logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Erol Eşrefoğlu ve Hüseyin Kayapalı [2.B.], B. No: 2015/964, 12/6/2018, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EROL EŞREFOĞLU VE HÜSEYİN KAYAPALI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/964)

 

Karar Tarihi: 12/6/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Raportör Yrd.

:

Zehra GAYRETLİ

Başvurucular

:

1. Hüseyin KAYAPALI

Vekili

:

Av. Yavuz ABBASOĞLU

 

 

2. Erol EŞREFOĞLU

Vekili

:

Av. Murat BALCI, Av. Mehmet ER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, karar sonucunu etkileyecek esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 15/1/2015 ve 16/1/2015 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyon tarafından 2015/987 numaralı bireysel başvuru dosyasının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/964 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2015/964 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu Erol Eşrefoğlu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

10. Sırasıyla 1960 ve 1966 doğumlu olan başvurucular, değişik sektörlerde ticari faaliyet gösteren çok sayıda firmanın işletmeciliğini yapmış işadamlarıdır.

11. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başvurucuların da aralarında yer aldığı 220 şüpheli hakkında çıkar amaçlı suç örgütü kurma, yönetme, örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine nitelikli dolandırıcılık, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini vekara parayı aklama suçlamalarıyla soruşturma başlatılmıştır.

12. Başvurucular, söz konusu soruşturma kapsamında 28/6/2006 tarihinde gözaltına alınmış; 30/6/2006 tarihinde ise Bursa 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/346 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmışlardır.

13. Soruşturma kapsamında başvurucularla ticari temaslarda bulundukları tespit edilen gerçek ve tüzel kişilerden oluşan şüphelilerin mal varlıklarında kaynağı şüpheli artışlar olup olmadığının belirlenmesi ve delil araştırması yapılması amacıyla Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) murakıpları, Maliye Bakanlığı hesap uzmanları ve gelirler kontrolörleri bilirkişi olarak tayin edilmiş ve bilirkişilerden başvurucularla diğer şüpheliler arasında gerçekleştirilen ticari işlemlerin incelenmesi ve inceleme sonuçlarının rapor edilmesi istenmiştir.

14. Soruşturma dosyasında bilirkişi olarak tayin edilen BDDK murakıpları, şüphelilerin gönderici ve alıcı sıfatıyla taraf oldukları banka havalelerine ve para transferlerine ilişkin beş yıllık kayıtlar üzerinde yaptıkları inceleme sonucu elde ettikleri bulguları 16/6/2006 tarihli raporla Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Bu raporda; ortalama gelir düzeyine sahip bir şahsın objektif koşullarda yapması beklenen düzeyden gözle görünür biçimde yüksek tutarda, şüpheli mahiyette para hareketlerinin mevcut olduğu, söz konusu şüpheli işlemlerde taraf olan şahısların gelir düzeyleri dikkate alındığında gerekli yasal işlemlerin yapılmasının yerinde olacağı görüşüne yer verilmiştir.

15. BDDK murakıpları tarafından düzenlenen bir diğer raporda; kara para aklama amacıyla çok sayıda kişiden oluşan bir organizasyon oluşturulduğu, 1999-2006 yılları arasında özel bankalarda 316 farklı şahıs adına mevduat ve yatırım hesapları açıldığı, bu hesaplar kullanılarak yasa dışı fonların yasal fonlar görünümünde bankacılık sisteminde nemalandırıldığı, paravan şirket kullanımı gibi yöntemlerle kara paranın aklandığı yönünde görüşlere yer verilmiştir. Bu raporda ayrıca ilgili banka müdürlerinin hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçunu işledikleri değerlendirmesinde de bulunulmuştur.

16. Soruşturma dosyasında bilirkişi olarak atanan Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulunda görevli hesap uzmanlarınca düzenlenen 23/6/2006 tarihli raporda ise soruşturma kapsamındaki kişilerin mal varlığı unsurları ile beyan edilen kazanç tutarlarının karşılaştırılması sonucu elde edilen bilgilere göre bazı şüphelilerin mal varlığı unsurlarının beyan ettikleri kazançlarla açıklanamadığı tespitine yer verilmiştir. Bu raporda ayrıcabaşvuruculardan Erol Eşrefoğlu ile irtibatlı kişilerin ortak ve yöneticisi oldukları şirketlerin 30/3/2006 tarihi itibarıyla kesinleşmiş yüksek oranda vergi borcu bulunduğu, başvurucunun bu borçlar nedeniyle ilgili kamu kurumlarının takibinden kaçmak için resmî olarak şirketlere ortak olmadığı, bazı şirketleri kontrolünde tutarak yakın çevresinde bulunan şahıslar aracılığıyla yönettiği, söz konusu şahıslar adına açılan hesaplardan para transferlerine yönelik talimatlar verdiği, kontrolünde tuttuğu şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamak için bu paraları kullandığı yönünde tespitlere de yer verilmiştir.

17. Soruşturma dosyasında bilirkişi olarak görevli gelirler kontrolörünce hazırlanan 30/9/2005 ve 14/9/2006 tarihli raporlarda, başvuruculardan Erol Eşrefoğlu tarafından çeşitli kamu kurumlarına olan borçların hileli yollarla ödenmediği ve bu paraların diğer başvurucu Hüseyin Kayapalı'ya ait firmalar üzerinden gerçekleştirilen ticari işlemlerle sisteme transfer edildiği, başvurucu Erol Eşrefoğlu'nun yakın çevresindeki şahıslar adına yüksek miktarda hazine bonosu virman işlemlerinin bulunduğu, 2003 yılında bu işlemlerin ciddi boyutlara ulaştığı, hazine bonosu gelirlerinin çok sayıda kişiye dağıtılarak istisnadan faydalandırılıp "vergi kaçırmak" maksadıyla kara para aklama yöntemi olarak kullanılmış olabileceği yönünde görüşlere yer verilmiştir.

18. Soruşturma dosyasına atanan bilirkişiler ve uzmanlar tarafından yapılan incelemeler sonucu hazırlanan diğer raporlarda da açıkça sistem içinde dolaşan paranın kaynağının şüpheli ve kara para olduğu, bu paranın illegal yollardan ve suçtan elde edildiği, söz konusu para ve mal varlığının araştırılması, ayrıca müsadereye tabi tutulması, bu amaçla acilen tedbir kararı verilmesi yönünde görüşler bildirilmiştir.

19. Soruşturmayı yürüten Başsavcılık tarafından bilirkişi raporlarında belirlenen tavsiyelere göre başvurucuların da aralarında yer aldığı şüpheli şahıs ve şirketlerin mal varlığı hakkında tedbir kararı verilmesi talep edilmiştir.

