TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RAHİL DİNK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2016/10296)
|
|
Karar Tarihi: 18/7/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Tuğçe TAKCI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Rahil DİNK
|
|
|
2. Arat DİNK
|
|
|
3. Delal DİNK
|
|
|
4. Hasrof DİNK
|
|
|
5. Sera DİNK NAZARIAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Hakan BAKIRCIOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kasten öldürme olayıyla ilgili yürütülen
soruşturmada bir kısım şüpheli hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir.
6. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan ayrıca İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen soruşturma
dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, A. gazetesinin kurucusu ve genel yayın
yönetmeni iken 19/1/2007 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını
kaybeden H.D.nin eşi, kardeşi ve çocuklarıdır.
9. Olaya karıştığı iddia edilen sivil şahıslar ile olayda
ihmalleri bulunabileceği iddia edilen kamu görevlileri hakkında yürütülen
ceza soruşturması süreçlerine ilişkin 17/7/2014 tarihine kadar olan bilgiler,
başvurucuların iddiaları hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
tarafından verilen karardaki değerlendirmeler ve olayla ilgili açılan tam yargı
davasına ilişkin bilgiler, Anayasa Mahkemesinin Rahil Dink ve diğerleri
(B. No: 2012/848, 17/7/2014) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır
(aynı kararda bkz. §§ 14-62).
10. Başvurucular, H.D.nin öldürülmesiyle ilgili ceza
soruşturması devam etmekteyken olay nedeniyle diğer bazı haklarının ihlal
edildiği iddiasının yanı sıra yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal
edildiği iddialarıyla 2008 ve 2009 yıllarında AİHM’e başvurmuşlardır. AİHM
14/9/2010 tarihli Dink/Türkiye (B. No: 2668/07..., 14/9/2010) kararıyla,
kamu makamlarının H.D.nin yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike bulunduğunun
farkında olmalarına rağmen yaşamın korunması için gereken önlemleri almamaları
nedeniyle yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (aynı
kararda bkz. §§ 64-75).
11. AİHM ayrıca H.D.nin yaşamını koruma konusunda
ihmalleri bulunduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında etkisiz soruşturma
yürütüldüğü iddiaları bakımından ise ilgililer hakkında yürütülen ceza
soruşturması süreçlerini inceleyerek söz konusu soruşturmaların
kovuşturmasızlık kararlarıyla sonuçlanması, bu görevliler hakkındaki iddiaların
yürütme erkine dâhil olan İstanbul Valiliği tarafından araştırılmasının
soruşturmanın bağımsızlığı bakımından zafiyete neden olması ve başvurucuların
yalnızca dosya üzerinden inceleme yapan makamlara itirazlarını sunabilmiş
olmalarından dolayı soruşturmaya etkili katılımlarının sağlanamaması
nedenleriyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ve başvuruculara
tazminat ödenmesine karar vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 82-93, 150).
12. Anayasa Mahkemesi ise Rahil Dink ve diğerleri
başvurusunda, başvurucuların yakınlarının hayatına yönelik tehlikenin
varlığından haberdar oldukları hâlde olayın gerçekleşmesini önlemek için
gerekli tedbirleri almadıklarını, dolayısıyla olayda ihmali bulunduğunu iddia
ettikleri kamu görevlileri hakkında adli makamlarca -AİHM'in ihlal kararının
gereklerine de aykırı olarak- kovuşturmasızlık kararı verilmesi nedeniyle yaşam
hakkının ihlal edildiği iddiaları bakımından yürütülen ceza soruşturmasının
etkililiğini incelemiştir (Rahil Dink ve diğerleri, §§ 106-111).
