TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ABDULLAH EROL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/2357)
Karar Tarihi: 18/7/2019
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Selçuk KILIÇ
Başvurucu
Abdullah EROL
Vekili
Av. Vefa TOKLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/2/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Amasya 15. Piyade Er Eğitim Tugayı Komutanlığı emrinde zorunlu askerlik hizmetini ifa ederken 25/4/1996 tarihinde araç park yerinin sökülerek başka bir yere taşınması sırasında kaynakçı olması nedeniyle sundurmanın demir çubuklarını kesmekle görevlendirilmiş; bu görevi icra ederken araç üzerinde dengesini kaybederek yere düşmesi neticesinde başvurucunun kalça kemiği kırılmıştır.
9. 25/4/1996 ile 7/5/1996 tarihleri arasında tedavi gördüğü Amasya Devlet Hastanesi Ortopedi Servisince başvurucuya “femur (uyluk kemiği) kırığı” teşhisi konmuş; tedavi neticesinde başvurucu, Amasya Ruhi Tingiz Devlet Hastanesinin 7/5/1996 tarihli raporu ile üç ay ve Merzifon 100 Yataklı Hava Hastanesinin 20/8/1996 tarihli raporu ile iki ay süreyle hava değişimine gönderilmiştir.
10. İstirahatlerinin bitmesinin ardından yeniden birliğine katılan başvurucu 22/7/1997 tarihinde askerlik hizmet süresini tamamlayarak terhis edilmiştir.
11. Başvurucu terhisinden sonra rahatsızlığının giderek arttığı ve ağrılarının dayanılmaz hâle geldiği şikâyetiyle Adıyaman Askerlik Şubesine müracaat ederek askerî hastaneye sevkini istemiş, Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi (GATA) tarafından düzenlenen 15/7/2015 tarihli ve 8889 sayılı rapor ile hakkında femur diğer kısımlarının kırıkları, kapalı (femur proksimal uç eski kırık ameliyatlısı, malunion, eklem aralığında daralma), eklem sertliği, başka yerde sınıflanmamış, pelvik bölge ve kalça (sol kalça eklem sertliği) teşhisine istinaden “Askerliğe elverişli değildir. Mevcut rahatsızlığının askerlik sebep ve tesiri ile oluşup oluşmadığını tarafımızca tespiti mümkün değildir.” Kararı verilmiştir.
12. Başvurucu 21/8/2015 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (MSB) başvurmuştur. Başvuru dilekçesinde görev sırasında verilen emri yerine getirirken gerekli emniyet tedbirlerinin alınmaması nedeniyle düşerek sakatlandığını, terhisten sonraki süreç içinde durumunun düzelmek yerine giderek kötüleştiğini, ağrılarının dayanılmaz hâle geldiğini ve girdiği işlerden verimsizliği dolayısıyla ayrılmak zorunda bırakıldığını ifade etmiş; askerlik hizmeti sırasında sakatlanmasına bağlı olarak oluşan maddi ve manevi zararların karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucu söz konusu başvurusunun cevap verilmemek suretiyle reddi üzerine 6/11/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmış ve yeterli ödeme gücünden yoksun olduğu için adli yardım talebinde bulunmuştur.
13. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 18/11/2015 tarihinde verdiği kararla, başvurucunun sunduğu ekonomik durumuna ilişkin belgelerin değerlendirilmesi sonucunda adli yardım talebinin kabulüne karar vermiş; davayı ise süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun zarar doğurucu eylemi en geç terhis edildiği 22/7/1997 tarihinde öğrendiği, dolayısıyla bu tarihten itibaren 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 43. Maddesi uyarınca bir yıl içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerektiği ancak bu yönde herhangi bir müracaatta bulunmaksızın, bir ve beş yıllık süreler geçirdikten sonra 21/8/2015 tarihinde idareye yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine 6/11/2015 tarihinde açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir.
