TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
F.A. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/1640)
Karar Tarihi:11/3/2020
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
:
Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Mustafa ARI
Başvurucular
1. F.A.
2. L.A.
3. M.A.
4. Met.A.
Vekili
Av. Adem DEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırada meydana gelen ölümden dolayı açılan tam yargı davasında hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olması, maddi tazminat miktarında ise gerekçesiz bir şekilde indirim yapılması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. İ.A. başvurucu F.A.nın oğlu, diğer başvurucuların ise kardeşidir.
9. İ.A. 18/11/2009 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle Başakşehir Devlet Hastanesine müracaat etmiş, "akut apandisit" ön tanısı ile ameliyata alınmış ve yapılan ameliyatın ardından 20/11/2009 tarihinde taburcu edilmiştir. İ.A.ya bir hafta sonra kontrole gelmesi tavsiye edilmiştir.
10. İ.A.dan çıkarılan apandisit üzerinde yaptırılan patolojik inceleme sonucu tanzim edilen 9/12/2009 tarihli raporda, parçada tümör bulunduğu ve bunun da vücuda yayıldığı tespit edilmiştir. Ancak Başakşehir Devlet Hastanesi tarafından İ.A.ya herhangi bir bilgilendirme yapılmadığı gibi İ.A.nın da kontrole gittiği sağlık dosyasından tespit edilememiştir.
11. İ.A. askere katılmak üzere son yoklamasını yaptırmış ve sağlık durumunun "AA- A grubu arızalı" olduğu belirtilmiş, 7/9/2009 tarihinde askerliğe elverişli olduğuna dair rapor verilerek sevk belgesi düzenlenmiştir.
12. İ.A. 16/9/2010 tarihinde Bilecik Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanlığında vatani görevini ifa etmeye başlamıştır.
13. 29/9/2010 tarihinde rahatsızlanan İ.A., birlik revirinde miyalji ve tinea versicolor teşhisleri ile tedavi görmüş ve kendisine ilaç reçete edilmiştir. 6/10/2010 tarihinde yine birlik revirinde üriner enfeksiyon teşhisi ile tedavi gördükten sonra kendisine antibiyotik ve ağrı kesiciden oluşan bir serum verilmiştir.
14. Karın ağrısı şikâyetini dile getiren İ.A. temaruzda bulunduğu gerekçesiyle revire çıkarılmamış, hastaneye sevki sağlanmamıştır. Tanık anlatımlarına göre üstleri İ.A.nın eğitimden kaçma düşüncesiyle hareket ettiğini, buna gerekçe olarak da rahatsızlığını ileri sürdüğünü düşünerek eğitime katılmak istemeyen, revire veya hastaneye sevkini talep eden İ.A.nın özellikle karın bölgesine tekme ve yumrukla vurmak suretiyle İ.A.yı darbetmişlerdir.
15. İ.A.nın 31/10/2010 tarihinde rahatsızlanarak bayılmasının ardından revire kaldırılmış, revirde tahta karın bulgusunun tespiti üzerine önce Bilecik Devlet Hastanesine, sonra Eskişehir Asker Hastanesine, oradan da Osmangazi Tıp Fakültesi Hastanesine (Tıp Fakültesi Hastanesi) götürülmüş ve acil olarak ameliyata alınmıştır. Kendisine gastrointestinal stromal tümör (GİST) teşhisi konulan İ.A., 12/11/2010 tarihine Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiş ve tedavisine burada devam edilmiştir.
16. 25/11/2010 tarihinde altı ay hava değişimi ve kemoterapi raporu ile GATA'dan taburcu edilen İ.A. hava değişiminde iken rahatsızlanmış, bunun üzerine Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırmalı Uygulama Hastanesine kaldırılmış, ardından 16/12/2010 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
A. Olayla İlgili Tam Yargı Davası Süreci
17. İ.A.nın annesi başvurucu F.A. ile babası Met.A.nın vekili tarafından Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Jandarma Genel Komutanlığı (İdare) aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır.