13. Anayasa Mahkemesi, olayda yaşam hakkının usul
boyutuna ilişkin olarak AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı olması
hâlinde Anayasa Mahkemesinin aynı konuda yeni bir inceleme yapabilmesi için
başvurucuların mağduriyetinin AİHM kararıyla giderilmemiş olması gerektiğini
ifade ettikten sonra olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın derdest olması ve
sorumluların tespitine yönelik incelemenin devam etmesi nedeniyle AİHM’in ihlal
kararı ile başvurucuların mağdur sıfatının devam ettiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, AİHM kararı sonrasında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
yaşamı korumada sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında
etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini inceleyeceğini belirtmiştir (Rahil
Dink ve diğerleri, § 116).
14. Rahil Dink ve diğerleri başvurusunun
incelenmesi neticesinde Anayasa Mahkemesi, olayda ihmalleri olduğu ileri
sürülen kamu görevlileri hakkında bu konuda AİHM tarafından verilen ihlal
kararındaki değerlendirmeler yeterince dikkate alınmadan İstanbul Valiliği
tarafından tekrar soruşturma izni verilmemesi üzerine soruşturmanın işlemden
kaldırma kararıyla neticelenmesi ve olayda sorumluluğu bulunduğu iddia edilen
kamu görevlilerinin bağımsız adli birimlerce soruşturulmamasının soruşturmanın
etkililiğini zayıflatması nedenleriyle -soruşturma süresinin uzunluğunu da
dikkate alarak- yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine, AİHM ve
İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından ayrı ayrı tazminat ödenmesine karar
verildiğinden başvuruculara tazminat ödenmesine gerek olmadığına karar
vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 119-129).
15. Bu aşamadan sonra gerçekleştirilen soruşturma
işlemlerine değinilecek olursa, olayda yaşamın korunması için gerekli
önlemlerin alınmaması yönünden sorumluluğu bulunduğu iddia edilen bazı kamu
görevlileri hakkında İstanbul Valiliği tarafından soruşturma izni verilmemesi
ve bu karara karşı yapılan itirazın İstanbul Bölge İdare Mahkemesince
reddedilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı Özel Soruşturma Bürosu tarafından
2013/93822 numaralı soruşturmada 21/2/2014 tarihinde işlemden kaldırma kararı
verilmiştir. Bu karar karşı yapılan itirazın Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından 21/5/2014 tarihli karar ile kabul edilmesi üzerine Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından söz konusu karara karşı Adalet Bakanlığı Ceza İşleri
Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) kanun yararına bozma talebinde bulunulması
başvurusu iletilmiş, Genel Müdürlük tarafından kanun yararına bozma talebinde
bulunulmamıştır (bahsi geçen ceza soruşturması sürecine dair ayrıntılı bilgi
için bkz. Rahil Dink ve diğerleri, §§ 43-50).
16. Sonrasında olayla ilgili olarak 2007/972 numaraya
kayden yürütülen genel soruşturmanın devam ettiği süre içinde özel yetkili
mahkemelerin 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un 19. maddesinde yapılan
değişiklikle kaldırılması nedeniyle soruşturma dosyası Cumhuriyet Başsavcılığı
Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosuna devredilmiş ve soruşturmaya tüm
şüpheliler açısından 2014/40810 numaraya kayden devam edilmiştir.
17. Diğer yandan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
20/4/2007 tarihli ve 2007/368 numaralı iddianameyle H.D.nin öldürülmesi olayına
karışan, 18 sivil şüpheli hakkında terör örgütünün yöneticiliğini yapma, terör
örgütü üyesi olma, terör örgütüne yardım etme, tasarlayarak öldürme,
tasarlayarak öldürmeye azmettirme, patlayıcı madde imal etme, patlayıcı madde
atma, kasten yaralama, mala zarar verme, tehdit, suçluyu gizleme ve ruhsatsız
silah bulundurma suçlarından kamu davası açılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı
söz konusu iddianamede "takibi ve incelemesi yapılan tüm delillerin
toplanarak ortaya çıkabilecek yeni vakıalar ve suç delilleri ile başka bir
kısım şüpheliler hakkında bu dosya ile birleştirme talepli başka kamu davaları
açılabilme ihtimali bulunduğunu, bu nedenle soruşturmanın tefrik edilerek bir
başka numaraya kayden devam ettiğini, ancak bu tür inceleme ve delil tespitinin
daha da uzun bir zaman dilimine yayılabilme ihtimali gözetilerek şüphelilerin
mevcut deliller ışığında mahkeme önüne çıkarılma sürelerinin gereksiz yere
uzatılmaması amacıyla bu iddianamenin düzenlendiğini" ifade etmiştir.