20. Bu talep üzerine Bursa 2. Sulh Ceza Mahkemesince 27/6/2006 tarihli kararla başvurucuların da aralarında yer aldığı bazı şüphelilerin tüm mal varlıklarının dondurulmasına, başvurucularla bağlantılı olduğu tespit edilen tüzel kişilerin yönetim kurulu yetkilerinin soruşturma süresince kayyıma devredilmesine ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) kayyım olarak atanmasına karar verilmiştir. Bu karar kapsamında başvurucu Erol Eşrefoğlu'na ait olduğu düşünülen ve kara para olarak adlandırılan, hukuk dışı sermaye olduğu değerlendirilen ve bazı şüphelilere ait hesaplarda tutulduğu anlaşılanparaya el konulmuştur.

21. Soruşturma kapsamında banka hesaplarında şüpheli para hareketleri olduğu iddia edilen bazı şüphelilerin başvurucularla bağlantılı olduğu anlaşılan şirketlerde çalışmakta oldukları veya başvurucuların yakın akraba ve arkadaş çevrelerinde yer aldıkları anlaşılmış ve bu şüpheliler, söz konusu banka hesaplarındaki mevduat hakkında bilgi sahibi olmadıklarını, kendi adlarına kayıtlı bu hesapların başvurucular tarafından veya başvurucuların talimatlarına göre kullanıldığını beyan etmişlerdir. Söz konusu beyanlar soruşturma dosyasında delil olarak değerlendirilmiştir.

22. Diğer yandan soruşturmanın başlatıldığı tarihten önceki dönemde başvurucularla bağlantılı şirketler hakkında yapılmış denetimler ve incelemeler sonucu düzenlenen uzman raporları da soruşturma dosyasına alınmıştır. Bu raporlarda, kara para aklama suçunun oluştuğu şüphesi uyandıran birtakım ticari işlemlerin tespit edildiği, 13/11/1996 ve 4208 sayılıKaraparanın Aklanmasının Önlenmesine,2313 Sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunda, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda ve 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun kapsamında soruşturma yapılmasının gerekli olduğu yönünde görüşler mevcuttur. Örneğin Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından hazırlanan 17/10/2001 tarihli raporun sonuç bölümünde, başvuruculardan Erol Eşrefoğlu tarafından Türkiye İş Bankasından 1994 yılından itibaren kullanılan kredilerin dolandırıcılık kastıyla alındığı, mütemadi fiilin fabrika ve zeytin alımlarıyla 1997 yılı içinde tamamlandığı, bu işlemler sonucu usulsüz olarak aktarılan krediler nedeniyle banka ve faktoring kurumu zararı oluştuğu, bu zararın 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 503. maddesi ve 504. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak suretiyle meydana geldiği, banka yöneticilerinin bu suçlara iştirak ettikleri, bahsi geçen (İş Bankasından elde edilen) meblağın 4208 sayılı Kanun'un 2. maddesine göre kara parayı ve bu paranın banka hesapları arasında aktarılmak ve çeşitli gayrimenkuller alınmak suretiyle değerlendirilmesinin de aynı Kanun’un anılan maddesine göre kara para aklama suçunu oluşturduğu tespitine yer verilmiştir.

23. Soruşturmanın tamamlanmasından sonra dosya kapsamına alınan evrakın incelenmesi neticesinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca konunun kara para veya suçtan kaynaklanan mal varlığı olarak nitelendirilebilecek servetin aklanmasına yönelik eylemlerden oluştuğu değerlendirilerek 4208 sayılı Kanun hükümleri ile 29/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama kenar başlıklı 282. madde hükümlerinin uygulanabileceği ancak 4208 sayılı Kanun uygulandığında işlemlerin ve prosedürlerin çok uzun zaman alacağı, sonuç alma ihtimalinin zayıf bulunduğu, 5237 sayılı Kanun'un 282. maddesinin ise birebir eylemlerin karşılığı olduğu, daha pratik hükümler içerdiği, eylemlerin devamlılık göstermesi nedeniyle de suç tarihi açısından problem olmayacağı kanaatiyle 4208 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasından vazgeçilerek 25/9/2006 tarihli iddianame ile başvurucuların silahlı çıkar amaçlı suç örgütü kurma ve yönetme, örgütlü şekilde kamu kurumları aleyhine nitelikli dolandırıcılık, örgütlü şekilde suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlendirini aklama suçlarından 5237 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları talebiyle dava açılmıştır.

24. Söz konusu iddianamede yer verilen hukuki değerlendirmeler şu şekildedir:

i. Başvuruculardan Erol Eşrefoğlu'nun dolandırıcılık ve kara para aklama suçlarına ilişkin haksız çıkar sağlamak amacıyla örgüt kurduğu, örgüt üyelerinin genellikle silahlı gezdiği, bu hâliyle eyleminin silahlı çıkar amaçlı suç örgütü oluşturma suçunu oluşturduğu, diğer başvurucu Hüseyin Kayapalı'nın da örgütün kurucu kadrosunda yer aldığı, bu nedenle her iki başvurucunun da 5237 sayılı Kanun'un 220. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları uyarınca cezalandırılmaları talep edilmiştir.

ii. Başvurucu Erol Eşrefoğlu'nun yıllardan beri pek çok şirket kurduğu, şirketlerin vergi borçlarını ödemediği, vergi borçlarının gerçekçi bir şekilde tespit edilmesini önlemek amacıyla her türlü muhasebe hilesine başvurduğu, sigorta primlerini ödemediği, paravan şirketler kurarak bu şirketler üzerinden karmaşık alışveriş işlemleri gerçekleştirdiği, bankaları dolandırmak maksadıyla sahte çekler verdiği, banka görevlileri ile iş birliği yaparak yanıltıcı raporlar düzenlettirip kendisine yüksek oranlarda kredi verilmesini sağladığı, şirket hisselerini devamlı olarak yakınları ve çalışanları üzerinde tuttuğu, bu eylemlerin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu, başvurucuların eylem birliği içinde oldukları, bu nedenle başvurucularının örgütlü şekilde kamu kurumları aleyhine nitelikli dolandırıcılık suçundan 5237 sayılı Kanun'un 158. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca cezalandırılmaları talep edilmiştir.

iii. Başvurucu Erol Eşrefoğlu'nun kaynağı şüpheli olan, ticari faaliyetle elde edilmesi imkânı bulunmayan ve suçtan elde edildiği konusunda kesin kanaat hasıl olan yüksek miktarda kara para olarak adlandırılacak hukuk dışı sermayeyi bankacılık sektörünü kullanarak, iş dünyasında yatırımlar yaparak, gayrimenkuller alarak aklamaya çalıştığı, bu hâliyle suçun kara parayı aklamak olarak nitelendirilebileceği, bu nedenle başvurucuların örgütlü şekilde suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçundan 5237 sayılı Kanun'un 282 maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları uyarınca cezalandırılmaları talep edilmiştir.

iv. Başvurucu Hüseyin Kayapalı'nın ayrıca iş yerindeki kasasında az sayıda tabanca mermisi bulundurduğu tespit edildiğinden 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçundan da cezalandırılması talep edilmiştir.

