TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ KAYAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/9814)
Karar Tarihi: 20/3/2019
R.G. Tarih ve Sayı: 1/5/2019 - 30761
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Özgür DUMAN
Başvurucu
Ali KAYAN
Vekilleri
Av. Necmettin POLAT
Av. Nafiz ÖLMEZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru taşınmazın tapuya tesciline ilişkin kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/6/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Tescil Davası Süreci
9. Başvurucu Diyarbakır'ın Dicle ilçesine bağlı Çavlı köyünde bulunan ve tapuda kayıtlı bulunmayan iki taşınmazın kendi adına tescil edilmesi talebiyle 29/7/2009 tarihinde Dicle Asliye Hukuk Mahkemesinde Maliye Hazinesi, Çavlı köyü ve Orman Genel Müdürlüğü aleyhine dava açmıştır. Başvurucunun ayrıca aynı köyde yer alan bir başka taşınmaz yönünden açtığı tescil davası da bu dava ile birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir.
10. Mahkeme 7/1/2010 tarihinde kadastro, ziraat ve orman alanlarında uzman teknik bilirkişiler eşliğinde dava konusu taşınmazın başında keşif yapmıştır. Keşif sırasında dinlenilen mahalli bilirkişiler ve davacı tanığı, bu taşınmazın 30-35 yılı aşkın bir süreden beri başvurucu tarafından tarla olarak kullanıldığını beyan etmişlerdir.
11. Kadastro uzmanı teknik bilirkişinin 19/1/2010 tarihli raporunda, dava konusu taşınmazların Çavlı köyü kadastro çalışma alanı sınırı dışında bırakıldığı belirtilmiştir. Bu raporda ayrıca krokide (A) harfi ile gösterilen 1.691,23 m2 yüz ölçümlü kısmın bağ olarak, (B) harfi ile gösterilen 10.976,21 m2 yüz ölçümlü ve (C) harfi ile gösterilen 37.505,58 m2 yüz ölçümlü kısımların buğday ekilmek suretiyle tarla olarak kullanıldığı bildirilmiştir. Orman uzmanı teknik bilirkişi, bu taşınmazların en eski tarihli memleket haritası ve orman amenajman planında orman olmadığını ve bitki örtüsü ile toprak yapısına göre orman sayılmayan yerlerden olduğunu belirtmiştir. Ziraat uzmanı teknik bilirkişi raporunda da taşınmazın toprak yapısı, derinliği ve eğimi itibarıyla tarıma elverişli olduğu ifade edilmiştir.
12. Mahkeme 7/7/2010 tarihinde davanın kabulü ile kadastro uzmanı teknik bilirkişinin raporunda (A), (B) ve (C) harfleri ile gösterilen taşınmazların tarla vasfında başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Hüküm kesinleştiğinde kararın ve ekli krokili raporun tapu müdürlüğüne gönderileceği ayrıca belirtilmiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazların yapılan keşif, dinlenilen tanık ve mahalli bilirkişi beyanları ile ziraat, orman ve kadastro uzmanı teknik bilirkişilerin raporlarına göre orman niteliğinde olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme bu taşınmazların bulunduğu köyde yapılan kadastro çalışmalarının 30/4/1987 tarihinde kesinleştiğini, kesinleşme tarihinden itibaren on yıllık sürenin geçtiğini, bu yüzden kadastrodan önceki sebeplere dayanılmasının olanaksız olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme bununla birlikte kadastro tespitinden sonra başvurucunun malik sıfatıyla aralıksız ve çekişmesiz olarak yirmi yıl boyunca söz konusu taşınmazlara zilyet olduğunu belirterek davanın kabulü gerektiği sonucuna ulaşmıştır.
13. Orman idaresi ve Hazine tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince 25/6/2012 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, orman uzmanı bilirkişi tarafından eski tarihli hava fotoğrafları ve memleket haritasına dayalı olarak yöntemine uygun biçimde yapılan inceleme ve araştırmada çekişmeli taşınmazların orman sayılmayan yerlerden olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Daire ayrıca başvurucu yararına 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde öngörülen kazandırıcı zamanaşımı yoluyla zilyetliğe dayalı olarak taşınmazı edinme koşullarının oluştuğunu gerekçe göstererek temyiz itirazlarını reddetmiştir.
