TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
SALİH ŞAHİN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/13964)
Karar Tarihi: 28/1/2020
Başkan
:
Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
Başvurucu
Salih ŞAHİN
Vekili
Av. Gülizar TUNCER
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri çerçevesinde gerçekleşen gösteri yürüyüşüne gereksiz ve orantısız müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının; kolluk güçlerinin hukuka aykırı kuvvet kullanımı nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/7/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1964 doğumlu ve doktor olan başvurucu, 1 Mayıs 2015 tarihinde Emek ve Dayanışma Günü kapsamında gerçekleşen gösteri yürüyüşlerinin İstanbul'un Beşiktaş ilçesindeki kısmına katılmıştır.
10. Başvurucunun anlatımına göre şiddet içermeyen yürüyüşe kamu görevlilerince hiçbir uyarı yapılmaksızın müdahalede bulunulmuş, 50-60 kişilik gruba toplumsal müdahale aracı (TOMA) vasıtasıyla tazyikli suyla müdahale edilmiş, kendisinin boğazı sıkılmış, elleri arkadan sert bir şekilde bükülerek darbedilmiş ve yerde tekmelenmiştir.
11. Başvurucunun gözaltına alınmak üzere polis aracında bekletildiği esnada doktor B.G. adli rapor düzenlemek üzere polis aracının içine girerek gösteride yakalanan kişilere darp olup olmadığını sormuş, başvurucunun kendilerinin bu şekilde muayene edilemeyeceğine dair itirazı üzerine başvurucuyla tartışmış ve araçtan inerek adli rapor düzenlemiştir.
12. Görevli doktor B.G. tarafından düzenlenen sağlık raporunda (ilk rapor) başvurucuda darp ve cebir izi olmadığı açıklanmıştır.
13. Başvurucu ayrıca polis aracında elleri ters kelepçeli bir biçimde yaklaşık altı saat, ardından kelepçeleri çıkarıldığı hâlde yaklaşık beş saat daha temel insani ihtiyaçları giderilmeksizin bekletildiğini ve gözaltı sürecinde Çağlayan Adliyesinin 7. bodrum katında günlerce aşağılayıcı ve onur kırıcı muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir.
14. 1 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul'da gerçekleşen tüm gösterilerle ilgili olarak soruşturma makamları tarafından tek tutanak düzenlenmiştir. Sekiz sayfadan oluşan Olay Tutanağının başvuruya konu olay ile ilgili kısımları tam olarak tespit edilememekle birlikte Beşiktaş'ta birkaç grubun farklı bölgelerde gösteri yapmaya çalışması nedeniyle gruba müdahale edildiği ve tüm grupların saat 16.00 itibarıyla dağıtıldığı ifade edilmiştir. Tutanakta ayrıca Taksim Meydanı'nda geniş katılımlı etkinlik düzenlenmesine Valilikçe kamu düzeni gerekçesiyle izin verilmediği, 16/1/2015 tarihli kararla da gösteri yürüyüşü yapılabilecek farklı bölgelerdeki birkaç alanın belirlendiği, bu alanların dışında kalan Taksim Meydanı'nda gösteriye izin verilmediğinin kamuoyuna duyurulduğu belirtilmiştir.
15. Yakalama Tutanağında, alanı terk etmemek için direnen ve elektrik direğine sarılan başvurucuya orantılı güç kullanılarak başvurucunun muhafaza altına alındığı bilgisine yer verilmiştir.
16. Başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşüne silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama suçunu işlediği isnadıyla İstanbul 34. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmış, yargılama sonunda başvurucunun beraatine karar verilmiş ve anılan karar 3/5/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
17. İstanbul 34. Asliye Ceza Mahkemesinin başvurucu hakkındaki beraat kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyadamevcut aşamalarda değişmeyen ve aksikanıtlanamayan inkara dönük sanık savunmaları, sanıkların olay nedeniyle gözaltı işlemine tabi tutuldukları sıradapolislere yönelik direnme,yaralamaeylemi gerçekleştirdikleri veya kamu düzenini bozucu başka bir eylemde bulunduklarına dönük herhangi bir tespityapılamadığına ilişkin kolluktan gelen cevabi yazı içerikleri ve fotoğraflar,bir kısım sanıkların doğrudan gösteri ile bağlantıları bulunmadığı haldekolluk müdahalesi sırasında civar cafe ve işyerlerinde bulunduklarına ilişkinbirbiri ile de örtüşen beyanlarıgösteriye katılmak amacıyla olay yerine gittikleri belirtilen ve bu yönde ikrarları da bulunan bir kısım sanıkların da ( ... )cebir ve şiddet içeren dolayısıyla yasa dışı olarak kabul edilebilecek bir eylemleri tespit edilemediği için sadece Valiliğin yasakladığı bölgede mevzuat hükümlerine göre kurulanyasal bazıDernek veSendikaların çağrısı üzerine toplanmış olmalarınınAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa ile güvence altına alınmış olanifade hürriyeti ve toplantı gösteri hakkı kapsamında değerlendirilmesinin gerektiği,sanıklar tarafından bizzat şiddete başvurulduğu veya sanıkların eylemi nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna ilişkinceza yargılaması ilkelerine görekabul edilebilirsavunmayı çürütendelil de bulunmadığı için AİHSve Anayasahükümlerine göre demokratik toplumun gereği olarak barışçılyöntemlerle yapılan gösteriye katılmış olmalarının yasal düzenlemeye göreizinsiz dahi olsa üst norm niteliğindeki Anayasa ve AİHS hükümleriçerçevesinde suç olarak kabulü mümkün olmadığından sanıkların beraatlarına karar verilmesi gerektiği vicdani kanaatine varılmıştır."
18. Başvurucu, olayda görevli polis memurları ve amirleri ile ilk sağlık raporunu düzenleyen doktor hakkında 8/5/2015 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyetçi olmuştur.
19. Savcılık, öncelikle başvurucuyu darbettiği iddia edilen kolluk görevlilerinin kimliklerini tespit etmiş ve savunmalarını almıştır. Görevli polis memurları A.H.S. ve A.N.C. ile Komiser Yardımcısı M.G. savunmalarında; 1 Mayıs kutlamaları nedeniyle Taksim Meydanı ve çevresinde geniş katılımlı gösteri yapılmasına İstanbul Valiliği tarafından izin verilmediği hâlde çeşitli sendika ve kuruluşların farklı bölgelerde gösteri yürüyüşü yapmaya çalıştığını, başvurucunun da bir grupla birlikte bu yürüyüşlerden birine katılma girişiminde bulunduğunu ifade etmişlerdir. Hukuka aykırı olan bu yürüyüşü engellemek amacıyla uyarı yapmalarına rağmen dağılmadığı için topluluğa müdahale ettiklerini, elinde sopa bulunan başvurucunun kalabalığın ön tarafında bulunduğunu ve provakatif davranışlar sergilediğini belirten bu kolluk görevlileri gözaltına almaya çalıştıkları esnada başvurucunun elektrik direğine sarılarak direndiğini ve bu nedenle zor kullanarak başvurucuyu polis aracına götürdüklerini ancak darbetmediklerini savunmuşlardır.
20. Başvurucu, darbedilmesi olayına tanık olan ve kendisiyle birlikte gözaltına alınan diğer kişilerin dinlenilmelerini talep etmesine rağmen Savcılık tarafından bu kişiler dinlenilmemiştir.
21. Savcılık tarafından, olay yerini gösteren MOBESE ve diğer kamera kayıtlarının CD'ye aktarılarak çözümünün yapılması için iki polis memuru görevlendirilmiştir. Görevlendirilen polis memurları tarafından düzenlenen 22/6/2015 tarihli CD İzleme Tutanağına göre;
- Ellerinde sopa, bayrak ve döviz; başlarında baret bulunan ve yüzleri maskeli, kırmızı yıldızlı, sarı renkte yelek giyimli 50-60 kişilik bir grupla birlikte başvurucunun grubun önünde hareket ettiği, bu görüntüye ilişkin video ve fotoğraf olduğu,
-Başvurucunun polis aracında kamera çekimi yapan polis memuruna hitaben yüksek sesle "Yaşasın devrim, yıkacağız düzeninizi" dediği tespit edilmiştir.