Bahse konu yargılama İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi)
2016/32 esasına kayden derdesttir (bahsi geçen ceza soruşturması ve yargılaması
süreçlerine dair ayrıntılı bilgi için bkz. Rahil Dink ve diğerleri, §§
19-24).
18. Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/40810 numaraya kayden
devam eden soruşturmada 2015/3997 numaralı ve birleştirme talebi içeren 4/12/2015
tarihli iddianameyle H.D.nin öldürülmesi olayına karıştığı ya da olayda
sorumluluğu bulunduğu iddia edilen ve kamu görevlisi olan 26 şüpheli hakkında
daha örgüte bilerek isteyerek yardım etme, silahlı terör örgütüne üye olma,
görevi kötüye kullanma, yargı görevini etkileme suçlarından kamu davası açmış
ve iddianameye konu şüpheliler ve eylemler arasında hukuki ve fiilî irtibat
bulunması nedeniyle yargılamanın Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde derdest olan ana
yargılamayla birleştirilerek görülmesini talep etmiştir.
19. Cumhuriyet Başsavcılığının 156 sayfalık söz konusu
iddianamesinde, H.D.nin kasten öldürülmesi olayına karıştığı ya da yaşamının
korunması için gerekli önlemleri almaması nedeniyle olayda sorumluluğu olduğu
iddia edilen, kamu görevlisi olan şüphelilere isnat edilen eylemler her şüpheli
için tek tek belirtilmiş; ayrıca bazı şüpheliler hakkında yaşamın korunması
için gerekli önlemlerin alınmaması noktasında hangi yönlerden sorumlulukları
bulunduğu belirtilerek bu yönde suçun nitelendirilmesinin yapıldığı
görülmüştür. Bu bağlamda bahse konu iddianamenin kapsamı ve ilgili kısımları
şöyledir:
"...
[A. ] gazetesi genel yayın yönetmeni
[H.D.nin] öldürülmesi olayın da bir kısım kamu görevlilerinin [H.D.nin]
öldürüleceğinden ve suç faillerinden önceden haberdar oldukları, görev, yetki
ve konumları gereği cinayeti önleme yükümlülüğü bulunan kamu görevlilerinin
görevlerini yerine getirmedikleri, şüphelilerin [H.D.] cinayetini işleyen
örgütün yönetici veya üyesi olmamakla beraber, [H.D.] cinayetinin işleneceği
bilgisine sahip oldukları ve görevleri gereği (kanundan kaynaklanan yükümlülük)
cinayeti işleyecek örgüte operasyon yapmayarak ve ölen [H.D.ye] şahsi, fiziki
ve mekansal koruma sağlamayarak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte hizmet ve
yardımda bulunan şüphelilerin eylemlerinin silahlı suç örgütüne yardım etmek
olarak değerlendirildiği İDDİASIYLA, yürütülen soruşturma sırasında elde edilen
deliller ve alınan ifadeler doğrultusunda; ...
...
...tecrübeli bir istihbaratçı olan
şüpheli [A.İ.G.nin]
yüklenmiş olduğu kamu görevi ve konumu itibariyle yukarıda açıklanan nedenlerle
[H.D.nin] yaşam hakkına yönelik açık ve yakın bir tehlike altında
bulunduğunu ön görmemiş olması mümkün olmayıp, yine kendi ifadesiyle Trabzon
İstihbarat Şube Müdürlüğünden gereği için İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğüne
gönderilen 17/02/2006 tarih ... sayılı yazıyı ve [Y.H.] tarafından [H.D.ye]
karşı ses getirecek eylem bilgisini İl Emniyet Müdürlüğüne hitaben yazılmadığı
gerekçesiyle İl Emniyet Müdürü [C.C.den] gizleyen şüpheli
[A.İ.G.nin] eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu aştığı,
Somut olayda maktül [H.D.nin] kanundan doğan
öldürülmesini önleme yükümlülüğü bulunan, suç tarihinde İstanbul İstihbarat
Şube Müdürü olarak görev yapan şüpheli [A.İ.G.nin], ölen [H.D.nin] yaşam
hakkını korumayarak kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçunu ve
görevi kötüye kullanma suçunu işlediği anlaşılmıştır.
