logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ahmet Yazı ve diğerleri, B. No: 2016/13545, 23/10/2019, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET YAZI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/13545)

 

Karar Tarihi: 23/10/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucular

:

1. Ahmet YAZI

 

 

2. Azize TOPGÜL

 

 

3. Latife YAZI

 

 

4. Mustafa YAZI

 

 

5. Muzaffer BİBERCİ

 

 

6. Sıdıka YÜNEY

 

 

7. Ümit Yüksel YAVUZ

Vekili

:

Av. Nurtekin SEYMEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırma sonucunda elden çıkan taşınmazın kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi kapsamında yüz ölçümünün artırılması ve bu artırılan kısım için kamulaştırma bedeli ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı

1. Uyuşmazlık Konusu Taşınmazın Tapuya Tescili Süreci

8. Ankara ili Çankaya ilçesi Beytepe köyünde bulunan 592 parsel; tapulama sonucunda zilyetlikle birleşen vergi kaydına dayalı olarak 5/12/1951 tarihinde muris Ahmet Alparslan adına tescil edilmiştir. Taşınmazın yüz ölçümü tapulama tutanağı ve paftasında 135.900 m² olarak tespit edilmiş ve bu tespit esas alınarak tapuya da aynı şekilde tescil edilmiştir.

9. Uyuşmazlık konusu taşınmaz, murisin ölümü üzerine 30/7/1974 tarihinde intikal suretiyle miras payları oranında başvurucular adına tescil edilmiştir.

10. Başvurucuların taşınmazdaki payları, kamulaştırma sonucunda 8/2/1994 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Belediye) adına tescil edilmiştir.

11. Başvurucular, kamulaştırma bedelinin artırılması talebiyle dava açmıştır. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi 11/2/1994 tarihinde keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunu esas alıp kamulaştırmaya konu taşınmazın m² değerini 0,57 TL olarak kabul etmiş ve bu değeri tapu kaydındaki miktara uygulayarak belirlediği kamulaştırma bedeline hükmetmiştir.

12. Belediye, kamulaştırdığı taşınmaz hissesini satış suretiyle 5/8/2002 tarihinde S.S., A.A.ve K. Y. Kooperatifine (Kooperatif) devretmiştir.

13. Kooperatif, Çankaya Kadastro Müdürlüğüne (Kadastro Müdürlüğü) sunduğu 4/5/2005 tarihli dilekçe ile 592 parsel sayılı taşınmazın gerçek yüz ölçümünün belirlenmesi talebinde bulunmuştur. Kadastro Müdürlüğü, taşınmaz başında yapmış olduğu inceleme sonucunda taşınmazın tapu kaydında belirtildiği üzere 135.900 m² olmayıp 152.551 m²lik bir alana sahip olduğunu tespit etmiştir. Kadastro Müdürlüğünün bu tespiti üzerine taşınmazın miktarı 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 41. maddesi uyarınca Çankaya Tapu Müdürlüğü (Tapu Müdürlüğü) tarafından düzeltilerek gerçeğe uygun şekilde 152.551 m² olarak tescil edilmiştir.

2. Eksik Kalan Kamulaştırma Bedeline İlişkin Yargılama Süreci

14. Aralarında başvurucuların da bulunduğu kişiler 17/5/2006 tarihinde Kadastro Müdürlüğü tarafından yapılan ölçümlerde tespit edilen 16.651 m²lik fazlalık için kamulaştırma bedeli ödenmediği iddiasıyla fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla Belediye aleyhine 7.000 TL talepli alacak davası açmıştır.

15. Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesi 3/6/2009 tarihinde, kamulaştırılan taşınmazın yüz ölçümünün kamulaştırma evrakında yazılı miktardan fazla olduğunun kamulaştırma işleminin tebliğinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde ileri sürülebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Karar Yargıtay denetiminden geçerek 29/3/2010 tarihinde kesinleşmiştir.