22. Soruşturma dosyasında yer alan iki video ve bir fotoğraf görüntüsünden oluşan ve savcılıktan temin edilerek incelenen CD'deki fotoğrafta başvurucunun bir grupla birlikte yürüdüğü görülmektedir. İki video görüntüsünden birincisinde başvurucunun polis aracında yüksek sesle "Yaşasın devrim, sosyalizm, yıkacağız sizin düzeninizi" dediği, ikincisinde ise aralarında başvurucunun da bulunduğu bir grubun yürüyüşünü gösteren birkaç dakikalık bir görüntü bulunduğu, bunda da yürüyüş yapan gruptaki bazı kişilerin kapalı şekilde pankart ve bayrak taşıdığı, birkaç kişinin yüzünü yarım örtecek şekilde burun ve ağız bölgesini kapattığı ve sonrasında kamera yönünün değiştiği görülmektedir. Kolluk güçlerinin uyarıları veya müdahale anına dair görüntü bulunmamaktadır.
23. Savcılık, doktor B.G. hakkında yürüttüğü soruşturma kapsamında B.G.nin savunmasını almıştır. B.G. ifadesinde; gözaltına alınan kişilerin hastaneye getirilmesinin güvenlik açısından riskli olabileceği dile getirildiğinden polis aracına gittiğini, araçta bulunan herkese darp ve cebir olduğuna ilişkin şikâyetleri varsa onları muayene edebileceğini söylediğini ancak araçtaki kişilerin kendisiyle tartıştığını, ardından polis aracından inerek araçtaki gözlemleri üzerine adli raporları hazırladığını açıklamıştır.
24. Adli Tıp Kurumu İstanbul Şubesi (ATK) tarafından başvurucunun gözaltından çıkarılırken düzenlenen 4/5/2015 tarihli raporuna (ikinci rapor) göre başvurucunun sağ hemitoraks dış yan duvar alt kısmında hassasiyet tespit edildiği, onun dışında gözaltında oluşmuş travmatik lezyon saptanmadığı belirtilmiştir. Ek olarak başvurucunun gözaltına alınırken travmaya maruz kaldığı iddiasına yer verilmiştir.
25. Başvurucu hakkında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü tarafından düzenlenen 14/5/2015 tarihli rapora göre (üçüncü rapor) başvurucunun sağ meme altında darba bağlı göğüs ağrısı tespiti yapılmış, bunun dışında herhangi bir fiziksel bulgu gözlemlenmemiştir.
26. ATK tarafından 5/6/2015 tarihinde düzenlenen bilirkişi raporunda, ikinci raporun tespitleri doğrultusunda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek türde olduğuna ilişkin kanaat bildirilmiştir.
27. Savcılık tarafından doktor B.G. hakkında muayene işlemi yapmadan başvurucu ve diğer gözaltına alınanlar hakkında adli rapor düzenlediği gerekçesiyle görevi kötüye kullanma suçundan dava açılmıştır. İstanbul 38. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda "araç kapısından herkese toplu olarak seslenip muayene etmeden rapor yazan sanığın (B.G.) görevinin gereklerini yerine getirmeyerek atılı suçu işlediği" kanaatiyle 5 ay hapis cezasına hükmedilmiş, söz konusu hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Karara yapılan itiraz reddedilerek karar 6/7/2018 tarihinde kesinleşmiştir.
28. Öte yandan Savcılıkça, görevli kolluk personeli hakkında 3/5/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, CD İzleme Tutanağına göre Taksim'de 1 Mayıs kutlaması yapılmasına Valilik tarafından izin verilmemesine rağmen Beşiktaş'ta izinsiz gösteri yapan gruba kolluğun müdahale ettiği, bu grubun önünde bulunan başvurucunun grubun dağılmaması için grubu provoke ettiği belirtilmiştir. Başvurucunun ayrıca gözaltına alınırken direndiği ve gözaltı aracında yüksek sesle slogan attığı tespit edilerek polis uyarısına rağmen direnen başvurucuya orantılı güç kullanıldığı ve zor kullanma yetkisinin aşılmadığı değerlendirilmiştir.
29. Savcılık kararına karşı yapılan itiraz, İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından reddedilmiştir. Anılan karar, 30/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
30. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
31. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 28/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu; 1 Mayıs 2015 tarihinde resmî tatil ilan edilen Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarına katılmak üzere arkadaşlarıyla birlikte Beşiktaş'a geldiklerini, barışçıl bir biçimde gösteri yürüyüşü yapmak istemelerine rağmen hukuka aykırı olarak polis müdahalesiyle karşılaştıklarını, şiddet içeren bir eyleminin bulunmadığını, buna rağmen kamu düzeni yönünden hiçbir tehlike arz etmeyen yürüyüşleri engellenmek suretiyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
34. Bakanlık görüşünde; başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşünün şiddet içermesi nedeniyle barışçıl olmadığı, dosya içindeki Olay Tutanağında yer alan tespitler doğrultusunda kolluk kuvvetleri tarafından yapılan müdahalenin gerekli ve ölçülü olduğu belirtilmiştir.