...
[H.D.yi] ölüme götüren süreçte
İstanbul İl Emniyet Müdürü olarak görev yapan şüpheli [C.C.nin] yukarıda
açıklandığı üzere, [H.D.nin] yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike
altında olduğunu yürütmekte olduğu kamu görevi, yetki ve konumu gereğince
bilmemesinin mümkün olmadığı, [H.D.nin] korunmasına dönük işlemleri
koruma kuruluna götürmeyip var olan yetkisini kullanmayarak görevi kötüye
kullanma suçunu işlediği anlaşılmıştır.
... "
20. Cumhuriyet Başsavcılığının 4/12/2015 tarihli
iddianamesi Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/337 esasına kaydedilmiş, sonrasında söz
konusu yargılama Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/32 esasına kayden görülmekte olan
yargılamayla birleştirilmiştir.
21. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/10/2015
tarihinde 43 şüpheli hakkında resmî belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma,
örgütün veya amacının propagandasını yapma, suç işleme amacıyla örgüt kurma,
suçu ve suçluyu övme suçlarından ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı
verilmiştir. Kararda; bazı şüpheliler yönünden suça ilişkin dava zamanaşımının
dolduğu, bazı şüphelilerin yaşamı koruma yükümlülüğü bakımından gerekli
işlemleri yaptıklarından bahisle atılı suçu işlemedikleri, bazı şüphelilerin
ise isnat edilen suçları işlediklerine dair delil elde edilemediği
gerekçelerine yer verilmiştir.
22. Başvurucuların ek kovuşturmaya yer olmadığı kararına
karşı itirazları İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/4/2016 tarihli
kararıyla, düzenlenen 4/12/2015 tarihli iddianamenin içeriği de gözetilerek
reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca
yapılan soruşturma sonucunda verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın ve dayandığı gerekçelerin soruşturmanın kapsamına, usul ve kanuna uygun
olduğu; kararın gerekçelerine göre itiraz nedenlerinin yerinde olmadığı sonuç
ve vicdani kanaatine varılmakla, dosya içerisindeki 04/12/2015 tarih,
2014/40810 soruşturma, 2015/47335 esas ve 2015/3997 numaralı iddianame içeriği de
nazara alınarak müşteki vekilinin itirazlarının 5271 Sayılı CMK.nın 173/3 madde
ve fıkrası uyarınca reddine..."
23. Ret kararı başvuruculara 27/4/2016 tarihinde tebliğ
edilmiş olup başvurucular 27/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
24. Bireysel başvuruda bulunulması sonrasında Ağır Ceza
Mahkemesinin 2016/32 esasına kayden görülen yargılamanın 13/6/2019 tarihli
celsesinde bir kısım sanık yönünden dosyanın tekemmül etmiş olması ve bazı
suçlamalar bakımından zamanaşımı süresinin dolma riski bulunması gerekçesiyle
ayırma kararı verilmiştir. Haklarında ayırma kararı verilen sanıklar ve bunlara
yönelik isnatlar dışındaki ana yargılamanın duruşmasının ise 4-5-6/9/2019
tarihine bırakılmasına karar verilmiştir.
