TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
F.A. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/1640)
|
|
Karar Tarihi:11/3/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Mustafa ARI
|
Başvurucular
|
:
|
1. F.A.
|
|
|
2. L.A.
|
|
|
3. M.A.
|
|
|
4. Met.A.
|
Vekili
|
:
|
Av. Adem DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırada meydana gelen
ölümden dolayı açılan tam yargı davasında hükmedilen manevi tazminat miktarının
yetersiz olması, maddi tazminat miktarında ise gerekçesiz bir şekilde indirim
yapılması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. İ.A. başvurucu F.A.nın oğlu, diğer başvurucuların ise
kardeşidir.
9. İ.A. 18/11/2009 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle Başakşehir
Devlet Hastanesine müracaat etmiş,
"akut apandisit" ön tanısı ile ameliyata alınmış ve
yapılan ameliyatın ardından 20/11/2009 tarihinde taburcu edilmiştir. İ.A.ya bir
hafta sonra kontrole gelmesi tavsiye edilmiştir.
10. İ.A.dan çıkarılan apandisit üzerinde yaptırılan patolojik
inceleme sonucu tanzim edilen 9/12/2009 tarihli raporda, parçada tümör
bulunduğu ve bunun da vücuda yayıldığı tespit edilmiştir. Ancak Başakşehir Devlet
Hastanesi tarafından İ.A.ya herhangi bir bilgilendirme yapılmadığı gibi İ.A.nın
da kontrole gittiği sağlık dosyasından tespit edilememiştir.
11. İ.A. askere katılmak üzere son yoklamasını yaptırmış ve
sağlık durumunun "AA- A grubu
arızalı" olduğu belirtilmiş, 7/9/2009 tarihinde askerliğe
elverişli olduğuna dair rapor verilerek sevk belgesi düzenlenmiştir.
12. İ.A. 16/9/2010 tarihinde Bilecik Jandarma Er Eğitim Tugay
Komutanlığında vatani görevini ifa etmeye başlamıştır.
13. 29/9/2010 tarihinde rahatsızlanan İ.A., birlik revirinde miyalji ve tinea versicolor teşhisleri ile tedavi görmüş ve kendisine
ilaç reçete edilmiştir. 6/10/2010 tarihinde yine birlik revirinde üriner enfeksiyon teşhisi ile tedavi
gördükten sonra kendisine antibiyotik ve ağrı kesiciden oluşan bir serum
verilmiştir.
14. Karın ağrısı şikâyetini dile getiren İ.A. temaruzda
bulunduğu gerekçesiyle revire çıkarılmamış, hastaneye sevki sağlanmamıştır.
Tanık anlatımlarına göre üstleri İ.A.nın eğitimden kaçma düşüncesiyle hareket
ettiğini, buna gerekçe olarak da rahatsızlığını ileri sürdüğünü düşünerek
eğitime katılmak istemeyen, revire veya hastaneye sevkini talep eden İ.A.nın
özellikle karın bölgesine tekme ve yumrukla vurmak suretiyle İ.A.yı
darbetmişlerdir.
15. İ.A.nın 31/10/2010 tarihinde rahatsızlanarak bayılmasının
ardından revire kaldırılmış, revirde tahta
karın bulgusunun tespiti üzerine önce Bilecik Devlet Hastanesine,
sonra Eskişehir Asker Hastanesine, oradan da Osmangazi Tıp Fakültesi
Hastanesine (Tıp Fakültesi Hastanesi) götürülmüş ve acil olarak ameliyata
alınmıştır. Kendisine gastrointestinal
stromal tümör (GİST) teşhisi konulan İ.A., 12/11/2010 tarihine
Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiş ve tedavisine burada
devam edilmiştir.
16. 25/11/2010 tarihinde altı ay hava değişimi ve kemoterapi
raporu ile GATA'dan taburcu edilen İ.A. hava değişiminde iken rahatsızlanmış,
bunun üzerine Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırmalı Uygulama Hastanesine
kaldırılmış, ardından 16/12/2010 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
A. Olayla İlgili Tam
Yargı Davası Süreci
17. İ.A.nın annesi başvurucu F.A. ile babası Met.A.nın vekili
tarafından Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi)
Jandarma Genel Komutanlığı (İdare) aleyhine maddi ve manevi tazminat davası
açılmıştır.
18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16/10/2012 tarihinde görevsizlik
kararı vermesi üzerine aynı taleplerle bu defa Askerî Yüksek İdare Mahkemesi
(AYİM) İkinci Dairesinde tam yargı davası açılmıştır.