18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16/10/2012 tarihinde görevsizlik kararı vermesi üzerine aynı taleplerle bu defa Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde tam yargı davası açılmıştır.
19. Anılan davada başvurucu F.A. ve M.A.nın mirasçıları sıfatıyla diğer başvurucular, hakkında "Askerliğe elverişlidir" raporu verilen İ.A.ya askerlik görevinin ifası sırasında bazı rütbeli personel tarafından kötü muamelede bulunulduğunu, rahatsızlığına rağmen revire çıkarılmadığını, teşhis ve tedavide gecikildiğini, bu şekilde İ.A.nın ölümüne neden olunduğunu belirterek idareden maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
20. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) tarafından ölümün meydana gelmesinde idari mercilerin ve sağlık hizmeti veren birimlerin kusurlarının bulunup bulunmadığının, rahatsızlığın oluşum ve ilerlemesinde nelerin etkili olduğunun tespiti açısından bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
21. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroentroloji Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişiler tarafından düzenlenen 23/6/2014 tarihli bilirkişi raporunda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:
i. GİST bünyesel bir hastalık olup hastalığın başlamasında ve ortaya çıkmasında askerliğin bir etkisi yoktur.
ii. Apandisit ameliyatının yapıldığı 2009 yılında da hastalık muhtemelen mevcuttur ve ameliyatın asıl sebebi aynı tümör olabilir. Ameliyat sonrası çıkarılan parçanın patolojik incelemesi yapılmadığından hastalığın tanısı konulamamış ve dolayısıyla gerekli ve doğru tedavi uygulanmasındaki gecikme bu tarihte başlamıştır.
iii. Bu tür küçük tümörler askerliğe alma sırasındaki fiziki muayenede saptanamayabilir.
iv. Altı saatten uzun süren karın ağrısı şikâyetlerinde hastaların hayatı tehdit eden akut batın hastalıkları riski nedeniyle tetkik ve tedavilerinin yapılabileceği hastanelere sevki gerekir. Ancak İ.A.nın en az yirmi gün süren karın ağrılarına rağmen yapılması gerekenler ve hastaneye sevki yapılmamıştır.
v. İ.A.nın hastaneye sevk edilmesindeki gecikmeler ve karnına aldığı darbeler hastanın klinik tablosunun kötüleşmesine ve olumsuz şartlarda ameliyata girmek zorunda kalmasına neden olmuştur.
vi. 31/10/2010 tarihinde hastaneye yapılan sevkin ardından gerekli tetkik ve tedaviler uygun bir şekilde yapılmıştır.
22. Mahkeme ayrı bir bilirkişi incelemesiyle de başvurucuların, ölüm olayından kaynaklanan maddi tazminat hak edişlerini hesaplattırmıştır. 12/1/2015 tarihli bu bilirkişi raporunda; İ.A.nın %60 bünyesel zayıflığı dikkate alınarak ilk başvurucunun 38.054 TL, diğer başvurucuların her birinin ise 340 TL maddi tazminat hak edişlerinin bulunduğu belirtilmiştir.
23. Anılan bilirkişi raporlarına başvurucular vekili tarafından itiraz edilmiş ise de Mahkeme raporların ilmi verilere, yerleşmiş içtihatlara ve Mahkeme tarafından kabul edilen kıstaslara uygun olduğunu belirterek raporlar doğrultusunda uygulama yapılmasına karar vermiştir.
24. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 11/3/2015 tarihli kararıyla tüm kusur durumları dikkate alınarak başvurucu F.A.ya 38.054 TL maddi, 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine, diğer başvurucuların her birine 340 TL maddi, 2.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
25. Mahkeme 11/3/2015 tarihli kararında;
i. İ.A.nın ölümüne görevli personelin değişik zamanlarda küfür ve hakaret etmesinin, müessir fiilde bulunmasının dolaylı olarak etkisinin bulunduğu,
ii. Sağlık hizmeti veren idari birimlerin teşhis ve tedavide gecikme ve ihmallerinin olduğu,
iii. Ölüm olayının meydana gelmesinde idarenin anılan hizmet kusuru yanında İ.A.nın bünyesel zayıflığının da etkisi bulunduğu
gerekçelerine dayanmıştır.