25. Ağır Ceza Mahkemesinin 2019/128 esasına kaydedilen
yargılamada 17/7/2019 tarihinde sanık Y.H.nin silahlı suç örgütü kurma/yönetme;
sanık E.T.nin tasarlayarak ve bomba kullanmak suretiyle kasten öldürmeye
teşebbüs etme, mala zarar verme, kasten öldürmeye iştirak, silahlı suç örgütüne
üye olma; sanık Z.A.Y.nin kasten öldürmeye iştirak, silahlı suç örgütüne üye
olma; sanık O.S.nin silahlı suç örgütüne üye olma; sanık E.Y.nin silahlı suç
örgütüne üye olma; sanık T.U.nun kasten öldürmeye iştirak; sanık T.U.nun
silahlı suç örgütüne üye olma; sanık A.İ.nin silahlı suç örgütüne üye olma
suçlarından çeşitli sürelerle mahkumiyelerine, sanık S.H. nin 6136 sayılı
Kanuna'a muhalefet; sanık O.H.nin ise kasten öldürmeye iştirak, silahlı suç
örgütüne üye olma suçlarından beraatlerine karar verilmiştir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 18/7/2019 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
27. Başvurucular, yakınlarının kasten öldürülmesi olayına
karıştığını ya da koruma önlemleri almayarak ölümünde kusuru bulunduğunu iddia
ettikleri 24 şüpheli hakkında eksik incelemeyle ve hatalı değerlendirmeyle ek
kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, kovuşturmasızlık kararı
verilmesinin AİHM'in ihlal kararının gereklerine de uygun olmadığını, bir kısım
şüpheli hakkında verilen kovuşturmasızlık kararına gerekçe gösterilen dava
zamanaşımının yanlış hesapladığını, bir kısım şüphelinin yakınlarının kasten
öldürülmesi olayıyla bağlantılarının ortaya çıkma ihtimalinin olduğunu, bir
kısım kamu görevlisi olan şüphelinin ise yakınlarının yaşamına yönelik
tehditten haberdar oldukları hâlde gerekli önlemleri almamaları nedeniyle
olayda sorumlulukları bulunduğunu, bu nedenlerle bu şüpheliler hakkında ek
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin soruşturmayı etkisizleştirdiğini
belirterek adil yargılanma ve etkili başvuru haklarıyla eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
28. Bakanlık görüşünde; olaya ilişkin yargılama süreçleri
anlatıldıktan sonra yaşam hakkına dair etkili soruşturma yükümlülüğünün bir
sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğu, bu
yükümlülüğün başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya
da cezalandırma hakkı vermediği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli
bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklemediği belirtilmiş ve
başvurucuların yakınlarının öldürülmesi olayıyla ilgili yürütülen soruşturma
kapsamında kasten öldürme olayının failleri hakkında kamu davasının açılmış
olduğunun, öte yandan olayın meydana gelmesinde kasıtlı olarak görevini kötüye
kullandığı veya görevini ihmal ettiği iddia olunan çeşitli görevlerdeki kamu
görevlileri hakkında Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılamanın derdest
olduğunun, Cumhuriyet Başsavcılığının diğer bazı kamu görevlileri ve sivil
kişiler yönünden ise bazı gerekçelerle ek kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar verdiğinin yapılacak incelemede gözetilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
29. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında
başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.”
31. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucuların iddiaları, yakınlarının öldürülmesi olayıyla ilgili
olarak etkili bir soruşturma yürütülmediğine ilişkindir. Bu itibarla
başvurucuların iddialarının da Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
33. Öte yandan yaşam hakkının doğal niteliği gereği,
yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan
ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından
yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752,
17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda müteveffa; başvurucuların eşi, babası
ve kardeşidir. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır.
34. Bununla birlikte başvurunun diğer kabul edilebilirlik
kriterleri yönünden de incelenmesi gerekir.
35. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
36. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönü yanında usule ilişkin yönü de
bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir
soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını
koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap
vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
37. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği
soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir
yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
38. Bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri”
kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili
resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, §
25).