19. Anılan davada başvurucu F.A. ve M.A.nın mirasçıları
sıfatıyla diğer başvurucular, hakkında "Askerliğe
elverişlidir" raporu verilen İ.A.ya askerlik görevinin ifası
sırasında bazı rütbeli personel tarafından kötü muamelede bulunulduğunu,
rahatsızlığına rağmen revire çıkarılmadığını, teşhis ve tedavide gecikildiğini,
bu şekilde İ.A.nın ölümüne neden olunduğunu belirterek idareden maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuşlardır.
20. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) tarafından ölümün meydana
gelmesinde idari mercilerin ve sağlık hizmeti veren birimlerin kusurlarının
bulunup bulunmadığının, rahatsızlığın oluşum ve ilerlemesinde nelerin etkili
olduğunun tespiti açısından bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
21. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroentroloji Ana Bilim
Dalında görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişiler tarafından düzenlenen
23/6/2014 tarihli bilirkişi raporunda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:
i. GİST bünyesel bir hastalık olup hastalığın başlamasında ve
ortaya çıkmasında askerliğin bir etkisi yoktur.
ii. Apandisit ameliyatının yapıldığı 2009 yılında da hastalık
muhtemelen mevcuttur ve ameliyatın asıl sebebi aynı tümör olabilir. Ameliyat
sonrası çıkarılan parçanın patolojik incelemesi yapılmadığından hastalığın
tanısı konulamamış ve dolayısıyla gerekli ve doğru tedavi uygulanmasındaki
gecikme bu tarihte başlamıştır.
iii. Bu tür küçük tümörler askerliğe alma sırasındaki fiziki
muayenede saptanamayabilir.
iv. Altı saatten uzun süren karın ağrısı şikâyetlerinde
hastaların hayatı tehdit eden akut batın hastalıkları riski nedeniyle tetkik ve
tedavilerinin yapılabileceği hastanelere sevki gerekir. Ancak İ.A.nın en az
yirmi gün süren karın ağrılarına rağmen yapılması gerekenler ve hastaneye sevki
yapılmamıştır.
v. İ.A.nın hastaneye sevk edilmesindeki gecikmeler ve karnına
aldığı darbeler hastanın klinik tablosunun kötüleşmesine ve olumsuz şartlarda
ameliyata girmek zorunda kalmasına neden olmuştur.
vi. 31/10/2010 tarihinde hastaneye yapılan sevkin ardından
gerekli tetkik ve tedaviler uygun bir şekilde yapılmıştır.
22. Mahkeme ayrı bir bilirkişi incelemesiyle de başvurucuların,
ölüm olayından kaynaklanan maddi tazminat hak edişlerini hesaplattırmıştır.
12/1/2015 tarihli bu bilirkişi raporunda; İ.A.nın %60 bünyesel zayıflığı
dikkate alınarak ilk başvurucunun 38.054 TL, diğer başvurucuların her birinin
ise 340 TL maddi tazminat hak edişlerinin bulunduğu belirtilmiştir.
23. Anılan bilirkişi raporlarına başvurucular vekili tarafından
itiraz edilmiş ise de Mahkeme raporların ilmi verilere, yerleşmiş içtihatlara
ve Mahkeme tarafından kabul edilen kıstaslara uygun olduğunu belirterek
raporlar doğrultusunda uygulama yapılmasına karar vermiştir.
24. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 11/3/2015 tarihli
kararıyla tüm kusur durumları dikkate alınarak başvurucu F.A.ya 38.054 TL
maddi, 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine, diğer başvurucuların her birine 340
TL maddi, 2.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
25. Mahkeme 11/3/2015 tarihli kararında;
i. İ.A.nın ölümüne görevli personelin değişik zamanlarda küfür
ve hakaret etmesinin, müessir fiilde bulunmasının dolaylı olarak etkisinin
bulunduğu,
ii. Sağlık hizmeti veren idari birimlerin teşhis ve tedavide
gecikme ve ihmallerinin olduğu,
iii. Ölüm olayının meydana gelmesinde idarenin anılan hizmet
kusuru yanında İ.A.nın bünyesel zayıflığının da etkisi bulunduğu
gerekçelerine dayanmıştır.
26. Anılan karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuştur.
27. Karar düzeltme talebini inceleyen Mahkeme 11/11/2015 tarihli
kararıyla 11/3/2015 tarihli kararın vekâlet hükmüne ilişkin kısmını kaldırarak
yeniden hüküm kurmuş, maddi ve manevi tazminata ilişkin hüküm kısımlarının ise
aynen uygulanmasına karar vermiştir.