25. Anılan iddianamede (s. 252) suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçu bakımından ise aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:

"Toplanan deliller ışığında, şüpheli Erol Eşrefoğlu'nun kaynağı şüpheli olan, ticarifaaliyetleri ile elde edilmesi imkanı bulunmayan ve suçtan elde edildiği konusunda kesin kanaat hasıl olan çok yüksek miktarda kara para olarak adlandırılacak hukuk dışı sermayeyi bankacılık sektörünü kullanarak, iş dünyasına girip yatınmlar yaparak, gayrimenkuller alarak aklamaya çalıştığı, bu hali ile suçun kara parayı aklamak olarak nitelendirilebileceği (...) "

26. İddianamede (s. 136) mağdur konumunda bulunan kurumlardan söz edilmekte ve bunlar arasında Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı yönünden vergi borçlarından, TMSF yönünden şirketlerin vergi borçlarından, Türkiye Elektrik A.Ş. bakımından elektrik borcundan, Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) yönünden Erol Eşrefoğlu'na ait şirket borçlarından ve nihayet İş Bankası yönünden bankaya olan borçlardan söz edilmiştir.

27. Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/318 sırasına kayıtlı dosya üzerinden görülen yargılamada 2/10/2006 tarihli kararla görevsizlik kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Silahlı çıkar amaçlı örgüt üyesi olmak, örgütlü şekilde kamuı kurumları aleyhine nitelikli dolandırıcılık ve bu suça iştirak, örgütlü şekilde suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklamak ve bu suça iştirak, silahlı çıkar amaçlı suç örügütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek, 676 sayılı Kanuna aykırı davranmak suçlarından 5237 sayılı Kanun'un 220/1-2-3, 158/1-e, 282/1-3, 6138 sayılı Kanunun 13/1 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları için sanıklar hakkında kamu davası açıldığı,

Suç işlemek amacıyla kurulan örgütün araç, gereç ve üye sayısı bakımından amaç suçları işlemeye elverişli, hiyerarşik yapı içerisinde devamlı ve disiplinli bir işbirliğini öngörmesi ve yasalarda suç sayılan fiilleri işlemek amacıyla oluşturulmuş olmasının gerektiği, suç işlemek amacıyla örgüt kurulmasının tehlike suçu olduğu, dosyanın konusu olan örgütün 2000 yılından bu yana işlediği suçlardan cebir ve tehdit uygulanmış olanların münferit nitelikte olup olmadıklarını, sanıkların kurduğu örgütün devamlılığını sağlamak amacıyla silah kullanmalarının cebir ve tehditi kapsayıp kapsamadığını, [A.Ç.] ile birlikte olunduğu imajı verilmesinin cebir ve tehdit unsuru olup olmadığını değerlendirmenin özel görevli Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılması gerektiği, bu durumda mahkemenin görevli olmadığı sonucuna varıldığı, görevsizlik kararı verilmesinin uygun görül[müştür.]"

28. Görevsizlik kararı ile dosyanın gönderildiği (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga 250. madde ile görevli) 12/10/2006 tarihli kararıyla örgütün silahlı olduğunun kabul edilmesinin mümkün olmadığı, sanıklara isnat olunan eylemlerin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde düzenlenen haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün çevresinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

29. Ortaya çıkan görev uyuşmazlığı nedeniyle dosya merci tayini için Yargıtaya gönderilmiş, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 13/11/2006 tarihli kararıyla (kapatılan) İstanbul12. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) yargılamada görevli olduğunu değerlendirerek (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) tarafından verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına ve dosyanın yargılama yapılmak üzere adı geçen Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

30. Söz konusu karara göre yargılamaya (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) E.2006/313 sırasına kayıtlı dosya üzerinden devam edilmiştir.

31. Mahkeme 20/6/2012 tarihli kararıyla başvurucuların suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve bu örgütü yönetme, mal varlığı değerlerini, bunların gayrımeşru kaynağını gizleyerek meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli bankalarda bir kısım sanıklar tarafından işlemlere tabi tutulmak suretiyle suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, başvurucu Hüseyin Kayapalı hakkında ayrıca 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına, bu suç yönünden kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, başvurucuların üzerlerine kayıtlı görülen tüm malvarlıklarının suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerinden kaynaklı kara para niteliğinde sermaye ile ele geçirildiğinden müsaderelerine hükmedilmiştir.

32. Mahkeme kararının gerekçesinde başvurucular hakkında aşağıdaki tespitlere yer verilmiştir:

A. Erol Eşrefoğlu Hakkında

33. Başvuruculardan Erol Eşrefoğlu'nun örgütün bizzat kurucusu ve yöneticisi olduğu, başvurucunun güvendiği bir kısım çalışan adına banka hesabı açtırarak bu hesaplara kara para niteliğindeki paranın yatırılarak aklanması işlemlerini gerçekleştirdiği tespit edilmiştir. Mahkeme, söz konusu kara paranın;

i. 1995 yılında öldürülen N.M. isimli şahsa ait kaynağı belirsiz para ve kıymetli evrakın ölüm olayından sonra başvurucu tarafından ele geçirilmesi ve başvurucunun anılan şahıstan almış olduğu borçlar ve oluşturduğu fonları kayıt dışı ticarette ve gayrimenkul alımında kullanarak yüksek gelir elde etmesi,

ii. Türkiye İş Bankası ve Türk Ticaret Bankası'nın başvurucuya ait şirketlerle kurduğu kredi ilişkilerinin normal bankacılık teamülleri dışında gerçekleşmesi, özellikle Türkiye İş Bankasının finansmanı sayesinde 1995 yılı rakamlarına göre 1 trilyon TL tutarında oluşturulan sermaye ve Türkiye genelinde faaliyet gösteren bir kısım özel bankadan sahte belgeler kullanarak usulsüz bir şekilde krediler temin etmesi,

iii. Başvurucunun 1992 yılından itibaren işlettiği firmalar nedeniyle çeşitli kamu kurum ve kuruşlarına olan borçlarını ödememesi, müşterek ticari faaliyetler yürüttüğü şahısların hesaplarından tanımı yapılamayan yüksek meblağlı para çıkışlarının bulunması, özellikle yurt dışına yönelik para hareketlerinin bazılarının vergi cenneti olarak bilinen yerlere yapılması, dolayısıyla vergi kaçırılması suretiyle elde edildiği kabul edilmiştir.

B. Hüseyin Kayapalı Hakkında

34. Diğer başvurucu Hüseyin Kayapalı hakkında ise örgütün hiyerarşik yapılanması içinde ana yöneticilerden biri olduğu, karşılıklı menfaat sağladığı ve güvendiği bir kısım çalışan adına banka hesapları açtırarak bu hesaplara kara para niteliğindeki paranın işlettirerek aklanması işlemlerini gerçekleştirdiği kabul edilmiştir.

35. İlk derece mahkemesi lehe kanun tespitinin bir usul meselesi olduğunu, bu çerçevede somut olayda 4208 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanabilirliğininbulunmadığını kabul etmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı aşağıdaki şekildedir:

 “4208 sayılı Yasanın 2. maddesi, 5549 sayılı Yasa ile getirilen düzenlemelerin bilahare yasa koyucu tarafından kaldırılarak 5237 sayılı Yasanın 282. maddesi ile getirilen düzenlemeler bir nevi usule ilişkin düzenleme gibi sonuç doğuran bir işlemdir. Zira, sanığın lehine olan yasa hükmü olarak değerlendirilebilmesi için bunun temel ceza içeren bir düzenleme olması zaruri olacaktır. Oysa bunun usuli nitelik oluşturan bir durum olup, bir nevi usule ilişkin düzenleme olarak kabul edilmesi gerektiği, bu haliyle bu durumun doğrudan cezai bir sonuca ilişkin olmaması nedeniyle usul hükmü olarak değerlendirildiği, örgüt yöneticisi olan sanık Erol EŞREFOĞLU(EVCİL)’nun geçmişte aldığı 1 yıl ve üzeri suçlar yönünden öncül suç için aranan koşulun da gerçekleştiği, diğer sanıkların da örgüt faaliyeti çerçevesinde bu suça iştirak ettikleri dolayısı ile usul hükümlerinin de derhal uygulanacağına ilişkin temel kural da gözetilerek sanıkların işledikleri öncül suçlar yönünden bir suç kategorisi gözetilmeyerek sanıkların örgüt faaliyetleri çerçevesinde elde ettikleri ve dosyanın mahiyeti gereği karapara özelliği oluşturduğu anlaşılan suçlardan kaynaklı gelirlerin öncül suç kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır" (Gerekçeli karar s. 364.)

36. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 17/12/2014 tarihli kararı ile başvurucular hakkında suç işlemek amacıyla ögüt kurma ve yönetme ile suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçlarından verilen mahkûmiyet hükmünün onanmasına ve müsadereye ilişkin hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan davanın ise zamanaşımı gerekçesiyle düşmesine hükmedilmiştir.

37. Konuyla ilgili olarak Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 17/12/2014 tarihli kararında aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:

"Bursa 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 3.7.2007 tarih ve 2007/190-722 E-K sayılı kararıyla sabık Erol Eşrefoğlu (evcil) hakkında suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan zamanaşımı nedeniyle verilen düşme kararının sanığın 28.3.1997 tarihinden önceki eylemlere ilişkin olduğu, inceleme konusu davanın ise 1999 yılı ve sonrası yapılan işlemler hakkında açıldığı ve hükmün kurulduğu anlaşılmakla, CMK nın 223/7 maddesinde belirtilen mükerrer davaya ilişkin koşullar bulunmadığından sanık müdafilerinin aynı konuda kesinleşmiş hüküm bulunduğuna dair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Karapara aklama (suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama) suçu kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suç olup, öncül suç dışında tamamen ayrı hukuki yararları koruduğu nazara alındığında, öncül suçun işlendiği tarihte 4208 sayılı Kanunun veya 5237 sayılı TCK nın 282. maddesinin yürürlükte olup olmamasının hukuken bir önem taşımayacağı, bir malvarlığı değerinin kaynağının “yasa maddesinde belirlenen suç” olması, o parayı “karapara ya da suç geliri” saymak için gerekli ve yeterli olacağı, bunun ekonomiye sokulmaya çalışılması, çeşitli işlemlere tabi tutulması (öncül suç hangi tarihte işlenmiş olursa olsun) karapara aklama suçunu oluşturacağı, karapara aklama veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun maddi unsurunu oluşturan “dönüştürme” hareketinin gerçekleştirildiği tarihin suç tarihi olacağı, somut olayda da dönüştürme hareketlerinin iddianame ile dava açılıncaya kadar teselsül ederek devam ettiği gözetildiğinde mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamış[tır.]"

38. Nihai karar 17/12/2014 tarihinde tefhim edilmiştir.

39. Başvurucular 15/1/2015 ve 16/1/2015 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

40. 4208 sayılı Kanun'un "Tanımlar" başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanunda geçen;

a) Karapara;

1. 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanundaki,

2. 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanundaki,

3. 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanundaki,

4. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Hakkında Kanundaki,

5. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 259 uncu maddesinin (b) fıkrasındaki,

6. (Ek alt bent: 12/12/2003 - 5020 S.K./15. md.) 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki,

7. (Ek alt bent: 12/12/2003 - 5020 S.K./15. md.) 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 47 nci maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (1) ila (7) numaralı alt bentlerindeki,

8. (Ek alt bent: 12/12/2003 - 5020 S.K./15. md.) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen veya Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tasfiyeye tabi tutulan bankalara dair iflas ve konkordatoya ilişkin olarak 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 333 üncü maddesindeki,

9. 765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki Devletin Şahsiyetine Karşı İşlenen Cürümler ve aynı Kanunun 179, 192, 211 ila 220, 264, 316, 317, 318, 319, 322, 325, 332, 333, 335, 339, 341, 342, 345, 350, 403, 404, 406, 435, 436, 495, 496, 497, 498, 499, 500, 504 ve 506 ncı maddelerindeki,

Fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen para veya para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal veya gelirleri veya bir para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak, mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü maddi menfaat ve değeri,

b) Karapara Aklama Suçu: Türk Ceza Kanununun 296 ncı maddesinde belirtilen haller haricinde, bu maddenin (a) bendinde sayılan fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen karaparanın elde edenlerce meşruiyet kazandırılması amacıyla değerlendirilmesi, bu yolla elde edildiği bilinen karaparanın başkalarınca iktisap edilmesi, bulundurulması, elde edenlerce veya başkaları tarafından kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu hareketin gizlenmesi, yukarıda belirtilen suçların hukuki sonuçlarından failin kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi veya transfer yoluyla aklanması veya karaparanın tespitini engellemeye yönelik fiilleri,

 (...)

ifade eder."

