilip tartışılmadan, gerekçeden yoksun olarak ve denetime
olanak vermeyecek şekilde yazılı biçimdehüküm tesisi [bozmayı
gerektirmiştir.]"
46. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 8/10/2012 tarihli ve
E.2011/12206, K.2012/19784 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"TCK'nın 282. maddesininde öngörülen öncül suç niteliğindeki "parada
sahtecilik" suçundan sanık hakkında Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesinin
verdiği 2006/133 esas sayılı mahkumiyet kararının
kesinleşmesi beklenerek, sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin
gözetilmemesi [bozmayı gerektirmiştir.]"
47. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 31/10/2014 tarihli ve
E.2013/277, K.2014/10780 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"31. 03.2010 tarihli Mali Suçları
Araştırma Kurulu raporu ile 13.12.2011 tarihli bilirkişi kurulu raporunda
sanığın uyuşturucu ticareti suçundan kazandığı para ile malvarlığı hareketleri
arasında somut ilişki kurulamadığının bildirilmiş olması, tüm dosya kapsamından
da; sanığın, öncül suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, gayrimeşru
kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat
uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutmak suretiyle aklama suçunu
işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve
inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati
yerine mahkumiyetine hükmolunması [bozmayı gerektirmiştir.]"
48. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 17/11/2015 tarihli ve
E.2015/4821, K.2015/4212 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Suçtan kaynaklanan
malvarlığı değerlerini aklama suçunun oluşabilmesi için failin, alt sınırı altı
ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerini, yurt dışına çıkarması veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek
veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla
çeşitli işlemlere tabi tutması gerektiği; ayrıca sanık tarafından aklandığı
iddia olunan malvarlığı değerinin elde edilme tarihinin 4208 sayılı Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten sonra olması zorunluluğu da dikkate alınarak somut olayda öncül suç niteliğindeki
"uyuşturucu madde ticareti" suçlarından sanık hakkında işlem
yapıldığı ve yargılandığı belirtilen dava dosyalarının tespit edilerek
mahkemelerinden getirtilip suç tarihlerinin 4208 sayılı Kanunun yürürlüğünden
sonra olup olmadığı ve malvarlığı değerinin
bu suçlar nedeniyle elde edilip edilmediği yönünden incelenmesi ve
sonucuna göre sanığınhukuki durumunun takdir ve
tayini gerektiğinin gözetilmemesi [bozmayı gerektirmiştir.]"
V. İNCELEME VE GEREKÇE
49. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
50. Başvurucular; gerekçeli kararda belirtilen hangi eylemlerin
öncü suç olarak nitelendirildiğinin belirtilmediğini, öncü suçların ne zaman ve
şeklide işlendiğinin belirtilmediğini, atıf yapılan bazı eylemlerin ise 4208
sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden önce olduğunu ve varsayıma dayalı olarak
cezalandırıldıklarını belirterek suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
51. Bakanlık görüş yazısında, başvurunun bu kısmı hakkında görüş
bildirilmemiştir.
2. Değerlendirme
52. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
53. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının adil yargılanma
hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
54. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ
bu görüşe katılmamışlardır.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
55. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine
ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği
vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın
36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı
güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
56. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma
yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa
kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,
§ 76).
57. Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını
yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük,
tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra
tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun
bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir
toplumda toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini
öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer
Başat ve diğerleri [GK],
B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 34).
58. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği,
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında
ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi hak ihlaline neden
olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri,
§§ 35, 39). Gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalı (İbrahim
Ataş, B. No: 2013/1235, 18/6/2013, § 24) ve davada ileri sürülen
esas iddiaların diğerlendirilmiş olduğu karardan
anlaşılmalıdır.
59. Zira bir davada tarafların hukuk düzenince hangi nedenle
haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne
uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken
mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle
seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta bir gerekçe bölümünün ve buna
uyumlu hüküm fıkralarının bulunması gerekçeli
karar hakkı yönünden zorunludur. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın
sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi
veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaları cevapsız
bırakmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 38, 39).
60. Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen
iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla
birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir. Bir yargılamada geçerli olan delil sunma ve
inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğini denetlemek
Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa Mahkemesinin görevi
başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak temel hak ve özgürlükler
bağlamında adil olup olmadığını değerlendirmektir (Billur Güzide Balyemez ve Recai Alper Tunga, B. No:
2014/5909, 25/3/2015, § 45).
61. Anayasa Mahkemesinin buradaki rolü derece mahkemelerinin
hangi delile dayanarak karar vermeleri gerektiğini tespit değildir. Bununla
birlikte başvurucuların ileri sürdükleri kararın sonuca etkili iddia, savunma
ve delillerinin kararın gerekçesinde karşılanıp karşılanmadığı adil yargılanma
hakkı çerçevesinde yapılacak incelemenin haricinde bırakılamaz.
ii. İlkelerin Somut Olaya
Uygulanması
62. Kara paranın aklanması fiili ilk kez 1996 yılında 4208
sayılı Kanun ile hukuk sistemimizde suç olarak düzenlenmiştir. 5549 sayılı
Kanun'un 26. maddesiyle 4208 sayılı Kanun'un birçok maddesi yürürlükten
kaldırılmış, karapara terimi yerinesuçtan
kaynaklanan malvarlığı değerini ifade eden suç
geliri terimi kullanılmıştır. Aynı Kanun'da suçtan kaynaklanan mal
varlığı değerlerinin aklanması anlamına gelen "aklama suçunun" 5237 sayılı Kanun'un 282. maddesinde
düzenlenmiş olan suçun; diğer mevzuatta yer alan "kara para" ibaresinden "suçtan kaynaklanan mal varlığı değeri",
"karapara aklama suçu" ibaresinden de "aklama suçunun" anlaşılacağı
ifade edilmiştir.
63. 5549 sayılı Kanun'un yollamada bulunduğu 5237 sayılı
Kanun'un 282. maddesiyle düzenlenen "suçtan
kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama" suçunun
oluşabilmesi için alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren
bir suçun işlenmesi suretiyle elde edilen mal varlığı değerlerinin yurt dışına
transfer edilmesi veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir
yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere
tabi tutulması gerekmektedir. Anılan maddenin gerekçesinde, suçtan kaynaklanan
mal varlığı değerlerini aklama suçunun konusunu suçtan kaynaklanan mal varlığı
değerleri oluşturmaktadır. Bu mal varlığı değerlerinin elde edildiği suçun türü
veya mahiyeti önemli değildir. Önemli olan, bu suçun konusunu oluşturan
ekonomik değerlerin başka bir (öncü) işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde
edilmiş olmasıdır.
64. Başvurucular mahkûmiyet gerekçesinde; akladıkları iddia
edilen gelirle ilgili olarak kaynağı ispat edilemeyen kayıt dışı malvarlığına
atıf yapıldığını, birtakım eylemlerden bahsedildiğini ancak öncü suç kapsamında
hangi somut fiilleri işlediklerinin ve bu suçların ne şekilde sübuta erdiğinin
gerekçeli karardan anlaşılmadığını ileri sürmektedir.