35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş; ayrıca toplantı yerinin Taksim değil Beşiktaş olduğunu, sopa olarak tarif edilen nesnelerin pankart sopaları olduğunu, kimsenin şiddete başvurmadığını ifade etmiştir.
2. Değerlendirme
36. Anayasa'nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
38. Başvurucunun 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü vesilesiyle katılmak istediği gösteri yürüyüşünün kamu görevlileri tarafından engellenmesi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil etmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
39. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun düşmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
40. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olma koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
41. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki karar için bkz. Özge Özgürengin § 100; Ali Ulvi Altunelli §§ 91, 92).
(2) Meşru Amaç
42. Başvurucuya yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki karar için bkz. Özge Özgürengin, §§ 101, 102; Ali Ulvi Altunelli, §§ 93, 94).
(3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
43. Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, Anayasa'nın 25. ve 26. maddelerinde düzenlenen ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde elzem olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır. Bu kapsamda kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeli, dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmelidir. Bu sebeple demokratik bir toplumda güvence altına alınan temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015 § 115; Ali Ulvi Altunelli, § 95). Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı kişilere verilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 117; Ali Ulvi Altunelli § 96).
44. Hükûmetin politikaları ile ilgili olarak bireylerin tepkilerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymaları çoğulcu demokrasilerin karakteristik özelliğidir. Bu kapsamda siyasi konulardaki fikir ayrılıklarında azınlık veya muhalif düşüncelerin ifade edilebilmesine fırsat verilmesi demokratik bir devletin yükümlülüğüdür. Devletin barışçıl amaçlarla yapılan toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü korumakla kalmaması, ayrıca bu hakkın kullanımını engelleyen makul olmayan dolaylı sınırlamalar koymaması da gerekmektedir (Mehmet Mutlu, B. No: 2014/18240, 18/4/2018, § 87; Özge Özgürengin, § 103; Ali Ulvi Altunelli, § 100).
45. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 54).
46. Anayasa Mahkemesi, kanunlarda öngörülen usullere tam olarak uyulmamış olmasının, toplantı veya gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini tek başına ortadan kaldırmadığını değerlendirmiş ve bu durumun varlığını toplanma hakkına müdahale için yeterli görmemiştir (Dilan Ögüz Canan, § 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119).
47. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kamu otoritelerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırlandırılmasında belirli bir takdir alanına sahip olduğu açıktır. Ancak bu takdir alanının Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olarak kullanılmaması gerekir. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin iddiaları incelerken Anayasa Mahkemesinin görevi ilgili kamu otoritelerinin takdir payını makul, dikkatli ve iyi niyet çerçevesinde kullanıp kullanmadıklarını değerlendirmektir (Mehmet Mutlu, § 88; Özge Özgürengin, § 104; Ali Ulvi Altunelli, §101). Diğer bir ifadeyle toplanma hakkına yönelik olarak yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olması için kamu düzeninin bozulup bozulmadığının veya bozulma tehlikesinin olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu belirlemede kamu otoritelerinin takdir alanını keyfî kullanıp kullanmadığının ortaya konulması önemlidir (Ali Ulvi Altunelli, § 106).
48. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin denetleyeceği ilk husus, toplantı ve gösteri yürüyüşünün sonlandırılması için zorlayıcı toplumsal bir gereksinim olup olmadığı ve kamu makamlarının bu yöndeki değerlendirmelerinin gerçeklik değeri taşıyıp taşımadığıdır (krş. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 88). Gerçeklik değeri sadece Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan durumların gerçekleşip gerçekleşmediğini değil bu yönde bir tehlikenin olup olmadığını da kapsamaktadır (Mehmet Mutlu, § 89).
49. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin karar gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).
50. Anayasa Mahkemesi, toplanma hakkının bildirim usulüne bağlanabileceğine daha önce karar vermiştir. Söz konusu bildirimin amacı toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğu sürece genel olarak hakkın özüne dokunmaz. Derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlar hariç bildirim usulünün uygulanmasının amacı, toplanma hakkının etkin kullanılması imkânını sağlamaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; Osman Erbil, § 52; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 122).