B. Kadastro Çalışmaları Süreci
14. Uyuşmazlık konusu taşınmazların bulunduğu Çavlı köyünün bitişiğindeki Diyarbakır'ın Eğil ilçesine bağlı Bahşiler köyünde 2011 yılında kadastro çalışmaları yapılmıştır. Bu kadastro çalışmaları sırasında 104 ada 1 parsel sayılı taşınmaz orman vasıflı olarak, 142 ada 1 parsel sayılı taşınmaz ise ham toprak niteliğinde Hazine adına tespit edilmiştir. Yapılan bu sınırlandırma ve tespitler 21/6/2011 tarihinde kesinleştirilerek taşınmazlar tapuya tescil edilmiştir.
C. Kararın Uygulanmasına İlişkin Süreç
15. Mahkemece, hükmün karar düzeltme yoluna başvurulmadığı için 8/10/2012 tarihinde kesinleştiği tespit edilmiştir. Kesinleşme şerhinin düzenlenmesinden sonra 1/11/2012 tarihinde söz konusu karar ve eki krokili bilirkişi raporu Dicle Asliye Hukuk Mahkemesince Dicle Tapu Müdürlüğüne gönderilmiştir.
16. Dicle Tapu Müdürlüğü değişiklik beyannamesi düzenlettirilmek üzere kararı Diyarbakır Kadastro Müdürlüğüne bağlı Ergani Kadastro Birimine göndermiştir. Ergani Kadastro Birimince yapılan inceleme sonucu dava konusu tesciline karar verilen taşınmazların Diyarbakır'ın Eğil ilçesine bağlı Bahşiler köyünde 2011 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit ve tapuya tescil edilen 142 ada 1 parsel ve 104 ada 1 parsel sayılı taşınmazlarda kaldığını bildirmiştir.
17. Ergani Kadastro Biriminin 21/1/2013 tarihli yazısı ile dava konusu taşınmazların kadastro sonucu Hazine adına tescil edilen taşınmazlardan terkini hususunda muvafakatının bulunup bulunmadığı Ergani Mal Müdürlüğünden sorulmuştur. Mal Müdürlüğü 12/4/2013 tarihinde muvafakatlarının bulunmadığını bildirmiştir.
18. Diyarbakır Tapu ve Kadastro VII. Bölge Müdürlüğü (Bölge Müdürlüğü) 20/8/2014 tarihinde tavzih talebinde bulunmuş ancak Mahkeme 23/9/2014 tarihinde kesinleşmiş kararın yerine getirilmesi gerektiği ve değiştirilemeyeceği gerekçesiyle tavzih talebinin reddine karar vermiştir.
19. Eğil Tapu Müdürlüğü 12/12/2014 tarihinde Bölge Müdürlüğünden talimat talebinde bulunmuş, Bölge Müdürlüğü de konuyu Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne (TKGM) intikal ettirmiştir. TKGM 6/3/2015 tarihinde Bölge Müdürlüğüne konu hakkında bir talimat yazısı göndermiştir. Bu yazıda, taşınmazların başvurucu adına tesciline ilişkin mahkeme kararının uygulanması durumunda aynı taşınmazların kadastro sonucu Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mükerrerliğe yol açılacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda yargı kararlarının bağlayıcılığına ilişkin Anayasa'nın 138. maddesi ile ayrıca ormanların mülkiyetinin devredilemeyeceğine yönelik Anayasa'nın 169. maddesine atıfta bulunulmuştur. TKGM, Bahşiler köyü 104 ada 1 parsel ile 142 ada 1 parsel sayılı taşınmazların tapu kütük sayfalarının beyanlar hanesine tescile yönelik mahkeme kararının bulunduğu yönünde belirtme yapılarak başvurucuya tapu iptali ve tescil davası açabileceği yönünde açıklayıcı bir yazı gönderilmesi gerektiğini bildirmiştir. Tapu Müdürlüğü bu talimat doğrultusunda 18/5/2015 tarihinde başvurucuya bildirimde bulunmuştur.
20. Bu yazı başvurucuya 20/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 9/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
D. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler
22. Başvurucu, uyuşmazlık konusu taşınmaza yönelik olarak Hazine aleyhine 9/6/2015 tarihinde Eğil Asliye Hukuk Mahkemesinde yine tapu iptali ve tescil davası açmıştır.
23. Mahkeme 17/11/2015 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu taşınmaz bölümünün başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararda, Dicle Asliye Hukuk Mahkemesinin daha önce kesinleşen kararı gerekçe olarak gösterilmiştir.