39. Nitekim AİHM tarafından Dink/Türkiye
başvurusundaki yaşam hakkının usul boyutuna yönelik ihlal iddiaları bakımından
olayla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının etkililiğine ilişkin bir inceleme
yapılmıştır (aynı kararda bkz. §§ 76-93).
40. Ancak yürütülen bu soruşturma, belirli bir kişinin
sorumlu olup olmadığıyla sınırlı olmamalı; olayın tüm yönlerini ortaya koyacak
kapsamda ve nitelikte olmalıdır. Nitekim soruşturmanın etkili olup olmadığına
ilişkin değerlendirme -somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak-
belirli bir kişi hakkında verilen kararla sınırlı olarak değil yürütülen
soruşturma bir bütün olarak incelendikten sonra yapılabilecektir (Gülcan
Keleş ve diğerleri, B. No: 2014/797, 22/3/2017, § 30).
41. Bir ceza soruşturması veya yargılaması sürecinde
kovuşturmasızlık, beraat, mahkûmiyet veya hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararları ile farklı zamanlarda neticelenmiş aşamalar bulunması
durumunda -bu aşamaların tek bir olay için farklı kişilerin sorumluluklarına
yönelik olduğu gözetildiğinde- soruşturmaların bir bütün olarak
değerlendirilmesi gerekebileceğinden (S.D., B. No: 2013/3017,
16/12/2015, § 69) hareket eden Anayasa Mahkemesi, aynı olaya ilişkin
sorumluluğu bulunduğu iddia edilen, birden fazla kişi hakkında yürütülen adli
süreçlerin bir kısmı devam ederken bazı şüpheli/sanık bakımından sürecin sona
ermesi üzerine yapılan bireysel başvurularda somut olayın ve tüm adli sürecin
bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle başvuru yollarının
tüketilmediği sonucuna ulaşmıştır (Bilal Turan ve diğerleri (3), B. No:
2013/7418, 31/3/2016, § 72; Bülent Kurt, B. No: 2013/7408, 20/1/2016, §
40; Gülcan Keleş ve diğerleri, §§ 30, 31).
42. Başvuru yollarının tüketilmesi meselesine ilişkin
anılan içtihadın ortaya çıkışında, ihlal iddiasına konu olaya dair sorumluluğu
bulunduğu iddia edilen kişilerden her birine atfedilebilecek kusur durumu ile her
bir kişi için adli süreçte elde edilecek delil durumunun farklı
değerlendirilebileceğinin ve soruşturmanın etkililiği araştırılırken olayın tüm
boyutlarıyla ele alınarak bir bütün olarak irdelenmesi gerekliliğinin gözönünde
bulundurulduğu anlaşılmaktadır (Dilek Genç ve diğerleri [GK], B.
No: 2014/3944, 1/2/2018, §55).
43. Bu ilkeler ışığında somut başvuru
değerlendirildiğinde başvurucuların yakınlarının öldürülmesi olayında
sorumluluğu bulunduğunu iddia ettikleri ve haklarında ek kovuşturmaya yer olmadığı
kararı verilen şüphelilerden sivil şahıs olan bir kısmının H.D.nin kasten
öldürülmesi olayıyla bağlantıları olabileceği iddiaları bulunduğu,
şüphelilerden kamu görevlisi olan diğer bir kısmının ise olayda yaşamı koruma
yükümlülüğünü ihmal etmeleri anlamında sorumlulukları olduğuna yönelik
iddiaları olduğu görülmektedir (bkz. § 27)
44. Başvurucular her ne kadar Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından bazı şüpheliler hakkında kamu davası açılması gerekirken haksız
olarak ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ileri sürerek bireysel
başvurularda bulunmuşlarsa da başvurucuların yakınlarının kasten öldürülmesi
olayıyla ilgili olarak görülmekte olan bir kamu davası bulunduğu, söz konusu
yargılama kapsamında H.D.yi kasten öldürme suçunun faillerinin yargılamasının
yapılmasının yanı sıra (bkz. § 17) Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sonradan
düzenlenen birleştirme talepli iddianameyle olayda çeşitli yönlerden
sorumluluğu bulunabileceği iddia edilen bir kısım şüpheli hakkında daha kamu
davası açıldığı, dolayısıyla olayda ihmal bulunduğu yönündeki iddia bakımından
da kovuşturma yürütüldüğü (bkz. §§ 18-20) anlaşılmaktadır.