3. Sebepsiz Zenginleşmeye Dayanan Alacak İsteğine İlişkin Yargılama Süreci

16. Başvuruculardan Ahmet Yazı 7/3/2006 tarihinde, kamulaştırma bedeli ödenmeyen 16.651 m²lik alan nedeniyle Belediyenin mal varlığında haksız bir artış oluştuğu iddiasıyla sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davası açmıştır.

17. Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 15/5/2008 tarihinde, kamulaştırma işleminin tebliğinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde açılamayan davanın reddine karar vermiştir. Karar Yargıtay denetiminden geçerek 29/6/2009 tarihinde kesinleşmiştir.

B. Bireysel Başvuruya Konu Uyuşmazlığa İlişkin Yargılama Süreci

18. Başvurucular Azize, Latife, Ümit Yüksel, Ahmet, Mustafa ile 15/7/2016 tarihinde vefat eden Muzaffer ve Sıdıka'nun murisi Emine 4/2/2011 tarihinde düzeltme sonucunda oluşan 16.651 m²lik artıştan paylarına düşen kısmın kamulaştırma bedelinin kendilerini ödenmediği ve bu amaçla açmış oldukları davanın da hak düşürücü süreden reddedildiğini belirterek Hazine aleyhine alacak davası açmışlardır. Başvuruculara göre devlet tapulama işlemlerinin düzgün olarak yapılması ve elde edilen sonuçların tapu siciline doğru bir biçimde aktarılmasından sorumlu olup somut olayda tapulama sırasındaki yanlış tespitin tapuya olduğu gibi yansıtılmasından dolayı meydana gelen zarardan kusursuz olarak sorumludur.

19. Mahkeme 15/3/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararında; taşınmaz hakkında tutulan tapulama tutanağının muris tarafından herhangi bir itiraz ileri sürülmeden imzalandığı, krokiye bağlanan ve sınırları belirli taşınmazın tapuya tescil edildiği tarihten itbaren kırk yılı aşkın bir süre muris ve ölümünden sonra mirasçıları tarafından mevcut hâliyle ihtilafsız şekilde kullanıldığı, bu süre boyunca herhangi bir zararın bulunmadığı saptaması yapılmıştır. Mahkeme, bu saptamalardan sonra başvurucuların ve öncesinde murislerinin kamulaştırma tarihine kadar kırk yılı aşkın bir süre içinde düzeltme isteğinde bulunabilecekken bu yönde bir girişimde bulunmadıkları, yine kamulaştırma bedelinin artırımı davasında da bu hususta niza çıkarmadıkları ve ancak taşınmazı Belediyeden satın alan üçüncü kişinin düzeltme isteğinden sonra zarara uğradıkları yönünde bir iddiada bulunduklarını dikkate alarak zarar ile tapu sicilinin tutulması arasında bir illiyet bağı bulunmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme ayrıca başvurucuların taşınmazın hâlen maliki olan Kooperatife karşı sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davası açmaları imkân dâhilinde olduğundan kusursuz sorumluluktan söz edilemeyeceği kanaatiyle davayı reddetmiştir.

20. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 16/9/2014 tarihinde, kadastro işlemleri ile tapu kütüğünün oluşumu birbiriyle bağlantılı olup bütünlük oluşturduğundan meydana gelen zarardan devletin kusursuz sorumlu olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.

21. Davalı Hazine vekilinin karar düzeltme isteği Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 12/2/2016 tarihli iş bölümü kararı uyarınca Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından incelenmiştir. Daire 6/6/2016 tarihli bozma kararının kaldırılması ve ilk derece mahkemesi kararının onanması kararında devletin tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki hatalardan sorumlu tutulabilmesi için öncelikle bir zararın doğmuş olmasını şart koşmuştur. Daireye göre somut olayda zarar, gerçek yüz ölçümü belirlenmeden taşınmazın kamulaştırma sonucunda başvurucuların mülkiyetinden çıkması nedeniyle oluşmuş ve oluşan bu zararıntapu sicilinin tutulması ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