65. Somut olayda suçtan kaynaklanan mal varlığı değerleri olarak
başvurucu Erol Eşrefoğlu'na ait vergi borçları ve SSK gibi kurumlara olan
borçları, elektrik borçları, N. M.nin öldürülmesi
dolayısıyla elde edildiği iddia edilen paralar ve bankalardan alınan usulsüz
krediler sayılmaktadır. Diğer başvurucunun ise güvendiği bir kısım çalışan
adına banka hesapları açtırarak bu hesaplara kara para niteliğindeki gelirin
işlettirildiği belirtilmiştir. Ancak başvurucu Erol Eşrefoğlu'nun vergi
borçları bakımından da dayanak olarak alınan bilirkişi raporlarında Vergi Usul
Kanunu'na aykırılıktan verilmiş bir mahkeme kararına atıf yapılmamış; gerekçeli
kararda da bu konuda bir açıklık bulunmamaktadır. Kredi kullandırılması
sürecinde evrakta sahtecilik, dolandırıcılık gibi öncü suçların işlenip
işlenmediği, öncü suçların işlendiği iddiasıyla soruşturma/kovuşturma işlemi
yapılıp yapılmadığı gerekçeli karardan anlaşılamamaktadır. N.M.nin
öldürülmesi dolayısıyla nasıl bir mal varlığı elde edildiği de somutlaştırılmış
değildir. Bu konuda hazırlanan raporda anılan paranın 2 trilyon olduğu belirtilmişse de bu
kanaate hangi verilerden hareket edilerek ulaşıldığı ve para miktarının neyi
ifade ettiği belli değildir.
66. Bu durumda başvurucuların ayrı ve açık bir yanıt verilmesini
gerektiren suçtan kaynaklanan mal varlığı
değerlerini aklama suçunun konusunu oluşturan ekonomik değerlerin hangi öncü
suçların işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edildiğine dair
iddiaları ayrı ve açıkça tartışılmamış ve karşılanmamıştır. Gerekçede birtakım
soyut değerlendirmeler bulunmaktaysa da başvurucuların mal varlığı değerlerinin
hangi suçlar nedeniyle elde edildiği yönünden bir tartışma yapılmamıştır. Kayıt
dışı para ile suçtan kaynaklanan gelirin birbirine karıştırıldığı kuşkusuna
sebep olacak şekilde bir değerlendirme yapılmıştır. Bu nedenle yargılama süreci
bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucuların gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ
bu görüşe katılmamışlardır.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
68. Başvurucu Erol Eşrefoğlu, makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
69. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
70. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç
tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından
bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi
birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise
suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar
yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34).
71. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların
ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın
süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate
alınır (B.E., § 29).
72. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 8 yıl 5 ayı aşan yargılamanın
süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
73. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
74. Başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine
karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetleri
hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına
gerek görülmemiştir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
76. Başvurucular ihlal tespiti ve yargılamanın yenilenmesi
taleplerinde bulunmuştur.
77. Mevcut başvuruda, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
78. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) yerine bakan Bursa 5. Ağır
Ceza Mahkemesine (E.2006/16) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucu Erol Eşrefoğlu hakkında Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
80. Başvurucu tazminat talep etmemiştir. Bu nedenle bu hususta
karar verilmemiştir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin
başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ'un
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Her iki başvurucu yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ'un karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
2. Başvurucu Erol Eşrefoğlu yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE
OYBİRLİĞİYLE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa
5. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2006/16) GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/6/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuru konusu, “kara para aklama” suçu olarak da
adlandırılan “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama” suçundan
verilen ceza mahkumiyetinin yeterli gerekçeyi ihtiva etmemesi iddiasına
ilişkindir.
2. Suçun gerek 4208 sayılı Kanunun 2. maddesinde, gerek 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 282. maddesinde düzenlendiği şekliyle, işlenmesi
için, bir veya daha fazla “öncül suç”un varlığı
gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, herhangi bir öncül suçun mevcut olmadığı bir
durumda, “kara para aklama” suçunun da işlendiğinden söz edilemeyecektir.
3. Öte yandan yargı içtihatlarında ve doktrinde kara para
suçundan mahkumiyet kararı verilebilmesi için gelir
elde edildiği iddia olunan bütün öncül suçların kovuşturulmasının yapılması ve
yargılamaların kesin hükümle sonuçlanmış olması gibi bir koşul aranamayacağı
kabul edilmektedir.