51. Buradan çıkan sonuca göre toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Buna karşın bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasalarda belirtilen usullere tam olarak uyulmadan düzenlenmesi tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belirli derecede bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği gözönünde bulundurulmalıdır. Bu durumların varlığı toplanma hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 69).
(b)İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
52. Başvurucu ve beraberindeki grup, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamaları çerçevesinde İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde toplanmış ve gösteri yürüyüşü yapmak istemiştir. Taksim Meydanı'nda geniş katılımlı etkinlik düzenlenmesine İstanbul Valiliğince kamu düzeni gerekçesiyle izin verilmediği, 16/1/2015 tarihli kararla da gösteri yürüyüşü yapılabilecek birkaç alanın belirlendiği kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Başvurucunun bulunduğu bölge, izin verilen alanlar içinde sayılmamıştır.
53. Kolluk görevlileri beyanlarında, başvuruya konu yürüyüşün izin verilen alanlar içinde olmadığını, ayrıca katılımcıların ellerinde sopa ve yüzlerinde maske bulunduğunu, bu nedenle uyarılara rağmen dağılmayan katılımcılara müdahale ettiklerini ifade etmiş; grubun ön tarafında provakatif davranışlar sergileyen başvurucunun gösteri yürüyüşü yapmasını engelledikleri esnada direndiğini açıklamışlardır.
54. Savcılık kararına esas alınan CD İzleme Tutanağında; başvurucunun grubun önünde hareket ettiği, grupta bulunan kişilerin ellerinde sopa ve yüzlerinde maske olduğu belirtilmiştir. Yürüyüş esnasında başvurucunun veya grubun geri kalan katılımcılarının şiddet içerikli davranışları olduğuna dair somut bir tespit yapılmamıştır.
55. Tutanak dayanağı olan görüntüler incelendiğinde başvurucunun bir grupla birlikte yürümesi dışında bir görüntüye ulaşılamamıştır. Ayrıca başvurucunun elinde sopa tespit edilemediği gibi yüzünün de örtülü olmadığı gözlemlenmiştir.
56. Toplanan grubun gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini bozan herhangi bir tutumu olduğu görüntülerden anlaşılamadığı gibi buna ilişkin olarak hazırlanan tutanakta da buna dair bir bilgi yer almamaktadır. Öte yandan kolluk görevlileri de beyanlarında yürüyüşün şiddet içerdiğini iddia etmemişlerdir. Sadece Yakalama Tutanağında başvurucunun provakasyon yaptığı bilgisine yer verilmiştir. Buna karşılık, Yakalama Tutanağında belirtilen ve Savcılık tarafından kabul gören başvurucunun provokasyon içerikli davranışlarının neler olduğu Savcılık kararının gerekçesinde ve Yakalama Tutanağında da somutlaştırılmamıştır. Dolayısıyla başvuru dosyasına nesnel olarak yansımayan ve başvurucunun provoke edici nitelikte olduğu iddia edilen davranış biçimi, toplantının barışçıl olmadığı yönünde sonuca ulaşmak için yeterli değildir.
57. Öte yandan başvurucu hakkında yapılan ceza yargılaması sonucunda yargı makamları da başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşünün barışçıl olduğunu kabul ederek başvurucunun eylemlerinin suç olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığını değerlendirmişlerdir. Mahkeme kararının gerekçesinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar tarafından bizzat şiddete başvurulduğu veya sanıkların eylemi nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna ilişkin delil bulunmadığı tespit edilmiş; barışçıl yöntemlerle yapılan gösteriye katılmış olmalarının yasal düzenlemeye göre izinsiz dahi olsa üst norm niteliğindeki Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde suç oluşturmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
58. Başvuruya yansıyan olgular dikkate alınarak yargı makamlarınca ulaşılan, başvurucunun katıldığı toplantı/gösteri yürüyüşünün barışçıl olduğu yönündeki sonuçtan farklı bir sonuca ulaşılması mümkün görünmemektedir. Bu durumda başvurucun katıldığı gösteri yürüyüşünün barışçıl olduğunun kabulü gerekmektedir.
59. Öte yandan toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasalarda belirtilen usullere tam olarak uyulmadan düzenlenmesi tek başına bu hakkın ihlal edilmesini haklı gösteremeyecektir. Bu bağlamda kamuya açık bir alanda (caddede) barışçıl gösteri yürüyüşü yapmak isteyen gruba yürüyüşün yapılmaması gerektiği hususunun kolluk tarafından izah edildiğine ilişkin bir veri bulunmamaktadır. Ayrıca kolluk ile yürüyüş yapmak isteyen grup arasında herhangi bir görüşme olup olmadığı, hatta dağılmaları hususunda grubun uyarılıp uyarılmadığı başvuruya yansıyan bilgi ve belgelerden anlaşılamamaktadır
60. Buna göre, barışçıl olduğu kabul edilen ve kamuya açık bir alanda yapılan toplantı/gösteri yürüyüşünün doğrudan dağıtılması şeklindeki müdahalenin Anayasa'nın 34. maddesiyle korunan hak yönünden demokratik toplumda gerekliliği kamu makamlarınca izah edilememiştir.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
B. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Başvurucu, kolluk görevlileri tarafından şiddete maruz kaldığını ve bu nedenle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu gözaltına alınması esnasında boğazının sıkıldığını, tekmelendiğini, polis aracına götürüldükten sonra da darbedildiğini iddia ederek polis aracında yaklaşık altı saat elleri arkadan ters kelepçeli bir biçimde bekletildiğini, ardından yaklaşık beş saat daha temel insani ihtiyaçları giderilmeksizin araçta tutulduğunu ve gözaltı sürecinde de Çağlayan Adliyesinin 7. bodrum katında günlerce aşağılayıcı ve onur kırıcı muameleye maruz kaldığını belirtmiştir. Yaşanan olay nedeniyle yaptığı şikâyetin etkili bir şekilde soruşturmadığından, gözaltına alındığı sırada orada bulunan herkesin olayı görmesine rağmen tanık olarak dinlenilmediğinden, itirazı inceleyen Hâkimliğin kararının gerekçesiz olduğundan ve polis memurları hakkında disiplin cezası verilmediğinden yakınan başvurucu bu nedenlerle kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63. Bakanlık görüşünde, Taksim Meydanı'nda gösteriye izin verilmeyeceği bildirildiği hâlde 2.500-3.000 kişinin bu meydana girmeye çalıştığı ve grubun şiddete başvurduğu belirtilmiş; elinde sopa bulunan başvurucunun da gösteri yürüyüşünde çevresini provoke ettiği, çevresi ve kamu düzeni yönünden tehlike oluşturduğu, gözaltına alınırken elektrik direğine sarılarak direnmesi nedeniyle orantılı güç kullanıldığı ve bu sebeple yargısal makamların kararların hukuka uygun olduğu bildirilmiştir.
64. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevabında kısaca başvuru formundaki iddialarını yinelemiş; grupta bulunan bazı kişilerin kolluk tarafındankullanılan gazdan etkilenmemek için burun ve ağızlarını kapattığını, pankart veya sloganlarda yasa dışı bir ibarenin olmadığını, hukuka aykırı dağıtılan gösteride gözaltına alınmamak için direğe yaslanmasının suç oluşturmayacağını ifade etmiştir.
65. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
66. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkenceye, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
67. Bu doğrultuda kural olarak başvurucunun kolluk görevlilerince darbedildiği yönündeki iddiası, devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kaldığından kötü muamele yasağının maddi boyutu altında incelenmelidir. Başvurucunun söz konusu eylem nedeniyle Savcılıkça yapılan ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile sonuçlanan soruşturmanın etkisiz olduğu yönündeki şikâyeti ise kötü muamele yasağının usul boyutu çerçevesinde incelenmelidir.
68. Öte yandan başvurucu, önleyici yükümlülüğe ilişkin olarak başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi bir şikâyette bulunmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin önünde önleyici yükümlülüğün ihlal edildiğine ilişkin kesin bir bilgi veya belge de bulunmamaktadır. Bu nedenle anılan yükümlülük açısından bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
69. Başvurucunun adil yargılanma hakkına yönelik şikâyetleri, kötü muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı bakımından ayrıca inceleme yapılmamıştır.
70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
i. Genel İlkeler
71. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
72. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
73. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli olarak yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara varmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
74. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).
75. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması veya yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
76. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).
77. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99)
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
78. Başvurucu, yakalanması esnasında hukuka aykırı kuvvet kullanımına maruz kalması ve bu durumun ilk sağlık raporuyla ortaya konulamaması nedeniyle kolluk güçleri ve kendisini muayene etmeden rapor tanzim eden doktor hakkında Savcılığa şikâyetçi olmuştur.
79. Başvurucu tarafından teşhis edilen kolluk görevlilerinin kimlikleri Savcılıkça tespit edilmiş, ifadelerinin alınması için emniyete talimat verilmiştir. Bu arada doktor B.G.nin savunması ve başvurucunun yaralanmasının niteliğini tespit amacıyla olaydan yaklaşık bir ay sonra ATK raporu alınmıştır.
80. Yapılan soruşturma sonucunda Savcılık, görevli doktor hakkında görevi kötüye kullanma suçundan dava açarken polislerin orantılı güç kullandığı gerekçesiyle haklarında kovuşturma yapılmamasına karar vermiştir.
81. Kötü muamele yasağı çerçevesinde bireyi kamu görevlilerinin hukuka aykırı kuvvet kullanımına karşı korumak maksadıyla güvence altına alınan etkili bir soruşturmanın varlığından söz edilebilmesi için her şeyden önce soruşturma makamlarının tarafsız bir biçimde, özenli davranarak maddi gerçeğe ulaşma çabası içinde olması gerekmektedir. Bu kapsamda soruşturma makamlarından olaya dair tüm delilleri toplaması ve bu delilleri nesnel bir analizle yorumlayarak hukuki sonuca ulaşması beklenmektedir.
82. Bu ilkelere göre yapılan değerlendirme neticesinde başvuruya konu olayda hukuka aykırı kuvvet kullandığı iddia edilen polis memurları ve amirinin Savcılıkça belirlenip bu kişiler hakkında derhâl soruşturma başlatıldığı ve başvurucunun soruşturma sürecine dâhil edilerek katılımının sağlandığı anlaşılmaktadır.
83. Buna karşın kimlikleri tespit edilen kolluk görevlilerinin savunmaları Savcılık tarafından değil görev yaptıkları emniyet müdürlüklerindeki çalışma arkadaşları olan başka polis memurları tarafından alınmıştır. Bu durum, tarafsız şekilde yürütülmesi gereken soruşturma yükümlülüğü bakımından dikkat çekici olduğu kadar maddi gerçeğe ulaşma açısından önemli delilerden biri olan şüpheli ifadelerinin özenle tespit edilmesi gereğinin yerine getirilmesi hususunda şüphe uyandırmaktadır. Şüpheli polislerin benzer ifadelerle hukuka aykırı kuvvet kullanmadıklarını beyan ettikleri, ancak olayın oluş şekline dair somut ve ayrıntı içeren ifadelerinin tespit edilmediği gözlemlenmiştir. Ayrıca başvurucunun -darbedildiği iddiası dışında- kötü muamele yasağı bakımından sorun oluşturabilecek olan saatlerce polis aracında kelepçeli ve temel ihtiyaçları giderilmeksizin bekletildiği iddiası dahi kolluk görevlilerine sorulmamış, bu sürecin nasıl işlediği kayıtlara geçmemiştir.
84. Öte yandan soruşturma dosyasında, kolluğun toplantıya müdahalesini gösteren tek bir görüntü bulunmamaktadır. Polis memurları tarafından kayda alınan kısım, başvurucunun bir grup kişiyle birlikte sokakta yürümesi ve gözaltına alındıktan sonra polis aracı içinde bulunmasından ibarettir. Aradaki zaman diliminde polis kamerasının kayıt yapıp yapmadığı, yapmamış ise sebebi Savcılık tarafından araştırılmamış ve sorgulanmamıştır. Ayrıca olayın geçtiği sokakta MOBESE veya bina ve işyerlerindeki özel kameraların bulunup bulunmadığı, bu kameraların olaya ilişkin kayıt yapıp yapmadığı tespit edilmemiştir. Başvurucu, kendisiyle birlikte gözaltına alınan kişilerin darbedilme olayına tanık olduğunu beyan etmesine ve bu kişilerin dinlenilmesini talep etmesine rağmen Savcılık tarafından bu kişiler de dinlenilmemiştir.
85. Bir diğer sorun, başvurucu hakkında alınan ilk sağlık raporunun hukuken geçerli bir belge sayılmamasıdır. Yakalanan veya gözaltına alınan kişilerin kötü muameleye maruz kalıp kalmadığının tespiti amacıyla alınan sağlık raporları, bu hususta bir şikâyet bulunması hâlinde değerlendirmeye esas oluşturacak en önemli kanıtlardan biri olmakla birlikte devletin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki yükümlülüğüne aykırı davranmadığını ispatlayabileceği nitelikte bir belgedir. Üçüncü kişi konumunda bulunan doktorlar tarafından -iddia ve savunmadan bağımsız bir şekilde- gözleme dayalı bulguların tespit edilmesi suretiyle olaydan hemen sonra hazırlanan raporlar, maddi gerçeğe ulaşmayı sağlayan yegâne araçtır.
86. Somut olayda başvurucunun gözaltına alınırken muayene edilmeksizin hakkında usulsüz sağlık raporu düzenlendiği yargı makamları tarafından kabul edilmiştir. Bu durumda yakalama esnasında iddia edildiği gibi kolluk güçleri tarafından başvurucunun yaralanıp yaralanmadığı ilk sağlık raporuyla anlaşılamamaktadır. Başvurucu hakkında düzenlenen ikinci raporun ise olaydan yaklaşık iki hafta sonra yapılan muayeneye dayanması nedeniyle bu süreçte başvurucuda var olduğu iddia edilen bazı bulguların kaybolup kaybolmadığı değerlendirilememiştir.
87. Delillerin eksik toplanıp toplanmama meselesi kadar toplanan delillerin analizlerinin nesnel olarak yapılıp yapılmaması hususu da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun teşkil edebilmektedir.
88. Bu bağlamda başvuruya konu olayda Savcılık, delilleri değerlendirirken polis kayıtlarını içeren CD İzleme Tutanağında yer alan bilgileri, kaynağı olan (30 saniye süre) görüntüyü izlemek suretiyle denetlememiş; tutanaktaki tespitlerin varlığını kabul ederek toplanan grubun ellerinde sopa, yüzlerinde maske olduğu ve elinde sopa bulunan başvurucunun grubu provoke ettiği sonucuna ulaşmıştır. Hâlbuki görüntülerde grubun elinde sopa olarak değerlendirilen cisimlerin kapalı pankart ve bayrak sopaları olabileceği görülmekle birlikte başvurucunun elinde sopa veya benzeri bir eşya bulunmadığından bu şekilde yapılan tespitin dayanağı anlaşılamamıştır. Aynı şekilde başvurucunun görüntülerde sadece birkaç saniye yer aldığı dikkate alındığında başvurucunun eylemi kamu makamlarınca somutlaştırılmadığından grubu kışkırttığı yönünde ulaşılan sonucun tereddüt içerdiği değerlendirilmiştir.
89. Kolluk tarafından başvurucunun gözaltına alınırken direnmesi sebebiyle güç kullanıldığı kabul edilmiştir. Başvurucu da gözaltına alınmamak için elektrik direğine yaslandığını ifade ederek direndiğini inkâr etmemiştir. Bu durumda kullanılan gücün orantılı olup olmadığı veya zor kullanma yetkisinin aşılarak başvurucunun darbedilip edilmediği soruşturma dosyasındaki eksiklikler nedeniyle değerlendirilememiştir. Her ne kadar kullanılan gücün orantılı olduğu kanaatine soruşturma makamlarınca ulaşılmış ise de mevcut eksiklikler nedeniyle söz konusu kanaate delillerin nesnel analizi sonucu ulaşıldığını söylemek güçtür.
90. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve takdiri konusunda Savcılıkça yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
91. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
92. Yukarıda belirtilen tespitler ışığında soruşturmadaki eksiklikler nedeniyle başvurucunun şikâyetine konu ettiği olayın gerçekleşme koşulları konusunda yeterli veri bulunmadığı (özellikle başvurucu hakkındaki sağlık raporlarının başvurucuyu doğrular mahiyette fiziki bulguya dayanmadığı) nazara alındığında bu aşamada kötü muamele yasağının maddi boyutu itibarıyla bir inceleme yapılmasına olanak bulunmadığı değerlendirilmiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
93. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
94. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden soruşturma yapılması ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
95. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
96. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
97. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü; ilgilinin talebini beklemeksizin, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67; Mehmet Doğan, §§ 58-59).
98. Başvuruda, güvenlik güçleri tarafından orantısız güç kullanılmasına yönelik etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutuyla ihlal edilmesinin yanı sıra Anayasa'nın 34 maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının da ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik ihlalin kolluk görevlilerinin eyleminden, kötü muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin ise Cumhuriyet Başsavcılığının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.
99. Bu durumda kötü muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
100. Öte yandan somut olayda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
101. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.