22. Nihai karar başvurucular vekiline 22/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucular 25/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Mevzuat Hükümleri

24. 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kadastro sırasında veya sonrasında yapılan işlemlerle geometrik durumları kesinleşmiş olan taşınmazlarda ölçü, sınırlandırma, tersimat ve hesaplamalardan doğan hatalar, ilgilinin müracaatı veya kadastro müdürlüğünce re’sen düzeltilir. Düzeltme, taşınmaz malikleri ile diğer hak sahiplerine tebliğ olunur. Tebliğ tarihinden başlayan otuz gün içinde düzeltmenin kaldırılması yolunda sulh hukuk mahkemesinde dava açılmadığı takdirde, yapılan düzeltme kesinleşir."

25. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 719. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Taşınmazın sınırları, tapu plânları ve arz üzerindeki sınır işaretleriyle belirlenir.

Tapu plânları ile arz üzerindeki işaretler birbirini tutmazsa, asıl olan plândaki sınırdır..."

26. 4721 sayılı Kanun'un 1003. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Bir taşınmazın kütüğe kaydı ve belirlenmesinde resmî bir ölçüme dayanan plân esas alınır."

27. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder."

28. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 77. maddesi şöyledir:

''Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.

Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.

29. 6098 sayılı Kanun'un ''Zamanaşımı'' kenar başlıklı 82. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''Sebepsiz zenginleşmeden doğan istem hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde zenginleşmenin gerçekleştiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.''

B. Yargıtay İçtihadı

30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/1/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"....Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir."

31. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/4/2017 tarihli ve E.2017/5586, K.2017/3353 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesine dayalı tazminat isteğine ilişkindir.

Tazminat isteğine dayanak 4 parsel sayılı taşınmaz 06/04/1951 yılında yapılan tapulama çalışmasında 20.480,00 m² yüzölçümlü olarak tapuya tescil edilmiş, daha sonra 3402 sayılı Kadastro Kanununun 41. maddesi uyarınca yapılan düzeltme işlemiyle yüzölçümünün 24.530,00 m² olarak düzeltilmesine karar verildiği ve bu yüzölçümü değişikliğinin 11/03/2009 tarihli tescil bildirimi sonrasında tapuya tescil edildiği anlaşılmaktadır.

Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak, birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK'nın 1007. maddesi anlamında Devlet sorumludur. Ancak anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğu için öncelikle bir zararın bulunması ve bu zararın tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı olması gereklidir.

Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından, ayın hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.

Anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk niteliğinde olup, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (ayni) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukukî duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür.

...

Dava konusutaşınmazın gerçek miktarından daha az yüzölçümü ile tapuya kaydedilmiş olması nedeni ile tapu sicilinin tutulmasında bir hata olduğu, davacıların taşınmazı tapuda yazan da küçük yüzölçümü ile satmış olmaları nedeni ile davacıların zarar uğradığı sabit olup davacıların, hemsebepsiz zenginleşme ilkesine dayanarak taşınmazı satın alan kişiye dava açmaları, hem detapu sicilini hatalı tutan Hazineye karşı TMK’nın 1007. maddesine dayalı açma imkanları vardır, davacı bu iki yoldan birini seçebileceği gibi her iki sebebe dayanak dava açabilecektir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda somut olaya bakıldığında; davacının TMK'nın 1007. maddesine dayalı olarak eldeki davayı açtığı, davacıların zararın tapuda yapılan düzeltme işlemi ile ortaya çıktığı gözönüne alınarak düzeltmenin yapıldığı tarih itibari ile davacıların zararının belilenmesi gerekirken aksi düşünce ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.''