26. Anılan karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuştur.
27. Karar düzeltme talebini inceleyen Mahkeme 11/11/2015 tarihli kararıyla 11/3/2015 tarihli kararın vekâlet hükmüne ilişkin kısmını kaldırarak yeniden hüküm kurmuş, maddi ve manevi tazminata ilişkin hüküm kısımlarının ise aynen uygulanmasına karar vermiştir.
28. Anılan nihai karar 29/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
29. Başvurucular 26/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci
30. Başvurucular, İ.A.nın askerlik süresi boyunca kötü muameleye maruz kaldığı, hastalığına rağmen revire çıkarılmadığı, hastaneye sevkinin sağlanmadığı, gecikme ve ihmaller neticesinde de İ.A.nın hayatını kaybettiği iddiaları ile ilgili olarak 6/4/2011 tarihli dilekçe ile idareye başvurmuş; yapılan idari tahkikatın ardından sorumlular hakkında soruşturma emri verilmesi üzerine Hava Kuvvetleri Komutanlığı Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır.
31. Yürütülen soruşturma neticesinde Askerî Savcılık iddianame ile sorumluların işkence suçundan cezalandırılmaları talebiyle Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanlığı Askerî Mahkemesinde (Askerî Mahkeme) kamu davası açmıştır.
32. 5/11/2014 tarihli iddianamede şüpheliler J.Baş Çvş. B.B., J.Kd.Çvş.İ.Ç., J.Kd. Çvş. M.T., Uzm.J.V. Kad.Çvş. Y.K., Uzm.J.III. Kad.Çvş. B.Ü., Uzm.J.II. Kad.Çvş. H.T.nin müteveffaya karşı gerçekleştirmiş oldukları yerde sürünme cezası verme, hakaret, vurma gibi eylemlerinin müteveffanın ruhsal ve bedensel olarak acı çekmesine sebep olduğu belirtilmiştir. İddianamede ayrıca insan onuruyla bağdaşmayan anılan eylemlerin toplu eğitim faaliyetleri sırasında gerçekleştirilmesi sebebiyle müteveffanın aşağılanmasına neden olduğu, şüphelilerin belli bir süreç içinde sistematik olarak eylemlerine devam ettikleri, şüpheli J.Üstğm.V.K.nın ise diğer şüphelilerin gerçekleştirdikleri sistematik eylemlere müdahalede bulunmayarak işkence suçuna ihmali davranışla katıldığının tanık ifadeleri, idari tahkikat raporu, doktor raporları ile sübuta erdiği değerlendirilmiştir.
33. Askerî Mahkeme, işkence suçunun askerî bir suç olmadığı gibi askerî suça bağlı bir suç da olmadığı, dolayısıyla bu suçtan yargılama yapma görevinin askerî mahkemelerin görev alanına girmediği gerekçesiyle 29/12/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir.
34. Anılan görevsizlik kararı Askerî Yargıtay 3. Dairesinin 2/6/2015 tarihli kararıyla bozularak dosya yeniden Askerî Mahkemeye gönderilmiştir.
35. Askerî Mahkemenin 17/11/2016 tarihinde söz konusu davanın adli yargının görev alanında girdiği gerekçesiyle yeniden görevsizlik kararı vererek adli yargıya gönderdiği dosya Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) E.2017/450 sırasına kaydedilmiştir.
36. Ağır Ceza Mahkemesi 24/10/2019 tarihli celsede bir sonraki duruşmanın 4/2/2020 tarihine bırakılmasına karar vermiş olup yargılama henüz neticelendirilmemiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
37. İlgili hukuk için bkz. Bağı Akay ve diğerleri, B. No: 2014/5101, 22/6/2017, §§ 26-37.
38. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23/6/2004 tarihli ve E.2004/13-291, K.2004/370 sayılı kararının manevi tazminata ilişkin kısmı şöyledir:
“...Manevi tazminat, gelişmiş ülkelerde artık eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verilmektedir. Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle vurgulamaktadır. Bu ilkeler gözetildiğinde; aslolan insan yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ızdırabı hiçbir değerin telafi etmesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı olabilmektir...”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 11/3/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
40. Başvurucular; yakınları İ.A.nın askerî eğitim ve spor sırasında karın ağrısı çekmesine rağmen bazı rütbeli personelin İ.A.nın eğitimden kaçmak istediğini düşünerek ona onur kırıcı sözler söylediğini, yerde sürünme cezası verdiğini, karın bölgesine yumrukla, tekmeyle vurmak suretiyle kötü muamelede bulunduğunu, tüm bunlar neticesinde sorumlular hakkında işkence suçundan iddianame düzenlenmiş ise de duydukları acı ve üzüntüyü kısmen de olsa karşılayacak manevi tazminatın makul bir seviyede belirlenmediğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
41. Başvuru formu ve ekindeki belgelerden kötü muamele iddialarının İ.A. hayatta iken İ.A.nın kendisi veya başvurucular tarafından yetkili makamlara bildirildiği hususundaki belirsizlik de dikkate alınarak anılan iddiaların Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Bu maddeyle herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı güvence altına alınmıştır. Maddenin üçüncü fıkrasında kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir. Anılan fıkrayla özel olarak insan onurunun korunması amaçlanmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
42. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Başvurucuların ileri sürdüğü eylemlerin meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler, süresi ve yoğunluk derecesi gibi unsurlar birlikte değerlendirildiğinde eylemlerin askerlik mesleğinin doğasından kaynaklanan zorluklardan ve bu zorluklara alıştırmaktan öte olduğu anlaşılmış ve bu iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (Ümit Ömür Salar, B. No: 2014/187, 23/3/2017, § 50; Bayram Tuğrul Yıldırım ve Hasan Yıldırım; B. No: 2014/5280, 24/5/2018, § 77).
43. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucuların bireysel başvuru konusu şikâyetlerini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip oldukları bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni göstermiş olmaları gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
44. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesi -"Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013 § 25).
45. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi kötü muamele yasağının ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).
46. Başvurucuların şikâyetleri açısından maddi olayın ortaya çıkarılması, olayda sorumluluğu bulunanların tespiti ve cezalandırılması şeklinde makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte olan yolun, etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi olduğu anlaşılmaktadır (Zeki Güngör, B. No: 2013/8491, 31/3/2016, § 40).
47. Devletin etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler mevcut olduğunda müdahale üçüncü kişilerden gelmiş olsa ve şikâyet ya da ihbar yapılmasa bile resen soruşturma açılmasının sağlanması gerektiği açıktır (Tahir Canan, § 25). Bununla birlikte devletin sahip olduğu resen soruşturma yükümünü yerine getirmemesi, bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği başvurucuların sahip olduğu iddialarını idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır (Zeki Güngör, § 42).
48. Zorunlu askerlik hizmetini ifa eden İ.A.nın darbedilmek, hakarete uğramak ve sürünme cezası gibi cezalarla cezalandırılmak suretiyle fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığı iddiaları karşısında maddi olayın aydınlatılması ve olası cezai sorumluluğun belirlenmesi konusunda etkili yolun ceza soruşturması olduğu değerlendirilmektedir (Zeki Güngör, § 44; Ömer Aktaş, B. No: 2014/14915, 21/9/2016, § 39; N.T.U. ve N.T., B. No: 2014/4372, 19/12/2017, § 28).
49. Somut olayda kötü muamele iddiaları üzerine Askerî Savcılık tarafından soruşturma başlatılıp sorumluların işkence suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açıldığı ve yargılamanın Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiği anlaşılmıştır. Bu nedenle kötü muamele iddialarının -bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği- bu aşamada Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.