24. Karar davalı Hazine tarafından temyiz edilmiş olup Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) sisteminden yapılan sorgulama sonucuna göre davanın Yargıtay 16. Hukuk Dairesinde temyiz incelemesi devam etmektedir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
25. 3402 sayılı Kanun’un 5. maddesi şöyledir:
“Kadastro müdürü çalışma alanında işe başlamadan önce mahalli hukuk mahkemesinde, bu alandaki taşınmaz mallar hakkında görülmekte olan kadastro ile ilgili davalarla hükme bağlanmış olup da henüz kesinleşmeyen davaların listesini alır ve bunu çalışma alanı ile ilgili tüm tapu, vergi, harita ve diğer belge örnekleri ile birlikte kadastro teknisyenliğine verir.
Listenin müdür tarafından alınmasından sonra o çalışma alanında bulunan taşınmaz mallar hakkında mahalli hukuk mahkemelerine açılan davalar, derhal kadastro müdürüne bildirilir. Bu halde de kadastro müdürü, yukarıdaki fıkra hükmü uyarınca işlem yapar.
Kadastro müdürü, bu listedeki davalı taşınmaz malların tespiti yapıldıktan sonra, bunlarla ilgili tutanakları bir hafta içinde kadastro mahkemesine gönderir ve durumdan listenin alındığı mahalli mahkemeyi haberdar eder.”
26. 3402 sayılı Kanun’un 14. maddesi şöyledir:
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.
(Değişik ikinci fıkra: 3/7/2005 - 5403/26 md.) Sulu veya kuru arazi ayrımı, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerine göre yapılır.
(Değişik : 3/7/2005 - 5403/26 md.) 4342 sayılı Mera Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereği 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacak işlemlerde Kadastro Komisyonlarına konu uzmanı Ziraat Mühendisi dâhil edilir.
Taşınmaz malın, yukarıdaki fıkranın kapsamı dışında kalan kısmının zilyedi adına tespit edilebilmesi için, birinci fıkra gereğince delillendirilen zilyetliğin ayrıca aşağıdaki belgelerden birine dayandırılması lazımdır.
...”
27. 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.
..."
28. 3402 sayılı Kanun'un 27. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Mahalli hukuk mahkemelerinde görülmekte olan kadastro ile ilgili ve henüz kesinleşmemiş bulunan taşınmaz mala ilişkin davalar hakkında o taşınmaz mal için kadastro tutanağı düzenlendiği tarihte bu mahkemelerin görevi sona erer ve davalara ait dosyalar mahkemesine resen devrolunur."
29. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesi şöyledir:
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.
Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur.
Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.
...
Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir.
30. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 28. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz davalarında davacının lehine hüküm verildiği takdirde mahkeme davacının talebine hacet kalmaksızın hükmün tefhimi ile beraber hulasasını tapu sicili dairesine bildirir. İlgili daire bu ciheti hükmolunan taşınmazın kaydına şerh verir. Bu şerh, Türk Medeni Kanununun 1010 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmüne tâbidir.
Taşınmaz davası üzerine verilen karar ileride davacının aleyhine kesinleşirse mahkeme, derhal bu hükmün hulasasını da tapu sicili dairesine bildirir. "
31. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 367. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez."
2. Yargıtay İçtihadı
32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/2/2016 tarihli ve E.2014/8-1084, K.2016/158 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Olağanüstü zamanaşımı iddiası ile açılacak davalarda mülkiyet hakkının ne zaman kazanılacağıhususunda Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesinde bir düzenlemeye yer verilmediğinden, oluşan yasal boşluk 04.12.1998 tarih 1996/4 Esas; 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (YİBK) ile 'kazandırıcı zamanaşımı yolu ile tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1 maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdasi nitelikte kararlardır, mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır' denilmek sureti ile giderilmiştir.
01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmek suretiyle mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorunu yasal düzenleme ile çözülmüş ve 04.12.1998 gün 1996/4 Esas; 1998/3 Karar sayılı YİBK'nın uygulama kabiliyeti kalmamıştır. Anılan yasa hükmü sonucunda, mülkiyet 713/1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır. Başka bir deyişle, mahkeme kararımülkiyet yönünden 743 sayılı mülgaTürk Kanunu Medenisinin 639/2 maddesinin aksine kurucu değil açıklayıcı nitelik arz edecektir..."
33. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 1/3/2018 tarihli ve E.2017/12082, K.2018/3264 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Dosya kapsamına göre dava konusu yerin kamuya özgülendiği tarih olan 22.06.1996 gününden önce E.D. yönünden zilyetlikle kazanma koşullarının oluştuğu, 4721 sayılı 713/5. maddesine göre mülkiyetin, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanıldığının hüküm altına alındığı, bu itibarla mahkemece verilen bu kararın esasen mülkiyetin tespiti mahiyetinde olduğu ve zilyetliği devralan davacı M.K.nın kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açma ehliyetinin bulunduğu anlaşıldığından, işin esasına girilerek ve dosyada mevcut raporlar denetlenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden yazılı şeklide davacının dava açma ehliyeti bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
35. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
a. Mülkiyet Hakkı Yönünden
36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetinin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme’nin 6. maddesi ile ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84).
37. AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan yeniden gözden geçirme suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya [BD] (A.T.), B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22).
38. Öte yandan AİHM ölçülülük bağlamında dile getirdiği iyi yönetişim ilkesinin kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirdiğini vurgulamıştır (Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013, § 65; Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78). Ancak AİHM'e göre eski bir yanlışın düzeltilmesi gereği, meşruiyeti kamu otoritesinin eylemine dayalı olarak birey tarafından iyi niyetle kazanılmış yeni bir hakka orantısız bir şekilde müdahale etmemelidir. Başka bir ifadeyle kendi prosedürlerine uymayan ya da onlara bağlı kalmayan devlet makamlarının yanlış davranışlarından fayda elde etmelerine ya da yükümlülüklerinden kaçmalarına izin verilmemelidir (Bogdel/Litvanya, § 66). AİHM mülkiyetin hatalı olarak başkasına devredilmekle yoksun bırakılmaya yol açılan müdahaleler yönünden iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına hatalarını uygun bir biçimde düzeltme yükümlülüğü getirdiği gibi ayrıca iyi niyetli mülk sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun bir başka giderim sağlanmasını da gerektirdiğini kabul etmiştir (Bogdel/Litvanya, § 66; Moskal/Polonya, 69; Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 53; Toşcuţă ve diğerleri/Romanya, B. No: 36900/03, 25/11/2008, § 38).
b. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
39. AİHM yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. paragrafının herkesin bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirilen medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin herhangi bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını tekrarlamaktadır. Bu yolla, medeni uyuşmazlıklarla ilgili mahkemeye başvurma hakkına ilişkin erişim hakkının bir yönünü oluşturan mahkeme hakkı somutlaştırılmaktadır. Bununla birlikte bir taraf devletin iç hukuk sistemi, nihai ve bağlayıcı bir yargının kararının (davanın) bir tarafın(ın) zararına olacak şekilde hükümsüz/etkisiz kalmasına izin verirse bu hak aslından yoksun hâle gelebilir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. paragrafının yargı kararlarının uygulanmasını korumaksızın, davacılara garanti edilen -yargılamanın adil, kamuya açık ve makul süreli olması gibi- usule ilişkin güvenceleri detaylarıyla tanımlaması gerektiği tasavvur edilemez. Bu maddeyi yalnızca mahkemeye erişim ile yargılamaların yürütülmesi ilgili olarak yorumlamak, taraf devletlerin Sözleşme'yi onayladıkları esnada saygı duymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı durumlara yol açabilir. Dolayısıyla AİHM herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icra edilmesinin 6. maddenin amaçları bakımından yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40; Burdov/Rusya, § 34).
40. Mahkeme hakkı, bir mahkeme kararı vasıtasıyla yalnızca hak sahipliğinin tanınmasını güvence altına alan teorik bir hak değildir; aynı zamanda kararın icra edileceğine dair meşru bir beklentiyi de içerir. Davacıların etkili bir şekilde korunması ve evvelki hukuki durumun yeniden tesis edilmesi, idari yetkililerin bağlayıcı bir hükme riayet etme yükümlülüğünü zorunlu kılmaktadır (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/11/2016, § 54).
41. Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdare yargı kararını uygulamayı reddediyor, ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 115).
42. AİHM, infaz usulleri ve idari sistemi ne kadar karmaşık olursa olsun devletin Sözleşme gereğince herkesin kendi lehine verilmiş, uygulanması zorunlu ve bağlayıcı yargı kararlarının makul bir sürede uygulanması hakkını teminat altına alma yükümlülüğü altında olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde hiçbir devlet makamı, örneğin bir yargı kararıyla tespit edilen bir borcun ödenmemesine mali veya diğer kaynakların eksikliğini bahane gösteremez. AİHM ilgililerin bir yargı kararının uygulanmasını mümkün kılacak veya hızlandıracak bazı usule ilişkin girişimlerde bulunmak zorunda kalabileceklerini ancak kişilerden beklenen iş birliği yükümlülüğünün mutlak gereklilik düzeyini aşmaması gerektiğini ve her hâlde bu yükümlülüğün idareyi, aleyhine verilen kararı infaz etmek için Sözleşme’de öngörüldüğü şekilde elindeki bilgilere dayanarak, kendiliğinden ve öngörülen zamanda hareket etme zorunluluğundan muaf tutmaması gerektiğini belirtmiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 116,117).