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 23/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

33. Başvurucular, murislerinden intikal eden uyuşmazlık konusu taşınmazın devletin görev ve yetkisi kapsamında yapılan tapulama (kadastro) işleminin kamu görevlilerinin görevini gereği gibi yapmaması neticesinde gerçek yüz ölçümünden daha az bir miktarla tapuya tescil edildiğini ve sabit sınırlı olup tapulama çalışmalarından sonra miktarında herhangi bir değişiklik bulunmayan bu taşınmazın 1994 yılında Belediye tarafından tapuda yazılı miktar esas alınarak kamulaştırıldığı beyanında bulunmuşlardır. Başvurucular, taşınmazın kamulaştırılmasından sonra kamulaştırmayı yapan Belediye tarafından üçüncü kişiye satış yoluyla devredildiğini ve satın alan Kooperatif tarafından yaptırılan inceleme sonucunda gerçek yüz ölçümünün tapudaki miktardan fazla olduğunun belirlenmesiyle tapu kaydındaki miktarın gerçeğe uygun olarak artırıldığını belirtmişlerdir. Başvuruculara göre tapuda yapılan bu düzeltmeden sonra kamulaştırma bedeli kapsamında olmayan bir taşınmaz parçası ortaya çıkmış ve bu nedenle maddi kayba uğramışlardır.Başvurucular, oluşan bu zararın tapulama çalışmaları sırasında taşınmazın yüz ölçümünün doğru olarak belirlenmemesinden kaynaklandığını ve devletin kusursuz sorumluluğu nedeniyle bu zararı tazmin etmekle yükümlü olduğunu iddia etmiştir.

34. Başvurucular, derece mahkemelerince bu hususlar gözetilmeden ve devletin sorumluluğuna ilişkin birçok yargı kararı mevcutken davanın reddine karar verilmesinin mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

35. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yanında ayrıca adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucuların adlarına kayıtlı iken kamulaştırma sonucunda ellerinden çıkan taşınmazın tapu sicilinde yer alan yüz ölçümünün gerçeği yansıtmaması nedeniyle zarara uğradıkları yönündeki temel şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucuların şikâyetleri bir bütün olarak mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

38. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

39. Uyuşmazlığa konu taşınmazın öncesinde başvurucular adına kayıtlı iken tapuda yazılı miktar esas alınarak kamulaştırıldığı ve sonrasında yapılan düzeltme ile taşınmazın yüz ölçümünde 16.651 m²lik bir artış meydana geldiği, başka bir anlatımla bu miktar kadar birkaybın meydana geldiği dikkate alındığında başvurucuların mülkiyet hakkının varlığında tereddüt bulunmamaktadır. Anayasa'nın 35. maddesi, özü itibarıyla mülkiyet hakkına devlet tarafından yapılan müdahalelere karşı bireyi korumayı amaçlamaktadır. Ancak genel ilkeler bölümünde değinileceği üzere bu madde, bazı pozitif yükümlülükleri de kapsamaktadır. Taşınmaz mülkiyetinin korunması bağlamında tapu sicili sisteminin oluşturulması ve tutulması tam da bu pozitif yükümlülüklerin bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla başvurunun mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye B. No: 40896/05, 7/7/2015).

a. Genel İlkeler

40. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41). Dolayısıyla mülkiyet hakkı devlete, müdahalede bulunmama biçimindeki negatif yükümlülüğün yanında üçüncü kişilerden gelebilecek müdahalelere karşı malike koruma sağlama şeklindeki birtakım pozitif yükümlülükler de yüklemektedir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 42).

41. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturmak ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41; Birgül Pişkin ve diğerleri, B. No: 2014/2085, 26/10/2017, § 40).

42. Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkına ilişkin başvurularda devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini dikkate alarak sonuca varmaktadır. Bunun için ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir. İkinci olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının bireye tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkının gerçekten etkin bir biçimde korunabilmesi için devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında usule ilişkin bu güvencelerin sağlanması zorunludur. Son olarak ise bireyin mülkiyet hakkını koruyacak ve bireye yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir (Birgül Pişkin ve diğerleri, §§ 46-54).

43. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyetinin korunması bakımından tapu sicili sisteminin önemi tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesi, daha önce taşınmazlar üzerindeki ayni hakların tapu sicili yoluyla açıklık kazanmasının güveni ve sürekliliği sağladığını vurgulamıştır (AYM, E.1993/21, K.1993/30, 21/9/1993). Taşınmazlara ilişkin ayni hakların açıklığa kavuşturulmasında ve bu hakların herkese karşı korunmasının güvencesi olan tapu sicili müessesesinin kurulmasında kadastronun yeri ve önemi tartışma götürmez bir biçimde kendini göstermektedir (AYM, E.1973/13, K.1973/23, 3/5/1973). Bu bağlamda belirtmek gerekir ki kanun koyucu kadastro çalışmaları yoluyla plana dayalı çağdaş tapu sicilinin oluşturulmasını amaçlamış olup bu sistemin amaçlarından biri de taşınmazların arz üzerindeki yerleri ile sınırlarını doğru ve açık olarak göstermektir. Buna göre tapu sicilindeki bilgilerin güvenilirliğini sağlamak ise pozitif yükümlülükleri kapsamında devletin sorumluluğunu gerektirmektedir (Sefa Koşar, B. No: 2015/18352, 10/5/2018, § 51)

44. Ayrıca idarenin iyi yönetişim ilkesi gereği kamu yararı kapsamında bir durum söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68). Bu bağlamda idarenin hatalı tesis ettiği işlemleri geri alma hakkı bulunmakla birlikte kendi hatalarının sonuçlarını gidermesi ve bireylere yüklememesi gerekir (Sefa Koşar, § 52).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Somut olayda, tapuda başvurucular adına hisseli olarak kayıtlı iken 1994 yılında kamulaştırma yoluyla elden çıkan taşınmazın yüz ölçümü yeni malik tarafından yaptırılan inceleme sonucunda 2006 yılında 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi uyarınca düzeltme işlemine tabi tutulmuştur. Taşınmazın sabit sınırlı olup tapulama tarihinden itibaren zemin üzerinde aynı alanı kapsadığı ve düzeltme işlemi ile tapu kaydına eklenen toplam 16.651 m²lik alanın sonradan oluşan bir yer olmadığı taraflar arasında tartışmasızdır.

46. Taşınmazın tapu kaydındaki yüz ölçümü hatası 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi uyarınca düzeltmiştir. Dolayısıyla bu düzeltmenin belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmüne dayandığı açıktır. Ayrıca belirtmek gerekir ki somut olayda olduğu gibi idarenin işlemleri sırasında tespit ettiği hataları düzeltmesi kaçınılmaz olabilir. Üstelik tapu sicili devletin sorumluluğu altında tutulduğu için kişiler ve kurumlar, taşınmazlarla ilgili bütün hukuki ve ekonomik işlemler ile yatırımlarını kural olarak tapu sicilindeki bilgilere göre yaparlar. Dolayısıyla yukarıda da değinildiği üzere tapu sicilindeki bilgilerin doğru ve güncel olması sadece taşınmaz malikinin ve ilgili diğer hak sahiplerinin haklarının korunması bakımından değil aynı zamanda taşınmazlara ilişkin ekonomik hayatın iyi işlemesi ve işlem güvenliğinin sağlanması bakımından da önem taşımaktadır. Bu sebeple kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi bağlamında somut olayda taşınmazın tapu sicilindeki yüz ölçümünün Kadastro Müdürlüğünce düzeltilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu açıktır (Sefa Koşar, § 54).

47. Diğer taraftan başvuru konusu olayda taşınmaz düzeltme işleminin yapıldığı tarihte üçüncü kişi adına kayıtlı bulunduğundan başvurucuların 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi uyarınca yapılan bu düzeltme işlemine yönelik iddialarını ve itirazlarını sunmaimkânı bulunmuyorsa da bu düzeltmenin yapıldığı tarihten itibaren bu hata nedeniyle sorumluluğu bulunan kişi ya da idare ile bu hatadan menfaat elde eden kişiler aleyhinetazminat talebinde bulunma hakları mevcuttur. Bu durumda somut olay itibarıyla başvurucuların mülkiyet hakkını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların etkili olarak işletilip işletilmediği irdelenmelidir.