45. Bu durumda maddi olayın koşullarını belirleyebilecek,
sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte
olmadığına ilişkin bir veri yahut iddia bulunmayan ve yürütülmekte olan
yargılamada, olayla ilgili olarak haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilen kişilerin de olayda sorumluluğunun bulunduğunun tespit edilmesi hâlinde
bu kişiler hakkında da kamu davasının açılmasının sağlanmasının her zaman
mümkün olduğu değerlendirilmiştir.
46. Görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek
kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu
mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi
değerlendirmesini koymak değildir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No:
2013/293, 17/7/2014, § 96).
47. Bu bağlamda bir kısım şüpheli hakkında verilen ek
kovuşturmasızlık kararının gerekçesi olan dava zamanaşımının dolması hususu
bakımından ise olaya ilişkin mevzuat hükümlerinin yorumu ve uygulanması, bu
kapsamda şüphelilerin eyleminin nitelendirilmesi, bunun neticesinde de suçun
dava zamanaşımının dolup dolmadığının tespiti noktasındaki takdirin esasen
derece mahkemelerine ait olduğunun altının çizilmesi gerekmektedir.
48. Bu noktada H.D.nin öldürülmesi olayıyla ilgili olarak
görülmekte olan yargılama sırasında yargılaması devam eden sanıklardan başka
şahısların da olayda sorumluluğu bulunduğunun tespit edilmesi, yeni delillerin
ortaya çıkması hâllerinde adli makamlarca önceden zamanaşımı süresinin dolması
gerekçesiyle yahut farklı gerekçelerle kovuşturmasızlık kararı verilmiş olan
eylemlere dair suçun farklı şekilde nitelendirilmesi yapılarak söz konusu
şüpheliler hakkında da kamu davası açılması ihtimalinin mevcut olduğu
değerlendirilmiştir. Nitekim 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 172. maddesinin 2. fıkrasında kovuşturmaya yer olmadığına karar
verildikten sonra yeni delil elde edilmesi hâlinde aynı fiille ilgili olarak
kamu davası açılmasının mümkün olacağına işaret edilmiştir.
49. Yukarıda değinilen tüm bu hususlar birlikte
gözetildiğinde Anayasa Mahkemesinin başvurucuların iddiaları hakkında sağlıklı
bir değerlendirme yapabilmesi için somut olayın iç içe geçmiş yönlerini
ilgilendiren ve devam etmekte olan ceza yargılamasının neticelenmesi, olay
hakkında yürütülen adli sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi
gerekmektedir. Böylelikle Anayasa Mahkemesi, somut olayın tüm yönlerine ilişkin
olarak olayı ilk elden inceleyen soruşturma ve yargılama makamlarının elde
ettiği bulguları ve ulaştığı sonuçları bir bütün olarak dikkate alabilecektir.
Bu durum, temel hak ihlallerini gidermede Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu
ikincil nitelikteki rolün de bir gereğini oluşturmaktadır.
50. Sonuç olarak, öncelikle Anayasa Mahkemesince yapılan
tespitlerin kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin bir yorum yapıldığı
şeklinde değerlendirilmemesi gerekliliği ifade edilmelidir. Bu bağlamda,
başvurucuların iddialarının ve olayla ilgili soruşturmanın etkili yürütülüp
yürütülmediğinin, ölüm olayının sebep ve koşulları yani gerçekleşme şartları
adli makamlarca netleştirilmeden Anayasa Mahkemesince bir bütün olarak
değerlendirilmesinin bu aşamada mümkün olmadığı, bu hususların olay hakkında
görülmekte olan yargılama sürecinde elde edilen veriler bir bütün olarak
incelenmek suretiyle değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA 18/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.