TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
RAHİL DİNK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU (2)
(Başvuru Numarası: 2016/10296)
Karar Tarihi: 18/7/2019
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Tuğçe TAKCI
Başvurucular
1. Rahil DİNK
2. Arat DİNK
3. Delal DİNK
4. Hasrof DİNK
5. Sera DİNK NAZARIAN
Vekili
Av. Hakan BAKIRCIOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kasten öldürme olayıyla ilgili yürütülen soruşturmada bir kısım şüpheli hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir.
6. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen soruşturma dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, A. gazetesinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni iken 19/1/2007 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden H.D.nin eşi, kardeşi ve çocuklarıdır.
9. Olaya karıştığı iddia edilen sivil şahıslar ile olayda ihmalleri bulunabileceği iddia edilen kamu görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturması süreçlerine ilişkin 17/7/2014 tarihine kadar olan bilgiler, başvurucuların iddiaları hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen karardaki değerlendirmeler ve olayla ilgili açılan tam yargı davasına ilişkin bilgiler, Anayasa Mahkemesinin Rahil Dink ve diğerleri (B. No: 2012/848, 17/7/2014) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır (aynı kararda bkz. §§ 14-62).
10. Başvurucular, H.D.nin öldürülmesiyle ilgili ceza soruşturması devam etmekteyken olay nedeniyle diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddiasının yanı sıra yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği iddialarıyla 2008 ve 2009 yıllarında AİHM’e başvurmuşlardır. AİHM 14/9/2010 tarihli Dink/Türkiye (B. No: 2668/07..., 14/9/2010) kararıyla, kamu makamlarının H.D.nin yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike bulunduğunun farkında olmalarına rağmen yaşamın korunması için gereken önlemleri almamaları nedeniyle yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 64-75).
11. AİHM ayrıca H.D.nin yaşamını koruma konusunda ihmalleri bulunduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında etkisiz soruşturma yürütüldüğü iddiaları bakımından ise ilgililer hakkında yürütülen ceza soruşturması süreçlerini inceleyerek söz konusu soruşturmaların kovuşturmasızlık kararlarıyla sonuçlanması, bu görevliler hakkındaki iddiaların yürütme erkine dâhil olan İstanbul Valiliği tarafından araştırılmasının soruşturmanın bağımsızlığı bakımından zafiyete neden olması ve başvurucuların yalnızca dosya üzerinden inceleme yapan makamlara itirazlarını sunabilmiş olmalarından dolayı soruşturmaya etkili katılımlarının sağlanamaması nedenleriyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ve başvuruculara tazminat ödenmesine karar vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 82-93, 150).
12. Anayasa Mahkemesi ise Rahil Dink ve diğerleri başvurusunda, başvurucuların yakınlarının hayatına yönelik tehlikenin varlığından haberdar oldukları hâlde olayın gerçekleşmesini önlemek için gerekli tedbirleri almadıklarını, dolayısıyla olayda ihmali bulunduğunu iddia ettikleri kamu görevlileri hakkında adli makamlarca -AİHM'in ihlal kararının gereklerine de aykırı olarak- kovuşturmasızlık kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları bakımından yürütülen ceza soruşturmasının etkililiğini incelemiştir (Rahil Dink ve diğerleri, §§ 106-111).
13. Anayasa Mahkemesi, olayda yaşam hakkının usul boyutuna ilişkin olarak AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı olması hâlinde Anayasa Mahkemesinin aynı konuda yeni bir inceleme yapabilmesi için başvurucuların mağduriyetinin AİHM kararıyla giderilmemiş olması gerektiğini ifade ettikten sonra olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın derdest olması ve sorumluların tespitine yönelik incelemenin devam etmesi nedeniyle AİHM’in ihlal kararı ile başvurucuların mağdur sıfatının devam ettiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, AİHM kararı sonrasında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yaşamı korumada sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini inceleyeceğini belirtmiştir (Rahil Dink ve diğerleri, § 116).