48. Başvurucular, tapulama sırasında kamu görevlileri tarafından yapılan ölçüm ve tersimat hatası sonucunda taşınmazın zeminde kapladığı alanın tapu siciline gerçeğe uygun olarak yansıtılmamasının maddi zarara yol açtığını ve tapulama sırasındaki bu eksikliğin 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca devletin kusursuz sorumluluğunu doğurduğunu ileri sürmüşve Hazineden tazminat isteğinde bulunmuştur. İlk derece mahkemesi, düzeltme sonucunda miktar artışı yapılmış olmasına rağmen taşınmazın zeminde kapladığı alan ve sınırlarında bir değişiklik meydana gelmediğinden ve ikinci olarak da başvurucuların sebepsiz zenginleşeme hükümlerine göre taşınmazın hâlen maliki olan Kooperatif aleyhinedava açmaları mümkün olduğundan davanın reddine karar vermiştir.

49. O hâlde başvurucuların zararının bulunup bulunmadığı ve bu zararın varlığı hâlinde zararı tazmin etmek üzere birden fazla yolun öngörülmüş olması durumunda bütün yolların sırasıyla tüketilmiş olmasının gerekli olup olmadığı üzerinde durulmalıdır.

50. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/1/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararı ile bu karara atıf yapan çok sayıda özel daire kararından tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri de dâhil olmak üzere tapu kayıtlarındaki hatalardan doğacak zararlardan devletin sorumlu olduğu kabul edilmektedir. Somut uyuşmazlığa konu taşınmazın bulunduğu yerdeki başka bir taşınmazın yüz ölçümününde düzeltme yoluyla yapılan artıştan sonra önceki maliklerce açılan tazminat davasına ilişkin ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldıran Yargıtay kararında bu husus irdelenmiş ve tespit malikleri ile mirasçılarının bu nedenle maddi bir kayba uğradıkları açıkça belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtayın ilgili kurul ve daireleri tarafından benimsenen bu kabulden ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmadığından zararın varlığına işaret etmektedir (bkz. § 32). Söz konusu zararın nasıl hesaplanacağı ve miktarının ne olacağı, müterafik kusurun varlığı gibi hususlar, ilk elden delilleri değerlendirme imkânına sahip olan ve bu konuda uzmanlaşmış bulunan derece mahkemelerinin takdirindedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Sefa Koşar, § 56).

51. Bu durumda başvurucuların zararının tazmini için öngörülen hukuki mekanizmaların etkili olarak çalıştırılıp çalıştırılmadığı konusu önem arz etmektedir. Hukuk sistemimizde başvurucunun uğradığı söz konusu zararı giderebilecek iki ayrı hukuk yolunun mevcut olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki, düzeltme sonucunda oluşan artıştan yararlanan kişilere karşı 6098 sayılı Kanun'un 77. maddesinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanan alacak davasıdır. Anılan hükme göre haklı bir sebep olmaksızın bir başkasının mal varlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.

52. Başvurulabilecek diğer bir hukuk yolu ise 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde düzenlenen tapu sicilinin tutulmasından devletin sorumlu olduğuna ilişkin hükümdür. Bu maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bu kapsamda Yargıtay, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğunu ve bu kayıtlarda yapılan hatalardan da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca devletin sorumlu olduğunu içtihat etmiştir (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

53. Görüldüğü üzere tapulama çalışmaları sırasındaki hataların düzeltilmesi nedeniyle uğranılan zararların giderilmesi bakımından hukuk yollarının kanun koyucu tarafından düzenlenmiş olduğu açıktır. Ancak bu hukuk yollarının teorik olarak bulunması yeterli olmayıp aynı zamanda etkin bir şekilde uygulanması da gerekmektedir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Sefa Koşar, § 59).