28. Anılan nihai karar 29/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
29. Başvurucular 26/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. Olayla İlgili Olarak
Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci
30. Başvurucular, İ.A.nın askerlik süresi boyunca kötü muameleye
maruz kaldığı, hastalığına rağmen revire çıkarılmadığı, hastaneye sevkinin
sağlanmadığı, gecikme ve ihmaller neticesinde de İ.A.nın hayatını kaybettiği
iddiaları ile ilgili olarak 6/4/2011 tarihli dilekçe ile idareye başvurmuş;
yapılan idari tahkikatın ardından sorumlular hakkında soruşturma emri verilmesi
üzerine Hava Kuvvetleri Komutanlığı Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma
Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından soruşturma
başlatılmıştır.
31. Yürütülen soruşturma neticesinde Askerî Savcılık iddianame
ile sorumluların işkence suçundan cezalandırılmaları talebiyle Muharip Hava
Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanlığı Askerî Mahkemesinde (Askerî Mahkeme)
kamu davası açmıştır.
32. 5/11/2014 tarihli iddianamede şüpheliler J.Baş Çvş. B.B.,
J.Kd.Çvş.İ.Ç., J.Kd. Çvş. M.T., Uzm.J.V. Kad.Çvş. Y.K., Uzm.J.III. Kad.Çvş.
B.Ü., Uzm.J.II. Kad.Çvş. H.T.nin müteveffaya karşı gerçekleştirmiş oldukları
yerde sürünme cezası verme, hakaret, vurma gibi eylemlerinin müteveffanın
ruhsal ve bedensel olarak acı çekmesine sebep olduğu belirtilmiştir.
İddianamede ayrıca insan onuruyla bağdaşmayan anılan eylemlerin toplu eğitim
faaliyetleri sırasında gerçekleştirilmesi sebebiyle müteveffanın aşağılanmasına
neden olduğu, şüphelilerin belli bir süreç içinde sistematik olarak eylemlerine
devam ettikleri, şüpheli J.Üstğm.V.K.nın ise diğer şüphelilerin
gerçekleştirdikleri sistematik eylemlere müdahalede bulunmayarak işkence suçuna
ihmali davranışla katıldığının tanık ifadeleri, idari tahkikat raporu, doktor
raporları ile sübuta erdiği değerlendirilmiştir.
33. Askerî Mahkeme, işkence suçunun askerî bir suç olmadığı gibi
askerî suça bağlı bir suç da olmadığı, dolayısıyla bu suçtan yargılama yapma
görevinin askerî mahkemelerin görev alanına girmediği gerekçesiyle 29/12/2014
tarihinde görevsizlik kararı vermiştir.
34. Anılan görevsizlik kararı Askerî Yargıtay 3. Dairesinin
2/6/2015 tarihli kararıyla bozularak dosya yeniden Askerî Mahkemeye
gönderilmiştir.
35. Askerî Mahkemenin 17/11/2016 tarihinde söz konusu davanın
adli yargının görev alanında girdiği gerekçesiyle yeniden görevsizlik kararı
vererek adli yargıya gönderdiği dosya Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza
Mahkemesi) E.2017/450 sırasına kaydedilmiştir.
36. Ağır Ceza Mahkemesi 24/10/2019 tarihli celsede bir sonraki
duruşmanın 4/2/2020 tarihine bırakılmasına karar vermiş olup yargılama henüz
neticelendirilmemiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
37. İlgili hukuk için bkz.
Bağı Akay ve diğerleri, B. No: 2014/5101, 22/6/2017, §§ 26-37.
38. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23/6/2004 tarihli ve
E.2004/13-291, K.2004/370 sayılı kararının manevi tazminata ilişkin kısmı
şöyledir:
“...Manevi tazminat, gelişmiş ülkelerde artık
eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verilmektedir.
Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen
haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında
caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini
ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle
vurgulamaktadır. Bu ilkeler gözetildiğinde; aslolan insan yaşamıdır ve bu
yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ızdırabı hiçbir değerin telafi
etmesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama
duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek
konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı olabilmektir...”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 11/3/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
40. Başvurucular; yakınları İ.A.nın askerî eğitim ve spor
sırasında karın ağrısı çekmesine rağmen bazı rütbeli personelin İ.A.nın
eğitimden kaçmak istediğini düşünerek ona onur kırıcı sözler söylediğini, yerde
sürünme cezası verdiğini, karın bölgesine yumrukla, tekmeyle vurmak suretiyle
kötü muamelede bulunduğunu, tüm bunlar neticesinde sorumlular hakkında işkence
suçundan iddianame düzenlenmiş ise de duydukları acı ve üzüntüyü kısmen de olsa
karşılayacak manevi tazminatın makul bir seviyede belirlenmediğini ileri
sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
41. Başvuru formu ve ekindeki belgelerden kötü muamele
iddialarının İ.A. hayatta iken İ.A.nın kendisi veya başvurucular tarafından
yetkili makamlara bildirildiği hususundaki belirsizlik de dikkate alınarak
anılan iddiaların Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir. Bu maddeyle herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı güvence altına alınmıştır. Maddenin üçüncü fıkrasında kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye
tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir. Anılan fıkrayla özel olarak insan onurunun
korunması amaçlanmıştır (Cezmi Demir ve
diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
42. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası
kapsamında değerlendirilebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekir. Başvurucuların ileri sürdüğü eylemlerin meydana getirdiği
fiziksel ve ruhsal etkiler, süresi ve yoğunluk derecesi gibi unsurlar birlikte
değerlendirildiğinde eylemlerin askerlik mesleğinin doğasından kaynaklanan
zorluklardan ve bu zorluklara alıştırmaktan öte olduğu anlaşılmış ve bu
iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (Ümit Ömür Salar, B. No: 2014/187, 23/3/2017, § 50; Bayram Tuğrul Yıldırım ve Hasan Yıldırım;
B. No: 2014/5280, 24/5/2018, § 77).
43. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Başvurucuların bireysel başvuru konusu şikâyetlerini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip oldukları bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması, bu süreçte dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olmaları gerekir (İsmail Buğra
İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
44. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak
ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna
ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesi -"Devletin temel amaç ve görevleri"
kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013 §
25).
45. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana
gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa'nın 17. maddesi
gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai
soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari
ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi kötü
muamele yasağının ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için
yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).
46. Başvurucuların şikâyetleri açısından maddi olayın ortaya
çıkarılması, olayda sorumluluğu bulunanların tespiti ve cezalandırılması
şeklinde makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte olan yolun, etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi olduğu
anlaşılmaktadır (Zeki Güngör, B.
No: 2013/8491, 31/3/2016, § 40).
47. Devletin etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında işkence
veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler mevcut olduğunda
müdahale üçüncü kişilerden gelmiş olsa ve şikâyet ya da ihbar yapılmasa bile
resen soruşturma açılmasının sağlanması gerektiği açıktır (Tahir Canan, § 25). Bununla birlikte
devletin sahip olduğu resen soruşturma yükümünü yerine getirmemesi, bireysel
başvuru yolunun ikincil niteliği gereği başvurucuların sahip olduğu iddialarını
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletme yükümlülüğünü ortadan
kaldırmamaktadır (Zeki Güngör, §
42).
48. Zorunlu askerlik hizmetini ifa eden İ.A.nın darbedilmek,
hakarete uğramak ve sürünme cezası gibi cezalarla cezalandırılmak suretiyle
fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığı iddiaları karşısında maddi olayın
aydınlatılması ve olası cezai sorumluluğun belirlenmesi konusunda etkili yolun
ceza soruşturması olduğu değerlendirilmektedir (Zeki Güngör, § 44; Ömer
Aktaş, B. No: 2014/14915, 21/9/2016, § 39; N.T.U. ve N.T., B. No: 2014/4372,
19/12/2017, § 28).
49. Somut olayda kötü muamele iddiaları üzerine Askerî Savcılık
tarafından soruşturma başlatılıp sorumluların
işkence suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açıldığı
ve yargılamanın Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiği anlaşılmıştır. Bu nedenle
kötü muamele iddialarının -bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği- bu
aşamada Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.