4. Kara paranın aklanması suçunda sanık hakkında mahkumiyete
karar verilebilmesinin, iddia olunan öncül suçların ayrı ayrı sübutuna ve kesin
hükümle sonuçlandırılmasına talik edilmesi, uygulamada bu suçtan (aklama) ceza
verilmesini pratikte neredeyse imkansız hale
getirebileceği gibi, öncül suçların varlığına temas etmeden sadece suçtan
kaynaklanan malvarlığını aklama suçundan mahkumiyet hükmü kurulması da
masumiyet karinesine aykırı bir durum doğuracaktır. Bilindiği gibi, masumiyet
karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda
suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini
ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM,
E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair
kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence
altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar
yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak
nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No:2012/665, 13/6/2013, §
26).
5. Bu nedenle, kara para suçunda öncül suçların her birinin
sübutu ve her bir suçtan ne kadar gelir elde edildiğinin ispatı değil, sadece “suç işlemek için örgüt kurma” suçunun
işlenmiş olduğunun tespiti yeterli olabilecektir. Kuşkusuz, derece mahkemeleri,
bu görüşten farklı bir içtihat da tesis edebilirler. Ancak bu durumda, yukarıda
4. paragrafta belirtilen sorunların da yargı içtihatlarıyla hukuk devleti
gereklerine uygun çözümlere kavuşturulması icap eder. Bireysel başvurularda
Anayasa Mahkemesinin görevi, bu hususlarda en üst temyiz mercii ve içtihat
belirleyici gibi davranmak değildir.
6. Somut olayda, derece mahkemelerinin gerekçeleri her ne kadar
karmaşık ve kolayca anlaşılamayacak bir şekilde yazılmış ve bir kısmı da suç
teşkil etmeyen vergi borcu, banka kredisini ödememek gibi eylemlere dayanmış
olsa da esas itibariyle başvurucuların suç işlemek amacıyla (çıkar amaçlı) örgüt
kurmaları suretiyle öncül suçu işledikleri yolunda bir kabule dayandıkları
anlaşılmaktadır.
7. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikayetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik içeren yorum, uygulama ve
sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
8. Bu yönüyle bakıldığında derece mahkemelerinin kararlarının
hukuk kurallarının yorumlanmasına ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin
hususlar kapsamında kaldığı düşüncesiyle, Bölüm çoğunluğunun, “gerekçeli karar hakkının ihlali” yönünde
vardığı sonuca katılmamaktayım.
9. Öte yandan başvurucuların, gerekçeli karar hakkı yönünden
ihlal sonucuna varılması nedeniyle ayrıca incelenmeyen, tabii hakim ilkesine aykırı olarak, adil ve tarafsız olmayan
mahkemelerde yargılandıkları iddiası da bulunmaktadır. Kuşkusuz, başvurucuların
ciddi bir iddiayı içeren bu konuda delilleri ve tanıkları varsa, 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311 ve devamı maddeleri gereğince yargılamanın
yenilenmesini, hükmü veren mahkemeden isteyebileceklerdir. Yargılamanın
yenilenmesi talebi kabul edilmezse, bu durumda Anayasa Mahkemesi bireysel
başvuru yoluyla konuyu tekrar inceleyebilecektir.
10. Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesinin ikincil bir yargı
yolu olması ve temyiz mahkemesi gibi hareket etmemesi ilkelerine uymadığı
kanısında olduğum ihlal sonucuna, gerekçeli karar hakkı yönünden
katılmamaktayım. Başvurucunun uzun yargılanma şikayeti
yönünden ise Bölüm çoğunluğuna katılıyorum.