41. 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkındaki Kanun'un 26. maddesi ile 4208 sayılı Kanun'un 2. maddesinin(a), (b), (d) ve (e) bentleri yürürlükten kaldırılmıştır.

42. 5237 sayılı Kanun'un "Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama" kenar başlıklı 282. maddesinin ilk hâli şöyledir:

 (1) Alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

 (2) Bu suçun, kamu görevlisi tarafından veya belli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi hâlinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır.

 (3) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır.

 (4) Bu suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.

 (5) Bu suç nedeniyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştıran kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle cezaya hükmolunmaz.

43. 5237 sayılı Kanun'un 282. maddesinin 26/6/2009 tarihli ve 5918 sayılı Kanun'un 5. maddesi ile değiştirilmiş şekli şöyledir:

"(1) (Değişik: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) (Ek: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, bu suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran veya kullanan kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (1)

(3) Bu suçun, kamu görevlisi tarafından veya belli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi halinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır.

(4) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.

(5) Bu suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.

(6) Bu suç nedeniyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştıran kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle cezaya hükmolunmaz."

44. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun1/11/2011 tarihli ve E.2011/7-31, K.2011/219 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Sanıklarca işlendiği iddia olunan öncü suçların gerçekleşme tarihi [K.] Danışmanlık Ltd. Şirketince gübre alım ihalesinin kazanılarak sözleşmenin imzalandığı 30.10.1995 günüdür. Diğer taraftan, karapara aklama suçunun konusunu oluşturan 37.620.000 ABD Doları, sanıkların yöneticisi olduğu şirketin ve hemen akabinde sanıkların şahsi banka hesaplarına 29.11.1995 (sehven 2005 yazılmış) ve 30.11.1995 (sehven 2005 yazılmış) tarihlerinde aktarılmış olup, hem işlendiği iddia olunan öncü suçların gerçekleşme tarihi, hem de öncü suçlar sonucu sanıklarca elde edilerek aklandığı iddia olunan paranın elde edildiği tarih 4208 sayılı Yasanın yürürlük tarihi olan 19.11.1996 (sehven 2006 yazılmış) tarihinden öncedir. Karapara aklama suçunun varlığı için, karapara olarak nitelendirilen değerlerin elde edilmesine araç oluşturan öncü suçların 4208 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 19.11.1996 (sehven 2006 yazılmış) tarihinden sonra gerçekleşmiş olması gerekir, çünkü ancak bu durumda Yasanın 2-a maddesinde sayılan suçların işlenmesi ile elde edilen değerler karapara olarak adlandırılabilir. Başka bir anlatımla karapara aklama suçunun işlenebilmesi için öncelikle karapara olarak adlandırabileceğimiz bir değerin varlığı gerekmekte olup, bu da Yasada sayılan öncü suçların Yasanın yürürlük tarihinden sonra işlenmesi halinde olanaklı olacaktır. Dolayısıyla sanıklarca aklandığı iddia olunan paranın elde edildiği tarihin 4208 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce olması nedeniyle karapara olarak nitelendirilmeyeceğinden, karapara olarak nitelendirilmeyen suça konu paranın da sanıklarca banka hesaplarından başka hesaplara aktarılması eylemlerinin karapara aklama suçunu oluşturduğunun kabulü olanaklı değildir."

45. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 29/9/2011 tarihli ve E.2009/10025, K.2011/16724 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Kara paranın, "kaynağının meşru olduğu ispat edilemeyen gelir" olarak kabulü yasada yapılan tanımın genişletilmesi anlamına gelir ki bunu ceza hukukunun temel ilkelerinden suç ve cezada kanunilik kuralı ile bağdaştırma olanağı bulunmamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141, 5271 sayılı CMK.nun 34, 230 maddeleri uyarınca Yargıtay denetimine olanak sağlayacak biçimde kararın gerekçesinde suç oluşturduğu kabul edilen eylemlerin gösterilmesi, savunmada ileri sürülen hususlar ile hükme esas alınan ve reddedilen delillerin tartışılıp değerlendirilmesi, yüklenen suçun unsurlarının nelerden ibaret olduğunun açık olarak gerekçeye yansıtılması ve sonuca hangi gerekçelerle ulaşıldığının belirtilmesi gerekirken, sanıkta yakalanan paranın karapara olduğuna ve bu paranın ne şekilde aklandığına ilişkin delillerin neler olduğu karar yerinde gösterilip tartışılmadan, gerekçeden yoksun olarak ve denetime olanak vermeyecek şekilde yazılı biçimdehüküm tesisi [bozmayı gerektirmiştir.]"

46. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 8/10/2012 tarihli ve E.2011/12206, K.2012/19784 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"TCK'nın 282. maddesininde öngörülen öncül suç niteliğindeki "parada sahtecilik" suçundan sanık hakkında Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği 2006/133 esas sayılı mahkumiyet kararının kesinleşmesi beklenerek, sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi [bozmayı gerektirmiştir.]"

47. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 31/10/2014 tarihli ve E.2013/277, K.2014/10780 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"31. 03.2010 tarihli Mali Suçları Araştırma Kurulu raporu ile 13.12.2011 tarihli bilirkişi kurulu raporunda sanığın uyuşturucu ticareti suçundan kazandığı para ile malvarlığı hareketleri arasında somut ilişki kurulamadığının bildirilmiş olması, tüm dosya kapsamından da; sanığın, öncül suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutmak suretiyle aklama suçunu işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine mahkumiyetine hükmolunması [bozmayı gerektirmiştir.]"

48. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 17/11/2015 tarihli ve E.2015/4821, K.2015/4212 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun oluşabilmesi için failin, alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkarması veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutması gerektiği; ayrıca sanık tarafından aklandığı iddia olunan malvarlığı değerinin elde edilme tarihinin 4208 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra olması zorunluluğu da dikkate alınarak somut olayda öncül suç niteliğindeki "uyuşturucu madde ticareti" suçlarından sanık hakkında işlem yapıldığı ve yargılandığı belirtilen dava dosyalarının tespit edilerek mahkemelerinden getirtilip suç tarihlerinin 4208 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra olup olmadığı ve malvarlığı değerinin bu suçlar nedeniyle elde edilip edilmediği yönünden incelenmesi ve sonucuna göre sanığınhukuki durumunun takdir ve tayini gerektiğinin gözetilmemesi [bozmayı gerektirmiştir.]"

V. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

50. Başvurucular; gerekçeli kararda belirtilen hangi eylemlerin öncü suç olarak nitelendirildiğinin belirtilmediğini, öncü suçların ne zaman ve şeklide işlendiğinin belirtilmediğini, atıf yapılan bazı eylemlerin ise 4208 sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden önce olduğunu ve varsayıma dayalı olarak cezalandırıldıklarını belirterek suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

51. Bakanlık görüş yazısında, başvurunun bu kısmı hakkında görüş bildirilmemiştir.

2. Değerlendirme

52. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

53. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

54. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ bu görüşe katılmamışlardır.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

55. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).

56. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).

57. Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 34).

58. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 35, 39). Gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalı (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 18/6/2013, § 24) ve davada ileri sürülen esas iddiaların diğerlendirilmiş olduğu karardan anlaşılmalıdır.

59. Zira bir davada tarafların hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması gerekçeli karar hakkı yönünden zorunludur. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaları cevapsız bırakmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 38, 39).

60. Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Bir yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğini denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa Mahkemesinin görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak temel hak ve özgürlükler bağlamında adil olup olmadığını değerlendirmektir (Billur Güzide Balyemez ve Recai Alper Tunga, B. No: 2014/5909, 25/3/2015, § 45).

61. Anayasa Mahkemesinin buradaki rolü derece mahkemelerinin hangi delile dayanarak karar vermeleri gerektiğini tespit değildir. Bununla birlikte başvurucuların ileri sürdükleri kararın sonuca etkili iddia, savunma ve delillerinin kararın gerekçesinde karşılanıp karşılanmadığı adil yargılanma hakkı çerçevesinde yapılacak incelemenin haricinde bırakılamaz.

ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

62. Kara paranın aklanması fiili ilk kez 1996 yılında 4208 sayılı Kanun ile hukuk sistemimizde suç olarak düzenlenmiştir. 5549 sayılı Kanun'un 26. maddesiyle 4208 sayılı Kanun'un birçok maddesi yürürlükten kaldırılmış, karapara terimi yerinesuçtan kaynaklanan malvarlığı değerini ifade eden suç geliri terimi kullanılmıştır. Aynı Kanun'da suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerinin aklanması anlamına gelen "aklama suçunun" 5237 sayılı Kanun'un 282. maddesinde düzenlenmiş olan suçun; diğer mevzuatta yer alan "kara para" ibaresinden "suçtan kaynaklanan mal varlığı değeri", "karapara aklama suçu" ibaresinden de "aklama suçunun" anlaşılacağı ifade edilmiştir.

63. 5549 sayılı Kanun'un yollamada bulunduğu 5237 sayılı Kanun'un 282. maddesiyle düzenlenen "suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama" suçunun oluşabilmesi için alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçun işlenmesi suretiyle elde edilen mal varlığı değerlerinin yurt dışına transfer edilmesi veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması gerekmektedir. Anılan maddenin gerekçesinde, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçunun konusunu suçtan kaynaklanan mal varlığı değerleri oluşturmaktadır. Bu mal varlığı değerlerinin elde edildiği suçun türü veya mahiyeti önemli değildir. Önemli olan, bu suçun konusunu oluşturan ekonomik değerlerin başka bir (öncü) işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edilmiş olmasıdır.

64. Başvurucular mahkûmiyet gerekçesinde; akladıkları iddia edilen gelirle ilgili olarak kaynağı ispat edilemeyen kayıt dışı malvarlığına atıf yapıldığını, birtakım eylemlerden bahsedildiğini ancak öncü suç kapsamında hangi somut fiilleri işlediklerinin ve bu suçların ne şekilde sübuta erdiğinin gerekçeli karardan anlaşılmadığını ileri sürmektedir.

65. Somut olayda suçtan kaynaklanan mal varlığı değerleri olarak başvurucu Erol Eşrefoğlu'na ait vergi borçları ve SSK gibi kurumlara olan borçları, elektrik borçları, N. M.nin öldürülmesi dolayısıyla elde edildiği iddia edilen paralar ve bankalardan alınan usulsüz krediler sayılmaktadır. Diğer başvurucunun ise güvendiği bir kısım çalışan adına banka hesapları açtırarak bu hesaplara kara para niteliğindeki gelirin işlettirildiği belirtilmiştir. Ancak başvurucu Erol Eşrefoğlu'nun vergi borçları bakımından da dayanak olarak alınan bilirkişi raporlarında Vergi Usul Kanunu'na aykırılıktan verilmiş bir mahkeme kararına atıf yapılmamış; gerekçeli kararda da bu konuda bir açıklık bulunmamaktadır. Kredi kullandırılması sürecinde evrakta sahtecilik, dolandırıcılık gibi öncü suçların işlenip işlenmediği, öncü suçların işlendiği iddiasıyla soruşturma/kovuşturma işlemi yapılıp yapılmadığı gerekçeli karardan anlaşılamamaktadır. N.M.nin öldürülmesi dolayısıyla nasıl bir mal varlığı elde edildiği de somutlaştırılmış değildir. Bu konuda hazırlanan raporda anılan paranın 2 trilyon olduğu belirtilmişse de bu kanaate hangi verilerden hareket edilerek ulaşıldığı ve para miktarının neyi ifade ettiği belli değildir.

66. Bu durumda başvurucuların ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçunun konusunu oluşturan ekonomik değerlerin hangi öncü suçların işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edildiğine dair iddiaları ayrı ve açıkça tartışılmamış ve karşılanmamıştır. Gerekçede birtakım soyut değerlendirmeler bulunmaktaysa da başvurucuların mal varlığı değerlerinin hangi suçlar nedeniyle elde edildiği yönünden bir tartışma yapılmamıştır. Kayıt dışı para ile suçtan kaynaklanan gelirin birbirine karıştırıldığı kuşkusuna sebep olacak şekilde bir değerlendirme yapılmıştır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ bu görüşe katılmamışlardır.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

68. Başvurucu Erol Eşrefoğlu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

69. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

70. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34).

71. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (B.E., § 29).

72. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 8 yıl 5 ayı aşan yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

73. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddiaları

74. Başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

76. Başvurucular ihlal tespiti ve yargılamanın yenilenmesi taleplerinde bulunmuştur.

77. Mevcut başvuruda, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

78. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) yerine bakan Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2006/16) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

79. Başvurucu Erol Eşrefoğlu hakkında Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

80. Başvurucu tazminat talep etmemiştir. Bu nedenle bu hususta karar verilmemiştir.

81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ'un karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. 1. Her iki başvurucu yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ'un karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Başvurucu Erol Eşrefoğlu yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2006/16) GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/6/2018 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvuru konusu, “kara para aklama” suçu olarak da adlandırılan “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama” suçundan verilen ceza mahkumiyetinin yeterli gerekçeyi ihtiva etmemesi iddiasına ilişkindir.

2. Suçun gerek 4208 sayılı Kanunun 2. maddesinde, gerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 282. maddesinde düzenlendiği şekliyle, işlenmesi için, bir veya daha fazla “öncül suç”un varlığı gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, herhangi bir öncül suçun mevcut olmadığı bir durumda, “kara para aklama” suçunun da işlendiğinden söz edilemeyecektir.

3. Öte yandan yargı içtihatlarında ve doktrinde kara para suçundan mahkumiyet kararı verilebilmesi için gelir elde edildiği iddia olunan bütün öncül suçların kovuşturulmasının yapılması ve yargılamaların kesin hükümle sonuçlanmış olması gibi bir koşul aranamayacağı kabul edilmektedir.

4. Kara paranın aklanması suçunda sanık hakkında mahkumiyete karar verilebilmesinin, iddia olunan öncül suçların ayrı ayrı sübutuna ve kesin hükümle sonuçlandırılmasına talik edilmesi, uygulamada bu suçtan (aklama) ceza verilmesini pratikte neredeyse imkansız hale getirebileceği gibi, öncül suçların varlığına temas etmeden sadece suçtan kaynaklanan malvarlığını aklama suçundan mahkumiyet hükmü kurulması da masumiyet karinesine aykırı bir durum doğuracaktır. Bilindiği gibi, masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No:2012/665, 13/6/2013, § 26).

5. Bu nedenle, kara para suçunda öncül suçların her birinin sübutu ve her bir suçtan ne kadar gelir elde edildiğinin ispatı değil, sadece “suç işlemek için örgüt kurma” suçunun işlenmiş olduğunun tespiti yeterli olabilecektir. Kuşkusuz, derece mahkemeleri, bu görüşten farklı bir içtihat da tesis edebilirler. Ancak bu durumda, yukarıda 4. paragrafta belirtilen sorunların da yargı içtihatlarıyla hukuk devleti gereklerine uygun çözümlere kavuşturulması icap eder. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi, bu hususlarda en üst temyiz mercii ve içtihat belirleyici gibi davranmak değildir.

6. Somut olayda, derece mahkemelerinin gerekçeleri her ne kadar karmaşık ve kolayca anlaşılamayacak bir şekilde yazılmış ve bir kısmı da suç teşkil etmeyen vergi borcu, banka kredisini ödememek gibi eylemlere dayanmış olsa da esas itibariyle başvurucuların suç işlemek amacıyla (çıkar amaçlı) örgüt kurmaları suretiyle öncül suçu işledikleri yolunda bir kabule dayandıkları anlaşılmaktadır.

7. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikayetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).

8. Bu yönüyle bakıldığında derece mahkemelerinin kararlarının hukuk kurallarının yorumlanmasına ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin hususlar kapsamında kaldığı düşüncesiyle, Bölüm çoğunluğunun, “gerekçeli karar hakkının ihlali” yönünde vardığı sonuca katılmamaktayım.

9. Öte yandan başvurucuların, gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal sonucuna varılması nedeniyle ayrıca incelenmeyen, tabii hakim ilkesine aykırı olarak, adil ve tarafsız olmayan mahkemelerde yargılandıkları iddiası da bulunmaktadır. Kuşkusuz, başvurucuların ciddi bir iddiayı içeren bu konuda delilleri ve tanıkları varsa, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311 ve devamı maddeleri gereğince yargılamanın yenilenmesini, hükmü veren mahkemeden isteyebileceklerdir. Yargılamanın yenilenmesi talebi kabul edilmezse, bu durumda Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla konuyu tekrar inceleyebilecektir.

10. Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesinin ikincil bir yargı yolu olması ve temyiz mahkemesi gibi hareket etmemesi ilkelerine uymadığı kanısında olduğum ihlal sonucuna, gerekçeli karar hakkı yönünden katılmamaktayım. Başvurucunun uzun yargılanma şikayeti yönünden ise Bölüm çoğunluğuna katılıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

 Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Başvurucular hakkında yapılan ceza yargılamasında kararı etkileyecek esaslı iddiaların kararda tartışılmaması sebebiyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın çok uzun sürmesi sebebiyle de bu iddiada bulunan başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin karara katılmakla birlikte gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilir olduğuna ve bu hakkın ihlal edildiğine ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Başvurucular, sundukları delillerin araştırılmadığını ve savunmalarının gerekçeli kararda değerlendirilmediğini, gerekçeli kararda hangi eylemlerin öncül suç olarak nitelendirildiğinin belirtilmediğini, öncül suçların ne zaman ve ne şekilde işlendiğinin de açıklanmadığını, belirtilen bazı eylemlerin ise karaparanın aklanmasının önlenmesi hakkındaki 4208 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden öncesine ilişkin olduğunu ifade ederek, haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

Bölümümüz çoğunluğu, başvuru konusu mahkûmiyet kararının gerekçesinde bazı soyut değerlendirmeler bulunmakta ise de “başvurucuların ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren” iddialarının açıkça tartışılıp karşılanmadığını ve “kayıt dışı para ile suçtan kaynaklanan gelirin birbirine karıştırıldığı kuşkusuna sebep olacak şekilde bir değerlendirme yapıl[dığını]” belirterek başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (§ 66).

Bilindiği gibi, Anayasada ve Sözleşmede güvence altına alınan hakların etkili bir şekilde korunması için, derece mahkemelerinin tarafların iddialarını ve delillerini etkili bir şekilde incelemeleri gerekmekte, ancak başvurucunun bazı iddialarına kararda cevap verilmemiş olması her zaman gerekçeli karar hakkının ihlali sonucunu doğurmamaktadır. Başka bir anlatımla, mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla birlikte, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya kararda ayrıntılı olarak cevap verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılmamakta; bir kararda tam olarak hangi hususların bulunması gerektiği ve gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı, davanın ve kararın niteliğine ve şartlarına göre değişebilmektedir.