50. Neticede başvurucuların hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
52. Başvurucular; yakınları olan İ.A.nın askere alınmadan önce tam ve yeterli bir biçimde sağlık kontrolünden geçirilmeden hakkında "Askerliğe elverişlidir" raporu verildiğini, hastalığına rağmen revire çıkarılmadığı gibi hastaneye sevkinin de sağlanmadığını, bu şekilde teşhis ve tedavide gecikme ve ihmal gösterildiğini belirtmişlerdir. Ayrıca başvurucular, gerçekleşen ölüm olayı üzerine açtıkları tam yargı davasında somut veri ve belge olmaksızın İ.A.nın bünyesel zayıflığı gerekçe gösterilerek maddi tazminat miktarında %60 oranında indirim yapılmasının bilimsel bir dayanağının bulunmadığını, hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğunu ve AYİM kararına karşı karar düzeltme talebini inceleyen heyetin ilk heyetle aynı olmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek hukuki güvenlik ilkesinin ve gerekçeli karar hakkı bağlamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular anılan ihlallerin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama kararı verilmesini, hak ihlali nedeniyle de kendilerine ayrı ayrı 15.000 TL tazminata hükmedilmesini ve kimliklerinin kamuya açık belgelerde gizli tutulmasını talep etmişlerdir.
53. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
" Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
54. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
55. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucular İ.A.nın yaşamının yetkili makamlarca korunamadığı, olay nedeniyle açılan tazminat davasında bilimsel verilere dayanmayan bilirkişi raporuna göre karar verildiği ve hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğu yönündeki iddialarını adil yargılanma hakkı bağlamında ileri sürmüş iseler de söz konusu iddiaların bir bütün olarak yaşam hakkının pozitif yükümlülükleri kapsamında, yaşamı koruma yükümlülüğü ve etkili soruşturma yükümlülüğü bağlamında ve birlikte incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında; ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 41). Somut olayda ilk başvurucu İ.A.nın annesi, diğer başvurucular ise kardeşleridir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
58. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
59. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).
60. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı bağlamında mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının tespiti açısından kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olayları ile ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayları arasında bir ayrım yapmak gerekir (Mehmet Aydoğan ve Nufer Aydoğan, B. No: 2013/3775, 14/4/2016, § 55). Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ya da yaralanma olaylarına ilişkin davalarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesinin ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli olmadığı yukarıda ifade edilmişti (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
61. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 37).
62. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre devletin, yaşamı tehlikeye girebilecek olan kişilerin yaşamını korumak için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir. Bu yükümlülük askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir.
63. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler askere alım işlemleri sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesini gerekli kılar (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 76). Bu yükümlülükler ayrıca askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin yaşamının korunması için gerekli olan tıbbi bakımın sağlanmasını gerektirir.
64. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını, bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
65. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus, yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan eylemlerden doğan sorumluluğu hiçbir durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Bu, toplumun güvenini korumak ve hukuk devletinin benimsenmesini sağlamak amacıyla gereklidir. Anayasa Mahkemesinin bu noktadaki görevi -ihlallerin önlenmesinde oynaması gereken rolün zayıflatılmaması için- derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 72; Perihan Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017, § 51).
66. Öte yandan yaşam hakkına yönelik güvencelerin ihlali sebebiyle oluşan maddi ve manevi zararların giderilmesi hem caydırıcılığın sağlanması hem de maruz kalınan ızdırabın hafifletilmesi için gereklidir.
67. Yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, § 73).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
68. Somut olayda yaşam hakkının korunması için oluşturulan yasal çerçevenin yetersiz olduğu şeklinde bir iddia ileri sürülmediği gibi Anayasa Mahkemesi tarafından bu konuda resen gözetilmesi ve incelenmesi gereken bir hususun da bulunmadığı anlaşılmıştır.