43. AİHM her halükârda, devlet aleyhine bir yargı kararı aldırmış bir kişinin, kararın cebri icrasını sağlamak için ayrı bir dava açmak zorunda olmadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre verilen bir yargı kararının uygulanmasını teminat altına almak, bu zorunlu ve bağlayıcı kararın zamanında uygulanmasını sağlamak, bu kararın kesinleştiği ve infaz edilebilir hâle geldiği tarihten itibaren uygulamak kamu makamlarının öncelikli görevidir. Bu kararlar, davalı devletin ilgili makamına kurallara uygun olarak bildirilmelidir; böylece bu yetkili makam kararı uygulamak için gerekli tüm girişimlerde bulunmalı veya yargı kararlarının infazı konusunda yetkili bir diğer devlet kurumuna bu kararı iletmelidir. Cebren veya ihtiyari infaz usullerinin çakıştığı veya karmaşık olduğu hâllerde bu durum özellikle önemlidir zira kişi bu konuda hangi makamın yetkili olduğu konusunda haklı olarak şüpheye düşebilir(Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 118).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 20/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
45. Başvurucu 4721 sayılı Kanun'un 705. ve 713. maddelerine göre kesinleşmiş yargı kararıyla uyuşmazlık konusu taşınmazların mülkiyetini edindiğini ancak bu yargı kararının idare tarafından tapuya tescil işleminden kaçınılması suretiyle uygulanmadığını belirtmiştir. Başvurucu bu gerekçeyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
46. Bakanlık görüşünde, başvurucunun söz konusu taşınmaza ilişkin olarak tapu iptali ve tescil davası açtığı belirtilerek başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
47. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
48. Somut olayda da başvurucunun açtığı tescil dava lehine sonuçlanmış ve bu karar Yargıtayca onararak kesinleşmiştir. Ancak bu davanın taraflarından olan Hazinenin muvafakatı olmadığı gerekçesiyle söz konusu karar Tapu Müdürlüğünce uygulanmamış, başvurucuya ayrıca tapu iptali ve tescil davası açması gerektiği bildirilmiştir.
49. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
50. Anayasa Mahkemesi daha önce çeşitli kararlarında başvurucu lehine olan bir mahkeme kararının uygulanmamasının söz konusu olduğu durumlarda başvurucunun bu işleme karşı ayrı bir icra takibi yapmaya ve dava açmaya zorlanmasının beklenemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 47; Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/16633, 6/12/2017, § 39). Somut olayda da anılan kararlardaki bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
51. Buna rağmen başvurucu, başvuru tarihinde Eğil Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrıca tapu iptali ve tescil davası da açmıştır. Ancak söz konusu davanın açılmış olması ilk davada verilen kesinleşmiş kararın makul bir süre içinde uygulanıp uygulanmadığını incelemeye engel teşkil etmediği gibi bu çerçevede yapılacak incelemede dikkate alınması gereken bir olgudur.
52. Diğer taraftan bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
53. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
54. Anayasa Mahkemesi de yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânı tanıyan bu hukuk yolunu tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olarak görmüştür (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 26-36).
55. Ancak somut olayda başvurunun konusu yargı kararına dayalı bir para alacağının ödenmesine ilişkin değildir. Başvurucu, mülkiyet hakkı kapsamında bir taşınmazın tapuya tesciline ilişkin yargı kararının icra edilmediğinden yakınmaktadır. Buna karşın 6384 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yargı kararlarının icrasına ilişkin başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümünün amaçlandığı belirtilmektedir.
56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
57. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).
58. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazların açılan tescil davası neticesinde Dicle Asliye Hukuk Mahkemesince 1/7/2010 tarihinde başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Bununla birlikte 6100 sayılı Kanun'un 367. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ayni hakka ilişkin kararın kesinleşmedikçe yerine getirilmeyeceği düzenlenmiştir. Söz konusu hüküm ise Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 25/6/2012 tarihli kararı ile onanmış olup karar düzeltme yoluna gidilmediği için 8/10/2012 tarihinde kesinleştiği ilk derece mahkemesince belirtilmiştir. Dolayısıyla söz konusu kararın kesinleşme tarihinden itibaren uygulanabilir hâle geldiği açıktır.
59. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinin birinci fıkrasına göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Ancak aynı maddenin ikinci fıkrasında mahkeme kararının tescilsiz mülkiyeti kazanma hâllerinden biri olduğu hüküm altına alınmıştır. Bunun da ötesinde başvurucunun açtığı tescil davası yönünden 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin beşinci fıkrasında özel bir düzenleme daha mevcuttur. Bu fıkraya göre olağanüstü zamanaşımı yoluyla zilyetliğe dayalı olarak taşınmaz mülkiyeti, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur. Nitekim Yargıtay içtihadında da bu durumda tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar yönünden mülkiyetin yirmi yıl boyunca çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulundurma koşulunun gerçekleştiği anda mülkiyetin kazanıldığı kabul edilmiştir. Bu içtihada göre mahkeme kararı kurucu değil açıklayıcı bir nitelik taşımakta olup hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük olarak sonuç doğurduğundan esasen mülkiyeti tespit mahiyetindedir(bkz. §§ 29-31).
60. Nitekim olayda derece mahkemeleri kadastro tespitinin kesinleştiği 30/4/1987 tarihinden itibaren başvurucunun yirmi yıl süreyle zilyet çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla söz konusu taşınmazları zilyetliğinde bulundurmak suretiyle bu taşınmazların mülkiyetini edindiğini kabul etmişlerdir. Bu durumda söz konusu hükme göre başvurucunun dava tarihinden (29/7/2009) önce anılan taşınmazların mülkiyetini edindiği, hükmün ise bu durumu tespit eden açıklayıcı bir mahiyet taşıdığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu taşınmazlar yönünden başvurucunun mülkiyet hakkının mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
61. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
62. Başvuru konusu olayda uyuşmazlık konusu taşınmazların Asliye Hukuk Mahkemesince 1/7/2010 tarihinde başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiş ve bu karar Yargıtayca onanarak 8/10/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Bununla birlikte Tapu Müdürlüğü başvurucuya söz konusu taşınmazların 2011 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında orman arazisi olarak Hazine adına tescil edildiğinden bahisle tapuya tescil edilemeyeceğini bildirmiştir. Buna göre söz konusu taşınmazların başvurucu adına tapuya tescil edilmemesi başvurucunun bu taşınmazlar üzerinde tasarrufta bulunmasını engellemektedir. Üstelik bu taşınmazların kadastro sonucu Hazine adına tescil edildiği dikkate alındığında başvurucunun taşınmazlardan dilediği gibi yararlanma veya taşınmazları kullanma hakkının da kısıtlanmış olduğu söylenebilir. Dolayısıyla tapuya tescil etmeme işleminin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur.
63. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
64. Başvurucunun lehine olan yargı kararının uygulanmaması mülkten yoksun bırakma sonucunu doğurmamaktadır. Somut olayda müdahalenin mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi gibi bir amacı da bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016, § 57).
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
(1) Genel İlkeler
65. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
66. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
67. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiştir. Buna göre ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durumun Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiği sonucuna yol açtığını vurgulamıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74).
68. Diğer taraftan Necdet Çetinkaya başvurusunda ortaklığın giderilmesi davasında yapılan yargılama neticesinde satışına karar verilen taşınmazın yapılan ihale sonucu başvurucu tarafından mülkiyetinin edinilmesi söz konusudur. Bu başvuruya konu olayda da Tapu Müdürlüğü ortaklığın giderilmesi davasında Hazinenin taraf olmaması sebebiyle tescil talebini reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi başvurucunun taşınmazın ihale bedelini ödediği ve tescilden önce mülkiyetini kazandığı hâlde başvurucunun ihale yoluyla edindiği taşınmazın Hazinenin payı dışındaki diğer payları yönünden başvurucu adına tescil işleminin yapılmamasının mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Necdet Çetinkaya, §§ 64-73).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
69. Somut olayda başvurucu 29/7/2009 tarihinde Dicle ilçesine bağlı Çavlı köyünde bulunan, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar için 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesine dayalı olarak Dicle Asliye Hukuk Mahkemesinde tescil davası açmıştır. Ancak bu dava devam ederken 2011 yılında Eğil ilçesine bağlı Bahşiler köyünde kadastro çalışmalarına başlanmıştır. 3402 sayılı Kanun'un 5. maddesinde kadastro çalışma alanında işe başlamadan önce bu alandaki taşınmazlar hakkında görülmekte olan kadastro ile ilgili davaların listesinin mahalli hukuk mahkemesinden alınacağı düzenlenmiştir. Bu Kanun'un 27. maddesinde de bu davaların kadastro mahkemesine devredileceği hüküm altına alınmıştır. Kanun koyucu böylece kadastro çalışmalarının tasfiye amacını da gözeterek uygulamada karışıklıklara yol açılmaması için kadastro çalışmalarından önce devam eden davaların da tek elden görülmesini amaçlamıştır.
