TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ DİKİCİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/21928)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Ali DİKİCİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca 5/9/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı
şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş,
başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl
19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı
organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok
uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör
Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen
bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017,
§§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık,
ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik
olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok
sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 12).
11. Başvurucu, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli
kararı ile görevden uzaklaştırılmış ve 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç
edilmiştir.
12. Başvurucu, FETÖ/PDY'ye yönelik soruşturmalar kapsamında
17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
13. Başvurucu 20/7/2016 tarihlerinde Ankara Batı Cumhuriyet
Başsavcılığına ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde "Yasa dışı veya yasal herhangi bir örgüte üye değilim. Bu
bağlamda Fetullahçı terör örgütü ile de bir bağım yoktur ... Öğrencilik
yıllarımda ve meslek hayatımda hiçbir zaman Fetullah Gülen cemaati ve terör
örgütü içerisinde yer almadım. Ankara Hukuk mezunuyum. Kredi Yurtlar Kurumuna
ait Dikimevi öğrenci yurdunda kaldım. Cemaate ait yurt yada evlerde kesinlikle
kalmadım. HSYK'nın neden bu şekilde bir tasarrufta bulunduğunu bilmiyorum.
Ancak yanlış yapılmış olabileceğini yada yanlış bir bilgiye istinaden bu
şekilde bir tasarrufta bulunabileceğini düşünüyorum. Yoksa yukarıda da
belirttiğim gibi benim kesinlikle fetullahçı terör örgütüyle bir ilişkim yoktur
...Ben 2010 ve 2014 HSYK seçimlerinde herhangi bir grup yada kişiyle hareket
etmedim. Bir propaganda da bulunmadım. Yada bu amaçla bir geziye katılmadım.
Herhangi bir gruba yada kişiye ne mesafeli durdum nede yakın durdum. Herkese
eşim mesafedeydim. Eşim yaşadığımız olaylardan dolayı psikolojik olarak
rahatsızdır. Annem ileri derecede alzimer hastasıdır. Kayınpederim yine ileri
derecede kanser hastasıdır. Tedavileri ile ben yakından meşgul oluyorum.
Hakkımda adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına da razıyım. Suçlamaları kabul
etmediğimden salıverilmemi talep ederim." şeklinde beyanda
bulunmuştur.
14. Başvurucu, Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya
teşebbüs etme, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması
istemiyle 20/7/2016 tarihinde başka şüphelilerle birlikte Ankara 2. Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında başvurucunun "... üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu
anlaşılmakla; şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil
durumu, 5271 sayılı CMK'nun 100/2. maddesinde belirtilen tutuklama nedenleri ve
100/3. fıkra 11. bentte belirtilen katalog suçlardan olmasısuça dair yasada
yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın 100. vd.
maddeleri uyarınca" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir.
15. Başvurucunun sorgusu Ankara Batı 1. Sulh Ceza Hâkimliğince
20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır
bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde de Cumhuriyet Savcılığında
verdiği beyanı tekrar ederek tutuksuz yargılanmayı talep etmiştir.
16. Başvurucu, Ankara Batı 1. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan
sorgusunun ardından 20/7/2016 tarihinde üzerine atılı suçlardan tutuklanmıştır.
Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Şüphelilerin üzerilerine atılı suçları
işledikleri konusunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
olguların bulunması, şüphelilere atılı suçların CMK' nun 100. maddesinde
sayılan katalog suçlardan olması, suçların yasadaki cezasının üst sınırı
itibariyle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve
delillerin karartılma ihtimalinin bulunduğu, kaçma şüphelerinin varlığı da
nazara alınarak şüphelilerin CMK' nun 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı
ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi]."
17. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Ankara
Batı 2. Sulh Ceza Hâkimliği 29/7/2016 tarihinde itirazın reddine karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Şüphelinin üzerine atılı suçun niteliği,
tutuklamanın tarihi, süresi, kolluk tutanakları ve aşamalardaki ifadelere göre
de kuvvetli suç şüphesi bulunmakla, adli kontrol tedbiri yetersiz kalacağından
ve Ankara Batı 1. Sulh Ceza Hâkimliği'nin 20/07/2016 tarih ve 2016/242 Sorgu
sayılı tutuklama kararında usule ve yasaya herhangi bir aykırılık
bulunmadığından itirazın reddine karar vermek gerekmiş[tir]."
18. İtirazın reddi kararı 3/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 2/9//2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
20. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca 14/10/2016 tarihinde,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere başvurucunun da aralarında
bulunduğu şüpheliler hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından
fezleke düzenlenmiştir. Fezlekede başvurucu hakkında HSYK tarafından verilen
görevden uzaklaştırma/meslekten çıkarma kararlarının olduğu belirtilmiş ve
başvurucunun ifadesine yer verilmiştir.
21. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/3/2017 tarihinde
soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumunu değerlendirerek
başvurucunun tahliyesini talep etmiştir.
22. Başvurucu, Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/3/2017 tarihli
kararıyla tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Atılı suçun vasıf ve mahiyeti,
şüphelinin kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunmayışı, soruşturmanın
geldiği aşama ve mevcut delil durumu dikkate alınarak tutuklama tedbirinin
devamının artık gereksiz olduğu kanatine varılarak tahliye talebinin kabulüne
... [karar verildi]."
23. Anayasa Mahkemesi 7/1/2019 tarihinde, soruşturma
mercilerinden başvurucuya yönelik tutuklamaya ve tutukluluğun devamına esas
teşkil eden delillerin bildirilmesini istemiştir. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı 6/5/2019 tarihli cevap yazısında başvurucu hakkında düzenlenen HTS
analiz raporunu ve emniyet veri havuzunda yapılan sorgulama sonuçlarını
göndermiştir. Veri havuzunda yapılan sorguda FETÖ/PDY ile ilgili bir kayda
rastlanmadığı belirtilmiştir.
24. HTS analiz raporunda başvurucunun FETÖ/PDY şüphelileri ile
telefon görüşmelerinin olduğu, FETÖ/PDY iltisaklı Turgut Özal Hastanesini iki
defa aradığı, iki defa bu Hastaneden arandığı ve yirmi bir defa mesaj aldığı
belirtilmiştir.
25. Başvurucunun konutunda yapılan arama esnasında el konulan
tüm dijital materyallere ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonunda düzenlenen 2/1/2020 tarihli bilirkişi
inceleme raporunda; başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olunduğunu ortaya
koyacak herhangi bir bilgi, belge, kayıt ve şifreli haberleşme programına
rastlanmadığı belirtilmiştir.
26. Başvurucu hakkındaki soruşturma bireysel başvurunun
incelendiği tarih itibarıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
27. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel B. No: 2017/632,
23/1/2019, §§ 24-39.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 10/3/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
29. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklanma nedenleri
gösterilmeden hukuka aykırı bir şekilde tutuklandığını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu
ayrıca görevinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını
iddia etmiştir.
30. Bakanlık görüşünde öncelikle 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği belirtilmiştir. Esas bakımından Bakanlık; başvurucu
hakkında soruşturmaya Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığının 16/7/2017 tarihli
suç tutanağı ile başlandığını, söz konusu suç tutanağında başvurucunun da
içinde bulunduğu bir kısım hâkim savcı hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı
oldukları gerekçesiyle HSYK tarafından verilen açığa alma kararına
dayanıldığını belirtmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında incelenmesi ve başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı değerlendirilirken tutuklama kararının
verildiği andaki genel koşulların göz ardı edilmemesi gerektiği, darbe
teşebbüsü sonrasında teşebbüsle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin
soruşturmalarda delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve
soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma
tedbirlerinin yetersiz kalmasının söz konusu olabileceği, tutuklama kararının
gerekçesinden başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken kuvvetli suç
şüphesini gösteren somut delillere dayanıldığının anlaşıldığı, tutuklamaya dair
verilen kararlara ilişkin gerekçeler kapsamında başvurucunun tutukluluğunun
keyfî olduğunun savunulamayacağı belirtilmiştir.
31. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında tazminat
yolunun etkili bir yol olmadığını ve tüketilmesi gerekmediğini belirtmiştir.
Başvurucu; üç yılı aşkın süredir soruşturmanın devam ettiğini, Bakanlık
görüşünün aksine dosyada tutuklanmasını gerektirir bir suç şüphesinin mevcut
olmadığını ve hâkimler için öngörülen usule uyulmaksızın tutuklandığını ifade
etmiştir.
B. Değerlendirme
32. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
33. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucun tutuklamanın hukuki
olmadığına yönelen bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi
gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
35. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 187-191).
36. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama
tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki
yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa
Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla
ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
37. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242;
Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu
bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
39. Tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesinde dikkate alınacak
genel ilkeler için bkz. Zafer Özer, B.
No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
40. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu
belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında
silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi
uyarınca tutuklanmıştır.
41. Diğer taraftan başvurucu 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı
Hakimler ve Savcılar Kanunu'nda hâkimlerle ilgili olarak öngörülen usule ilişkin
güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin yetkili ve görevli olmayan mahkemece
tutuklandığını iddia etmektedir.
42. Anayasa Mahkemesi, darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu
teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları
incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya
görevlerinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu
nedenle tutuklamanın kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse
diğer yargı mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak
soruşturma mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat
edilen ve tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç olduğu, ayrıca ağır cezayı
gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin olgusal ve
hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla tutuklama tedbirlerinin kanuni
dayanaktan yoksun olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (diğerleri
arasından bkz. Adem Türkel, §§
52-59; Erdem Doğan, B. No:
2017/25955, 7/3/2019 §§ 50-57). Kaldı ki -Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı
olarak- hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine
giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma
yürütülmesi için bir izin şartı bulunmadığı yargısal içtihatlarda belirtilmiştir
(Mustafa Özterzi [GK], B. No:
2016/14597, 31/10/2019, § 93). Somut başvuruda anılan kararlardan yer alan
değerlendirmelerden ve varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum
bulunmamaktadır.
43. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim
olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler
uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu
itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
44. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi gerekir.
45. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklamaya sevk
yazısında ve Ankara Batı 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında
başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna
değinilmiş ancak bu somut olguların neler olduğu açıklanmamıştır. Ankara Batı
Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan fezlekede başvurucu hakkında HSYK
tarafından verilen görevden uzaklaştırma/meslekten çıkarma kararlarının olduğu
belirtilmiş ve başvurucunun ifadesine yer verilmiştir. Bunun haricinde
suçlamaya ilişkin herhangi bir olgudan bahsedilemediği anlaşılmaktadır.
2/1/2020 tarihli bilirkişi raporunda da dijital materyallerde FETÖ/PDY ile
ilgili herhangi bir veri tespit edilemediği belirtilmiştir. Son olarak Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen belgelerde de başvurucu hakkında
düzenlenen HTS raporunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Kuvvetli belirti bulunup
bulunmadığı bu bilgi ve belgeler üzerinden incelenecektir.
46. Buna göre başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan
suçlamanın dayanaklarından biri başvurucunun görevden uzaklaştırılması ve
akabinde meslekten ihraç edilmesidir.
47. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda görevden
uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki idari
kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara muhatap
olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu anlamına
gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Zafer Özer, §§ 53-57; Mustafa Baldır, § 70; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019,
§ 54; E.A., B. No: 2016/78293,
3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No:
2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi,
§ 104). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten
çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit
ve değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair
kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir.
48. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçu haricinde
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını
engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya
veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından da tutuklandığından soruşturma
makamlarınca başvurucunun 15 Temmuz 2016 darbe girişimine katıldığından
şüphelenildiği anlaşılmaktadır. Ancak soruşturma makamlarınca bu iddiaya
dayanak oluşturabilecek herhangi bir olay veya olgu ya da bilgi ortaya
konulamamıştır.