14. Başvurucu kararın düzeltilmesi isteminde bulunmamış, nihai karar başvurucuya 15/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 8/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
16. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’ya eklenen geçici 21. Maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. İlgili hukuk için bkz. İlker Yılmaz (B. No: 2015/19041, 24/5/2018, §§ 25-30) kararı.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 18/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
19. Başvurucu adli yardım talebinde bulunmuştur.
20. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu; görev sırasında verilen emri yerine getirirken gerekli emniyet tedbirlerinin alınmaması nedeniyle düşerek sakatlandığını, terhisten sonraki süreç içinde durumunun iyileşmek yerine giderek kötüleştiğini, ağrılarının dayanılmaz hâle geldiğini ve verimsizliği dolayısıyla girdiği işlerden ayrılmak zorunda bırakıldığını, rahatsızlığının hangi tarihte kalıcı hâle geldiği, bu kalıcı rahatsızlığın sonuçlarının hangi tarihte öğrenilebileceği ve eylemden kaynaklı zararın tam olarak hangi tarihte değerlendirilebileceği hususlarında bir tespit yapılmadan mahkemece hüküm kurulduğunu belirtmektedir. Başvurucu, davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açtığı tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesidir. Bu itibarla ihlal iddiaları mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
25. Anayasa’nın 36. Maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa’nın 36. Maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 6. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. Ve Tic. Ltd. Şti., B. No:2014/13156, 20/4/2017, § 34).
26. Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
27. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
28. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
29. Anayasa’nın 13. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, … yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, … ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
30. Anayasa’nın 36. Maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa’nın 13. Maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 33).
31. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin müdahalenin Anayasa’nın 13. Maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
32. Başvurucunun idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Mahkeme kararının olay tarihinde yürürlükte olan 1602 sayılı mülga Kanun’un 43. Maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
33. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle Anayasa’nın 2. Maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
34. Daha açık ifadeyle dava ya da hukuki işlemler için tanınan süreler mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler (AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17).
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
35. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
36. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. Ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
37. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, derece mahkemelerinin dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar Çoban, § 66).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
38. Başvurucu, dava açma süresinin başlangıcında terhis tarihinin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
39. Anayasa Mahkemesince daha önce benzer nitelikte başvurularda da belirtildiği üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı; öte yandan idari eylemlerin neden olabileceği bedensel zararların ancak kesin sağlık raporlarıyla öğrenilmesinin mümkün olduğu kabul edilmektedir (İlker Yılmaz, § 49).
40. Özellikle askerlik hizmeti sırasında meydana gelen eylem dolayısıyla uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiası da daha önce Anayasa Mahkemesince incelenmiştir. Buna göre askerlik hizmeti sırasında meydana gelen eylem dolayısıyla zarara uğranıldığı iddiasında erken terhis durumunun varlığı hâlinde söz konusu zararın erken terhisle öğrenilerek değerlendirilebileceği, erken terhis işleminden sonra sağlık raporunun onaylanarak başvurucuya tebliğ edilmesinin ise ancak açılan tazminat davasında rahatsızlığın seviyesine göre talep edilecek olan tazminat tutarının hesaplanmasına etki edebileceği kabul edilmektedir.
Erken terhis durumunun olmadığı durumlarda ise mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediğinin tespitinde zarardan bilgi sahibi olup olmadıklarına dair başvurucuların ortaya koyacakları argümanlar, bu çerçevede zararın öğrenilmesine elverişli nitelikteki sağlık raporunun varlığı ve derece mahkemelerinin bunlara dair gerekçeleri önem arz eder (Alpay Dinç ve diğerleri, B. No: 2014/12678, 6/7/2017, §§ 59-62).
41. Yukarıda yer verilen açıklamalar çerçevesinde somut olayda öncelikle tam yargı davası açılmasına sebep olan, bir başka ifadeyle tazmini istenilen zararın ne olduğunun, bu zararın ne zaman doğduğunun, başvurucunun söz konusu zarardan ne zaman haberdar olduğu ya da haberdar olması gerektiğinin ortaya konulması mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bakımından önem arz etmektedir.
42. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun tam yargı davası açmasının sebebinin zorunlu askerlik hizmeti sırasında verilen emri yerine getirirken düşmesi sonucu oluşan sakatlığın iyileşmemesi, ağrıların ve sakatlığın boyutunun zamanla artması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının karşılanması olduğu görülmektedir. Nitekim başvurucunun gerek idareye başvuru dilekçesinde gerekse dava dilekçesinde bu hususu açıkça vurguladığı görülmektedir.
43. Bu itibarla öncelikle Mahkeme tarafından dava açma süresinin başlangıcına esas alınan terhis tarihi itibarıyla başvurucu hakkında düzenlenmiş olan sağlık raporlarının tazmini talep edilen zararın öğrenilmesine imkân sağlayan bir mahiyet taşıyıp taşımadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
44. Bu bağlamda somut olayda zorunlu askerlik hizmeti sırasında verilen emri yerine getirirken düşerek sakatlanmasından sonra terhisine kadar geçen süreçte başvurucu hakkında düzenlenen sağlık kurulu raporlarında femur (uyluk kemiği) kırığı tanısına yer verilerek on üç günlük tedavinin ardından önce üç ay, ardından da iki ay süreyle istirahatinin uygun olduğunun belirtildiği, bununla birlikte söz konusu raporlarda başvurucunun kalıcı nitelikte bir maluliyete/çalışma gücü kaybına uğradığına ya da bu minvalde askerliğe elverişsiz hâle geldiğine ilişkin herhangi bir tespit ve değerlendirmeye yer verilmediği görülmektedir. Bilakis istirahatlerinin bitmesini müteakip askerlik hizmetine devam eden başvurucunun zorunlu hizmet süresini tamamlayarak terhis edildiği, dolayısıyla zararını değerlendirmesine imkân sağlayacak erken terhis gibi bir durumunun da söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan askerlik hizmeti sırasında söz konusu sağlık raporlarının düzenlenmesinden ve terhisinden sonraki süreçte de başvurucunun aynı rahatsızlığa yönelik şikâyetlerinin ve tedavisinin devam ettiği, son olarak talebi üzerine Adıyaman Askerlik Şubesi tarafından GATA’ya sevk edildiği ve anılan Hastane tarafından düzenlenen 15/7/2015 tarihli sağlık raporunda başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı ifadesine yer verildiği görülmektedir.
45. Somut olayda başvurucunun düşme olayından sonra toplam beş ay hava değişimi aldığı, bu sürenin bitiminden sonra yaklaşık dokuz ay normal askerliğine devam ettiği ve askerlik süresini tamamlayarak terhis olduğu, ayrıca düşme olayından on dokuz yıl, terhisten ise on sekiz yıl sonra başvurduğu Hastaneden askere elverişli olmadığına dair bir rapor aldığı anlaşılmıştır. Öte yandan başvuru formunda ve alınan söz konusu raporda yeni oluşan veya gelişen bir olguya yer verilmediği, başvurucunun on sekiz yıllık süre içinde sürekli veya kesintili şekilde tedavi gördüğüne dair bir raporun veya tespitin de ekli olmadığı görülmüştür.
46. Olayda, anılan raporla yeni öğrenilen veya ortaya yeni çıkan bir zararın bulunduğunun ortaya konulamadığı, söz konusu raporda sadece askere elverişli olunmadığının tespit edildiği ve başvurucunun terhisten on sekiz yıl sonra -olaydan kaynaklı rahatsızlığının devam ettiğini gösteren rapor da eklemeden- sadece bu tespit üzerine açtığı davaya yönelik olarak AYİM’in dava açma süresini ve bu sürenin başlatılacağı tarihi belirlemesiyle ilgili yorumunun başvurucunun dava açmasını aşırı derecede zorlaştıracak ya da imkânsız kılacak nitelikte katı bir yorum olmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
C. Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
E. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. Maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 18/7/2019 tarihinde karar verildi.
KARŞOY GEREKÇESİ
1. Başvurucunun askerlik hizmetinin ifası sırasında askeri hizmet esnasında 25/4/1996 tarihinde yere düşme sonucu kalça kemiğinin kırıldığı, bu nedenle toplam beş ay süreyle hava değişimine gönderildiği, bu sürenin sonunda kıt'asına katılarak normal askerlik süresini tamamlayarak 22/7/1997 tarihinde terhis olduğu, o tarihteki tıbbi bulguların başvurucuyu askerliğe elverişsiz hale getirmediği tartışmasızdır. Ne var ki olay tarihinden 19, terhis tarihinden itibaren de 18 yıl geçtikten sonra, aynı düşmeye bağlı kırığın zaman içindeki etkisiyle büyük ölçüde sağlığını kaybettiği iddiasıyla başvurucu yerli Askerlik Şubesine başvurmuş; şubenin sevki üzerine de Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde muayeneye tabi tutulmuş ve anılan Hastanenin 15/7/2015 tarihli raporu ile mevcut tıbbi rahatsızlıkları saptandıktan sonra "Askerliğe Elverişli Değildir" nihai kararlı rapor düzenlenmiştir.
2. Bu rapor sonrasında başvurucunun kendisini askerliğe elverişsiz hale getiren mevcut rahatsızlıklarının askerliğin sebep ve tesiriyle meydana geldiği, bu nedenle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini gerektiği talebiyle yaptığı idari müracaatın cevaplanmamak suretiyle reddi üzerine AYİM'de açtığı tam yargı davasında ise AYİM 2. Dairesi 18/11/2015 tarihli kararıyla, başvurucunun terhis tarihi "Zararı öğrendiği tarih" kabul edilerek, bu tarihten (22/7/1997'den) itibaren bir ve beş yıllık başvuru sürelerinin geçirilmesinden sonra 6/11/2015 tarihinde açılan davada süre olduğu belirtilerek, davanın süre yönünden reddine karar verilmiştir.
3. Gerek idari yargı gerek Askeri İdari Yargı uygulamasında, idari eylemlerde dava açmaya esas alınacak ıttıla tarihi, eylemin kesinliğinin ortaya çıktığı tarih olarak kabul edilmektedir. Bu müstekar istihada göre; zararın zaman içinde gelişerek ortaya çıkması durumunda, bu halin kesin olarak saptandığı tarih, eyleme ıttıla tarihi olarak kabul edilmekte ve 2577 ve 1602 Sayılı Kanunlarda öngürülen bir ve beş yıllık süreler de buna göre hesap edilmektedir.
4. Başvurunun somutunda, başvurucunun askerlik hizmetinin ifasında askeri hizmetin sebep ve tesiriyle maruz kaldığı idari eylem sonucu kalçasını kırdığı, askeri hastanelerde gördüğü tedavi ve verilen hava değişimleri sonunda iyileştiği ve kalan askerlik hizmetini yaparak 22/7/1997 tarihinde terhis olduğu tartışmasızdır. Diğer bir deyişle idari eylem nedeniyle maruz kaldığı rahatsızlığın, terhis tarihi itibariyle kendisini askerliğe elverişsiz hale getirmediği açıktır. Ancak, GATA Sağlık Kurulu tarafından düzenlenen 15/7/2015 tarihli rapor incelendiğinde; bu rahatsızlığın (idari eyleme bağlı kalça kırığının) zaman içerisinde başvurucunun vücut bütünlüğü üzerinde olumsuz gelişim gösterdiği ve onu askerliğe elverişsiz hale getirdiği de bir gerçektir. Yani, terhis tarihi itibariyle başvurucuyu askerliğe elverişsiz hale koymayan idari eyleme bağlı zarar, zaman içerisinde gelişerek 15/7/2015 tarihi itibariyle onu askerliğe elverişsiz duruma koymuştur. Bu durumda 19 sene önceki idari eylemle, son olarak saptanan zarar (vücut bütünlüğünde menfi yönde gelişen arıza) arasında uygun bir illiyet bağının bulunduğu açıkça görülmektedir. Kaldı ki GATA Sağlık Kurulu raporundaki tıbbi saptamalar ile önceki sivil ve askeri hastanelerce düzenlenen raporlardaki tıbbi saptamalar birbiriyle tamamen uyumlu olup; "Şifası zaman ister" şeklinde önceden belirtilen kanaat de dikkate alındığında, aradan geçen 19 yıl içerisinde bu şifanın gerçekleşmediği, bilakis mevcut rahatsızlığın başvurucuyu askerliğe elverişsiz hale getirecek şekilde ilerleyip aksi yönde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
5. Açıklanan nedenlerle, saptanan bu olgu ve durum karşısında; derece mahkemesince, GATA Sağlık Kurulu'nun 15/7/2015 tarihli raporunun esas alınarak bir ve beş yıllık sürelerin bu tarihten başlatılması ve buna göre de davada herhangi bir süre aşımı olmadığı anlaşıldığından, işin esasına girilerek bir hüküm verilmesi gerekli iken; bireysel başvuruya konu yapılan kararda aksi yönde bir gerekçenin benimsenmesi, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğurduğundan, Anayasanın 36. maddesinin koruduğu adil yargılanma hakkının ihlaline karar verilmesi gerektiği kanaatiyle çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
Üye