50. Neticede başvurucuların hukuk sisteminde mevcut yargısal
yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
52. Başvurucular; yakınları olan İ.A.nın askere alınmadan önce
tam ve yeterli bir biçimde sağlık kontrolünden geçirilmeden hakkında
"Askerliğe elverişlidir" raporu verildiğini, hastalığına rağmen
revire çıkarılmadığı gibi hastaneye sevkinin de sağlanmadığını, bu şekilde teşhis
ve tedavide gecikme ve ihmal gösterildiğini belirtmişlerdir. Ayrıca
başvurucular, gerçekleşen ölüm olayı üzerine açtıkları tam yargı davasında
somut veri ve belge olmaksızın İ.A.nın bünyesel zayıflığı gerekçe gösterilerek
maddi tazminat miktarında %60 oranında indirim yapılmasının bilimsel bir
dayanağının bulunmadığını, hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz
olduğunu ve AYİM kararına karşı karar düzeltme talebini inceleyen heyetin ilk
heyetle aynı olmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek hukuki güvenlik
ilkesinin ve gerekçeli karar hakkı bağlamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir. Başvurucular anılan ihlallerin sonuçlarının ortadan
kaldırılması amacıyla yeniden yargılama kararı verilmesini, hak ihlali
nedeniyle de kendilerine ayrı ayrı 15.000 TL tazminata hükmedilmesini ve
kimliklerinin kamuya açık belgelerde gizli tutulmasını talep etmişlerdir.
2. Değerlendirme
53. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
" Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
54. Anayasa'nın “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
55. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucular İ.A.nın yaşamının yetkili makamlarca korunamadığı, olay
nedeniyle açılan tazminat davasında bilimsel verilere dayanmayan bilirkişi
raporuna göre karar verildiği ve hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğu
yönündeki iddialarını adil yargılanma hakkı bağlamında ileri sürmüş iseler de
söz konusu iddiaların bir bütün olarak yaşam hakkının pozitif yükümlülükleri
kapsamında, yaşamı koruma yükümlülüğü ve etkili soruşturma yükümlülüğü bağlamında
ve birlikte incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında; ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları
tarafından yapılabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 41). Somut olayda ilk başvurucu İ.A.nın
annesi, diğer başvurucular ise kardeşleridir. Bu nedenle başvuruda, başvuru
ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşama
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
58. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yükler. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında
bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,
bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm
bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin
gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı
koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
59. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve
hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi
vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı
caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek
gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü
tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).
60. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı
bağlamında mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının tespiti açısından
kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olayları
ile ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayları arasında bir ayrım yapmak gerekir
(Mehmet Aydoğan ve Nufer Aydoğan,
B. No: 2013/3775, 14/4/2016, § 55). Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler
sonucu meydana gelen ölüm ya da yaralanma olaylarına ilişkin davalarda
yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat
ödenmesinin ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli
olmadığı yukarıda ifade edilmişti (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
61. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin
davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam
hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise
etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 37).
62. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre
devletin, yaşamı tehlikeye girebilecek olan kişilerin yaşamını korumak için
yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir. Bu yükümlülük
askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması
için de geçerlidir.
63. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler askere alım
işlemleri sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesini gerekli kılar (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 76). Bu yükümlülükler ayrıca askerlik hizmetini yerine getiren
kişilerin yaşamının korunması için gerekli olan tıbbi bakımın sağlanmasını
gerektirir.
64. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari
ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun
veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
65. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus,
yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar
nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan eylemlerden doğan sorumluluğu hiçbir
durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Bu, toplumun güvenini korumak ve
hukuk devletinin benimsenmesini sağlamak amacıyla gereklidir. Anayasa
Mahkemesinin bu noktadaki görevi -ihlallerin önlenmesinde oynaması gereken
rolün zayıflatılmaması için- derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile
öngörülen dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini
incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş,
B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 72; Perihan
Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690,
11/5/2017, § 51).
66. Öte yandan yaşam hakkına yönelik güvencelerin ihlali
sebebiyle oluşan maddi ve manevi zararların giderilmesi hem caydırıcılığın
sağlanması hem de maruz kalınan ızdırabın hafifletilmesi için gereklidir.
67. Yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü
tazminat ve tam yargı davalarında derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17.
maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada
mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, § 73).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
68. Somut olayda yaşam hakkının korunması için oluşturulan yasal
çerçevenin yetersiz olduğu şeklinde bir iddia ileri sürülmediği gibi Anayasa Mahkemesi
tarafından bu konuda resen gözetilmesi ve incelenmesi gereken bir hususun da
bulunmadığı anlaşılmıştır.