49. Soruşturma mercilerinin başvurucunun, hakkında FETÖ/PDY ile
bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen kişilerle telefon görüşmelerinin
olduğunu belirterek bu hususu da suçlamaya dayanak bir olgu olarak
değerlendirdikleri görülmektedir. Soruşturma makamlarınca söz konusu telefon
görüşmelerinin örgütsel bir ilişki çerçevesinde yapıldığı yönünde bir tespit ya
da iddiada bulunulmadığı görülmektedir. Görüşmelerin içeriğine ilişkin herhangi
veri de mevcut değildir. Ayrıca söz konusu görüşmelerin FETÖ/PDY'nin yargı
alanındaki yöneticileriyle (imamlarıyla) gerçekleştirildiğine dair bir
belirlemede de bulunulmamıştır. Öte yandan yargı mensuplarının yaklaşık üçte
biri hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütüldüğü,
toplamda ise anılan suçlar dolayısıyla yüz binlerce kişi hakkında soruşturma
açıldığı hatırda tutulmalıdır. Bu durumda somut olayın koşulları itibarıyla
-içeriği belli olmayan- bu telefon görüşme kayıtlarının örgütsel bir ilişki
bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkün görünmemiştir (aynı yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Mustafa Özterzi,
§ 106; Mustafa Açay, § 61; İlker Deniz Yücel, B. No: 2017/16589,
28/5/2019, § 86; Murat Aksoy
[GK], B. No: 2016/30112, 2/5/2019, § 79; Mehmet
Hasan Altan (2), § 146). Öte yandan başvurucudan elde edilen dijital
materyaller üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinde başvurucunun FETÖ/PDY ile
irtibatlı olduğunu ortaya koyacak herhangi bir bilgi, belge, kayıt ve şifreli
haberleşme programına da rastlanmamıştır (bkz. § 25).
50. Bu itibarla somut olayda
tutuklama için gerekli olan suç
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı
kanaatine ulaşılmıştır.
51. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup
bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
52. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
53. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel
hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
54. Anayasa Mahkemesi daha önceki pek çok kararında olağanüstü hâl döneminde temel hak ve
özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen
Anayasa'nın 15. maddesinin suç işlendiğine dair belirtilerin varlığı ortaya
konulmadan gerçekleştirilen tutuklamaları meşru kılmadığına, suç işlendiğine
dair belirti olduğu ortaya konulmadan tutuklama tedbirinin uygulanmasının
durumun gerektirdiği ölçüde bir müdahale olmadığına karar vermiştir (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092,
11/1/2018, §§ 105-110; Mehmet Hasan Altan
(2) [GK], §§ 152-157; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972,
11/1/2018, §§ 83-89; Mustafa Baldır,
§§ 83-88).
55. Somut olayda bu kararlardan ayrılmayı gerektiren bir yön
bulunmamaktadır. Bu nedenle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
56. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamışlardır.
5. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
58. Başvurucu 2.400.000 TL maddi, 2.000.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506,
7/11/2019).
60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi,
ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir
(Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
61. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Başvurucu hakkındaki davada 6/3/2017 tarihinde başvurucunun
tahliyesine karar verilmiş ve başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.
62. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
63. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Kadir ÖZKAYA ve Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Selahaddin MENTEŞ'in
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına (E.2017/24908) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/3/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Dosyanın incelenmesinde; Cumhuriyet Savcısı olan başvurucu
hakkındaki soruşturmanın 15/7/2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün hemen
ardından 16/7/2016 tarihinde başlatıldığı ve bu tarih itibariyle HSYK tarafından
görevinden uzaklaştırıldığı, 17/7/2016 tarihinde gözaltına alındığı, 20/7/2016
tarihinde tutuklandığı, 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarıldığı, 6/3/2017
tarihinde tahliye edildiği, tutuklama kararı verilirken suçun niteliği (katalog
suç oluşu), kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların
bulunması, kaçma şüphesi ve adli kontrol tedbirleri verilmesinin yetersiz
kalacağı olgularına dayanıldığı, tutuklama kararının verildiği andaki ülke
genelinde yaşanan koşullar ile isnat edilen suçun niteliği birlikte
değerlendirildiği, tutuklamaya dair mahkeme kararının olgusal temellerinin
olmadığının söylenemeyeceği, öte yandan soruşturma aşamasında elde edilen delil
ve bulguların da bu kanıyı kuvvetlendirici mahiyette olduğu bu meyanda HTS analiz
raporu ile bir kısım FETÖ şüphelileri ile vaki muhaberesi ve FETÖ iltisaklı bir
sağlık kuruluşuyla olan irtibatı gibi ilk bulguların tespit edildiği,
dolayısiyle başvurucuya isnat edilen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı,
işin mahiyeti ve önemi gözetildiğinde de başvurucu hakkındaki tutuklama
tedbirinin ölçülü kabul edilmesi gerektiği; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu'nun
Selçuk Özdemir (26/7/2017; B. Başvuru No: 2016/49158) ve Aydın Yavuz ve
Diğerleri (20/6/2017; B. Başvuru No:2016/22169) kararlarında "ilk
tutuklama" ile ilgili olarak ortaya konan ilke ve gerekçeler dikkate
alındığında da, suç isnadına ve dolayısıyla tutuklamaya esas teşkil edecek
şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki
aşamalarında tartışılacak olan ve mahkumiyete gerekçe oluşturacak olguların
aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerektiği; dolayısiyle başvurucu hakkındaki
ilk tutuklama kararında suç işlendiğine dair kuvvetli belirtilerin yeterince
ortaya konulduğu, sonuç olarak tutuklama tedbirinin uygulanması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan;
çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamadık.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli
olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili
olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum
yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı
organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 20.07.2016 tarihinde tutuklanan ve 02.09.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 06.03.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin
mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu
bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...
kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi
için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada
gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu
tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması
veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin
başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan
kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu
edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK
141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm
başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası
incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketil¬memesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına
alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşulları¬nın kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gön¬derme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada
incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme,
buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar
bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını
iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden
şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik
kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve tutukluluğun
diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin devam eden
kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten mahkemenin bu
tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında mahkûmiyet hükmü
verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya kesinleşen
kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği veya vereceği
karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun etkililiği
açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda,
kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet
hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek
yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya
beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya
davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği
incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği gibi
mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun olduğunu
göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda
beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna
karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet
kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar
vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal
sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat nedenleri
arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna uygun
olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer
olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği
suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu
olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili
olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı
yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye
kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından,
tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu
konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün
sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik
iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki
kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu
aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı
doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin
kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli
suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte
devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim
Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup
esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama
nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca,
bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan
mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup
olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür
başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi.
Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk
şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını
inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan
davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da
değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun
tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması
nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası
zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK
141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün
ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun
tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını
tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit
edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal
ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM
de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun
tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e
bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine
de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı
olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığımız gerekçelerle başvurunun, başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini
düşündüğümüzden çoğunluğun işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oluşan
görüşüne katılmadık.
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
______________________
1 Halas Aslan, B.
No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan,
2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29;
Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§
39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B.
No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49;
Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47,
Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman
Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38;
Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624, 9/5/2018, § 24-26.
7Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar
bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını
gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun
kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz
konusu değildir.
9 B.T. [GK], B. No:
2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız,
B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018,
§§ 37-40.
11 Bkz. Besime
Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir,
B. No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK],
B. No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12.
Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı,
1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B.
No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16 Bkz. Örneğin,
Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994,
16/2/2017, § 87.
17 Mustafa Avci, B.
No: 2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci,
§35-38
20 Mergen ve
diğerleri/Türkiye kararı, §36