69. Askerliğe elverişli kişilerin askere kabulü ve kabul edilen kişilerin askerlik sürecinde sağlık sorunlarının tedavisinin sağlanması, askere alınan kişilere kötü muamelede bulunulmasını engelleyici şekilde personel istihdam etme ve personeli bu konuda eğitme, devletin pozitif yükümlülüğü kapsamındadır. Bu nedenle somut olayda devletin İ.A.nın askere alım işlemleri sırasında uygun denetimlerden geçirilmesi, yaşamının korunması için gerekli olan tıbbi bakımın sağlanması, personeli kötü muamelede bulunmayacak şekilde eğitme ve aksi durumda mağduriyetinin giderilebilmesine yönelik olarak etkili yargısal sistem kurma konusundaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirip getirmediği incelenmelidir. Devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini tespit etmek için yargı makamları tarafından gerçekleştirilen yargılama ve ulaşılan sonuç dikkate alınmalıdır.
70. Somut olayda başvurucuların yakını İ.A.nın GİST tanısı ile tedavi gördüğü sırada bu rahatsızlıktan dolayı yaşamını yitirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvuru konusu olayda öncelikle askerî yetkililerin askere alım işlemleri sırasında İ.A.nın rahatsızlığını bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
71. İ.A.nın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 24/11/1986 tarihli ve 86/11092 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 5. maddesinde; askerlik çağına giren yükümlülerin askere alınmadan önce sağlık muayenesinden geçirileceği, bu muayene sırasında yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık veya arızasının olup olmadığına, muayene sırasında herhangi bir sağlık yakınmasının bulunup bulunmadığına ilişkin yazılı beyanının alınacağı belirtilmiştir. Aynı Yönetmelik'in İ.A.nın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 10. maddesinde ise sağlık kontrolleri neticesinde askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen yükümlülerin askere alınmayacağı belirtilmiş; sağlık durumları geçici olarak bozuk olan son yoklamaya tabi yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma kararı, sevke tabi olanlar hakkında ise sevk tehiri kararı verileceği ifade edilmiştir.
72. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde İ.A.nın yetkili makamlara askere alınmasına engel teşkil eden bir hastalığı bulunduğuna ilişkin bir beyanına veya müracaatına rastlanmamıştır. Askere katılmak üzere son yoklamasını yaptıran İ.A.ya yetkili makamlar tarafından sağlık durumu kısmında "AA- A grubu arızalı" yazılı, askerliğe elverişli olduğuna dair rapor verilmiş ve İ.A. askere alınmıştır. Burada incelenmesi gereken ilk konu, yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğün yetkililere İ.A.nın 9/12/2009 tarihli pataloji raporuna konu tümörün (bkz. § 10) askere alım sırasında tespit etme zorunluluğu yükleyip yüklemediğinin belirlenmesidir.
73. Tam da bu noktada askerlik yapmayı elverişsiz kılan bir hastalığın açık emareleri bulunmadığı veya kişiler tarafından bu hastalıkla ilgili yetkili makamlara bilgi verilmediği durumlarda Yönetmelik'in 5. ve 15. maddelerinde öngörülen muayeneden daha kapsamlı bir inceleme yapılmasını beklemenin aşırı olacağı değerlendirilmektedir (Ramazan Coşar, B. No: 2014/20562, 7/2/2018, § 50; benzer yönde AİHM kararı için bkz. Kasat/Türkiye B. No: 61541/09, 11/9/2018, § 55).
74. Somut olayda İ.A.nın yetkili makamlara askere alınmasına engel teşkil eden bir hastalığı bulunduğuna ilişkin bir bildiriminin bulunmaması, tam yargı davasında alınan bilirkişi raporunda küçük tümörlerin askere alım sırasında yapılan fiziki muayenede saptanamayabileceğine işaret edilmesi (bkz. § 21) gibi hususlar dikkate alındığında İ.A.nın askere alınması sırasında yapılan olağan muayeneden daha ileri tıbbi muayene ve tetkiklerden geçirilmesi gerektiğini söylemek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla askerî yetkililerin askere alım işlemleri sırasında İ.A.nın rahatsızlığını bildikleri ya da bilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılması mümkün değildir.
75. Başvurucular; İ.A.nın hastalığına rağmen revire çıkarılmadığını, hastaneye sevkinin sağlanmadığını, teşhis ve tedavide gecikme ve ihmal gösterildiğini, bazı rütbelilerin kötü muamelelerine maruz kaldığını, tüm bunların neticesinde açtıkları tam yargı davasında maddi tazminat miktarında bilimsel bir dayanak bulunmadan indirim yapıldığını ve hükmedilen manevi tazminat miktarının da yetersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir.
76. AYİM İkinci Dairesi bilirkişi raporundaki tespitleri yerinde görerek İ.A.nın ölümüne bazı askerî personelin değişik zamanlardaki hakaretleri ile müessir fiillerinin dolaylı etkisinin olduğunu, sağlık hizmeti veren idare birimlerinin teşhis ve tedavide gecikme ve ihmallerinin bulunduğunu, ölüm olayının meydana gelmesinde idarenin anılan hizmet kusuru yanında İ.A.nın bünyesel zayıflığının da etkili olduğunu belirterek ilk başvurucu yönünden 38.054 TL maddi, 6.000 TL manevi tazminat; diğer başvurucular yönünden ise ayrı ayrı 340 TL maddi, 2.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
77. Dolayısıyla AYİM İkinci Dairesi anılan kararında, görevli personelin değişik zamanlarda küfür ve hakaret etmelerinin, müessir fiilde bulunmalarının ölüme dolaylı etkisinin olduğunu, sağlık hizmeti veren idare birimlerinin teşhis ve tedavide gecikme ve ihmallerinin bulunduğunu belirterek ölüm olayının meydana gelmesinde idarenin hizmet kusuru olduğunu açıkça kabul etmiştir. Yapılan bu tespit, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğinin ve yaşam hakkının devlete yüklediği yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün idare tarafından yerine getirilmediğinin derece mahkemelerince açıkça kabul edildiği anlamına gelmektedir. Bu durumda Anayasa Mahkemesince yapılması gereken iş, yaşam hakkının ihlali nedeniyle ortaya çıkan zararların gideriminin sağlanıp sağlanmadığını ve bu bağlamda hükmedilen tazminat miktarının benzer olayların yaşanmaması için gerekli olan caydırıcılık niteliğinden uzak olup olmadığını saptamaktan ibarettir.
78. Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55) kararında belirtildiği gibi bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması da gerekir. Bu sebeple varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararlar giderilmelidir.
79. Yargılama dosyasının incelenmesinden destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin bilirkişi raporu alındığı, anılan raporda İ.A.nın yaşı, muhtemel terhis tarihi, geliri ve olası destek süreleri dikkate alınarak anne, baba ve babanın mirasçılarının pay durumlarına göre destekten yoksun kalma zararlarının hesaplandığı, yapılan hesapta İ.A.nın %60 bünyesel zayıflığının da dikkate alındığı ve AYİM İkinci Dairesinin anılan hususları dikkate alarak maddi tazminata hükmettiği anlaşılmaktadır.
80. Başvurucular, uzman bilirkişi marifetiyle tespit edilen bu miktarın ve belirlenen hesaplama yönteminin bilimsel bir dayanağının bulunmadığını ileri sürmüş, fakat bilirkişi raporunun yetersizliği hususunda somut hiçbir bilgi ve belge sunmamışlardır.
81. Olaylara ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilebilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediğinin denetlenmesi gerekir.
82. Somut olayda AYİM İkinci Dairesi kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik tespit edilemediğinden Anayasa Mahkemesinin maddi tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda derece mahkemelerinin takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz.
83. Öte yandan başvurucular hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğunu ileri sürdükleri için söz konusu davada ihlale ilişkin olarak karar altına alınan manevi tazminat miktarının yetersiz olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkeme kararında ihlal tespiti yapılarak ilk başvurucu lehine 6.000 TL, diğer başvurucular lehine ayrı ayrı 2.000 TL manevi tazminata hükmedildiği görülmektedir. Kararda ayrıca hükmedilen manevi tazminat miktarına olay tarihinden itibaren yıllık %9 yasal faiz işletilmesine de karar verilmiştir.