Diğer kararlarımızda olduğu gibi bu kararda da gerekçeli karar hakkına ilişkin söz konusu genel ilkeler tekrarlanmaktadır. Ancak ilkelerin olaya uygulanmasıyla ilgili paragraflarda yapılan değerlendirmelerin, derece mahkemelerine ait olan “delillerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması yetkisine” ilişkin olarak önceki kararlarımızda belirlenen ilkelerimizle bağdaşmadığı düşünülmektedir.

Somut olayda ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında, 4208 ve 5549 sayılı Kanunlar ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükümlerinin yorumlanarak, örgüt yöneticisi olduğu belirtilen sanık ile diğer sanıkların fiillerinin öncül suç kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı ve mahkûmiyet hükmünün kurulduğu anlaşılmaktadır (§ 35).

Yargıtayca verilen onama kararında ise, karapara aklama (suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama) suçunun, kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suç olduğu ifade edilerek ayrıntılı bir gerekçeyle, anılan kanun hükümlerinin yorumlandığı ve somut olaydaki fiillerin karapara aklama suçunu oluşturmasından dolayı ilk derece mahkemesinin kararında bir isabetsizlik bulunmadığının belirtildiği görülmektedir (§ 37).

AİHM kararlarında olduğu gibi Anayasa Mahkemesinin kararlarında da, derece mahkemelerinin kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahip bulundukları kabul edilmektedir. Diğer taraftan her iki Mahkeme de adil yargılanma hakkıyla ilgili şikâyetleri incelerken temyiz mercii gibi davranmaktan kaçınmakta ve hak ihlali olup olmadığını yargılamanın bütününü dikkate alarak incelemektedir. Derece mahkemelerinin değerlendirmeleri ile ulaştıkları sonuçlar ve bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular ise açık keyfilik veya bariz takdir hatası içermedikçe Mahkememizce incelenmemektedir.

Diğer taraftan, adil yargılanma hakkının bir uzantısı olan gerekçeli karar hakkına ilişkin önceki kararlarımızda da belirtildiği üzere, mahkemelerin, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını açık olarak belirtmekle yükümlü oldukları, ancak bu yükümlülüğün, her iddiaya karar gerekçesinde ayrıntılı olarak cevap verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamayacağı ve yargılama sırasında ileri sürülen temel argümanların karşılanmasının yeterli olduğu kabul edilmektedir.

Çoğunluğun ihlal sonucuna ulaşırken, somut olayda suçtan kaynaklanan mal varlığı değerleri olarak bazı kaynakların sayıldığının ve bazı kişiler adına açılan banka hesaplarında karapara niteliğindeki gelirin işlettirildiğinin belirtildiği, ancak bu değerlerin öncül suçların işlenmesi suretiyle elde edilip edilmediğinin mahkemenin gerekçeli kararından anlaşılamadığı, başvurucuların açık bir şekilde cevap verilmesini gerektiren “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu oluşturan ekonomik değerlerin hangi öncü suçların işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edildiğine dair iddiaları[nın] ayrıca ve açıkça tartışılma[dığı] ve karşılanma[dığı]” ve gerekçedeki değerlendirmelerin soyut olduğu gerekçesine dayandığı anlaşılmaktadır.

Ancak, başvuru formunda ve ihlal kararının gerekçesinde derece mahkemelerinin gerekçelerinde tartışılmadığı ve karşılanmadığı belirtilen hususların, esasen delillerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının yorumlanmasına ve uygulanmasına ilişkin olduğu ve anılan suçla ilgili olarak bu konularda doktrinde ve yargı kararlarında farklı görüşlerin savunulduğu görülmektedir. Nitekim suçtan elde edilen malvarlığını (karaparayı) aklama yasağının zaman bakımından uygulanması bakımından da, maddî konu olarak suçtan kaynaklanan malvarlığı değerleri ve öncül suçlar bakımından da farklı görüşler savunulmakta (Osman Yaşar/ Hasan Tahsin Gökcan/ Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, C.6, Genişletilmiş 2.bs., Ankara 2014, s. 8356 vd.); örneğin bu suçun oluşabilmesi için maddî konuyu oluşturan malvarlığı değerlerinin önceki suçtan kaynaklandığının kabulü bakımından bir mahkûmiyet kararının bulunmasının gerekmediği ve önemli olanın bu değerlerin bir suçtan elde edildiğinin kanıtlanması olduğu belirtilmektedir (Yaşar/Gökcan/Artuç, age., s. 8359).

Bu itibarla, çoğunluğun kararında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna götüren tespit ve değerlendirmelerin delillerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının yorumlanmasına ve uygulanmasına ilişkin olduğu; derece mahkemelerinin kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik olduğunun belirtilmediği de dikkate alındığında, söz konusu iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olmasından dolayı açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Diğer taraftan, incelenen başvuruya konu derece mahkemelerinin gerekçeli kararlarında, davanın sonucuna etkili olabilecek iddia ve savunmaların aktarılarak tartışıldığı, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve temel argümanların açıklanarak bunlarla hüküm arasındaki bağlantının gösterildiği ve kurulan hükmün hangi sebeplere ve hukukî düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak nitelikte gerekçelerin bulunduğu görülmektedir.

Böylece başvuruya konu yargı kararlarında, kararların hangi temele dayandırıldığının belirtildiği, başvurucuların mahkûmiyet kararının sebeplerini öğrenmesini sağlayacak, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken nelerin dikkate alındığını gösteren bir gerekçe bölümünün bulunduğu ve anılan kararlarda yer verilen gerekçelerin davanın şartları dikkate alındığında makul ve yeterli olduğu düşünülmektedir.

Bu sebeplerle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğu ve söz konusu hakkın ihlal edilmediği düşüncesiyle, çoğunluğun kabul edilebilirlik ve ihlal kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

Üye

M. Emin KUZ

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Erol Eşrefoğlu ve Hüseyin Kayapalı [2.B.], B. No: 2015/964, 12/6/2018, § …)
   
Başvuru Adı EROL EŞREFOĞLU VE HÜSEYİN KAYAPALI
Başvuru No 2015/964
Başvuru Tarihi 15/1/2015
Karar Tarihi 12/6/2018
Birleşen Başvurular 2015/987

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, karar sonucunu etkileyecek esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Makul sürede yargılanma hakkı (ceza) İhlal İhlalin tespiti
Gerekçeli karar hakkı (ceza) İhlal Yeniden yargılama

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 4208 Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine, 2313 Sayılı Uyuşturucu Maddelerinin Murakabesi Hakkında Kanunda, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda ve 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 2
5549 Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun 26
5237 Türk Ceza Kanunu 282
5918 Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına DairKanun 5
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi