TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÖRKEM ÇAKMAK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/1499)
|
|
Karar Tarihi: 22/11/2022
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Muhterem İNCE
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Görkem ÇAKMAK
|
|
|
2. Halide ÇAKMAK
|
|
|
3. Süleyman ÇAKMAK
|
|
|
4. Güliz ÇAKMAK YILMAZ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Evrim KAHYA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması
nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun
sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 20/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2016/1500, 2016/1501 ve 2016/1504 başvuru numaralı
bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/1499
başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin
bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. 1988 doğumlu olan birinci başvurucu, ikinci ve üçüncü
başvurucunun çocukları, dördüncü başvurucunun ise kardeşidir. Birinci
başvurucu, yüksek tansiyon şikâyeti ile 2003 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi
Hastanesi Pediatrik Kardiyoloji Kliniğine başvurmuştur. Muayene sonrasında rekoarktasyon
tanısı konularak balon anjioplasti uygulanmıştır. Ancak bu tedavinin
başarılı olmaması nedeniyle anılan hastanenin Kardiyoloji Kalp Cerrahisi
Konseyi (Konsey) tarafından ameliyat kararı alınmış ve 10/7/2003 tarihinde
yapılan ameliyat esnasında oluşan kanama nedeniyle birinci başvurucu bitkisel
hayata girmiştir.
9. Başvurucular, hizmet kusurundan kaynaklanan
zararlarının giderimi istemiyle İzmir 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 29/3/2004
tarihinde tam yargı davası açmıştır. Yargılama sürecinde idarenin hizmet
kusuruna ilişkin Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi
Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan heyet tarafından 20/10/2005 tarihli
bilirkişi raporu hazırlanmıştır. Anılan raporda; birinci başvurucunun daha önce
aort koarktasyonu nedeniyle ameliyat olduğu, 5/3/2003 tarihinde yapılan
ameliyatın ise mevcut yapışıklıklar, birinci başvurucunun yaşının
ilerlemesinden dolayı aort damarındaki yapısal değişiklikler gibi nedenlerle
kanama riski olan zor bir ameliyat olduğu belirtilmiştir. Bu ameliyatın aort
koarktasyonu uzmanlığı olan her kalp cerrahı tarafından
gerçekleştirebileceği ancak her hekimin başına gelebilecek riskleri
barındırdığı vurgulanarak ameliyata giren doktorların ameliyatın yöntemi dâhil
ciddi ağır ihmallerinin ve hizmet kusurlarının bulunmadığı ifade edilmiştir.
10. Başvurucuların bilirkişi raporuna itirazlarını da
dikkate alan Mahkeme, raporun hükme esas alınacak nitelikte olmadığı
gerekçesiyle Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor alınmasına karar
vermiştir. Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurul (Kurul), ameliyata katılan
doktorların beyanları ile tetkik ve tedavi belgelerini incelemiş ve birinci
başvurucuyu muayene ederek 23/6/2006 tarihli raporu hazırlamıştır. Anılan
raporda; bu tip ameliyatlarda kanama meydana gelmesinin bir komplikasyon olarak
ortaya çıkabileceği, buna bağlı olarak beyne az oksijen gitmesi nedeniyle beyin
dokusu hasarı gelişebileceği vurgulanmıştır. Ameliyata katılan hekimin kanama
meydana gelmemesi için gerekli tedbiri aldığı, komplikasyon oluşunca da gerekli
müdahaleyi yaptığı, ilaç ve dozlarının tıp kurallarına uygun olduğu, ameliyatın
ağırlığı gözönünde bulundurularak anestezi için yeterli ekibin ameliyata katıldığı,
gerekli tedbirler alınmış olmasına rağmen mevcut tablonun ortaya çıktığı
belirtilerek yapılan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde
değerlendirmeye yer verilmiştir.
11. Başvurucular vekili, anılan rapora itirazında;
ameliyatın Konsey kararında belirtilen uzman doktor tarafından yapılmadığını,
ameliyat ekibinin bu doktor tarafından oluşturulmadığını iddia ederek bu
durumun hizmet kusuru oluşturup oluşturmayacağı konusunda raporda bir
değerlendirme yapılmadığını belirtmiştir. Ayrıca ameliyat raporuna göre
pompanın ameliyat öncesinde hazır edilmediğini, kanama başlayınca temin
edildiğinin belirtildiğini, başvurucunun karaciğer ve kalp makinesine geç
bağlandığının perfüzyon raporunda görüldüğünü ancak ATK raporunda bu
durumların değerlendirilmediğini vurgulayarak Yüksek Sağlık Şurasından rapor
alınmasını talep etmiştir.
12. Mahkeme, anılan bilirkişi raporundaki tespitlere
dayanarak 28/9/2006 tarihinde davanın reddine ve 10.900 TL vekâlet ücretinin
başvuruculardan tahsiline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Konsey
kararında sorumlu hekim belirlenmişse de bu hekimin ameliyatı yapacağına
ilişkin bir karar mevcut olmadığı, özel belirlemeler dışında sağlık hizmetinin
farklı kişiler tarafından yürütülebileceği, önemli olan sağlık personelinin
yeterliliği olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda ATK'nın raporunda ameliyata
katılan sağlık personelinin yeterli mesleki yeterliliğe sahip olduğunun tespit
edildiği vurgulandıktan sonra anılan raporun hükme esas alınabilecek nitelikte
olduğu ve bu bağlamda birinci başvurucunun ameliyat sırasında bitkisel hayata
girmesinde idarenin hizmet kusurunun olmadığının anlaşıldığı belirtilmiştir.
13. Başvurucular vekili bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz
dilekçesinde; Konsey kararında ameliyatın hangi hekimin sorumluluğunda yapılacağının
belirlenmesine rağmen bu hekimin ameliyat organizasyonuna ve ameliyata
katılmadığı vurgulanmıştır. Konsey kararında sorumlu hekim olarak belirtilen
hekimin ameliyata katılma zorunluluğu olmadığı kabul edilse bile ameliyat ekibi
oluşturma ve ameliyatın seyrini denetleme sorumluluğu olduğu, bu sorumluluğun
yerine getirilmemesinin hizmet kusuru sayılması gerektiği belirtilmiştir.
Ayrıca ameliyatın hangi hekim tarafından yapılacağı ve tedavinin yöntemi,
başarı şansı ve muhtemel riskleri konusunda birinci başvurucu ve ebeveynlerinin
bilgilendirilmedikleri ileri sürülmüştür.
14. Danıştay Onuncu Dairesi 31/3/2009 tarihinde kararın
bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; idarenin yürütmekle yükümlü
olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel
nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet
kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hâllerinde
gerçekleştiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açtığı vurgulanmıştır.
Başvurucuların kanama başladıktan yaklaşık bir saat sonra karaciğer ve kalp
makinesine bağlandığını daha sonra da kan dolaşımı klemlerle kesilerek
makineden çıkan temiz kanın vücuda girmesi engellendiği için birinci
başvurucunun bitkisel hayata girdiği iddialarının mevcut olduğu
hatırlatılmıştır.
15. Ayrıca Anestezi Protokolünde kanamanın saat
10.00'da başladığı, Perfüzyon Kayıt Formunda ise saat 10.51'de makineye
bağlandığının belirtiği anlaşılmakla bu geç müdahalenin sonuca etkisinin ortaya
konulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda ATK raporunun hastanın makineye
geç bağlanıp bağlanmadığı, makineye daha erken bağlanması hâlinde oluşan
sonucun meydana gelip gelmeyeceği, makineye bağlandıktan hemen sonra kan
dolaşımının klemlerle kesilmesinin sonuca etkili olup olmadığı hususlarını
karşılamadığı, bu hususları açığa kavuşturmak için Adli Tıp Genel Kurulundan
rapor alınması gerektiği belirtilmiştir.
16. Bozma kararına uyularak yapılan yargılamada Mahkeme,
bozma kararında belirtilen hususları karşılar nitelikte rapor hazırlanması için
dosyayı ATK'ya göndermiştir. ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu, Danıştayın
kararında belirtilen hususlara ilişkin 14/7/2010 tarihli mütalaayı sunmuştur.
Kurul; koarktasyon ameliyatlarında kanama riskinin mevcut olduğunu,
somut olayda kanama gerçekleştiğinde cerrahi ekibin ilk etapta standart
yöntemlerle kanamayı durdurmaya çalıştığını, başarılı olamayınca kardiovasküler
by-pass yaptığını vurgulamıştır. Perfüzyon Kayıt Formu
incelendiğinde kardiovasküler by-passa zamanında girildiğinin
anlaşıldığını, bu nedenle görevli tabiplerin uygulamalarının tıp kurallarına
uygun olduğunu ifade etmiştir.
17. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu, İhtisas Kurulunun
anılan görüşüne de yer verdiği 17/3/2011 tarihli raporunda; bu tip ameliyatlarda
kanama meydana gelmesinin bir komplikasyon olarak ortaya çıkabileceği, buna
bağlı olarak beyne az oksijen gitmesi nedeniyle beyin dokusu hasarı
gelişebileceği vurgulanmıştır. Ameliyata katılan hekimin anılan komplikasyonu
öngörerek sol femoral arteri işlemini başından hazırlamış olduğu, kanama
meydana gelince de gerekli tedaviyi yaptığı, müdahalenin tıp kurallarına uygun
olduğu belirtilmiştir. Ayrıca ilaç ve dozlarının tıp kurallarına uygun olduğu,
ameliyatın ağırlığı gözönünde bulundurularak anestezi için yeterli ekibin
ameliyata katıldığı, kanamaya bağlı dolaşım durması ortaya çıktığında gerekli
tedbirler alınmış olmasına rağmen mevcut tablonun ortaya çıktığı belirtilerek
yapılan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde değerlendirmeye yer
verilmiştir.
18. Başvurucular vekili Genel Kurul raporuna itirazında;
Danıştayın bozma kararında belirtilen hususlarla ilgili bir değerlendirme
yapılmadığını, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun Danıştay tarafından yetersiz
görülen raporunun aynen tekrar edildiğini belirtmiştir. Mahkeme ATK Genel Kurul
raporunu esas alarak 21/12/2011 tarihinde davanın reddine, idare lehine 14.830
TL vekâlet ücretine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde bilirkişi raporunun
bilimsel ve ayrıntılı açıklamalar içerdiğinden başvurucuların rapora
itirazlarının yerinde olmadığı, anılan rapordaki tespitlere göre idarenin
hizmet kusurunun olmadığının anlaşıldığı vurgulanmıştır.
19. Başvurucuların temyiz talebi üzerine, Danıştay
Onbeşinci Dairesi 25/12/2013 tarihinde derece mahkemesi kararının tazminat
talebinin reddine ilişkin kısmının onanmasına, hükmedilen vekâlet ücreti
yönünden bozulmasına karar vermiştir. Başvurucuların ve idarenin karar düzeltme
talebi de anılan Dairenin 12/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
20. Nihai karar 25/12/2015 tarihinde başvurucular
vekiline tebliğ edilmiştir.
21. Öte yandan UYAP kayıtlarının incelenmesinden birinci
başvurucunun, başvuru yaptıktan sonra vefat ettiği ancak diğer başvurucuların
11/10/2022 tarihli dilekçe ile birinci başvurucunun mirasçıları olarak da
başvuruya devam etmek istediklerini bildirdikleri görülmüştür.
IV. İLGİLİ
HUKUK
22. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B.
No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450,
26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§
24-30. Ayrıca Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hasta hakları ve
aydınlatılma yükümlülüğüne ilişkin mevzuata yer vermiştir (Ahmet Acartürk,
B. No: 2013/2084, 15/10/2015, §§ 19-25; Emrah Egeç, B. No:
2015/9714, 11/12/2018, §§ 16-19; Ü.B.K., B. No: 2015/2536, 4/7/2019, §§
22-25; Sultan Bulut ve diğerleri, B. No 2017/37430, 20/10/2021, §§
21-27).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Anayasa Mahkemesinin 22/11/2022 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
24. Başvurucular vekili, yargılamanın 11 yıl 7 ay sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
25. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair
Kanun'a eklenen geçici 2. maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve
münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa
Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenerek karara bağlanması
öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828,
12/9/2018, §§ 27-36) kararında Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönünden inceleyerek Tazminat
Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin
bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varmış;
başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle başvurunun kabul
edilemezliğine karar vermiştir.
26. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
27. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişinin
Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
28. Başvurucular vekili,
i. Danıştay Onuncu Dairesinin derece mahkemesinin hükme
esas aldığı ATK 3. İhtisas Dairesinin raporunun yeterli olmadığını belirterek
tespit ettiği eksiklerin Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu tarafından giderilecek
bir rapor aldırılması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verdiğini
vurgulamıştır. Ancak bozma sonrası alınan ATK Genel Kurulunun bozma kararında
belirtilen eksikleri gideren bir inceleme ya da değerlendirme içermeyen,
Danıştayın hükme esas alınamayacağını tespit ettiği raporu aynen tekrarlayan
bir rapor hazırladığını belirtmiştir. Bu nedenle birinci başvurucunun bitkisel
hayata girmesinde hastanın kalp ve akciğer makinesine geç bağlanıp
bağlanmadığı, erken bağlanması durumunda mevcut sonucun oluşup oluşmayacağı ve
kan akışının klemlerle kesilmesinin sonuca etkili olup olmadığının anılan
raporlarda tartışılmayarak hem Danıştay kararının gerekçelerinin
giderilmediğini hem de dava konusunun esasına etki edecek esaslı meselelerin ve
itirazlarının aydınlatılmadığını ifade etmiştir.
ii. Ayrıca birinci başvurucunun ameliyatının muhtemel
riskleri ve Konsey kararında sorumlu hekim dışında başka hekimin ameliyata
gireceği hususlarında tıbbı müdahale öncesi başvurucuların
aydınlatılmadıklarını ve rızalarının alınmadığını; bu durumun da Mahkeme
tarafından tartışılmadığını belirtmiştir. Ayrıca birinci başvurucunun anne, babası
ve kardeşi olan diğer başvurucuların, birinci başvurucunun küçük yaşta bitkisel
hayata girmesi ve bakıma muhtaç hâle gelmesi nedeniyle maddi ve manevi olarak
yıprandıklarını, ruhsal durumlarının bozulduğunu vurgulayarak kişinin maddi ve
manevi varlığının korunması ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
29. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
30. Anayasa'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin
korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı
içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
32. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan
fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
33. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz
konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü
şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet
Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690,
11/5/2017).
34. Öte yandan 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale
yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel
bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."
35. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru
hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel
başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre
bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel
ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu
edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da
ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edilmesi, bu
ihlalden dolayı kişinin kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş
olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu
ileri sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
36. Somut olayda, başvurucular birinci başvurunun annesi,
babası ve kardeşidir. Birinci başvurucu tıbbi müdahaleden doğrudan etkilenen
kişi ise de tıbbi müdahale sonrası birinci başvurucuda gelişen sağlık
sorunlarının ağırlığı, anılan sonuç ile bakım sürecinin aile bireyleri başvurucuların
doğrudan etkilenmelerinin hayatın olağan akışına uygun olduğu hususları ile
kişisel mağduriyetlerine ilişkin yeterli açıklama yaptıkları da gözetildiğinde
başvurucuların Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında mağdur sıfatlarının mevcut
olduğu anlaşılmaktadır.
37. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda
başvurucuların tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
39. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel
kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
40. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak
bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek
keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet
Acartürk, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere
pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker
Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
41. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır,
B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266,
25/1/2018, § 32).
42. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların
oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal
makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve
belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu,
B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin
somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde
değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).
43. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri,
tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini
sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır
(Murat Atılgan, § 45).
44. Ayrıca ilgili mevzuatta belirtildiği üzere tıbbi
müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise bu kişilerin
veli veya vasilerinin yapılacak tıbbi müdahaleye izin verme yetkileri
bulunmaktadır. Rızanın geçerliliği bakımından kişinin öncelikle neye rıza
gösterdiğini bilmesi gerekir ki bu da ancak hastanın somut olaya uygun yeterli
bilgilendirme ile diğer bir ifadeyle aydınlatılması ile mümkün olabilir.
Buradan hareketle doktor ile hastası arasındaki ilişkinin güvene dayalı bir
ilişki olduğu da gözetildiğinde doktorun hastaya bilgi sunma, bilgiyi anlaşılır
kılma ve birlikte en doğru karara varacak şekilde süreci yönetme yükümlülüğü
olduğu vurgulanmalıdır. Bu bağlamda hasta veya temsilcisinin (veli-vasi) somut
olaya uygun şekilde bilgilendirilerek rızalarının alındığını ispat
yükümlülüğünün de hastane ve doktorda olduğu söylenebilir (Sultan Bulut ve
diğerleri, § 55).
45. Bununla birlikte tıbbi müdahale öncesi yapılacak
bilgilendirmenin hastanın kendi hakkında -veya küçük hakkında- doğru karar
verebilmesini sağlayacak yeterlilikte olması gerektiği ancak her somut olayda
ve hastalıkta bilgilendirmenin içeriğinin farklı olmasının işin doğası gereği
olduğu vurgulanmalıdır. Diğer yandan hastanın veya veli ya da vasinin yeterli
bir şekilde aydınlatıldığından söz edilebilmesi için bilgilendirmenin en
azından uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel
sakıncalarını, alternatif tıbbi müdahale usullerini, tedavinin kabul edilmemesi
hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ile hastalığın seyri ve
neticelerini içermesi gerektiği söylenebilir. Bunun yanı sıra yapılan
bilgilendirme ile tıbbi uygulama arasında hastanın sağlıklı bir kanaate
varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Sultan
Bulut ve diğerleri, § 56; benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fındık
Kılıçaslan, § 50).
46. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale
ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir.
Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için
uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine
bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi
müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar
uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
47. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın yukarıda değinilen 17.
maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında
yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli,
§ 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında
incelenmiştir.
48. Başvurucuların iddialarının hatalı tıbbi müdahaleler
sonucu birinci başvurucunun bitkisel hayat girmesinde idarenin hizmet kusurunun
olmasına rağmen tam yargı davasının hatalı bir değerlendirmeyle reddedilerek
zararlarının giderilmemesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
49. Yargılama süreci bir bütün hâlinde
değerlendirildiğinde başvurucular, davanın her aşamasında kanamaya yaklaşık bir
saat geç müdahale edilmesi ile kalp ve akciğer makinesine bağlandıktan sonra
klemlerle kanın durdurulmasının sonuca etkili olduğunu iddia etmiştir. Danıştay
Onuncu Dairesi de kanama başladıktan 51 dakika sonra kanamayı durdurmak için
kullanılan kalp ve akciğer makinesine hastanın bağlandığını tıbbi belgelerden
tespit etmiştir. Bu tespiti de gözeterek birinci başvurucunun makineye geç
bağlanıp bağlanmadığı, makineye daha erken bağlanması hâlinde oluşan sonucun
meydana gelip gelmeyeceği, makineye bağlandıktan hemen sonra kan dolaşımının
klemlerle kesilmesinin sonuca etkili olup olmadığı hususlarının açıklığa
kavuşturulması gerektiğini vurgulayarak bu hususları karşılar nitelikte Adli
Tıp Kurumu Genel Kurulundan rapor alınması gerektiğini belirtmiştir.
50. Bozma kararı sonrası yapılan yargılamada Mahkemenin
hükme esas aldığı ATK Genel Kurul raporu incelendiğinde Danıştayın tespit
ettiği hususlara yönelik bir araştırma yapılarak bir kanaat bildirilmediği,
sadece 3. İhtisas Kurulunun bir detay içermeyen mütalaasına yer verilerek
İhtisas Kurulunun Danıştay tarafından yeterli görülmeyen raporunun sonucunun
büyük oranda tekrarlandığı görülmüştür. Bu durumda başvurucuların somut olayda
idarenin hizmet kusurunun olup olmadığının tespiti bağlamında davanın esasını
etkileyecek ve Danıştay tarafından da kabul gören itiraz ve iddialarının ATK
Genel Kurul raporunda, dolayısıyla bu raporu hükme esas alan Mahkeme kararında
tartışılıp karşılandığı söylenemez.
51. Bu durumla birlikte hukukumuzda hasta hakları, tıbbi
işlemlerden önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması
yükümlülüğü ve Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki
denetim görevi konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut
olduğu anlaşılmaktadır (Ahmet Acartürk, § 66). Ancak bu düzenlemelerin
teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa'nın 17. maddesindeki
güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması
gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, § 49).
52. Somut olayda başvurucular, söz konusu tıbbi
müdahaleden önce olası riskler hakkında bilgilendirilmediklerini ve gerektiği
şekilde rızalarının alınmadığını ileri sürmüştür. Birinci başvurucunun vücut
bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale öncesinde hasta haklarına uygun şekilde
başvurucuların aydınlatılmadığı ve rızanın alınmadığı iddiası yargılamanın
sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Başvurucuların söz konusu
iddialarını yargılama sürecinde ileri sürdüğü ancak ilgili kararlarda bu
konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın
yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır.
53. Sonuç olarak ameliyat sonucu oluşabilecek
komplikasyon riski yönünden başvurucuların tıbbi müdahale yapılmadan önce
bilgilendirilmesinin gerekip gerekmediğine, bilgilendirme yapıldıysa
yeterliliğine ilişkin olarak yargılama sürecinde bir araştırma yapılmamış ve bu
konu açıklığa kavuşturularak somut olayda idarenin hizmet kusurunun olup
olmadığı tartışılmamıştır.
54. Bu açıklamalarla birlikte yargılama süreci bir bütün
hâlinde değerlendirildiğinde başvurucuların bilirkişi raporlarına yönelik
dayanaktan yoksun olmayan itirazlarının ve taleplerinin karşılanmadığı, tıbbi
müdahale öncesi muhtemel riskler konusunda bilgilendirilmedikleri iddiasının
tartışılmadığı hususları gözetildiğinde uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan
iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen
ve derinlikte incelenmediği, uyuşmazlığa özgü yeterli ve ilgili gerekçe
sunulmadığı anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif
yükümlülüklerinin yerine getirdiği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Giderim
Yönünden
56. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesi ile maddi ve
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
57. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinde yer
almaktadır.
58. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş,
yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna
ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir
karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine
ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No:
2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No:
2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B.
No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
59. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 958 TL harç ve
9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.858 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. İdare Mahkemesine (E.2010/292,
K.2011/2138) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
E. 958 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 10.858 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci
Dairesi (E.2013/3262) ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/11/2022
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.