54. Somut olayda düzeltme nedeniyle başvurucular aleyhine haklı bir nedene dayanmadan menfaat elde eden Kooperatife karşı sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacakdavası açma imkânı bulunuyorsa da bu tür davaların sebepsiz zenginleşmenin öğrenildiği tarihten itibaren iki ve her hâlde bu zenginleşmeden itibaren on yıllık zamanaşımı süresi içinde açılması gerektiğinden davanın reddi tarihinde bu yolun etkili olduğundan söz etmek mümkün değildir. Öte yandan Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen (bkz. § 32) kararına göre başvurucuların kendilerine tanınan birden fazla yol içinde 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca meydana gelen zararın kusursuz sorumluluk hükümleri uyarıncadoğrudan devletten istemeleri de mümkündür.

55. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesindeki düzenlemenin Anayasa'nın mülkiyet hakkının korunması amacıyla devlete yüklediği pozitif yükümlülükleri karşılayacak ve taşınmazına kamulaştırılmış olması nedeniyle düzeltmeye tabi tutulan miktardan kaynaklanan zararı giderebilecek nitelikte olduğu kuşkusuzdur.

56. Başvurucuların bu hüküm kapsamında açmış olduğu dava zararın mevcut olmadığı ve zararın varlığı bir an için kabul edilse dahi bu zararın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre üçüncü kişiden tahsilinin mümkün olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Derece mahkemelerinin bu kabulü Yargıtayın içtihatlarına uygun olmadığı gibi mevzuatta öngörülen bir yolun kullanılmasını fiilen imkânsız hâle getirmiştir. Taşınmazın başvurucuların elinden kamu gücü kullanılarak kamulaştırma yoluyla alındığı, kamulaştırma bedelinin artırılması davasında taşınmaz başında keşif yapılmasına rağmen yargı mercilerince taşınmazın gerçek yüz ölçümünün belirlenmediği ve taşınmazın toplam alanı ile her bir mirasçının fiilen kullandığı alana göre gerçek yüz ölçümünün başvurucular tarafından hemen fark edilebilecek nitelikte bulunmadığı dikkate alındığında tapu sicilinde yer alan yüz ölçümü bilgisine güvenen başvurucuların idare tarafından yapılan hatanın bütün sonuçlarına katlanmak durumunda bırakılmasının kendilerine şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla başvuruya konu olayda mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısma ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

59. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).

60. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

61. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.

62. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

63. Tapulama çalışmalarında yapılan hata sonucu başvuruculara ait taşınmazın yüz ölçümü olduğundan daha az bir şekilde tapuya tescil edilmiştir. Taşınmazın yüz ölçümündeki hata daha sonradan düzeltilmişse de anılan tarihte taşınmaz kamulaştırma sonucu başvurucuların elinden çıkmış olduğundan yapılan bu idari işlemin başvuruculara olumlu yönde bir etkisi bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucuların mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla açmış oldukları tazminat davası da derece mahkemelerince reddedilmiştir. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

64. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun olarak tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda ileri sürülen deliller toplanarak sonucuna göre yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

65. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle kararın yeniden yargılama yapılmak üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin yeterli giderimi sağladığı değerlendirildiğinden başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2011/53, K.2013/198) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 20. Hukuk Dairesine (E.2015/2584, K.2016/6332) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Ahmet Yazı ve diğerleri, B. No: 2016/13545, 23/10/2019, § …)
   
Başvuru Adı AHMET YAZI VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2016/13545
Başvuru Tarihi 25/7/2016
Karar Tarihi 23/10/2019

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, kamulaştırma sonucunda elden çıkan taşınmazın kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi kapsamında yüz ölçümünün artırılması ve bu artırılan kısım için kamulaştırma bedeli ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) İhlal Yeniden yargılama

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 3402 Kadastro Kanunu 41
4721 Türk Medeni Kanunu 719
1007
6098 Türk Borçlar Kanunu 77
82
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi