TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
A.S. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/21966)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Ömer MENCİK
|
Başvurucu
|
:
|
A.S.
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına
erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının;
yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca
konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut
dokunulmazlığı haklarının; elkoyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının; hakkındaki
soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmayan makamlarca yürütülmesi ve bu süreçte
masumiyet karinesine aykırı birtakım eylem ve işlemlerde bulunulması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar
nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Genel Bilgiler
9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde
olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son
bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu
teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması
(PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No:
2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok
sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma
başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine
yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla
başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama
tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 51, 350).
11. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda
FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/16.MD-956, K.2017/370)
ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay 16. Ceza
Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158,
26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna
varmıştır.
12. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı
kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve
kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta
haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi
olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk
Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).
B. Başvurucuya İlişkin
Süreç
13. Başvurucu 25/7/2005 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Kurulunca
(HSK) Yargıtay üyeliğine seçilmiştir. Başvurucu, uzun yıllar Yargıtayın çeşitli
dairelerinde görev yaptıktan sonra 27/6/2016 tarihinde kendi isteğiyle emekli
olmuştur.
14. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016
tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye
genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek
suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp
saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun
gözaltına alınmasına; konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar
verilmiştir.
15. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 17/7/2016
tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri
incelemelerinin ve belgelerden örnek almalarının kısıtlanmasına karar
verilmesini Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik
17/7/2016 tarihinde dosya içeriğinin incelenmesine veya belgelerden örnek
alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir.
16. Ankara Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce başvurucunun
konutunda 17/7/2016 tarihinde arama yapılmış ve suç delili olabileceği
değerlendirilen bazı dijital materyallere el konulmuş, bununla birlikte
başvurucu aynı tarihte yakalanarak gözaltına alınmıştır.
17. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında
müdafii de hazır bulunmuştur. Savcılık, ifade alma sürecine geçmeden önce
başvurucuya, isnat edilen suçlamaya ilişkin olarak somut olayda ağır cezayı
gerektiren suçüstü hâlinin var olduğunu belirterek soruşturmanın başlatıldığını
ifade etmiştir. Daha sonra ise başvurucuya FETÖ/PDY'nin üyesi olması ve bu
örgütün yargı alanındaki yapılanmasında yer alması nedeniyle hakkında bir
soruşturma yürütüldüğü belirtilerek bu husustaki beyanları sorulmuştur.
Başvurucu; ifadesinde uzun yıllar devlete hizmet ettiğini, FETÖ/PDY ile bir
bağlantısının olmadığını, bu örgüte ait olduğu iddia edilen yerlerde
kalmadığını, Asya Finans grubuna bağlı yerlere para yatırmadığını, kimseye himmet adı altında para vermediğini beyan
etmiştir. Darbe teşebbüsü sırasında evde bulunduğunu söyleyen başvurucu, darbe
girişimi ile bir alakasının olmadığını savunmuştur.
18. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde
tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk
etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet
kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya
veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak
suç[ların]dan mevcutlu olarak
gönderildiği" belirtilerek
"atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak
gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları
tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması,
delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip
delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu
kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin
işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar
işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre" tutuklanmasına
karar verilmesi istenmiştir.
19. Başvurucunun sorgusu Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğince
20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Savcılığın talep yazısı ve kısıtlama kararı
kapsamı dışında kalan bilgi ve belgeler, sorgu işlemi öncesinde Ankara 2. Sulh
Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında,
başvurucuya isnat edilen suçların anlatıldığı da belirtilmiştir. Sorgu
sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve
Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu;
sorgu sırasındaki ifadesinde soruşturmanın 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı
Yargıtay Kanunu'na göre yürütülmesi gerektiğini, herhangi bir örgütün üyesi olmadığını
ve suçlamaları kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii
de aynı yönde beyanda bulunmuş, suçu işlediğine dair somut bir delil
bulunmaması ve tutuklama şartlarının mevcut olmaması dolayısıyla müvekkilinin
serbest bırakılmasını talep etmiştir.
20. Başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler ve/veya
müdafileri tarafından ileri sürülen, görevleri (Yüksek Mahkeme üyeliği)
dolayısıyla özel soruşturma usullerine tabi olmaları nedeniyle Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının ve Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin yetkili
olmadığına dair iddialar Hâkimlik tarafından "şüphelilerin
üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan
olması, suçüstü halinin varlığı dikkate alınarak ... soruşturmanın genel
hükümlere tabi olduğu" gerekçesiyle kabul edilmemiştir.
21. Sorgu sonucunda Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından
başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar
verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Şüphelilere isnat edilen suçun vasıf ve
mahiyeti, mevcut delil durumu, dosyada mevcut tutanaklar, Yargıtay ve Danıştay
Başkanlar Kurulunun 17/7/2016 tarihli kararları, arama ve el koyma tutanakları
ve tüm dosya kapsamı ile üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, üzerlerine atılı
suçun CMK'nun 100. maddesinde öngörülen katalog suçlardan olması, Yasada
öngörülen ceza miktarı nedeniyle verilen tutuklama kararının ölçülü oluşu,
şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimaline binaen adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK 100. ve devamı
maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar
verildi.]"
22. Başvurucu, bu karara itiraz etmiş; Ankara 3. Sulh Ceza
Hâkimliği 9/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir.
23. Başvurucu, anılan kararı 12/8/2016 tarihinde öğrenmiştir.
24. Başvurucu 1/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
25. Soruşturma sürecinde N.Y. ve A.H. adlı kişiler başvurucu ile
ilgili birtakım beyanlarda bulunmuşlardır.
i. Tanık A.H.nin 3/11/2016 tarihli beyanının başvurucu ile
ilgili kısmı şöyledir:
"...
Ben size Fetullah Gülen cemaat mensubu olan
veya bu cemaat ile ilişkisi olan veya birlikte hareket ettiğini düşündüğüm
Yargıtay ve Danıştay üyelerini belirtmek istiyorum.
...
72-A. S. [Başvurucu]; benim kurulda görev
yaptığım dönemden önce Yargıtay üyesi seçilmiştir. Fetullah Gülen ceamaat
mensubu olmadığını biliyorum.
..."
ii. Tanık N.Y.nin 13-14-15/9/2017 tarihli beyanlarının başvurucu
ile ilgili kısımları şöyledir:
"...
17-25 aralık olaylarından sonra yapı
içerisinde daha önceleri Hususi yapı olarak bilinen ve cemaatin Emniyet
teşkilatında, yargıda ve Askeriyedeki yapılanması ön plana çıkartıldı ve 17-25
aralık olaylarından sonra bu yapılanmanın adı 'mahrem yapı' olarak anılmaya
başlandı. Dediğim gibi Mahrem yapı Emniyet, Adalet ve silahlı kuvvetlerdeki
örgütün özel yapılanma şeklidir.
...
Dediğim gibi 17-25 Aralık olaylarından sonra
bu bahsettiğim mahrem yapılanmanın dağılmaması, çözülmemesi ve deşifre edilmemesi
amacıyla moral motivasyonu yükseltici faaliyetler ve sohbetler Ankara ilinde
düzenlenmiştir.
...
2014 yılı 12 ekiminde HSYK [Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu] seçimleri yapıldı
yukarda size anlattığım 9-10 kasım 2013 kararlarında hakim ve savcılara yönelik
alınan tedbirlere rağmen Yargıda Birlik platformunun başarısına engel
olunamadı. Hiçbir cemaat mensubu HSYK ye seçilemediği örgüt içerisinde
konuşuldu. HSYK seçim sonuçları örgüt açısından başarısız olunca örgüt sohbet
programlarına ve diğer faaliyetlerine bir süreliğine ara verdi. Bu sohbet
programları 2015 yılının ocak ayının sonlarına doğru yeniden başladı. Mahrem
yapıya ait sohbetlerin yeniden baslamışındaki [başlamasındaki] en büyük neden ise örgüt içerisinde bozulan
morallerin düzeltilmesi ve yeniden toparlanma aşamasına geçilmesidir. Bu
bağlamda ki yapacağım sohbetlerde beni yine Faruk kod [adlı] ., Ö.Y., A.Ç ve F.E.ye yönlendirdi ve hakim savcı
oldukları tahmin ettiğim şahıslar ile Faruk kod [adlı] Ö.Y. A.Ç. ve F.E. [nin] yönlendirmeleri ile bazen Faruk kod [adlı]
Ö.Y.nın h.t. okulu yerleşkesindeki makam
odasında bazen de hatırladığım kadarı ile Ankara Aşağı Öveçler 1096 veya 2146
cadde de bulunan Beyaz Saray apartmanındaki örgüte ait ofiste, Cevizlidere
mahallesindeki 1076 veya 1096 sokakta bulunan köşem apartmanın dördüncü
katındaki örgüte ait olan ofiste, Çukurambardaadresini bilmediğim bir
apartmanda A.Ç. ve F.E.’nin getirdiği 2-3 kişilik gruplara 15 gün veya ayda bir
sohbet düzenledim. Bu olay 2015 yılı 7 haziran seçimlerine kadar devam etti. Bu
sohbetlere katılan şahıslar anladığım kadarı ile yargı mensuplarıydı. Ben bu
şahıslara genel sohbet konularının yanında ayrıca örgütün dağılmaması yönünde
moralleri yükseltecek manada konuşmalar yapıyordum. Gizlilik ön planda olduğu
için sohbete katılanlara isim sormuyor mesleği ile ilgili sorular sormuyordum.
...
Bana fotoğrafını göstermiş oludğunuz [olduğunuz] şahıs yukarıdaki ifademde de bahsetmiş olduğum gibi
2014 yılı Eylül ve Ekim ayında yani 12 Ekim 2014 tarihindeki HSYK seçilmerinin [seçimlerinin] yapılmasından önceki tarihlerde Faruk kod [adlı]
Ö.Y.ın Ankara Yenimahalle ilçesi Eşref Bitlis caddesi üzerinde bulunan Fetullah
Gülen cemaatinin okulu olan H.T. okulunun içerisinde bulunan Anadolu kurul AŞ.
isimli şirketin binasındaki ofiste mahrem yapı imamları olan ve yukarıda size
teşhis etmiş olduğum şahısların bana sohbet vermem için getirdiği ve benim de
tam olarak Anadolu kurul AŞ.nin binasındaki özel olarak tasarlanmış odada mı,
Aşağı Öveçler 1906 veya 2146 caddedeki beyaz saray apartmanındaki ofiste mi
yoksa Cevizlidere Mahallesi l076 veya 1906 sokaktaki köşem apartmanında mı veya
Çukurambar semtindeki tam olarak yerini bilmediğim örgüte ait bir ofiste mi
sohbet verdiğimi tam olarak hatırlayamadığım ama sohbet içeriklerinden hakim veya
savcı olduğunu ve Adalet mahrem yapılanma içerisinde olan bir şahıs olduğunu
anladığım şahıstır. diyerek A.S. [Başvurucu] ...isimli şahsı tespit etmiştir.
..."
26. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13/11/2017 tarihli
iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden
bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası
açılmıştır. İddianamede ilk olarak -darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf
edilemediğine dikkat çekilerek- somut olayda ağır ceza mahkemesinin görev
alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu belirtilmiş, buna göregenel
hükümler doğrultusunda 16/7/2016 tarihinde başvurucu hakkında soruşturma
başlatıldığı ifade edilmiştir. İddianamede daha sonra FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün
yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel bilgilere yer verilmiştir. İddianamede
başvurucu yönünden yapılan değerlendirmede ise atılı suçun işlediğine ilişkin
olarak N.Y. isimli şahsın vermiş olduğu bir beyana dayanılmıştır. Bu beyanda
N.Y.nin FETÖ/PDY içinde bulunan yargı mensuplarının morallerinin düzeltilmesi,
yeniden toparlanmalarının sağlanması amacıyla 2014 yılının Eylül ayından sonra
Ankara'da yapılan sohbet toplantılarına başvurucunun da katıldığını belirttiği
ifade edilmiştir.
27. İddianame, Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme)
tarafından 28/11/2017 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2017/63 sayılı
dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır.
28. Mahkeme 30/11/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk
durumunu değerlendirerek tahliyesine karar vermiştir.
29. Mahkeme 16/1/2018 tarihli duruşmada görevsizlik kararı
vererek başvurucu hakkındaki yargılamayı yapması amacıyla dosyanın Yargıtay 9.
Ceza Dairesine (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) gönderilmesine karar vermiştir.
Görevsizlik kararı üzerine dosya Yargıtay 9. Ceza Dairesinin E.2018/33 sayısına
kaydedilmiş ve bu dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır.
30. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 16/7/2018 tarihli birinci duruşmada
başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu; savunmasında genel olarak üzerine
atılı suçla bir alakasının olmadığını, iddianamede tanık olarak ismi geçen
şahsı tanımadığını ve hakkında böyle bir beyanda bulunmasının sebebini de
bilmediğini belirterek beraatine karar verilmesini talep etmiştir.
31. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 29/11/2018 tarihli ikinci duruşmada
birçok kişiyi tanık olarak dinlemiştir.
i. Tanık İ.O.nun beyanının ilgili kısmı şöyledir:
"...A.S.i [Başvurucuyu] tanıyorum, şahsen tanıdığım ve görüştüğüm,
konuştuğum insanlardan birisidir. Kendisi Yargıtay Tetkik Hakimi olduğu dönemde
bizden çok önce 2006, 2007'lerde olabilir, belki daha önce olabilir Yargıtay
Üyeliğine seçilen birisidir. O tarihte de Bakanlık olarak, Bakanlığın
desteklediği, seçilmesini istediği isimlerden bir tanesiydi kendisi. Yargıtay
üyeliğine seçildi. Biz kurula geldiğimiz dönemde kendisi Yargıtay üyesiydi. O
vesileyle de mesleki olarak irtibatımız olan, görüştüğüm kişilerden bir
tanesidir. Savcılıkta da hakkında işlem yapılan eski Yargıtay ve Danıştay
Üyelerinin hepsi tek tek sorularak haklarında ne bildiğim soruldu. A.S.de [Başvurucuda] bu kapsamda sorulan kişilerden bir tanesidir. Benim
kendisinin örgüt ya da eski adıyla cemaat mensubiyetine ilişkin herhangi bir
bilgim yok. Tam tersine bağlı olmadığını düşündüğüm kişilerden bir tanesidir.
...Bu yapıyla herhangi bir irtibatını duymadım, şahit olmadım böyle bir şeye.
Sadece 2011 yılında Yargıtay'da N. bey Başkan olduktan sonra A. [Başvurucu]
bey Başkanlık Divanında görev aldı diye
hatırlıyorum. O sebeple kendisine böyle bir yafta yapıştırılmış olabileceğini,
o tarihte Divanda görev aldığı için bu yapıyla irtibatlı olabileceği
değerlendirilmiş olabilir diye Savcılıkta da bunu söylemiştim. Bunun dışında
ben bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum..."
ii. Tanık B.E.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:
"...ben A.S.yi [Başvurucuyu] beyi Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde
çalıştığım dönemde gıyaben tanıdım önce. Çünkü kendisi ben herhalde kendisinin
ismini duyduğumda Yargıtay'da Tetkik Hakimiydi ve ortak tanıdıklarımız vardı
bizden kıdemli personelde A.K. bey, N.Y. hanım ve benzeri kıdemli abilerimiz
kendisini tanıyordu, meslek büyüklerimiz ve kendisi hakkında da hep olumlu
bahsedilirdi gerek mesleki yeterliliği, gerek insanlar arası ilişkileri.
Yargıtay'da sevilen birisi olduğunu o dönemde biliyorum. Nitekim 2005 yılında
Yargıtay üyeliğine seçildi. O dönemde milliyetçi muhafazakar kesimden pek fazla
seçim olmadığı için biz kendisinin seçilmesine de son derece sevinmiştik.
...2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimlerinden sonra Sayın Başkanım o
zamanki adıyla cemaat diye bilinen yapı Yargıtay'da organize bir şekilde
hareket ederek yönetim ve seçim işlerinde etkili olmaya başladılar. Bu da diğer
bu yapıya mensup olmayan üyeler arasında rahatsızlık meydana getirdi. Bazı
konularda şikayetler bize de yansıdı. A.S. beyin Başkanlığının yenilenmemesi
gibi, bizim de adımızın kullanıldığı İ.O. bey ve benim kulağımıza geldi.
...daha sonra bazı konularda görevin, mensubiyetin göreve yansıtıldığına
ilişkin bazı örneklerde tarafımıza intikal etti ve bu, bu olaylar üzerine bu
daha önce saydığım bize yansıyan dedik ki ya bu Yargıtay'dan bazı yakın
tanıdığımız arkadaşları çağırıp bu konuları bir görüşelim. Hakimevine 25-30
arkadaş çağırdık ve bu konuları müzakere ettik ve sıkıntının daha çok bu yapı
mensuplarının birbirini tanımasından, bu yapı mensubu olmayanların da birbirini
tanımamasından, eskilerin yenileri, yenilerin eskileri tanımamasından istifade
edildiğini anladık. Bu nedenle dedik ki, bu yapı mensubu olmayanları da biz
birbirleriyle tanıştıralım ve bu kapsamda kimleri çağırabiliriz diye Yargıtayın
listesini önümüze koyduk ve hızlı bir şekilde çağırıp konuşabileceğimiz bu
meseleleri bir liste hazırladık Sayın Başkanım. ...Ben A.S. [Başvurucu] beyi bu yapıdan olmadığını bildiğim için çağırmamız
gereken kişiler arasına o ana listeye yazmışım. Kendisini çağırdık, kendisi de
sağolsun geldi diye hatırlıyorum toplantıya. Bu meseleleri konuştuk. Gelen
arkadaşlarda benzer sıkıntılardan bahsettiler ve dedik ki hatta bu grupları
çağırmadan önce ben o zaman ki Yargıtay Genel Sekreteri A.B.yle de konuşup
böyle bir şey yapacağımızı, İ. beyle birlikteydik daha önce anlatmıştım ve
onların yani bu yapı mensubu olmayan kişilerin görüşlerini, kanaatlerini
almadan seçim ve yönetim işlerinde tek başlarına davranmamaları gerektiği
konusunda böyle bir faaliyet yapacağımızı kendilerine söyledik ve kendilerinde
de mutabık kaldık. ... A.S. [Başvurucu] beyi biz, orada da bize bir muhalefeti olmadı. Hatta bu anlattığım
sıkıntıları destekleyen, tasdik eden yaklaşımları oldu. Dolayısıyla biz
kendisini hep farklı bildik Sayın Başkanım. Böyle bir algı kendisi hakkında
nasıl oluştu o süreci ben Yargıtayın içinde olmadığım için bilmiyorum ama benim
kendisiyle ilgili bilgilerim, kanaatlerim ve faaliyetlerim bundan ibaret.