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucular hakkında yapılan ceza yargılamasında kararı
etkileyecek esaslı iddiaların kararda tartışılmaması sebebiyle gerekçeli karar hakkının;
yargılamanın çok uzun sürmesi sebebiyle de bu iddiada bulunan başvurucunun
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin karara
katılmakla birlikte gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul
edilebilir olduğuna ve bu hakkın ihlal edildiğine ilişkin çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
Başvurucular, sundukları delillerin araştırılmadığını ve
savunmalarının gerekçeli kararda değerlendirilmediğini, gerekçeli kararda hangi
eylemlerin öncül suç olarak nitelendirildiğinin belirtilmediğini, öncül
suçların ne zaman ve ne şekilde işlendiğinin de açıklanmadığını, belirtilen
bazı eylemlerin ise karaparanın aklanmasının
önlenmesi hakkındaki 4208 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden öncesine ilişkin
olduğunu ifade ederek, haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Bölümümüz çoğunluğu, başvuru konusu mahkûmiyet kararının
gerekçesinde bazı soyut değerlendirmeler bulunmakta ise de “başvurucuların ayrı
ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren” iddialarının açıkça tartışılıp
karşılanmadığını ve “kayıt dışı para ile suçtan kaynaklanan gelirin birbirine
karıştırıldığı kuşkusuna sebep olacak şekilde bir değerlendirme yapıl[dığını]” belirterek başvurucuların adil yargılanma hakkı
kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (§ 66).
Bilindiği gibi, Anayasada ve Sözleşmede güvence altına alınan
hakların etkili bir şekilde korunması için, derece mahkemelerinin tarafların
iddialarını ve delillerini etkili bir şekilde incelemeleri gerekmekte, ancak
başvurucunun bazı iddialarına kararda cevap verilmemiş olması her zaman
gerekçeli karar hakkının ihlali sonucunu doğurmamaktadır. Başka bir anlatımla,
mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından
biri olmakla birlikte, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve
savunmaya kararda ayrıntılı olarak cevap verilmesi gerektiği şeklinde
anlaşılmamakta; bir kararda tam olarak hangi hususların bulunması gerektiği ve
gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı, davanın ve kararın niteliğine ve
şartlarına göre değişebilmektedir.
Diğer kararlarımızda olduğu gibi bu kararda da gerekçeli karar
hakkına ilişkin söz konusu genel ilkeler tekrarlanmaktadır. Ancak ilkelerin
olaya uygulanmasıyla ilgili paragraflarda yapılan değerlendirmelerin, derece
mahkemelerine ait olan “delillerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması yetkisine” ilişkin olarak önceki kararlarımızda
belirlenen ilkelerimizle bağdaşmadığı düşünülmektedir.
Somut olayda ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında, 4208
ve 5549 sayılı Kanunlar ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
ilgili hükümlerinin yorumlanarak, örgüt yöneticisi olduğu belirtilen sanık ile
diğer sanıkların fiillerinin öncül suç kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
sonuç ve kanaatine varıldığı ve mahkûmiyet hükmünün kurulduğu anlaşılmaktadır
(§ 35).
Yargıtayca verilen onama kararında ise, karapara aklama (suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini
aklama) suçunun, kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suç
olduğu ifade edilerek ayrıntılı bir gerekçeyle, anılan kanun hükümlerinin
yorumlandığı ve somut olaydaki fiillerin karapara
aklama suçunu oluşturmasından dolayı ilk derece mahkemesinin kararında bir
isabetsizlik bulunmadığının belirtildiği görülmektedir (§ 37).
AİHM kararlarında olduğu gibi Anayasa Mahkemesinin kararlarında da, derece mahkemelerinin kararların yapısı ve içeriği ile
ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahip bulundukları kabul edilmektedir.
Diğer taraftan her iki Mahkeme de adil yargılanma hakkıyla ilgili şikâyetleri
incelerken temyiz mercii gibi davranmaktan kaçınmakta ve hak ihlali olup
olmadığını yargılamanın bütününü dikkate alarak incelemektedir. Derece
mahkemelerinin değerlendirmeleri ile ulaştıkları sonuçlar ve bu çerçevede kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular ise açık keyfilik veya bariz takdir
hatası içermedikçe Mahkememizce incelenmemektedir.
Diğer taraftan, adil yargılanma hakkının bir uzantısı olan gerekçeli
karar hakkına ilişkin önceki kararlarımızda da belirtildiği üzere,
mahkemelerin, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını açık olarak
belirtmekle yükümlü oldukları, ancak bu yükümlülüğün, her iddiaya karar
gerekçesinde ayrıntılı olarak cevap verilmesi gerektiği şeklinde
anlaşılamayacağı ve yargılama sırasında ileri sürülen temel argümanların
karşılanmasının yeterli olduğu kabul edilmektedir.