70. Bununla birlikte başvurucunun açtığı dava kadastro çalışmalarında gözetilmemiş ve Bahşiler köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında bu taşınmazlar Hazine adına tespit edilerek tapuya tescil edilmiştir. Öte yandan aynı taşınmazlar ile ilgili olarak kadastro öncesinde açılan ve devam eden söz konusu dava da kadastro mahkemesine devredilmemiş ve Mahkeme taşınmazların başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kesinleşmiş olmakla uygulanabilir nitelikte bulunan bu hüküm yukarıda da izah edildiği üzere ilgili mevzuat ve Yargıtay içtihadına göre tespit niteliği taşımakta olup kadastro çalışmaları ve dava öncesinde mülkiyetin başvurucu tarafından edinildiğini göstermektedir. Üstelik başvurucu lehine olan söz konusu hüküm kadastro çalışmalarından sonra kesinleşmiştir.
71. Buna rağmen anılan karar Tapu Müdürlüğünce uygulanmamıştır. Tapu Müdürlüğü, taşınmazın kadastro sonucu Hazine adına tescil edildiğinden mükerrerliğe yol açılmaması gerekçesine dayanmaktadır.
72. Ancak kadastro çalışmaları sırasında çalışma alanındaki taşınmazlar ile ilgili dava listelerinin temini yönünden idarece gerekli özenin gösterilmediği, bunun yanında kadastro çalışmalarına rağmen dava dosyasının Mahkemece kadastro mahkemesine devredilmediği anlaşılmaktadır. Her ne kadar kadastro çalışmaları önceden duyurulmakta ise de bu taşınmazların Bahşiler köyü kadastro çalışma alanına dâhil edilebileceğinin başvurucu tarafından öngörülemeyebileceği dikkate alındığında bu konudaki asıl görevin bu taşınmazların kadastrosunu yapan kadastro müdürlüğüne ve sonrasında da yargılama makamlarına düştüğü açıktır. Olayda kamu makamlarının bu koordinasyon ve iş birliği eksikliği neticesinde devam eden davanın varlığına rağmen uyuşmazlık konusu taşınmazlar Hazine adına tapuya tescil edilmiş olup başvurucu lehine olan yargı kararı da buna dayalı olarak uygulanmamıştır. Dolayısıyla yargı kararının uygulanmamasına kamu makamlarının özensiz tutum ve davranışlarının yol açtığı, başvurucuya ise atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı görülmektedir.
73. Diğer taraftan başvurucunun lehine olan kararın verildiği yargılamanın tarafları Hazine ve orman idaresidir. Bu kararın uygulanmasına orman idaresinin muvafakat ettiği ancak Hazinenin ise muvafakat etmediği anlaşılmaktadır. Somut olayda birbiriyle çelişen birden fazla yargı kararı bulunmamaktadır. Ayrıca Hazinenin muvafakatı hâlinde kararın Tapu Müdürlüğünce uygulanabilmesinin mümkün olduğu yönündeki TKGM yazışmaları da dikkate alındığında anılan kararın uygulanmasına fiilen imkân bulunmadığı da söylenemez. Nitekim başvurucunun açtığı ve Hazine ile orman idaresinin de tarafı olduğu tescil davasında yapılan çelişmeli yargılama neticesinde tarafların delilleri, bilgi ve belgeleri ilk derece mahkemesince değerlendirilmiştir. Mahkemece yapılan keşif, dinlenen tanık ve mahalli bilirkişiler ile uzman bilirkişi raporları dikkate alınarak ilgili hukuk kurallarının yorumu çerçevesinde uyuşmazlık konusu taşınmazların orman niteliğinde olmadığı ve başvurucu lehine zilyetlik yoluyla mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı koşullarının gerçekleştiği kanaatine ulaşılmıştır. Bu karar Yargıtay tarafından da onanarak kesinleşmiştir.
74. Bu durumda söz konusu kesinleşmiş yargı kararının sonuçları itibarıyla davanın taraflarından biri olan Hazineyi de bağladığı kuşkusuzdur. Üstelik derece mahkemelerinin bu kararlarından söz konusu taşınmazların mülkiyetinin başvurucu tarafından kadastro çalışmalarından çok önce kazanıldığı anlaşılmasına rağmen kadastro sırasında bu taşınmazların hatalı olarak Hazine adına tespit edildiği ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki bu durum, başvurucunun elinde olmayan sebeplerle ve bütünüyle kamu makamlarının tutumundan kaynaklanmış ancak meydana gelen sonuçtan yine kamu makamları yararlanmıştır. Bu olgulara rağmen ve kesinleşmiş yargı kararının sonucunun değiştirilemeyeceği de dikkate alındığında başvurucudan tekrar dava açması istenerek yargı kararının nihai hâle geldiği 8/10/2012 tarihinden bu yana yaklaşık 6 yıl 5 ay boyunca uygulanmamasının Anayasa Mahkemesince yargı kararlarının uygulanması çerçevesinde daha önce ortaya konulan ilkelere göre kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı sonucuna varılmıştır.
75. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
76. Başvurucu, lehine olan kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
77. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
78. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."
79. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
80. Anayasa Mahkemesi daha önce yargı kararlarının uygulanmasını Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde değerlendirmiştir. Buna göre Anayasa'nın 36. ve 138. maddeleri uyarınca yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle, bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukuk devletinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargının kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez. Sonuç olarak hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği anlamına geleceği kabul edilmiştir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).
81. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılan kısımda yapılan değerlendirmeler esas alındığında başvurucu lehine olan nihai ve kesinleşmiş nitelikteki yargı kararının uygulanmaması nedeniyle aynı zamanda mahkemeye erişim hakkının da ihlaline yol açılmıştır.
82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
83. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
1. Genel İlkeler
84. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmenin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
85. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
86. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.
87. Ancak ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunmadığı durumlarda ise ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili idareye gönderilmesine gerekebilir. Bu bağlamda idarece öncelikle yapması gereken şey, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda bir temel hak ve hürriyetin yol açan idari eylem veya işlemin ortadan kaldırılarak tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemlerin yapılmasıdır. Bu çerçevede ihlal, yerine getirilmeyen yöntemsel bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usule ilişkin işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir.
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
88. Başvurucu, ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
89. Anayasa Mahkemesi başvurucunun lehine olan tescile ilişkin yargı kararının idarece uygulanmaması nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
90. Tapu Müdürlüğü yukarıda da değinildiği üzere yargı kararının uygulanmamasına gerekçe olarak orman idaresi muvafakat ettiği hâlde tescile kayıt maliki Hazinenin muvafakat etmemesini gerekçe göstermektedir. Hâlbuki Hazinenin de söz konusu tescil davasının tarafı olduğu anlaşılmaktadır. Bireysel başvuru incelemesinde ise ihlale konu kamu gücü müdahalesi bir bütün olarak dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Buna göre yeniden yargılama yapılmasında hukuki bir yarar olmadığı açıktır. İhlalin sonuçlarının giderilmesi için ise yargı kararının uygulanması ve uyuşmazlık konusu taşınmazların başvurucu adına tapuya tescil edilmesi gerekmektedir. Bu durumda ihlal kararının yerine getirilmesi sorumluluğu Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TKGM'ye düşmektedir. Böylelikle yargı kararının mümkün olan en kısa sürede icra edilmesi ve hukuk devleti ilkesi ile adalete olan güvenin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi sağlanmış olur. Bu sebeple kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının belirtilen şekilde giderilmesi için Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TKGM'ye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
91. Diğer taraftan somut olay bağlamında kararın orman idaresine gönderilmesine karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Nitekim ilgili yargı kararı kesinleştiği 8/10/2012 tarihinden itibaren yaklaşık 6 yıl 5 ay geçmesine rağmen uygulanmış değildir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve kararın idareye gönderilmesi suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -yargı kararının infaz edilmediği süre gözetilerek- başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
92. Yargı kararının uygulanması kapsamında ihlal kararının idare tarafından yerine getirilmesi ve manevi tazminata hükmedilmesi yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Yargı kararının en kısa sürede icra edilmesi için kararın bir örneğinin Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.