14. Rahil Dink ve diğerleri başvurusunun incelenmesi neticesinde Anayasa Mahkemesi, olayda ihmalleri olduğu ileri sürülen kamu görevlileri hakkında bu konuda AİHM tarafından verilen ihlal kararındaki değerlendirmeler yeterince dikkate alınmadan İstanbul Valiliği tarafından tekrar soruşturma izni verilmemesi üzerine soruşturmanın işlemden kaldırma kararıyla neticelenmesi ve olayda sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kamu görevlilerinin bağımsız adli birimlerce soruşturulmamasının soruşturmanın etkililiğini zayıflatması nedenleriyle -soruşturma süresinin uzunluğunu da dikkate alarak- yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine, AİHM ve İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından ayrı ayrı tazminat ödenmesine karar verildiğinden başvuruculara tazminat ödenmesine gerek olmadığına karar vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 119-129).
15. Bu aşamadan sonra gerçekleştirilen soruşturma işlemlerine değinilecek olursa, olayda yaşamın korunması için gerekli önlemlerin alınmaması yönünden sorumluluğu bulunduğu iddia edilen bazı kamu görevlileri hakkında İstanbul Valiliği tarafından soruşturma izni verilmemesi ve bu karara karşı yapılan itirazın İstanbul Bölge İdare Mahkemesince reddedilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı Özel Soruşturma Bürosu tarafından 2013/93822 numaralı soruşturmada 21/2/2014 tarihinde işlemden kaldırma kararı verilmiştir. Bu karar karşı yapılan itirazın Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 21/5/2014 tarihli karar ile kabul edilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından söz konusu karara karşı Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) kanun yararına bozma talebinde bulunulması başvurusu iletilmiş, Genel Müdürlük tarafından kanun yararına bozma talebinde bulunulmamıştır (bahsi geçen ceza soruşturması sürecine dair ayrıntılı bilgi için bkz. Rahil Dink ve diğerleri, §§ 43-50).
16. Sonrasında olayla ilgili olarak 2007/972 numaraya kayden yürütülen genel soruşturmanın devam ettiği süre içinde özel yetkili mahkemelerin 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un 19. maddesinde yapılan değişiklikle kaldırılması nedeniyle soruşturma dosyası Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosuna devredilmiş ve soruşturmaya tüm şüpheliler açısından 2014/40810 numaraya kayden devam edilmiştir.
17. Diğer yandan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20/4/2007 tarihli ve 2007/368 numaralı iddianameyle H.D.nin öldürülmesi olayına karışan, 18 sivil şüpheli hakkında terör örgütünün yöneticiliğini yapma, terör örgütü üyesi olma, terör örgütüne yardım etme, tasarlayarak öldürme, tasarlayarak öldürmeye azmettirme, patlayıcı madde imal etme, patlayıcı madde atma, kasten yaralama, mala zarar verme, tehdit, suçluyu gizleme ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından kamu davası açılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu iddianamede "takibi ve incelemesi yapılan tüm delillerin toplanarak ortaya çıkabilecek yeni vakıalar ve suç delilleri ile başka bir kısım şüpheliler hakkında bu dosya ile birleştirme talepli başka kamu davaları açılabilme ihtimali bulunduğunu, bu nedenle soruşturmanın tefrik edilerek bir başka numaraya kayden devam ettiğini, ancak bu tür inceleme ve delil tespitinin daha da uzun bir zaman dilimine yayılabilme ihtimali gözetilerek şüphelilerin mevcut deliller ışığında mahkeme önüne çıkarılma sürelerinin gereksiz yere uzatılmaması amacıyla bu iddianamenin düzenlendiğini" ifade etmiştir. Bahse konu yargılama İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 2016/32 esasına kayden derdesttir (bahsi geçen ceza soruşturması ve yargılaması süreçlerine dair ayrıntılı bilgi için bkz. Rahil Dink ve diğerleri, §§ 19-24).
18. Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/40810 numaraya kayden devam eden soruşturmada 2015/3997 numaralı ve birleştirme talebi içeren 4/12/2015 tarihli iddianameyle H.D.nin öldürülmesi olayına karıştığı ya da olayda sorumluluğu bulunduğu iddia edilen ve kamu görevlisi olan 26 şüpheli hakkında daha örgüte bilerek isteyerek yardım etme, silahlı terör örgütüne üye olma, görevi kötüye kullanma, yargı görevini etkileme suçlarından kamu davası açmış ve iddianameye konu şüpheliler ve eylemler arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle yargılamanın Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde derdest olan ana yargılamayla birleştirilerek görülmesini talep etmiştir.