Çoğunluğun ihlal sonucuna ulaşırken, somut olayda suçtan
kaynaklanan mal varlığı değerleri olarak bazı kaynakların sayıldığının ve bazı
kişiler adına açılan banka hesaplarında karapara
niteliğindeki gelirin işlettirildiğinin belirtildiği, ancak bu değerlerin öncül
suçların işlenmesi suretiyle elde edilip edilmediğinin mahkemenin gerekçeli
kararından anlaşılamadığı, başvurucuların açık bir şekilde cevap verilmesini
gerektiren “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu
oluşturan ekonomik değerlerin hangi öncü suçların işlenmesi suretiyle veya
dolayısıyla elde edildiğine dair iddiaları[nın]
ayrıca ve açıkça tartışılma[dığı] ve karşılanma[dığı]” ve gerekçedeki değerlendirmelerin soyut olduğu
gerekçesine dayandığı anlaşılmaktadır.
Ancak, başvuru formunda ve ihlal kararının gerekçesinde derece
mahkemelerinin gerekçelerinde tartışılmadığı ve karşılanmadığı belirtilen
hususların, esasen delillerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının
yorumlanmasına ve uygulanmasına ilişkin olduğu ve anılan suçla ilgili olarak bu
konularda doktrinde ve yargı kararlarında farklı görüşlerin savunulduğu görülmektedir.
Nitekim suçtan elde edilen malvarlığını (karaparayı)
aklama yasağının zaman bakımından uygulanması bakımından da, maddî konu olarak
suçtan kaynaklanan malvarlığı değerleri ve öncül suçlar bakımından da farklı
görüşler savunulmakta (Osman Yaşar/ Hasan Tahsin Gökcan/
Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu,
C.6, Genişletilmiş 2.bs., Ankara 2014, s. 8356 vd.); örneğin bu suçun
oluşabilmesi için maddî konuyu oluşturan malvarlığı değerlerinin önceki suçtan
kaynaklandığının kabulü bakımından bir mahkûmiyet kararının bulunmasının
gerekmediği ve önemli olanın bu değerlerin bir suçtan elde edildiğinin
kanıtlanması olduğu belirtilmektedir (Yaşar/Gökcan/Artuç, age., s. 8359).
Bu itibarla, çoğunluğun kararında gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği sonucuna götüren tespit ve değerlendirmelerin delillerin
değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının yorumlanmasına ve uygulanmasına
ilişkin olduğu; derece mahkemelerinin kararlarında bariz takdir hatası veya
açık keyfilik olduğunun belirtilmediği de dikkate alındığında, söz konusu
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olmasından dolayı açıkça dayanaktan
yoksun olduğuna karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Diğer taraftan, incelenen başvuruya konu derece mahkemelerinin
gerekçeli kararlarında, davanın sonucuna etkili olabilecek iddia ve
savunmaların aktarılarak tartışıldığı, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve
temel argümanların açıklanarak bunlarla hüküm arasındaki bağlantının
gösterildiği ve kurulan hükmün hangi sebeplere ve hukukî düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak nitelikte gerekçelerin bulunduğu görülmektedir.
Böylece başvuruya konu yargı kararlarında, kararların hangi
temele dayandırıldığının belirtildiği, başvurucuların mahkûmiyet kararının
sebeplerini öğrenmesini sağlayacak, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme
varılırken nelerin dikkate alındığını gösteren bir gerekçe bölümünün bulunduğu
ve anılan kararlarda yer verilen gerekçelerin davanın şartları dikkate
alındığında makul ve yeterli olduğu düşünülmektedir.
Bu sebeplerle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilemez olduğu ve söz konusu hakkın ihlal edilmediği
düşüncesiyle, çoğunluğun kabul edilebilirlik ve ihlal kararına katılmıyorum.