69. Askerliğe elverişli kişilerin askere kabulü ve kabul edilen
kişilerin askerlik sürecinde sağlık sorunlarının tedavisinin sağlanması, askere
alınan kişilere kötü muamelede bulunulmasını engelleyici şekilde personel
istihdam etme ve personeli bu konuda eğitme, devletin pozitif yükümlülüğü
kapsamındadır. Bu nedenle somut olayda devletin İ.A.nın askere alım işlemleri
sırasında uygun denetimlerden geçirilmesi, yaşamının korunması için gerekli
olan tıbbi bakımın sağlanması, personeli kötü muamelede bulunmayacak şekilde
eğitme ve aksi durumda mağduriyetinin giderilebilmesine yönelik olarak etkili yargısal sistem kurma konusundaki
pozitif yükümlülüğünü yerine getirip getirmediği incelenmelidir. Devletin
pozitif yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini tespit etmek için yargı
makamları tarafından gerçekleştirilen yargılama ve ulaşılan sonuç dikkate
alınmalıdır.
70. Somut olayda başvurucuların yakını İ.A.nın GİST tanısı ile
tedavi gördüğü sırada bu rahatsızlıktan dolayı yaşamını yitirdiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda başvuru konusu olayda öncelikle askerî yetkililerin
askere alım işlemleri sırasında İ.A.nın rahatsızlığını bilip bilmediklerinin
veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
71. İ.A.nın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan
24/11/1986 tarihli ve 86/11092 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği
Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 5. maddesinde; askerlik çağına giren yükümlülerin
askere alınmadan önce sağlık muayenesinden geçirileceği, bu muayene sırasında
yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık veya arızasının olup olmadığına,
muayene sırasında herhangi bir sağlık yakınmasının bulunup bulunmadığına
ilişkin yazılı beyanının alınacağı belirtilmiştir. Aynı Yönetmelik'in İ.A.nın
askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 10. maddesinde ise sağlık
kontrolleri neticesinde askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen yükümlülerin
askere alınmayacağı belirtilmiş; sağlık durumları geçici olarak bozuk olan son
yoklamaya tabi yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma kararı, sevke tabi
olanlar hakkında ise sevk tehiri kararı verileceği ifade edilmiştir.
72. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde İ.A.nın yetkili
makamlara askere alınmasına engel teşkil eden bir hastalığı bulunduğuna ilişkin
bir beyanına veya müracaatına rastlanmamıştır. Askere katılmak üzere son
yoklamasını yaptıran İ.A.ya yetkili makamlar tarafından sağlık durumu kısmında "AA- A grubu arızalı" yazılı,
askerliğe elverişli olduğuna dair rapor verilmiş ve İ.A. askere alınmıştır.
Burada incelenmesi gereken ilk konu, yaşam hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülüğün yetkililere İ.A.nın 9/12/2009 tarihli pataloji raporuna konu
tümörün (bkz. § 10) askere alım sırasında tespit etme zorunluluğu yükleyip
yüklemediğinin belirlenmesidir.
73. Tam da bu noktada askerlik yapmayı elverişsiz kılan bir
hastalığın açık emareleri bulunmadığı veya kişiler tarafından bu hastalıkla
ilgili yetkili makamlara bilgi verilmediği durumlarda Yönetmelik'in 5. ve 15.
maddelerinde öngörülen muayeneden daha kapsamlı bir inceleme yapılmasını
beklemenin aşırı olacağı değerlendirilmektedir (Ramazan Coşar, B.
No: 2014/20562, 7/2/2018, § 50; benzer yönde AİHM kararı için bkz. Kasat/Türkiye B. No: 61541/09, 11/9/2018,
§ 55).
74. Somut olayda İ.A.nın yetkili makamlara askere alınmasına
engel teşkil eden bir hastalığı bulunduğuna ilişkin bir bildiriminin
bulunmaması, tam yargı davasında alınan bilirkişi raporunda küçük tümörlerin
askere alım sırasında yapılan fiziki muayenede saptanamayabileceğine işaret
edilmesi (bkz. § 21) gibi hususlar dikkate alındığında İ.A.nın askere alınması
sırasında yapılan olağan muayeneden daha ileri tıbbi muayene ve tetkiklerden
geçirilmesi gerektiğini söylemek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla askerî
yetkililerin askere alım işlemleri sırasında İ.A.nın rahatsızlığını bildikleri
ya da bilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılması mümkün değildir.
75. Başvurucular; İ.A.nın hastalığına rağmen revire
çıkarılmadığını, hastaneye sevkinin sağlanmadığını, teşhis ve tedavide gecikme
ve ihmal gösterildiğini, bazı rütbelilerin kötü muamelelerine maruz kaldığını,
tüm bunların neticesinde açtıkları tam yargı davasında maddi tazminat
miktarında bilimsel bir dayanak bulunmadan indirim yapıldığını ve hükmedilen
manevi tazminat miktarının da yetersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir.