84. Manevi tazminat, duyulan elem ve ızdırabın kısmen ve imkân nispetinde iadesini amaçladığından manevi tazminat miktarı hak ve adalet duygusuna göre belirlenir. İlk olarak insan yaşamı korunmalıdır. Keza yaşamın yitirilmesinin ölenin yakınlarında açtığı derin ızdırabı hiçbir değerin telafi etmesi mümkün değildir. Buna rağmen ölüm gerçekleşmiş ise hükmolunacak manevi tazminat ile ölenin yakınlarına bir nebze olsun rahatlama duygusu verebilmek, öte yandan da zarar veren tarafı dikkat ve özen konusunda uyararak benzer olaylar yönünden caydırıcı olabilmek amaçlanır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun manevi tazminata ilişkin yaptığı değerlendirme için bkz. § 38). Hukuk devletinin bir gereği olarak kamu makamlarının kusurlu davranışları veya ihmalleri nedeniyle bir zararın ortaya çıkması hâlinde önüne gelen uyuşmazlığı değerlendiren mahkemeler de idarenin sorumluluğunu ortaya koyarak benzer olaylar yönünden caydırıcılığı sağlamaya çalışır.
85. Bunun yanında bu tür elim olaylarda yakınlarını kaybeden kişilerin olay nedeniyle duydukları ızdırabın bir nebze hafifletilmesi için başvurdukları ve bu amaca hizmet etmesi gereken manevi tazminat davalarında yeterli tatmin sağlanamıyorsa duyulan ızdırap ve sıkıntıların bir nebze hafifletilmesi bir yana aksine ızdırabın daha da artırıldığına ve başka üzüntülere yol açtığına da işaret etmek gerekir.
86. Somut olayda AYİM İkinci Dairesi tarafından ilk başvurucu lehine 6.000 TL, diğer başvurucular lehine ayrı ayrı 2.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Anayasa Mahkemesinin ihmal suretiyle ölümün gerçekleştiği olaylarda belirlediği tazminat miktarları ile özellikle de somut olayın koşulları -İ.A.nın temaruz gerekçesiyle darbedilmesi (bkz. § 14) ve uğradığı darbın dolaylı da olsa ölüme etkili olduğu yönündeki bilirkişi raporu (bkz. § 21)- dikkate alındığında anılan manevi tazminat miktarlarının kayda değer ölçüde düşük olduğu görülmektedir. Keza AYİM İkinci Dairesi İ.A.nın ölümünde idarenin hizmet kusuru yanında dolaylı da olsa görevli personelin değişik zamanlarda küfür ve hakaret etmelerinin, müessir fiilde bulunmalarının neden olduğu yönünde tespit ve değerlendirme yapmasına rağmen hükmettiği manevi tazminat miktarlarının başvurucuların olay nedeniyle duydukları ızdırabı hafifletmekten ve benzer olaylar yönünden caydırıcılığı sağlamaktan uzak, tazminat hakkının özünü zayıflatacak derece düşük olduğu sonucuna varılmıştır.
87. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
88. Başvurucular AYİM kararına karşı karar düzeltme talebini inceleyen heyetin ilk heyetle aynı olmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş iseler de Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM'in kaldırılmış olması, AYİM tarafından hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğu yönündeki tespit ile birlikte yeniden yargılama kararı verilerek dosyanın yetkili idari yargı mercine gönderilmesine karar verilmesi nedenleriyle anılan iddia ile ilgili ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
89. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
90. Başvurucular, hak ihlali nedeniyle her birisi için 15.000 TL olmak üzere toplam 60.000 TL tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
91. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
92. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
93. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
94. Başvuruda, AYİM İkinci Dairesinin hükmettiği manevi tazminat miktarının başvurucuların olay nedeniyle duydukları ızdırabı hafifletmekten ve benzer olaylar yönünden caydırıcılığı sağlamaktan uzak, tazminat hakkının özünü zayıflatacak derece düşük olması sebebiyle yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
95. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
96. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
97. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- YETKİLİ İDARİ YARGI MERCİİNE GÖNDERİLMESİNE (Askerî Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin E.2013/224, K.2015/506 sayılı dosyası),
E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 239,50 TL harç ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/3/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.