TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ABDÜLMACİT SELEKLER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/1107)
Karar Tarihi: 10/12/2019
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Heysem KOCAÇİNAR
Başvurucular
1.Abdülmacit SELEKLER
2.Adnan Fuat SELEKLER
3.Ahmet Edip SELEKLER
4.Hayriye SELEKLER
5.Nilüfer BALCI
6.Seher SELEKLER
7.Seher Şule SELEKLER
8.Ünser SELEKLER
Vekili
Av. Necati YILMAZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Kadastro Tespitine İtiraz Süreci
8. 1958 yılında 15/12/1934 tarihli ve 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu'na göre yapılan kadastro çalışmalarında 570 ada 3 parsel sayılı taşınmaz 19 Sefer 1264 tarihli tapu kaydına dayalı olarak Hazine ve diğer paydaşlar adına tespit edilmiştir.
9. Tespite yönelik itiraz üzerine Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmış, 13/10/1987 tarihli karar ile 21/6/1986 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 1. maddesi uyarınca dava dosyası Antalya Kadastro Mahkemesine devredilmiştir.
10. Tespite itiraz davasında davacılar; dava konusu 570 ada 3 parselde harici satış, muristen intikal ve zilyetliğe dayanmışlardır. Antalya Kadastro Mahkemesince 29/6/2004 tarihli karar ile dava konusu taşınmazın payları oranında Hazine ve gerçek kişiler adına tesciline karar verilmiştir. Anılan kararda, başvurucular murisi Mehmet Rüştü oğlu Abdülmecit Tevfik Selekler 15840/414720 oranında pay sahibi olarak gösterilmiştir. Hüküm Yargıtay denetiminden geçerek 13/7/2006 tarihinde kesinleşmiştir.
11. Başvurucular murisi Abdülmacit Selekler yargılama devam ederken 11/11/1977 tarihinde vefat etmiştir.
12. Öte yandan 570 ada 3 parsel tapuya tescil edildikten sonra imar uygulamasına tabi tutulmuş olup bu parselin ifrazından oluşan 4520 ada 48 parselin 11/288 hissesi hâlen muris Abdülmecit Selekler adına kayıtlıdır.
B. Kamulaştırma Süreci
13. Uyuşmazlığa konu taşınmazın 47.459 m2 yüz ölçümlü kısmının 24/12/1964 tarihinde ve 39.771 m2 yüz ölçümlü kısmının da 21/4/1969 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğünce (KGM) kamulaştırılması yönünde işlem tesis edilmiş, kamulaştırma kararı ilgililere tebliğ edilmiş ve belirlenen kamulaştırma bedeli de bankaya depo edilmiştir. Ancak taşınmazın mülkiyeti ihtilaflı olduğu için söz konusu bedelin ödenmesi kadastro davasının sonucuna kadar mümkün olamamıştır.
C. Başvuruya Konu Yargılama Süreci
14. Başvurucular 25/1/2012 tarihli dilekçeyle 570 ada 3 parselin ifrazından oluşan 4520 ada 48 parsel sayılı taşınmazda murislerinden intikal eden 11/288 oranında payınsahibi olduklarını ve söz konusu taşınmazın 33.718 m²sinin davalı KGM tarafından yol olarak kullanıldığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL'nin bu Kurumdan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.
15. Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesi, yapmış olduğu yargılama sonucunda 25/1/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında, dava konusu 4520 ada 48 parselin geldisi olan 573 ada 3 parselin bedeli karşılığında KGM tarafından kamulaştırılıp kamulaştırma işleminin başvurucuların murisine usulune uygun olarak tebliğ edildiği saptamasına yer vermiştir. Mahkemeye göre bu sebeple dava sübuta ermemiştir.
16. Karar başvurucular tarafından temyiz edilmiş ise de Yargıtay 18. Hukuk Dairesince 18/2/2014 tarihinde onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 23/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
17. Hüküm 23/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 15/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı mülga İstimlâk Kanunu'nun 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İstimlâki kararlaştırılan yerlerin tapu ve tapu kaydı yoksa vergi kayıtları ile ve ayrıca haricen yapılacak tahkikatla tesbit edilen mal sahibi, zilyed ve diğer alâkalılarından ikametgâhı tesbit edilmiş olanlara istimlâk olunacak gayrimenkulun plân veya ebatlı krokisi, istimlâk kararı ve takdir olunan kıymeti ve istimlâkin hangi idare lehine yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime tevcih edileceği 15 gün içinde noter marifetiyle tebliğ olunur. Tebligatta Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri tatbik olunur…"
19. 6830 sayılı mülga Kanun'un "Müddetler ve merci" kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"İstimlâk olunacak gayrimenkulun sahibi zilyed ve diğer alâkalılar veya istimlâki yapan idare tarafından 13 üncü madde gereğince ikametgâhlarında tebligat yapılmış olanlar tebliğ tarihinden itibaren 15 gün, bunlar haricindekiler son ilân tarihinden itibaren 30 gün içinde istimlâk muamelesine karşı Şûrayı Devlette ve takdir edilen bedelle maddi hatalara karsı da gayrimenkulün bulunduğu mahal asliye hukuk mahkemesinde dâva açabilirler...
..."
20. 3402 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
''Kadastro mahkemeleri kararları, davada taraf olanlar ile taraflar dışında hak iddia ederek davaya müdahil sıfatıyla katılanların leh ve aleyhine kesin hüküm teşkil eder...''
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
22. Kamulaştırmasız el atma ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 26-33.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucu Hayriye Selekler Yönünden
24.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi ve şartları" kenar başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"(5) Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir."
25. Anayasa İçtüzüğü'nün 80. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:
...
ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.
(2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir."
26. Başvurucu Hayriye Selekler'in başvuru tarihinden sonra 19/11/2017 tarihinde yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır. Başvurucunun ölümünden sonra başvuruya mirasçı olarak devam edilmek istendiğine dair bir talepte bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu açısından başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden bulunmamaktadır.
27. Açıklanan gerekçelerle başvuru yapılmasından sonra vefat eden başvurucu Hayriye Selekler yönünden başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer Başvurucular Yönünden
1. Başvurucuların İddiası
28. Başvurucular, 11/288 hisse ile murislerinden intikal eden 4520 ada 48 parselin bir kısmına davalı KGM tarafından 1965 yılından itibaren kamulaştırmasız olarak el atıldığından yakınmaktadır. Başvurucular, taşınmazın el atılan kısmının hâlen yol/meydan olarak kullanıldığını, 1965 ve 1969 yıllarında taşınmazın fiilen el atılan kısmının kamulaştırılmasına karar verilmişse de yapılan işlemlerin murislerine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini ve depo edilen paranın da taşınmazın aynının Kadastro Mahkemesinde çekişmeli olması nedeniyle 2006 yılına kadar alınmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Başvurucular, kamulaştırma işleminin tamamlanmış olduğu kabul edilse dahi Kadastro Mahkemesindeki yargılama sonuçlanana kadar bedeli alamayacakları gibi tezyidi bedel davası açma imkânlarının da bulunmadığını, aradan geçen elli yıla yakın süre içinde depo edilen bedelin anlamsız hâle geldiğini belirtmiş ve mahkemece davanın reddine karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
29. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
31. Başvuru konusu olayda el atılan taşınmaz tapuda başvurucular murisi adına kayıtlıdır. Ancak idare, taşınmazın fiilen yol ve meydan vasfı ile kullanılan kısmının 1965 ve 1969 yıllarında usulüne uygun olarak kamulaştırılarak belirlenen bedelin hak sahipleri adına bankaya depo edildiğini ileri sürmüş ve esas olarak derece mahkemeleri de buradan hareketle davanın reddine karar vermiştir. Bu hâlde öncelikle taşınmazın kamulaştırılıp kamulaştırılmadığının, başka bir anlatımla başvurucular yönünden mülk teşkil edip etmediğinin belirlenmesi önem arz etmektedir.
32. İdarenin kamulaştırma işlemini yaptığı tarihte yürürlükte bulunan 6830 sayılı mülga Kanun hükümlerine göre bu işlemlerin tebliği ile kamulaştırma işlemi tamamlanmakta olup bu aşamadan sonra ilgililerin süresi içinde kamulaştırma işlemine ya da bedele yönelik dava açması gereklidir. Somut olayda başvurucuların murisi tarafından bedele yönelik açılan bir dava bulunmamakla birlikte taşınmazın mülkiyetinin çekişmeli olması nedeniyle Kadastro Mahkemesindeki yargılamanın sonucuna kadar böyle bir davanın açılma imkânı bulunmamaktadır.
33. Öte yandan idare kamulaştırmaya dayalı olarak taşınmazın tapusunun iptali ile yol ve meydan vasfıyla tapudan terkinine yönelik bir dava açmamıştır. Nitekim Hazinenin de taraf olduğu kadastro yargılaması yaklaşık kırk sekiz yıl sürmüş ve bu yargılama neticesinde başvurucular murisinin taşınmazda 11/288 oranında hak sahibi olduğu belirlenmiştir. Başka bir anlatımla tapu kaydı Hazinenin taraf olduğu mahkeme kararıyla oluşmuştur. Bu hâlde 3402 sayılı Kanun'un 34. maddesi uyarınca hükmen oluşan tapu kaydına değer verilerek uyuşmazlık konusu taşınmazın başvurucular için mülk teşkil ettiğinin kabulü gereklidir.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
34. Somut olayda başvurucuların hissedar olduğu taşınmazın toplam 87.230 m2 yüz ölçümlük kısmına kamulaştırma yapılmadan yol ve meydan olarak kullanılmak suretiyle idare tarafından el atılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
35. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
36. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
(1) Genel İlkeler
37. Anayasa’nın kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddesine göre devlet ve kamu tüzel kişileri tarafından yapılabilmesi, kamu yararının bulunması, kamulaştırma kararının kanunda gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın kural olarak peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir. Temel unsurunun kamu yararı olduğu kabul edilen kamulaştırma, özel mülkiyet alanına devletin bir müdahalesidir. Kamulaştırma işlemi, taşınmaza el koymaya zorunlu kalındığında kamu yararının özel mülkiyet hakkından üstün tutulduğu durumlarla sınırlı olarak ve Anayasa'da belirlenen usul güvenceleri izlenerek yapıldığında hukuka uygun sayılır (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, § 11).
38. Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlamadır. Bu itibarla 46. maddede belirtilen kamulaştırmanın anayasal ögelerine uygun bir düzenleme, 35. maddeye bir aykırılık oluşturmayacaktır. Kamulaştırma, Anayasa'da özel mülkiyetin kamuya geçirilmesi konusunda başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlenmiş olup bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının malikin rızası olmaksızın kamu yararı için ve karşılığı ödenmek kaydıyla devlet tarafından sona erdirilmesidir (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, §§ 12, 15).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
39. Somut olayda başvurucuların murisine ait, uyuşmazlığa konu taşınmazın iki ayrı bölümünün 1964 ve 1969 yıllarında kamulaştırılması yönünde işlem tesis edilerek bedeli depo edilmiş ise de bu taşınmaza yönelik kadastro tespitine itiraz davası sonucunda Kadastro Mahkemesi söz konusu taşınmazın ilgili payının başvurucuların murisi adına tapuya tesciline karar vermiştir. Hazinenin de taraf olduğu bu davada Kadastro Mahkemesinin söz konusu kamulaştırma işlemini gözönünde tutmadan başvurucuların murisi adına sicil oluşturduğu dikkate alınmalıdır. Buna göre kesin hüküm niteliğindeki bu karar doğrultusunda oluşturulan tescil iptal edilmediği ve sonrasında yapılan bir kamulaştırma işleminin de bulunmadığı gözetildiğinde önceki kamulaştırma işlemlerine hukuki bir değer atfedilebilmesi mümkün bulunmamaktadır.
40. Kaldı ki 1964 ve 1969 yıllarında yapılan kamulaştırma işlemleri çerçevesinde depo edilen bedelin taşınmaza yönelik kadastro tespitine itiraz davası nedeniyle mülkiyeti ihtilaflı olduğu için aradan geçen yaklaşık kırk yılı aşkın bir süre boyunca ödenebilmesi mümkün olamamıştır. Başvurucuların murisi veya başvurucuların bu sürenin uzamasında bir kusurlarının olduğu ortaya konulamadığı gibi bu davalarının niteliği gereği kadastro mahkemelerinin doğru sicili oluşturmakla yükümlü olduğu ve bu amaçla gerekli her türlü usule ilişkin işlemi resen yapabilmelerinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Diğer bir deyişle sonuç olarak başvurucuların kusurları olmaksızın tamamen kamu makamlarının gözetimi ve denetimi altındaki bir süreç sonunda ancak yaklaşık kırk yıl üzeri bir süre öncesi bedelin ödenebilmesi söz konusudur. Üstelik kamulaştırma işlemi tebliğ edilmiş olsa dahi mülkiyetin ihtilaflı olduğu bir durumda gerek kamulaştırma işlemine gerekse de kamulaştırma bedeline yönelik olarak başvurucuların murisi tarafından dava açılabilmesi de pratikte etkili olabilmesi de mümkün görülmemiştir. Ayrıca depo edilen bedelin kamulaştırmasız el atmaya dayalı olarak açılan tazminat davasında hükmedilecek tazminat miktarında gözönünde bulundurulması imkân dâhilindedir.
41. Sonuç olarak taşınmazın el atılan kısmına ilişkin olarak idare tarafından belirlenen değerin 1965 ve 1969 yıllarında hak sahipleri adına depo edildiği ileri sürülmüşse de yukarıda açıklandığı üzere Kadastro Mahkemesi kararıyla taşınmaz bu işlemlerden çok uzun bir süre sonra tapuya tescil edildiğinden kamulaştırmadan söz etmek mümkün değildir. Üstelik mülkiyetin ihtilaflı olması sebebiyle kamulaştırma işlemi ve bedele karşı dava açmanın güçleştirildiği ve depo edilen bedelin de önemli ölçüde değer kaybına uğratıldığı, dolayısıyla başvuruya konu kamulaştırma sürecinin Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen güvencelere uygun olarak tamamlandığı söylenemez.
42. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
43. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
44. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
45. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
46. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
47. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).
48. İncelenen başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte derece mahkemeleri de ihlali giderememişlerdir. Bu açıdan ihlal aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklanmaktadır.
49. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/49) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
50. İhlal tespitinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun başvurucu Hayriye Selekler yönünden DÜŞMESİNE,
B. Diğer başvurucular yönünden başvurunun;
1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderimi için Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/49,K.2013/220) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.