76. AYİM İkinci Dairesi bilirkişi raporundaki tespitleri yerinde
görerek İ.A.nın ölümüne bazı askerî personelin değişik zamanlardaki hakaretleri
ile müessir fiillerinin dolaylı etkisinin olduğunu, sağlık hizmeti veren idare
birimlerinin teşhis ve tedavide gecikme ve ihmallerinin bulunduğunu, ölüm
olayının meydana gelmesinde idarenin anılan hizmet kusuru yanında İ.A.nın
bünyesel zayıflığının da etkili olduğunu belirterek ilk başvurucu yönünden
38.054 TL maddi, 6.000 TL manevi tazminat; diğer başvurucular yönünden ise ayrı
ayrı 340 TL maddi, 2.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
77. Dolayısıyla AYİM İkinci Dairesi anılan kararında, görevli
personelin değişik zamanlarda küfür ve hakaret etmelerinin, müessir fiilde
bulunmalarının ölüme dolaylı etkisinin olduğunu, sağlık hizmeti veren idare
birimlerinin teşhis ve tedavide gecikme ve ihmallerinin bulunduğunu belirterek
ölüm olayının meydana gelmesinde idarenin hizmet kusuru olduğunu açıkça kabul
etmiştir. Yapılan bu tespit, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkının ihlal edildiğinin ve yaşam hakkının devlete yüklediği yaşamı
koruma pozitif yükümlülüğünün idare tarafından yerine getirilmediğinin derece
mahkemelerince açıkça kabul edildiği anlamına gelmektedir. Bu durumda Anayasa
Mahkemesince yapılması gereken iş, yaşam hakkının ihlali nedeniyle ortaya çıkan
zararların gideriminin sağlanıp sağlanmadığını ve bu bağlamda hükmedilen
tazminat miktarının benzer olayların yaşanmaması için gerekli olan caydırıcılık
niteliğinden uzak olup olmadığını saptamaktan ibarettir.
78. Mehmet Doğan ([GK],
B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55) kararında belirtildiği gibi bireysel başvuru
kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edilmesi durumunda ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması da
gerekir. Bu sebeple varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararlar
giderilmelidir.
79. Yargılama dosyasının incelenmesinden destekten yoksun kalma
tazminatına ilişkin bilirkişi raporu alındığı, anılan raporda İ.A.nın yaşı,
muhtemel terhis tarihi, geliri ve olası destek süreleri dikkate alınarak anne,
baba ve babanın mirasçılarının pay durumlarına göre destekten yoksun kalma
zararlarının hesaplandığı, yapılan hesapta İ.A.nın %60 bünyesel zayıflığının da
dikkate alındığı ve AYİM İkinci Dairesinin anılan hususları dikkate alarak
maddi tazminata hükmettiği anlaşılmaktadır.
80. Başvurucular, uzman bilirkişi marifetiyle tespit edilen bu
miktarın ve belirlenen hesaplama yönteminin bilimsel bir dayanağının
bulunmadığını ileri sürmüş, fakat bilirkişi raporunun yetersizliği hususunda
somut hiçbir bilgi ve belge sunmamışlardır.
81. Olaylara ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle
idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan
tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355,
21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda
yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilebilmesi için
ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış
takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediğinin denetlenmesi gerekir.
82. Somut olayda AYİM İkinci Dairesi kararında bariz takdir
hatası veya açık bir keyfîlik tespit edilemediğinden Anayasa Mahkemesinin maddi
tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda derece mahkemelerinin takdir
yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz.
83. Öte yandan başvurucular hükmedilen manevi tazminat
miktarının yetersiz olduğunu ileri sürdükleri için söz konusu davada ihlale
ilişkin olarak karar altına alınan manevi tazminat miktarının yetersiz olup
olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkeme kararında ihlal tespiti
yapılarak ilk başvurucu lehine 6.000 TL, diğer başvurucular lehine ayrı ayrı
2.000 TL manevi tazminata hükmedildiği görülmektedir. Kararda ayrıca hükmedilen
manevi tazminat miktarına olay tarihinden itibaren yıllık %9 yasal faiz
işletilmesine de karar verilmiştir.
84. Manevi tazminat, duyulan elem ve ızdırabın kısmen ve imkân
nispetinde iadesini amaçladığından manevi tazminat miktarı hak ve adalet
duygusuna göre belirlenir. İlk olarak insan yaşamı korunmalıdır. Keza yaşamın
yitirilmesinin ölenin yakınlarında açtığı derin ızdırabı hiçbir değerin telafi
etmesi mümkün değildir. Buna rağmen ölüm gerçekleşmiş ise hükmolunacak manevi
tazminat ile ölenin yakınlarına bir nebze olsun rahatlama duygusu verebilmek,
öte yandan da zarar veren tarafı dikkat ve özen konusunda uyararak benzer olaylar
yönünden caydırıcı olabilmek amaçlanır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun manevi
tazminata ilişkin yaptığı değerlendirme için bkz. § 38). Hukuk devletinin bir
gereği olarak kamu makamlarının kusurlu davranışları veya ihmalleri nedeniyle
bir zararın ortaya çıkması hâlinde önüne gelen uyuşmazlığı değerlendiren
mahkemeler de idarenin sorumluluğunu ortaya koyarak benzer olaylar yönünden
caydırıcılığı sağlamaya çalışır.
85. Bunun yanında bu tür elim olaylarda yakınlarını kaybeden
kişilerin olay nedeniyle duydukları ızdırabın bir nebze hafifletilmesi için
başvurdukları ve bu amaca hizmet etmesi gereken manevi tazminat davalarında
yeterli tatmin sağlanamıyorsa duyulan ızdırap ve sıkıntıların bir nebze
hafifletilmesi bir yana aksine ızdırabın daha da artırıldığına ve başka
üzüntülere yol açtığına da işaret etmek gerekir.
86. Somut olayda AYİM İkinci Dairesi tarafından ilk başvurucu
lehine 6.000 TL, diğer başvurucular lehine ayrı ayrı 2.000 TL manevi tazminata
hükmedilmiştir. Anayasa Mahkemesinin ihmal suretiyle ölümün gerçekleştiği
olaylarda belirlediği tazminat miktarları ile özellikle de somut olayın
koşulları -İ.A.nın temaruz gerekçesiyle darbedilmesi (bkz. § 14) ve uğradığı
darbın dolaylı da olsa ölüme etkili olduğu yönündeki bilirkişi raporu (bkz. §
21)- dikkate alındığında anılan manevi tazminat miktarlarının kayda değer
ölçüde düşük olduğu görülmektedir. Keza AYİM İkinci Dairesi İ.A.nın ölümünde
idarenin hizmet kusuru yanında dolaylı da olsa görevli personelin değişik
zamanlarda küfür ve hakaret etmelerinin, müessir fiilde bulunmalarının neden
olduğu yönünde tespit ve değerlendirme yapmasına rağmen hükmettiği manevi
tazminat miktarlarının başvurucuların olay nedeniyle duydukları ızdırabı
hafifletmekten ve benzer olaylar yönünden caydırıcılığı sağlamaktan uzak,
tazminat hakkının özünü zayıflatacak derece düşük olduğu sonucuna varılmıştır.
87. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
88. Başvurucular AYİM kararına karşı karar düzeltme talebini
inceleyen heyetin ilk heyetle aynı olmasının hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmüş iseler de Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile
getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM'in
kaldırılmış olması, AYİM tarafından hükmedilen manevi tazminat miktarının
yetersiz olduğu yönündeki tespit ile birlikte yeniden yargılama kararı
verilerek dosyanın yetkili idari yargı mercine gönderilmesine karar verilmesi
nedenleriyle anılan iddia ile ilgili ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
89. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
90. Başvurucular, hak ihlali nedeniyle her birisi için 15.000 TL
olmak üzere toplam 60.000 TL tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
91. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875,
7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
92. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
93. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa
Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile
İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal
düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali
ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel
başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı
verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı
olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda
herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar
kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek
devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine
getirmektir. (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),
§§ 57-59, 66-67).
94. Başvuruda, AYİM İkinci Dairesinin hükmettiği manevi tazminat
miktarının başvurucuların olay nedeniyle duydukları ızdırabı hafifletmekten ve
benzer olaylar yönünden caydırıcılığı sağlamaktan uzak, tazminat hakkının özünü
zayıflatacak derece düşük olması sebebiyle yaşam hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
95. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216
sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken
iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna
ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir
karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden
yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekmektedir.
96. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
97. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ile 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin
birinci fıkrasının (E) bendiyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış
olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- YETKİLİ İDARİ YARGI MERCİİNE
GÖNDERİLMESİNE (Askerî Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin E.2013/224,
K.2015/506 sayılı dosyası),
E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 239,50 TL harç ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.239,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/3/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.