19. Cumhuriyet Başsavcılığının 156 sayfalık söz konusu iddianamesinde, H.D.nin kasten öldürülmesi olayına karıştığı ya da yaşamının korunması için gerekli önlemleri almaması nedeniyle olayda sorumluluğu olduğu iddia edilen, kamu görevlisi olan şüphelilere isnat edilen eylemler her şüpheli için tek tek belirtilmiş; ayrıca bazı şüpheliler hakkında yaşamın korunması için gerekli önlemlerin alınmaması noktasında hangi yönlerden sorumlulukları bulunduğu belirtilerek bu yönde suçun nitelendirilmesinin yapıldığı görülmüştür. Bu bağlamda bahse konu iddianamenin kapsamı ve ilgili kısımları şöyledir:
"...
[A. ] gazetesi genel yayın yönetmeni [H.D.nin] öldürülmesi olayın da bir kısım kamu görevlilerinin [H.D.nin] öldürüleceğinden ve suç faillerinden önceden haberdar oldukları, görev, yetki ve konumları gereği cinayeti önleme yükümlülüğü bulunan kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirmedikleri, şüphelilerin [H.D.] cinayetini işleyen örgütün yönetici veya üyesi olmamakla beraber, [H.D.] cinayetinin işleneceği bilgisine sahip oldukları ve görevleri gereği (kanundan kaynaklanan yükümlülük) cinayeti işleyecek örgüte operasyon yapmayarak ve ölen [H.D.ye] şahsi, fiziki ve mekansal koruma sağlamayarak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte hizmet ve yardımda bulunan şüphelilerin eylemlerinin silahlı suç örgütüne yardım etmek olarak değerlendirildiği İDDİASIYLA, yürütülen soruşturma sırasında elde edilen deliller ve alınan ifadeler doğrultusunda; ...
...
...tecrübeli bir istihbaratçı olan şüpheli [A.İ.G.nin] yüklenmiş olduğu kamu görevi ve konumu itibariyle yukarıda açıklanan nedenlerle [H.D.nin] yaşam hakkına yönelik açık ve yakın bir tehlike altında bulunduğunu ön görmemiş olması mümkün olmayıp, yine kendi ifadesiyle Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğünden gereği için İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğüne gönderilen 17/02/2006 tarih ... sayılı yazıyı ve [Y.H.] tarafından [H.D.ye] karşı ses getirecek eylem bilgisini İl Emniyet Müdürlüğüne hitaben yazılmadığı gerekçesiyle İl Emniyet Müdürü [C.C.den] gizleyen şüpheli [A.İ.G.nin] eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu aştığı,
Somut olayda maktül [H.D.nin] kanundan doğan öldürülmesini önleme yükümlülüğü bulunan, suç tarihinde İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapan şüpheli [A.İ.G.nin], ölen [H.D.nin] yaşam hakkını korumayarak kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçunu ve görevi kötüye kullanma suçunu işlediği anlaşılmıştır.
[H.D.yi] ölüme götüren süreçte İstanbul İl Emniyet Müdürü olarak görev yapan şüpheli [C.C.nin] yukarıda açıklandığı üzere, [H.D.nin] yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike altında olduğunu yürütmekte olduğu kamu görevi, yetki ve konumu gereğince bilmemesinin mümkün olmadığı, [H.D.nin] korunmasına dönük işlemleri koruma kuruluna götürmeyip var olan yetkisini kullanmayarak görevi kötüye kullanma suçunu işlediği anlaşılmıştır.
... "
20. Cumhuriyet Başsavcılığının 4/12/2015 tarihli iddianamesi Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/337 esasına kaydedilmiş, sonrasında söz konusu yargılama Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/32 esasına kayden görülmekte olan yargılamayla birleştirilmiştir.
21. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/10/2015 tarihinde 43 şüpheli hakkında resmî belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma, örgütün veya amacının propagandasını yapma, suç işleme amacıyla örgüt kurma, suçu ve suçluyu övme suçlarından ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararda; bazı şüpheliler yönünden suça ilişkin dava zamanaşımının dolduğu, bazı şüphelilerin yaşamı koruma yükümlülüğü bakımından gerekli işlemleri yaptıklarından bahisle atılı suçu işlemedikleri, bazı şüphelilerin ise isnat edilen suçları işlediklerine dair delil elde edilemediği gerekçelerine yer verilmiştir.
22. Başvurucuların ek kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı itirazları İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/4/2016 tarihli kararıyla, düzenlenen 4/12/2015 tarihli iddianamenin içeriği de gözetilerek reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yapılan soruşturma sonucunda verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ve dayandığı gerekçelerin soruşturmanın kapsamına, usul ve kanuna uygun olduğu; kararın gerekçelerine göre itiraz nedenlerinin yerinde olmadığı sonuç ve vicdani kanaatine varılmakla, dosya içerisindeki 04/12/2015 tarih, 2014/40810 soruşturma, 2015/47335 esas ve 2015/3997 numaralı iddianame içeriği de nazara alınarak müşteki vekilinin itirazlarının 5271 Sayılı CMK.nın 173/3 madde ve fıkrası uyarınca reddine..."
23. Ret kararı başvuruculara 27/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 27/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
24. Bireysel başvuruda bulunulması sonrasında Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/32 esasına kayden görülen yargılamanın 13/6/2019 tarihli celsesinde bir kısım sanık yönünden dosyanın tekemmül etmiş olması ve bazı suçlamalar bakımından zamanaşımı süresinin dolma riski bulunması gerekçesiyle ayırma kararı verilmiştir. Haklarında ayırma kararı verilen sanıklar ve bunlara yönelik isnatlar dışındaki ana yargılamanın duruşmasının ise 4-5-6/9/2019 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir.
25. Ağır Ceza Mahkemesinin 2019/128 esasına kaydedilen yargılamada 17/7/2019 tarihinde sanık Y.H.nin silahlı suç örgütü kurma/yönetme; sanık E.T.nin tasarlayarak ve bomba kullanmak suretiyle kasten öldürmeye teşebbüs etme, mala zarar verme, kasten öldürmeye iştirak, silahlı suç örgütüne üye olma; sanık Z.A.Y.nin kasten öldürmeye iştirak, silahlı suç örgütüne üye olma; sanık O.S.nin silahlı suç örgütüne üye olma; sanık E.Y.nin silahlı suç örgütüne üye olma; sanık T.U.nun kasten öldürmeye iştirak; sanık T.U.nun silahlı suç örgütüne üye olma; sanık A.İ.nin silahlı suç örgütüne üye olma suçlarından çeşitli sürelerle mahkumiyelerine, sanık S.H. nin 6136 sayılı Kanuna'a muhalefet; sanık O.H.nin ise kasten öldürmeye iştirak, silahlı suç örgütüne üye olma suçlarından beraatlerine karar verilmiştir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 18/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
27. Başvurucular, yakınlarının kasten öldürülmesi olayına karıştığını ya da koruma önlemleri almayarak ölümünde kusuru bulunduğunu iddia ettikleri 24 şüpheli hakkında eksik incelemeyle ve hatalı değerlendirmeyle ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, kovuşturmasızlık kararı verilmesinin AİHM'in ihlal kararının gereklerine de uygun olmadığını, bir kısım şüpheli hakkında verilen kovuşturmasızlık kararına gerekçe gösterilen dava zamanaşımının yanlış hesapladığını, bir kısım şüphelinin yakınlarının kasten öldürülmesi olayıyla bağlantılarının ortaya çıkma ihtimalinin olduğunu, bir kısım kamu görevlisi olan şüphelinin ise yakınlarının yaşamına yönelik tehditten haberdar oldukları hâlde gerekli önlemleri almamaları nedeniyle olayda sorumlulukları bulunduğunu, bu nedenlerle bu şüpheliler hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin soruşturmayı etkisizleştirdiğini belirterek adil yargılanma ve etkili başvuru haklarıyla eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
28. Bakanlık görüşünde; olaya ilişkin yargılama süreçleri anlatıldıktan sonra yaşam hakkına dair etkili soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğu, bu yükümlülüğün başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklemediği belirtilmiş ve başvurucuların yakınlarının öldürülmesi olayıyla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında kasten öldürme olayının failleri hakkında kamu davasının açılmış olduğunun, öte yandan olayın meydana gelmesinde kasıtlı olarak görevini kötüye kullandığı veya görevini ihmal ettiği iddia olunan çeşitli görevlerdeki kamu görevlileri hakkında Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılamanın derdest olduğunun, Cumhuriyet Başsavcılığının diğer bazı kamu görevlileri ve sivil kişiler yönünden ise bazı gerekçelerle ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdiğinin yapılacak incelemede gözetilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
29. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.”
31. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddiaları, yakınlarının öldürülmesi olayıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmediğine ilişkindir. Bu itibarla başvurucuların iddialarının da Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
33. Öte yandan yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda müteveffa; başvurucuların eşi, babası ve kardeşidir. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
34. Bununla birlikte başvurunun diğer kabul edilebilirlik kriterleri yönünden de incelenmesi gerekir.
35. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
36. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönü yanında usule ilişkin yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
37. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
38. Bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, § 25).
39. Nitekim AİHM tarafından Dink/Türkiye başvurusundaki yaşam hakkının usul boyutuna yönelik ihlal iddiaları bakımından olayla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının etkililiğine ilişkin bir inceleme yapılmıştır (aynı kararda bkz. §§ 76-93).
40. Ancak yürütülen bu soruşturma, belirli bir kişinin sorumlu olup olmadığıyla sınırlı olmamalı; olayın tüm yönlerini ortaya koyacak kapsamda ve nitelikte olmalıdır. Nitekim soruşturmanın etkili olup olmadığına ilişkin değerlendirme -somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak- belirli bir kişi hakkında verilen kararla sınırlı olarak değil yürütülen soruşturma bir bütün olarak incelendikten sonra yapılabilecektir (Gülcan Keleş ve diğerleri, B. No: 2014/797, 22/3/2017, § 30).
41. Bir ceza soruşturması veya yargılaması sürecinde kovuşturmasızlık, beraat, mahkûmiyet veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları ile farklı zamanlarda neticelenmiş aşamalar bulunması durumunda -bu aşamaların tek bir olay için farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde- soruşturmaların bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekebileceğinden (S.D., B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 69) hareket eden Anayasa Mahkemesi, aynı olaya ilişkin sorumluluğu bulunduğu iddia edilen, birden fazla kişi hakkında yürütülen adli süreçlerin bir kısmı devam ederken bazı şüpheli/sanık bakımından sürecin sona ermesi üzerine yapılan bireysel başvurularda somut olayın ve tüm adli sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşmıştır (Bilal Turan ve diğerleri (3), B. No: 2013/7418, 31/3/2016, § 72; Bülent Kurt, B. No: 2013/7408, 20/1/2016, § 40; Gülcan Keleş ve diğerleri, §§ 30, 31).
42. Başvuru yollarının tüketilmesi meselesine ilişkin anılan içtihadın ortaya çıkışında, ihlal iddiasına konu olaya dair sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kişilerden her birine atfedilebilecek kusur durumu ile her bir kişi için adli süreçte elde edilecek delil durumunun farklı değerlendirilebileceğinin ve soruşturmanın etkililiği araştırılırken olayın tüm boyutlarıyla ele alınarak bir bütün olarak irdelenmesi gerekliliğinin gözönünde bulundurulduğu anlaşılmaktadır (Dilek Genç ve diğerleri [GK], B. No: 2014/3944, 1/2/2018, §55).
43. Bu ilkeler ışığında somut başvuru değerlendirildiğinde başvurucuların yakınlarının öldürülmesi olayında sorumluluğu bulunduğunu iddia ettikleri ve haklarında ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen şüphelilerden sivil şahıs olan bir kısmının H.D.nin kasten öldürülmesi olayıyla bağlantıları olabileceği iddiaları bulunduğu, şüphelilerden kamu görevlisi olan diğer bir kısmının ise olayda yaşamı koruma yükümlülüğünü ihmal etmeleri anlamında sorumlulukları olduğuna yönelik iddiaları olduğu görülmektedir (bkz. § 27)
44. Başvurucular her ne kadar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bazı şüpheliler hakkında kamu davası açılması gerekirken haksız olarak ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ileri sürerek bireysel başvurularda bulunmuşlarsa da başvurucuların yakınlarının kasten öldürülmesi olayıyla ilgili olarak görülmekte olan bir kamu davası bulunduğu, söz konusu yargılama kapsamında H.D.yi kasten öldürme suçunun faillerinin yargılamasının yapılmasının yanı sıra (bkz. § 17) Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sonradan düzenlenen birleştirme talepli iddianameyle olayda çeşitli yönlerden sorumluluğu bulunabileceği iddia edilen bir kısım şüpheli hakkında daha kamu davası açıldığı, dolayısıyla olayda ihmal bulunduğu yönündeki iddia bakımından da kovuşturma yürütüldüğü (bkz. §§ 18-20) anlaşılmaktadır.
45. Bu durumda maddi olayın koşullarını belirleyebilecek, sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte olmadığına ilişkin bir veri yahut iddia bulunmayan ve yürütülmekte olan yargılamada, olayla ilgili olarak haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen kişilerin de olayda sorumluluğunun bulunduğunun tespit edilmesi hâlinde bu kişiler hakkında da kamu davasının açılmasının sağlanmasının her zaman mümkün olduğu değerlendirilmiştir.
46. Görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 96).
47. Bu bağlamda bir kısım şüpheli hakkında verilen ek kovuşturmasızlık kararının gerekçesi olan dava zamanaşımının dolması hususu bakımından ise olaya ilişkin mevzuat hükümlerinin yorumu ve uygulanması, bu kapsamda şüphelilerin eyleminin nitelendirilmesi, bunun neticesinde de suçun dava zamanaşımının dolup dolmadığının tespiti noktasındaki takdirin esasen derece mahkemelerine ait olduğunun altının çizilmesi gerekmektedir.
48. Bu noktada H.D.nin öldürülmesi olayıyla ilgili olarak görülmekte olan yargılama sırasında yargılaması devam eden sanıklardan başka şahısların da olayda sorumluluğu bulunduğunun tespit edilmesi, yeni delillerin ortaya çıkması hâllerinde adli makamlarca önceden zamanaşımı süresinin dolması gerekçesiyle yahut farklı gerekçelerle kovuşturmasızlık kararı verilmiş olan eylemlere dair suçun farklı şekilde nitelendirilmesi yapılarak söz konusu şüpheliler hakkında da kamu davası açılması ihtimalinin mevcut olduğu değerlendirilmiştir. Nitekim 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 172. maddesinin 2. fıkrasında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildikten sonra yeni delil elde edilmesi hâlinde aynı fiille ilgili olarak kamu davası açılmasının mümkün olacağına işaret edilmiştir.
49. Yukarıda değinilen tüm bu hususlar birlikte gözetildiğinde Anayasa Mahkemesinin başvurucuların iddiaları hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapabilmesi için somut olayın iç içe geçmiş yönlerini ilgilendiren ve devam etmekte olan ceza yargılamasının neticelenmesi, olay hakkında yürütülen adli sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Böylelikle Anayasa Mahkemesi, somut olayın tüm yönlerine ilişkin olarak olayı ilk elden inceleyen soruşturma ve yargılama makamlarının elde ettiği bulguları ve ulaştığı sonuçları bir bütün olarak dikkate alabilecektir. Bu durum, temel hak ihlallerini gidermede Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu ikincil nitelikteki rolün de bir gereğini oluşturmaktadır.
50. Sonuç olarak, öncelikle Anayasa Mahkemesince yapılan tespitlerin kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemesi gerekliliği ifade edilmelidir. Bu bağlamda, başvurucuların iddialarının ve olayla ilgili soruşturmanın etkili yürütülüp yürütülmediğinin, ölüm olayının sebep ve koşulları yani gerçekleşme şartları adli makamlarca netleştirilmeden Anayasa Mahkemesince bir bütün olarak değerlendirilmesinin bu aşamada mümkün olmadığı, bu hususların olay hakkında görülmekte olan yargılama sürecinde elde edilen veriler bir bütün olarak incelenmek suretiyle değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 18/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.