...kendi hazırladığım listede A.S. [Başvurucu] beyi o zaman Başkandı ben listeyi hazırlarken,
birlikte hareket edebileceğimiz kişiler arasında ayrı bir grupta
gösterdim..."
iii. Tanık A.H.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:
"... ben Adalet Bakanlığı Personel Genel
Müdürlüğüne tetkik hakimi olarak geldim. 1997 yılında geldim. A.S. [Başvurucu] beyi de o tarihlerde tanıdım. Kendisi
Yargıtay'daydı. Biz HSYK'ya 2010 yılında HSYK'da ben göreve başladım. Bizden
çok önce yani zannedersem bir 4-5 yıl kadar önce Yargıtay Üyeliğine seçilmişti.
...Hukuk Dairelerinde çalışıyor diye biliyorum. Daha sonra Daire Başkanı oldu.
Efendim ben hiç A.S. [Başvurucu]
beyin cemaatçi olduğunu veya eski adıyla cemaatçi yeni adıyla FETÖ'cü olduğunu,
onlarla iltisaklı, irtibatlı olduğu gibi bir şey duymadım. Yani cemaatle ilgili
biri olarak değil de ben milliyetçi muhafazakar bir insan olarak kendisini
tanır ve o şekilde hep değerlendirirdim. Yine de aynı kanaatteyim..."
32. İddianamede beyanları başvurucu hakkındaki suçlamaya esas
alınan N.Y. ise Yargıtay 9. Ceza Dairesinde vermiş olduğu beyanında şu şekilde
açıklamalarda bulunmuştur:
"...
şöyle ben yaklaşık 30 yıl FETÖ/PDY terör
örgütü içerisinde bulundum. Değişik örgüte müzahir kurumlarda ve örgüte yine
müzahir onların bölge sistemleri dedikleri ve ünite sistemleri dedikleri bölge
ve ünite yapılanması içerisinde görev aldım. Özellikle son 2007-2016 15 Temmuz
darbe girişimine kadar 10 yıl, yaklaşık bir 10 yıl kadar genel sohbetçi
dediğimiz örgüt içerisinde böyle bir vazifem vardı. Genel sohbetçi de tüm
üniteler, tüm birimler, örgüt içerisindeki tüm üniteler ve birimlere moral
motivasyonu yükseltmek, örgütün özellikle değişik zamanlarda hem himmet olsun,
burs mevsimi olsun, değişik mevsimlerde dediğimiz örgüt içerisinde bu
sohbetlere veya diğer farklı programlara katılan insanların, örgüte müzahir
veya örgüt üyesi insanların veya dışarıdan gelen insanların moral motivasyonunu
artırma adına sohbetler yapıyorduk. Özellikle 17-25 Aralıktan sonra, 2013 17-25
Aralıktan sonra 2014 yılı içerisinde ve 2015 yılı içerisinde de oldu fakat
genel itibariyle de 2014 yılı içerisinde yoğun bir biz genel sohbetçilere
ihtiyaç düştü. Bu üniteler ve diğer birimler içerisinde özellikle 2013'ten
sonra mahrem yapılanma dediğimiz örgüt içerisindeki işte yargı, emniyet gibi
mahrem yapılanmada da sohbetlerim oldu. Özellikle 2014 yılında yoğun bir sohbet
trafiği olmuştur. Bu daha sonra 2016 darbe girişimi, Temmuz darbe girişiminden
sonra 2016'da gözaltına alındım. Samsun, Konya ve Ankara'da 3 değişik ilde
hakkımda davalar açıldı, davalar neticelendi. Şuan hakkımda herhangi bir dava
yok. Etkin pişmanlıktan faydalandığım için 1 yıl 6 ay 22 gün ceza alarak hükmün
açıklanmasının geriye bırakılması şeklinde hüküm verildi, ceza aldım. Bu 2014
yılı içerisinde özellikle mahrem yapılanma dediğimiz, özellikle emniyet ve
yargı mensuplarının sohbetlerini yaptım. 2017 Eylül ayında Ankara emniyetinde
bir ifadem oldu. Orada özellikle yargı mensuplarının örgüte müzahir veya
örgütle ilişkisi olan yargı mensuplarına dair sohbet yapıp yapmadığıma dair bir
ifadem oldu. O ifade içerisinde tabi yüzlerce örgüte sohbete gelip giden
kişileri, şahısları teşhis ettim. Tabi bu teşhis içerisinde sayı çok fazla
olduğu için bazen doğru teşhislerim olduğu gibi yanlış teşhislerimde olmuştur.
Daha önceki duruşmalarda ve mahkemelerde bu şahıslarla alakalı beyanlarım
olmuştur.
...
[Tanığa sohbetlerde başvurucuyu görüp görmediği hususu
sorulduğunda] Hayır efendim hatırlamıyorum.
...
[Tanığa başvurucu hakkındaki daha önceki beyanı okunarak
sorulduğunda] Efendim tespitlerin tamamı
fotoğraf, resimler üzerinden yapıldı. Tabi siz de takdir edersiniz ki yaklaşık
bana 5000'e yakın fotoğraf gösterildi. Tabi genel sohbetçi olduğumdan dolayı
tüm yapıdaki, örgüt içerisindeki tüm birimlere, ünitelere sohbete gidiyorduk.
Bunların içerisinde mahrem yapılanma dediğimiz emniyet ve yargıda vardı. Tabi
yüzlerce fotoğraf içerisinde doğru teşhislerim olduğu gibi yanlış bir
teşhislerim de olmuştur. Onları farklı duruşmalarda, mahkemelerde de söyledim
yani.
...
[Tanığa hangi ifadesinin doğru olduğu sorulduğunda] Efendim buradaki beyanım doğru ve gerçektir.
...
[Tanığa başvurucunun yüzüne bakarak tekrardan beyanda bulunması
istenip daha önce vermiş olduğu ifadede neden yanıldığı hususu sorulduğunda] Ben evet girişte de baktım şimdi de bakıyorum. Tabi
üzerinden bir süre de geçmiş bir, ikincisi tabi çok fazla fotoğraf gösterildiği
için o günkü şartlarda benzetmişte olabilirim veya hatırladığım kadarıyla böyle
bir durum da olabilir. Ondan kaynaklanıyordur ..."
33. Yargıtay 9. Dairesi 20/3/2019 tarihli üçüncü duruşmada
başvurucu hakkındaki yargılamanın durmasına karar vermiştir. Durma kararının
ilgili kısmı şöyledir:
"Sanığın üzerine atılı silahlı terör
örgütü üyesi olma suçundan yargılanması talebiyle Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesine hitaben iddianame
düzenlenmiş ve bu mahkemece görevsizlik kararı verilerek dosya Dairemize
gönderilmiş ise de; sanığın, silahlı terör örgütü FETÖ'nün hiyerarşik yapısına
dahil olup atılı silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu oluşturduğu iddia
edilen eylemlerin gerçekleştirildiği tarih itibariyle haiz olduğu Yargıtay
Üyeliği sıfatı nedeniyle 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46. maddesi gereğince
iddianame düzenleme, görev ve takdiri yetkisine sahip olan Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenmiş bir iddianame olmaması nedeniyleDairemize
usulüne uygun olarak açılmış bir kamu davası da olmadığından CMK 223/8 maddesi
gereğince yargılamanın durdurulmasına,
İddianame düzenleyip düzenlememe hususunun
takdiri için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ... [karar
verildi.]"
34. Dosyanın gönderildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
18/7/2019 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma
suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Yargıtay 9. Ceza
Dairesinde kamu davası açmıştır. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'ye ve bu
örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel bilgilere yer verilmiştir.
Sonrasında ise başvurucunun FETÖ/PDY'de yer aldığına ilişkin birtakım olgulara
dayanılmıştır. Bunlar özetle şöyledir:
i. Başvurucu hakkında açıklamaları bulunan tanık beyanlarına yer
verilmiştir. Bu beyanlar şu şekildedir:
-Tanık İ.O.nun şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:
"A.S.;[Başvurucu] Bizim zamanımızdan önce Yargıtay üyeliğine
seçilmiştir. Kendisinin Fetullah Gülen cemaat mensubu olmadığını düşünüyorum.
Yargıtay Başkanlık Divanında bir dönem görev aldığı için aklımda şüphe oluşmuş
olabilir. "
-Tanık A.H.nin şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:
"benim kurulda görev yaptığım dönemden
önce Yargıtay üyesi seçilmiştir. Fetullah Gülen ceamaat mensubu olmadığını
biliyorum. "
-Tanık B.E.nin şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:
"Şahsen tanıyorum, samimiyetim yoktur.
Fethullah Gülen Cemaati mensubu olmadığını düşünüyorum ancak Fethullah Gülen
Cemaati Yargıtay'da belli bir etkinlik sağlayınca A.S.nin [Başvurucunun] başkanlık divanına seçildiğini duymuştum. Yani, 'sen
biz seçtirdik' diyerek kendi taleplerini yaptırmış olabileceklerini
düşünüyorum."
-Tanık E.O.nun şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:
"...M.D. isimli şahıs Ankara Barosuna
kayıtlı avııkattır. ... Bu şahıs tüm gücünü FETÖ/PDY lideri Fethullah Gülen'den
almaktadır. M.D. isimli şahıs M.R.K.'den daha fazla tanınmış biridir ve
dolayısıyla M.D. aslında Yargıtay imamıdır .... M.R.K. ve M.D.'in yıllarca
işbirliği içerisinde hareket ettikleri Yargıtay 14. Hukuk Dairesi Başkanı A.S. [Başvurucu] tutuklanmıştır."
-Tanık E.O.nun ilk ifadesinden sonra vermiş olduğu şu şekildeki
açıklamasına da dayanılmıştır:
"Kendisini daha önceden duruşmalarda
davam olması nedeniyle tanıdım, ama ilk defa karşılıklı 2015 yılı 10 Haziranda
odasında görüştüm. ... A. [Başvurucu] Bey olayları yazılı olarak bildirmemi istedi. Ben yazı hazırlayarak
K.K.'nın fetö cemaatçi olduğunu ve rüşvete ilişkin yazı yazıp kendisine onun
adına mektup yazarak gönderdim .... Yargıtay'da o an için görüştüğüm üyeler ve
tetkik hakiınleri, A.S. [Başvurucu]
ve K.K.'nın cemaatçi olduklarını söylediler, ... M.R.K. ve M.D., A.S. [Başvurucu] ile çok yakın ilişkileri vardı. Aynı zamanda
Yargıtay 14. Hukuk dairesinde görevli olup, 15 Temmuz sonrasında tutuklanan
fetöcü hakimler ile çok sıkı ilişki içerisindeydiler, ... Sonuçda, A.S. [Başvurucu] fetullahçıdır, daha önce de ismini şikayet ve ihbar
dilekçelerimde belirttiğim o dönem Yargıtay 14. Hukuk Dairesinde çalışan iki üye
ve iki tetkik hakimi de fetullahçıdır. Yargıtayda o dönemde birçok üye ve hakim
fetöden atılmıştır, ancak benim tanıdıklanm bu isimlerdir. Ortada dönen bütün
paralar fetullah organizasyonuna giden paralardır."
-Tanık O.Y.nin şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:
"160 üyenin seçiminden bir süre sonra,
bir iki arkadaşım yeniden seçilmem konusunda karar alındığını söyledi. ...Adli
tatile iki hafta vardı. Başkanlığa aday oldum, karşı aday çıkarılmayınca engel
olmadığını değerlendirdim. ...Bir önceki seçimde o zamana kadar görülen en
yüksek oyla seçilmiştim. Tek adaydım, sonuçlar açıklandığında şaşırıp kaldım.
Seçime 50'si eski, 30'u yeni olmak üzere 80 üye katılmamıştı. On üye
raporluydu. Öğlen arası daire arkadaşlarıyla bir araya geldiğimizde bazı üyelere
ulaşamamışlardı. Şimdi onlara da ulaştılar, 'boşlar artacak' denildi. Gerçekten
boşlar 133'den 155 çıktı. 170 civarında oy aldım. 20-25 oy daha alamadığım için
seçilemedim. ...Adli tatil sonrasında karşıma bir aday çıkarıldı.
...4. C.D. ne seçilen E.S.Y., sonraları olayı
şöyle anlatıyor. 'Yazlığımdayken Yargıtay üyesi A.S. [Başvurucu] ve Genel Sekreter A.B. telefonla beni aradılar.
Yargıtay Başkanı N.K.'ın aday olmasını istediğini bana söylediler. Teklifi
kabul ettim.' diyor. ...14 yıl tctkik hakimliği, 7 yıl üyelik, 4 yıl başkanlık
olmak üzere o tarihte 25 yıldır 4. Ceza Dairesinde görev yaparken, kendileri 1.
Ceza Dairesinden gelip başkan seçiliyor. Özgür bir ortam yok. Blok oy
kullanılıyor. ..."
-Tanık N.Y.nin Savcılıkta (bkz. § 25) ve Yargıtay 9. Ceza
Dairesindeki (bkz. § 32) açıklamalarına yer verilmiştir. Tanık N.Y.nin
Savcılıkta alınan beyanını başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olduğunun delili olarak
değerlendiren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, tanığın daha sonra alınan
beyanlarının örgütün maddi ve manevi baskısı altında verildiğini belirterek ilk
alınan beyanının dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür.
ii. Başvurucu hakkında düzenlenen mali analiz raporuna
dayanılmıştır. Bu raporda temel olarak iki eyleme delil olarak yer verilmiştir:
- Başvurucunun 1.950 TL para gönderdiği E.K. adlı kişi hakkında
terör örgütüne üye olma suçundan bir yargılama yürütüldüğü ifade edilmiştir.
- Başvurucunun 23/7/2016 tarihli ve 667 Sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile
kapatılan Yargıçlar ve Savcılar Birliği Derneğine (YARSAV) üye olduğu
belirtilmiştir. UYAP üzerinde yapılan incelemede başvurucunun Derneğe üyelik
tarihinin 3/7/2006 olduğu, üyelik tipinin ise kurucu üye olarak ifade edildiği
anlaşılmıştır.
iii. Başvurucu hakkında düzenlenen HTS analiz raporuna
dayanılmıştır. Bu raporda -temel olarak- iki eyleme delil olarak yer
verilmiştir:
- Başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargı kanadında yer aldığı
iddiasıyla haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunan kişilerin cep
telefonlarıyla ortak baz hareketliliği bulunduğu belirtilmiştir.
- Başvurucunun uluslararası numaralarla iletişim hâlinde olduğu
ifade edilmiştir.
iv. Başvurucuya ait olan dijital materyallerin incelenmesi
sonucunda düzenlenen bilirkişi raporuna dayanılmıştır. Bilirkişi raporunda yer
alan ve delil olarak belirtilen hususlar şunlardır:
-"H.Ş. AKP'den İstifa
Etti" başlıklı bir açıklamanın ele geçirildiği belirtilmiştir.
-"M.Y.nin Açıklamaları"
isimli bir metin belgesinin ele geçirildiği ifade edilmiştir.
35. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamede, dosya
kapsamında bulunan ve yukarıda sıralanan tüm delilleri birlikte
değerlendirmiştir. Bu değerlendirme şu şekildedir:
"...25.07.2005 tarihinde Yargıtay Üyesi
olduktan sonra, 28.06.2012 tarihinde Ondördüncü Hukuk Dairesi Başkanlığına
seçilen ve 21.03.2011-28.06.2012 ve 08.07.2014 -29.12.2014 tarihleri arasında
Yargıtay Divan Üyeliği yapan şüpheli A.S. [Başvurucu] hakkında, uzun yıllar örgütün içerisinde kalıp,
sohbet hocalığı yapan, FETÖ/PDY soruşturması kapsamında etkin pişmanlık
hükümlerinden yararlanarak itirafçı olan N.Y.'ın, 15.09.2017 tarihinde Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, 'örgütün adalet mahrem yapılanma
içerisinde olan bir şahıs olduğunu anladığım şahıstır.' diyerek fotoğraf üzerinden
teşhis yaptığı, İ.O.'un, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında 19.12.2016 tarihinde
alınan ifadesinde: ' ...Yargıtay Başkanlık Divanında bir dönem görev aldığı
için aklımda şüphe oluşmuş olabilir.' dediği, B.E.in, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığında 16.06.2017 tarihinde alınan ifadesinde: '...Fethullah Gülen
Cemaati Yargıtay'da belli bir etkinlik sağlayınca A.S.nin [Başvurucunun]
başkanlık divanına seçildiğini duymuştum.
Yani, 'sen biz seçtirdik' diyerek kendi taleplerini yaptırmış olabileceklerini
düşünüyorum." şeklinde tespitte bulunduğu, E.O. isimli kişinin çeşitli
makamlara sunduğu dilekçeleri ve talimatla alınan ifadesinde 'A.S. [Başvurucu] fetullahçıdır,' şeklinde şikayetinin olduğu, E.O.'ın
şikayet ve beyanlarında şüpheli ile işbirliği içerisinde hareket ettiğini iddia
ettiği M.R.K. hakkında, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/34 Esas 2019/117
Karar sayılı kararıyla silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan TCK'nun 314/2,
62, 3713 sayılı Kanunun 5/1 maddeleri uyarınca 8 Yıl 1 Ay 15 Gün Hapis cezası
ile mahkumiyet kararı verildiği, örgütün yargı kanadında yer almaktan hakkında
soruşturma ve yargılama devam eden mensupları ile ortak baz hareketliliği
kapsamında irtibatlı olduğu, şüpheli A.S.de [Başvurucuda] ele geçirilen dijital materyallerle ilgili
düzenlenen 02.07.2019 tarihli bilirkişi kurulu raporunun incelenmesinde, Cvrıa
Europa Eu 2011 ibareli 2 GB flash bellek ve Sandısk BH1111VWGN 4 GB flash
bellek içerisinde, H.Ş.'e ait '...Ben yirmi seneden fazla bir süredir hizmet
hareketini ve Muhterem Hocaefendiyi tanıyor ve seviyorum' şeklinde başlayan
haber yazısı ile HP wx81c9025943 500 GB taşınabilir HDD içerisinde, örgüt adına
mesajlar verdiği değerlendirilen, 'M.Y.'in açıklamaları' isimli bir word
belgesinin bulunduğu, Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu
Başkanlığınca hazırlanan 11.01.2018 tarihli Mali Analiz Raporunun
incelenmesinde, şüpheli A.S.nin [Başvurucunun] 23.11.2018-20.03.2013 tarihleri arasında toplam 1950
TL EFT gönderdiği '21115162896' TC numaralı E.K. hakkında silahlı terör örgütüne
üye olma suçundan Afyonkarahisar 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/830 Esas sayılı
kovuşturma dosyasının bulunduğu ve 667 sayılı Olağanüstü Hal KHK ile kapatılan
'Yargıçlar ve Savcılar Birliği Derneği 'ne' üye olduğunun belirlendiği,
...
Bu şekilde şüphelinin, gizliliğe riayet ederek
örgütün amaçları doğrultusunda süreklilik ve çeşitlilik arz eden faaliyetlerde
bulunmak suretiyle örgüt ile organik bağ içerisine girdiği, hiyerarşik yapıya
dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması,
faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, FETÖ/PDY isimli silahlı terör
örgütünün üyesi olduğu sonucuna ulaşılmıştır."
36. İddianame, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 23/7/2019
tarihinde kabul edilmiş ve yargılamaya yeniden başlanmıştır.
37. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla -ilk
derece mahkemesi sıfatıyla- Yargıtay 9. Ceza Dairesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
38. İlgili hukuk için bkz. Salih
Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56), Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019,
§§ 24-39); Mustafa Baldır (B. No:
2016/29354, 4/4/2018, §§ 26-37); Mustafa
Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48) başvuruları
hakkında verilen kararlar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
40. Başvurucu; gözaltında dört beş kişinin kalabileceği bir
nezarethanede insani olmayan koşullarda on iki on üç kişi ile birlikte kaldığını,
ters kelepçe takılarak nezarethaneye ve doktor muayenesine götürüldüğünü,
hastane çıkışında linç girişimine maruz kaldığını belirterek maddi ve manevi
varlığın korunması hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Başvurucu 3/4/2018 tarihli ek beyan dilekçesiyle
tutukluluğunun on dört ayını hukuka aykırı bir şekilde tek kişilik odada
geçirdiğini, bu dönemde tarifsiz acılar yaşadığını iddia etmiştir.
42. Bakanlık, bu iddialar hakkında başvurunun kabul
edilebilirliğine ilişkin bir görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013 § 16). Başvurucunun gözaltına yönelik şikâyetlerinin
özü, gözaltı ve devamındaki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının
ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının
Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesinde kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi
gerekir.
44. Öte yandan başvurucu; eksikliğin giderilmesi bildirimine
karşı beyanında tutukluluğunun on dört ayını hukuka aykırı bir şekilde tek
kişilik odada geçirdiğini, bu dönemde tarifsiz acılar yaşadığını iddia
etmiştir. Başvurucunun başvuru formunda ileri sürmediği bu şikâyeti başvuru
yollarını tükettikten sonra, başvuru süresi içinde yeniden bireysel başvuruda
bulunarak -yeni bir bireysel başvuru formunu doldurmak, başvuru harcını
yatırmak gibi usul yükümlülüklerini yerine getirmek koşuluyla- bireysel başvuru
konusu etmesi mümkündür. Anayasa Mahkemesi ancak bu durumda Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında başvurucunun bu
şikâyeti yönünden bir inceleme yapabilir. Belirtilen nedenle başvurucunun
sonradan ileri sürdüğü bu şikâyet yönünden ayrıca bir değerlendirme
yapılmamıştır.
45. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
47. Yukarıda belirtilen Anayasa ve Kanun hükümleri gereğince
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
hak arama yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
48. Somut olayda gözaltı sürecindeki kötü muamele iddialarına
ilişkin olarak başvurucu, genelde gözaltında iken kamu görevlileri tarafından
kötü muameleye maruz bırakıldığını ve insani olmayan gözaltı koşullarında
tutulduğunu ileri sürmektedir. Bu bölümdeki iddialar bir bütün olarak
değerlendirildiğinde başvurucunun gözaltına alındığı andan itibaren kamu
görevlilerinin kendisine kötü muamelede bulunduğundan şikâyetçi olduğu
görülmektedir. Başvurucu, gözaltında tutulma koşullarının yetersizliğinden
bahsetmişse de bu kapsamda maruz kaldığını ileri sürdüğü kötü muamelenin kamu
görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden mi yoksa salt tutulma koşullarından mı
kaynaklandığını açıkça belirtmemiştir. Dolayısıyla söz konusu iddiaların
Anayasa Mahkemesince doğrudan incelenebilmesi için yeterli bilgi ve belge
bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda somut olayın koşullarının başvurucunun
anılan iddialarının kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden kaynaklanıp
kaynaklanmadığına dair adli ve/veya idari bir soruşturmayla ortaya konması
gerekmektedir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 249).
49. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetlerini, varsa bu konudaki kanıtlarını
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere iletmeden, hak
ihlali iddialarını öncelikle bu makamların değerlendirmesini ve çözüme
kavuşturmasını beklemeden doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunduğu anlaşılmaktadır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
51. Başvurucu, bilgisayarına ve cep telefonuna 5271 sayılı
Kanun'un 134. maddesine açıkça aykırı bir biçimde el konulduğunu belirterek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. Bakanlık, bu iddialar hakkında başvurunun kabul
edilebilirliğine ilişkin bir görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
53. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
54. Anayasa Mahkemesi, elkoyma tedbirinin hukuka aykırı
olmasından dolayı mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının
tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğunu kabul etmiştir (Nuray Işık, B. No: 2014/7561, 28/9/2016,
§§ 58-69). Somut olayda başvurucunun bu kapsamdaki şikâyeti bakımından anılan
karardan ayrılmayı gerektiren bir durum mevcut değildir.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Özel Hayata Saygı ve
Konut Dokunulmazlığı Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
56. Başvurucu -Yargıtay üyesi olarak- hakkında Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma yürütülmesinin mümkün olmadığını, bu itibarla
görevsiz
mercilerce verilmiş arama kararına dayanılarak konutunda arama
yapıldığını belirtmiş; özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
57. Bakanlık, bu iddialar hakkında başvurunun kabul
edilebilirliğine ilişkin bir görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
58. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı
haklarının ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki
iddialarının bu kapsamında incelenmesi gerekir.
59. Anayasa Mahkemesi Hülya
Kar ([GK], B. No: 2015/20360, 27/2/2019) kararında, koruma
tedbirlerinin maddi hakları ihlal ettiği iddiaları yönünden bireysel başvuruda
yapılması gereken denetimin sınırlarını çizmiştir. Koruma tedbirine karar veren
makamların tedbir uygulanmasının gerekliliğine dair daha iyi değerlendirme
yapabilecek konumda olmaları nedeniyle geniş takdir yetkisine sahip oldukları
kabul edilmiştir. Bu doğrultuda ancak koruma tedbiri nedeniyle uğranılan
zararın kaçınılmaz olandan ağır sonuçlara yol açtığının veya keyfî
uygulandığının ilk bakışta anlaşılacak kadar açık olduğu hâllerde esas yönünden
daha ileri bir değerlendirme yapması gerektiği kabul edilmiştir (ilkeler için
bkz. Hülya Kar, §§ 21-46).
60. Somut olayda başvurucu hakkında başlatılan bir soruşturma
kapsamında başvurucunun konutunda arama yapıldığı görülmektedir (bkz. § 16).
Başvurucu, bu tedbir nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının
ihlal edildiğini iddia etmektedir. Söz konusu tedbirin bir soruşturma
kapsamında maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla
gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
61. Koruma tedbirine yönelik şikâyetlerde Anayasa Mahkemesi,
kararın verildiği dönemin şartlarını dikkate alır. Başvuruya konu koruma
tedbiri maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla ve suç şüphesi
bulunan hâllerde uygulanmıştır. Söz konusu tedbir öngörülebilir, kesin bir
hukuki düzenlemeye dayanmaktadır ve başvurucuya itirazlarını sorumlu makamlar
önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağı tanınmıştır. Bundan başka
tedbir, süreklilik arz eder biçimde uygulanmamıştır.
62. Başvuru konusu koruma tedbirinin türü, süresi, uygulanma
tarzı ve kişinin yaşamı üzerindeki etkileri birlikte değerlendirildiğinde
başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu veya koruma
tedbirinin keyfî uygulandığı değerlendirilmemiş; başvurucu da bireysel başvuru
formunda aksini kanıtlayacak bir açıklamada bulunmamıştır.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının özel hayata
saygı ve konut dokunulmazlığı haklarına yönelik bir ihlalin olmadığının açık
olduğundan açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
64. Başvurucu; hakkındaki soruşturmanın üzerlerindeki sosyal ve
siyasal baskılar nedeniyle bağımsız ve tarafsız olmayan hâkimler ve Cumhuriyet
savcılarınca yürütüldüğünü, soruşturma süresince masumiyet karinesine aykırı
bir biçimde çeşitli şekillerde suçlu ilan edildiğini, kamuoyuna terör örgütü
üyesi olarak gösterildiğini belirterek adil yargılanma hakkı bağlamında
masumiyet karinesinin, savunma hakkının, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
65. Bakanlık, bu iddialar hakkında başvurunun kabul
edilebilirliğine ilişkin bir görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
66. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu
gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak
ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan
deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler
olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde, kamu
gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair
olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki
hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği, buna ilişkin
gerekçe ve deliller açıklanmalıdır (Veli
Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).
67. Somut olayda başvurucu, başvuru formları ve eklerinde,
masumiyet karinesi ile bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılama hakkının ne
şekilde ihlal edildiğine dair hiçbir belirleyici ya da ayırt edici ifade
kullanmamış; başvuru formunda anılan iddialarını somut bir olgu veya olay
belirtmeksizin soyut olarak dile getirmiştir. Dolayısıyla başvurucunun
başvuruya konu ihlal iddialarıyla ilgili deliller sunarak olaylara ilişkin
iddialarını kanıtlama ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını ortaya koyma yükümlülüğünü
yerine getirmediği anlaşılmıştır.
68. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddialarının temellendirilmemiş olduğu anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
E. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddialar
1. Yakalama ve Gözaltına
Almanın Hukuka Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
69. Başvurucu; görevsiz mercilerce suç şüphesi olmaksızın
yakalanmasına ve gözaltına alınmasına karar verildiğini, bu karar üzerine
hukuka aykırı bir şekilde yakalandığını ve gözaltına alındığını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği ile özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
70. Bakanlık, bu iddialar hakkında başvurunun kabul
edilebilirliğine ilişkin bir görüş bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
71. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
72. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin
aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına
ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava
sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi
gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No:
2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet
Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No:
2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim
Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
73. Somut olayda başvurucu yönünden yakalama ve gözaltı
tedbirlerinin hukuki olmadığına ilişkin iddiayla ilgili olarak yukarıda anılan
kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
74. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
75. Başvurucu; somut olay bakımından kuvvetli suç şüphesinin ve
tutuklama nedenlerinin bulunmadığını, tutuklamaya neden olabilecek hiçbir maddi
olgunun kararda gösterilmediğini, tutuklama kararının gerekçesiz olduğunu ve
tutuklama kararında ölçülülük ilkesinin dikkate alınmadığını belirterek kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
76. Başvurucu ayrıca soruşturma tarihi itibarıyla emekli bir
Yargıtay üyesi olduğunu ve iddia edilen suçlamanın temadi eden bir suç olması
nedeniyle önemli bir kısmının Yargıtay üyeliği dönemine denk geldiğini, bu
nedenlerle ilgili mevzuatta belirtilen özel soruşturma usulüne uyularak
hakkındaki soruşturmanın yürütülmesi gerektiğini ancak hakkında genel hükümlere
göre soruşturma yürütüldüğünü, olayda suçüstü hâlinin mevcut olmadığını ileri
sürmüştür.
77. Başvurucu 3/4/2018 tarihli ek beyan dilekçesiyle, sadece
soyut nitelikteki bir tanık beyanına dayanılarak yaklaşık 1 yıl 6 ay tutuklu
kaldığını, tahliye talebinin reddine ve tutukluluğun devamına dair tüm
kararların gerekçelerinin soyut cümlelerinin tekrarından ibaret olduğunu,
ilgili ve yeterli olmadığını belirterek tutukluluğunun makul süreyi aştığını
iddia etmiştir.
78. Bakanlık görüşünde; 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen
darbe teşebbüsünün daha önce benzeri olmayan olağanüstü bir duruma yol açtığı,
FETÖ/PDY'nin devletin tüm kurumlarında yapılanmış olması, devletin bekasına
yönelik ciddi tehlikenin varlığı, tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihte
darbe teşebbüsünün sıcaklığını koruması gibi unsurlar birlikte değerlendirildiğinde
başvurucu yönünden suç şüphesinin varlığını doğrulayan belirtilerin soruşturma
dosyasında bulunduğu sonucuna varılmasının keyfî olduğunun söylenemeyeceği
ifade edilmiştir. Ayrıca soruşturma makamlarının tutuklama nedenlerinin varlığı
ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu yönündeki değerlendirmelerinin de
temelsiz olmadığı belirtilmiştir.
79. Bakanlık görüşünde ayrıca darbe teşebbüsü sonrasında ülkenin
tamamında FETÖ/PDY'ye yönelik çok kapsamlı soruşturmalar başlatıldığı, bu
soruşturmalar kapsamında yargı makamları tarafından yüz binlerce şüpheli ve
tanık beyanına başvurulduğu hususuna vurgu yapılarak başvurucu hakkında
tutuklama tedbiri uygulandıktan belli bir süre sonra ortaya çıkan tanık
beyanının soruşturma dosyasına eklenmesi ve bu tanık beyanının başvurucu
hakkında düzenlenen iddianamede yer alması hususunun hukuka aykırı bir durum
arz etmediği sonucuna varılmıştır.
80. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (AİHM) Alparslan Altan (B.
No: 12778/17, 16/4/2019) kararına da değinerek yapmış olduğu başvurusunun
bireysel başvurunun yapıldığı tarihteki şartlara göre değerlendirilmesi
gerektiğini, hakkında iddia edilen suçlamayla ilgili somut hiçbir delil
olmadığını, keyfî olarak tutuklandığını ifade etmiştir.
b. Değerlendirme
81. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
82. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da,
savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
83. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
84. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkindir.
Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında
incelenmesi gerekir.
85. Öte yandan başvurucu; eksikliğin giderilmesi bildirimine
karşı beyanında, daha önce bireysel başvuru formunda dile getirmediği, sadece
soyut nitelikteki bir tanık beyanına dayanılarak yaklaşık 1 yıl 6 ay tutuklu
kaldığı, tahliye talebinin reddine ve tutukluluğun devamına dair tüm kararların
gerekçelerinin soyut cümlelerinin tekrarından ibaret olduğu, ilgili ve yeterli
olmadığı şikâyetlerini de ileri sürmüştür.
86. Yargıtay 9. Ceza Dairesinde (ilk derece mahkemesi sıfatıyla)
yargılaması tutuksuz olarak devam eden başvurucunun bu şikâyet bakımından
mevzuatta öngörülen başvuru yollarını tükettikten sonra, başvuru süresi içinde
yeniden bireysel başvuruda bulunarak -yeni bir bireysel başvuru formunu doldurmak,
başvuru harcını yatırmak gibi usul yükümlülüklerini yerine getirmek koşuluyla-
tutukluluğun makul süreyi aştığı şikâyetini bireysel başvuru konusu etmesi
mümkündür. Anayasa Mahkemesi ancak bu durumda Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası kapsamında başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aşıp
aşmadığı şikâyeti yönünden bir inceleme yapabilir (benzer yöndeki bir
değerlendirme için bkz. Selahattin Demirtaş [GK],
B. No: 2016/25189, 21/12/2017, § 119).
87. Belirtilen gerekçelerle başvurucunun sonradan ileri sürdüğü
bu şikâyet yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
i. Uygulanabilirlik
Yönünden
88. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan
suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu
belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan
suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu
değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir,
§ 57).
89. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki
olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır.
Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın
13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı
olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15.
maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı
değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 193-195, 242).
ii. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
90. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan bu
bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
iii. Esas Yönünden
(1) Genel İlkeler
91. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konulduktan
sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek
şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı
olarak sayılmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
92. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale
olarak tutuklamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama
tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın
ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
93. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama
ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla
tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin
bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı
delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olguların
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 72). Bununla birlikte tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki
şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya
kovuşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87; Halas Aslan, § 76). Bu nedenle yakalama
veya tutuklama anında tüm delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka
gerekli değildir. Bu bakımdan suç isnadına ve dolayısıyla tutuklamaya esas
teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının
sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak
olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, §
73).
94. Diğer yandan bir şüpheli veya sanık hakkında -özellikle
darbe teşebbüsünden hemen sonra ortaya çıkan koşullarda teşebbüsle ya da
teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantısının olduğu değerlendirmesiyle-
verilen tutuklama kararında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren tüm
somut deliller yeterince ifade edilememiş olabilir. Buna karşılık Anayasa
Mahkemesi, bireysel başvuruları incelerken UYAP aracılığıyla ilgili soruşturma
veya dava dosyalarına erişim sağlayabilmektedir. Dolayısıyla tutuklama ile
bağlantılı şikâyetleri içeren bireysel başvurularda tutuklama kararında yer
verilen, değinilen veya atıf yapılan delillerin içeriğinin anlaşılması
bakımından UYAP üzerinden erişim sağlanan dosyadaki bilgi ve belgelerden ve
özellikle de bu delillerin içeriğinin ve bunlara ilişkin soruşturma
mercilerinin değerlendirmelerinin etraflıca ifade edildiği belge olan
iddianameden yararlanılmaktadır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın
hukukiliğine ilişkin iddiaların dile getirildiği bireysel başvuruları incelerken
tutuklama kararında değinilmese de soruşturma dosyasında yer alan ve
iddianamede suçlamaya esas alınan olguları UYAP üzerinden erişim sağlayabildiği
ölçüde değerlendirmektedir.
95. Bu değerlendirme yönteminin darbe teşebbüsünden sonra
uygulanan tutuklama tedbirleri yönünden bir zaruret olduğu ortadadır. Özellikle
teşebbüsten hemen sonra tutuklanan kişiler hakkındaki tutuklama kararlarında
suç şüphesinin varlığını gösteren tüm somut delillerin ayrıntılarıyla ifade
edilmesinin güçlüğü izahtan varestedir. Bu koşullarda uygulanan tutuklama
tedbirleri yönünden tedbirin uygulandığı sırada ifade edilmeyen suçlamaya esas
kuvvetli belirtilerin soruşturma mercilerince sonradan etraflı bir şekilde
açıklanıp değerlendirilmesi makul karşılanmalıdır. Bu itibarla darbe
teşebbüsünden hemen sonra uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığı
incelenirken tutuklama kararında atıf yapılanların yanı sıra UYAP üzerinden
erişim sağlanan dosya kapsamında yer alan ve genellikle iddianamede suçlamanın
dayanağını oluşturan tüm olgular değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
96. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesine göre de şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın
davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli
şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58, 59).
97. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak
hususlardan biri, tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak
olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır (Halas Aslan, § 72).
98. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle
anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve
delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine
kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım
(2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 123). Bununla birlikte
yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı
Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki
denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin
süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No:
2015/18567, 25/2/2016, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser
Yıldırım (2), § 124).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
99. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni
dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe
teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu
iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma
suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
100. Diğer taraftan başvurucu, görevinden kaynaklanan
güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.
101. Anayasa Mahkemesi, darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu
teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları
incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya görevlerinden kaynaklanan
güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu nedenle tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir. Bu
incelemelerin sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse diğer yargı
mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak soruşturma
mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat edilen ve
tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç
olduğu ve ayrıca ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki
değerlendirmelerin olgusal ve hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla
tutuklama tedbirlerinin kanuni dayanaktan yoksun olduğunun söylenemeyeceği
sonucuna varılmıştır (Anayasa Mahkemesi üyeleri bakımından Alparslan Altan [GK], B. No:2016/15586,
11/1/2018, §§ 114-129; Erdal Tercan
[GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 130-146; Yargıtay üyeleri bakımından A.B. [GK], B. No:2016/22702, 31/10/2019,
§§ 80-95; Salih Sönmez, §§ 106-121; Mehmet Arı, B. No: 2016/22732, 10/1/2019, §§ 61-77; Ramazan Bayrak, B. No: 2016/22901,
7/2/2019, §§ 70-86; Danıştay üyeleri bakımından Hannan Yılbaşı, B. No: 2016/37380, 17/7/2019, §§ 61-63; ilk
derece mahkemelerinde görev yapan hâkimler bakımından Adem Türkel, §§ 52-59; Erdem Doğan,
B. No: 2017/25955, 7/3/2019 §§ 50-57; tetkik hâkimleri bakımından Selim Öztürk, B. No: 2017/4834, 8/5/2019,
§§ 52-59; Cumhuriyet savcıları bakımından Hasan
Hendek, B. No: 2016/69748, 29/5/2019, §§ 62-69; Uğur Gürses, B. No: 2016/16201, 3/7/2019,
§§ 62-65). Somut başvuruda da aynı mahiyetteki iddialara ilişkin olarak anılan
kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
102. Dolayısıyla 15/7/2016 tarihinde başlayan ve ertesi gün de
devam eden darbe teşebbüsünün savuşturulması sırasında gözaltına alınmasına
karar verilen ve bu karar uyarınca 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınıp darbe
teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen, yargı makamlarınca
silahlı terör örgütü olduğuna karar verilen FETÖ/PDY üyesi olma suçundan
20/7/2016 tarihinde tutuklanan başvurucu yönünden darbe teşebbüsünden
kaynaklanan nedenlerle bağlantılı olarak suçüstü hâlinin mevcut olduğuna
yönelik değerlendirmelerin temelsiz olduğunun kabulü mümkün değildir. Yargıtay
kararlarında yer alan (ilgili Yargıtay kararları için bkz. Salih Sönmez, §§ 117-119) silahlı terör örgütü bakımından ağır cezalık
suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki yaklaşım da dikkate alındığında başvurucuya
isnat edilen silahlı terör örgütü üyesi olma suçuna ilişkin suçüstü hâlinin
bulunduğu yönünde soruşturma mercilerince yapılan değerlendirmelerin olgusal ve
hukuki temelden yoksun ve keyfî olduğunun kabulü mümkün görülmemiştir (aynı
yöndeki değerlendirme için bkz. A.B., §
94).
103. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun
olayların yaşandığı tarihte Yargıtay üyesi olması nedeniyle 2797 sayılı
Kanun'dan kaynaklanan güvenceler uygulanmaksızın kanuna aykırı olarak
tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
104. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
105. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında,
başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna
genel olarak değinilmiş, bu olgulara ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir
(bkz. § 21).
106. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamelerde ise
başvurucunun FETÖ/PDY içerisinde yer aldığına dair tanık beyanlarına, HTS
analiz raporuna, mali analiz raporuna ve dijital delillerinin incelenmesi
sonucunda düzenlenen bir bilirkişi raporuna dayanılmıştır (bkz. §§ 26, 34).
107. Soruşturma mercileri, suçlamalara ilişkin olarak başvurucu
yönünden bir kısım tanığın vermiş olduğu beyanlara dayanmıştır. Bunlardan A.H.,
B.E., ve İ.O. Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimi, daire
başkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür olarak görev yapmış; ayrıca
müsteşar yardımcılığı ve müsteşarlık görevi üstlenmiş kişiler olup haklarında
darbe teşebbüsü sonrasında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma
yürütülmüştür. Bu kişiler genel olarak başvurucunun FETÖ/PDY'ye mensup olmadığı
yönünde anlatımlarda bulunmuşlardır. Tanıklar İ.O. ve B.E. başvurucunun
FETÖ/PDY'nin Yargıtayda etkin olduğu dönemde başkanlık divanında yer alması
dolayısıyla başvurucu ile FETÖ/PDY arasında bağlantı olduğu yönünde bir
düşüncenin söz konusu olabileceğini ifade etmişlerse de bunun varsayımsal bir
kanaat olarak dile getirdikleri görülmektedir. Nitekim tanıkların başvurucunun
FETÖ/PDY ile bağlantısının bulunduğu yönünde somut olguya dayalı bir ifadeleri
olmadığı gibi aksine başvurucunun bu yapıya mensup olmadığına vurgu
yapmışlardır. Yargıtayda daire başkanı olarak görev yapmış olan tanık O.Y.nin
ifadesinde de başvurucunun FETÖ/PDY mensubiyeti olduğuna dair hiçbir açıklama
mevcut değildir.
108. Soruşturma mercilerince değerlendirmeye alınan beyanlardan
biri de tanık E.O.nun anlatımlarıdır. Tanık, ilk beyanında başvurucunun
FETÖ/PDY üyesi olduğu yönünde bir açıklamada bulunmazken ilk ifadesinden
yaklaşık bir yıl sonra bu kez başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğu yönünde bir
anlatımda bulunmuştur. Ancak adı geçen tanığın bu kanaatini somut bir olguya
dayandırması söz konusu değildir. Başvurucu da savunmasında; kendisinin daha
önce görev yaptığı Yargıtayın ilgili dairesinde tanığın birden fazla dosyasının
olduğunu, söz konusu dosyaların aleyhine sonuçlanması üzerine bir iftira yoluna
giriştiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca tanığın 82 yaşında olduğunu ve
akıl sağlığının yerinde olmaması nedeniyle hakkında vasi tayinine gidildiğini,
aleyhine sonuçlanan her adli işlemden sonra ilgili kişiler hakkında
şikâyetlerde bulunduğunu, nitekim kendisinin daha önce görev yaptığı Yargıtayın
ilgili dairesinin yeni başkan ve üyeleri hakkında dahi şikâyetlerde bulunduğunu
dile getirmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede tanık hakkında vasi tayini
yönünde bir mahkeme kararının varlığı tespit edilmiştir. Ayrıca kovuşturma
aşamasında Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu tanığın dinlenmesine gerek görmemiştir.
Buna göre tanığın açıklamalarının somut bir olgu barındırmaması ile
başvurucunun savunmasında belirttiği ve UYAP üzerinden tespit edilen hususlar
birlikte değerlendirildiğinde bu beyanların başvurucu ile FETÖ/PDY arasındaki
mensubiyet ilişkisini ortaya koyan bir olgu olarak değerlendirilmesi mümkün
değildir.
109. Somut olayda üzerinde durulması gereken bir diğer delil
tanık N.Y.nin anlatımlarıdır. Tanığın FETÖ/PDY mensubu olan ve aralarında yargı
mensuplarının da olduğu kamu görevlilerine sohbet
adı altında çeşitli konuşmalar yaptığı belirtilmiştir. Tanık 2014 yılında
yapılan HSYK seçim sonuçları nedeniyle yapılanmaya mensup yargı görevlilerinin
bozulan morallerinin düzeltilmesi ve örgütün yargıda yeniden toparlanmasının
sağlanması amacıyla bu kişilere yönelik konuşmalar yaptığını ifade etmiştir.
Toplantıların bu niteliği dikkate alındığında bir yargı mensubunun sohbet adı
altında gerçekleştirilen bu tür bir faaliyete katılması örgütle ilişkisi
bakımından kuvvetli bir belirti olarak kabul edilebilir. Ancak başvurucunun bu
toplantılara katıldığına ilişkin tanık beyanı, fotoğraf üzerinden yapılan bir teşhis
işlemine dayanmaktadır. Tanık bu teşhis işlemi sırasında kendisine binlerce
fotoğrafın gösterildiğini söylemektedir. Bu koşullarda yapılan bir teşhisin
sıhhatine ilişkin ciddi şüphelerin bulunduğu söylenebilir. Dahası tanık,
başvurucuyu tanımadığı gibi tanığın başvurucunun katıldığı sohbet toplantıları
hususunda yer ve zamanı belirtir şekilde herhangi bir somut açıklaması da
bulunmamaktadır. Nitekim tanığın kovuşturma aşamasında Yargıtay 9. Ceza
Dairesinde alınan beyanında, kendisine başvurucunun sohbet toplantılarına
katılıp katılmadığı hususu sorulduğunda başvurucuyu hatırlamadığını ifade
ettiği görülmektedir.
110. Sonuç olarak söz konusu tanık beyanlarında başvurucunun
FETÖ/PDY üyesi olduğuna, bu örgütle örgütsel bir bağlantısı bulunduğuna veya
birtakım örgütsel eylemleri gerçekleştirdiğine dair somut olgulara dayalı bir
açıklama bulunmamaktadır. Bu nedenlerle anılan tanık beyanlarının başvurucu ile
FETÖ/PDY arasındaki mensubiyet ilişkisini ortaya koyan olgular olarak
değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir.
111. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamede
ayrıca başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında hakkında işlem yapılan
bazı kişilerin cep telefonlarıyla ortak baz hareketliliğinin bulunmasına ve
uluslararası numaralarla görüşmelerinin olmasına dayanılmıştır.
112. Bununla birlikte soruşturma makamlarınca söz konusu baz
hareketliliğinin ve uluslararası görüşmelerin örgütsel bir ilişki çerçevesinde
gerçekleştiği yönünde bir tespit ya da iddiada bulunulmadığı görülmektedir. Öte
yandan yargı mensuplarının yaklaşık üçte biri hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan soruşturma yürütüldüğü, toplamda ise anılan suçlar dolayısıyla yüz
binlerce kişi hakkında soruşturma açıldığı hatırda tutulmalıdır. Bu durumda
somut olayın koşulları itibarıyla birtakım baz hareketliliğinin ve uluslararası
görüşmelerin örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak
kabulü mümkün görülmemiştir.
113. Bunlardan başka başvurucu ile ilgili olarak düzenlenen mali
analiz raporuna da delil olarak dayanıldığı görülmektedir. Bu raporda öncelikle
başvurucunun 1.950 TL tutarında para gönderdiği kişinin FETÖ/PDY üyesi olmaktan
hakkında kovuşturma bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu ise savunmasında; bu
tutarın beş adet işlemde gerçekleştiğini, E.K.nın Afyonkarahisar'da ikamet
etmesi ve E.K. ile daha önceden tanışıyor olmaları nedeniyle kendisine,
arkadaşlarına ve yakınlarına bu kişiden sucuk sipariş ettiğini ve siparişinin
karşılığında bu parayı gönderdiğini ifade etmiştir. Başvurucunun hayatın olağan
akışına uygun bu savunması karşısında, yapılan para gönderme işleminin örgütsel
bir nitelik taşıdığına dair savunmanın aksini gösteren bir delil soruşturma
makamlarınca ortaya konulamamıştır.
114. Mali analiz raporunda belirtilen başvurucunun YARSAV Derneğinin
üyesi olmasının da delil olarak değerlendirmeye alındığı görülmektedir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği iddianamede, HSK Teftiş Kurulu
Başkanlığınca düzenlenen bir rapora dayanılarak 2008 yılından itibaren FETÖ/PDY
mensuplarınca YARSAV'a sızıldığı ve bu Dernek adı altında birtakım örgütsel
faaliyetlerde bulunulduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun ise bu Derneğe 2006
yılında -ilk kuruluşunda- üye olduğu anlaşılmaktadır.
115. Öte yandan anılan Derneğin hâkim ve savcılara yönelik bir
sivil toplum örgütü olarak 2006 yılında kurulduğu bilinmektedir. Ancak
kuruluşundan bir süre sonra FETÖ/PDY ile bağlantılı bazı yargı mensuplarının bu
Derneğe üye olduğu FETÖ/PDY ile bağlantılı olarak yürütülen birçok soruşturma
ve kovuşturma belgesinde ifade edilmiştir. Ayrıca darbe teşebbüsünden sonra
ilan edilen olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirler kapsamında 667 sayılı
KHK'nın 2. maddesi ile YARSAV "FETÖ/PDY'ye
aidiyeti, iltisakı veya irtibatının belirlendiği" gerekçesiyle
kapatılmıştır. Bununla birlikte YARSAV üyeliğinin örgütsel bir faaliyet olarak
değerlendirilmesi ancak bunun terör örgütünden alınan bir talimat uyarınca
gerçekleştiğinin ortaya konulması hâlinde mümkündür. Aksi durumda farazi bir
kabulden hareket edilerek kuvvetli suç belirtisi değerlendirmesi yapılması söz
konusu olabilir. Nitekim Yargıtayın konuya ilişkin içtihadı da bu doğrultudadır
(ilgili içtihatlar için bkz. Mustafa Özterzi,
§§ 47, 48). Bu bağlamda somut olay incelendiğinde 2006 yılında YARSAV'a üye
olduğu anlaşılan başvurucu için bu yönde bir tespitin olduğunu söylemek mümkün
görünmemektedir. Sonuç olarak somut olayda üyelik işleminin örgütsel nitelik
taşıdığına dair bir delilin soruşturma makamlarınca ortaya konulmadığı
anlaşılmıştır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mustafa Özterzi, § 105).
116. Son olarak başvurucuya ait olduğu değerlendirilen dijital
delillerin incelenmesi sonucunda düzenlenen bir bilirkişi raporuna delil olarak
dayanıldığı anlaşılmaktadır. Bu raporda, başvurucuya ait dijital delillerde iki
adet örgütsel bazı içerik barındıran açıklamaların varlığının tespit edildiği
ifade edilmiştir. Bunlardan birinin Adalet ve Kalkınma Partisinden istifa
ettikten sonra yurt dışına çıkan ve hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan
soruşturma yürütülen eski bir milletvekilinin istifası sırasındaki
açıklamaları, diğerinin ise kamu makamlarınca FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu
değerlendirilen ve olağanüstü hâl döneminde çıkarılan 667 sayılı KHK ile
kapatılan bir vakfın başkanının röportajı olduğu görülmektedir. Bu dokümanların
bulunmasının FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlamalar bağlamında değerlendirilmesinde
FETÖ/PDY'nin faaliyetlerinin ve örgütlenme şeklinin gözardı edilmemesi gerekir.
117. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok
kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında
devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden
şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi,
toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari
sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu ve bu örgütün 15
Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma
olduğunu kabul etmişlerdir (Mustafa Baldır,
§ 74).
118. FETÖ/PDY, kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra
başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda
yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu
dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek
odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler,
televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil
alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal
kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı
şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik
faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26).
119. Bununla birlikte yargı kararlarında da ifade edildiği üzere
ülkemizde ve yurt dışında yıllar boyunca faaliyetlerini sürdüren FETÖ/PDY'nin
baştan beri illegal bir yapılanma olduğunun -herkes tarafından- bilindiğini
söylemek mümkün değildir. Bu durum yargı organlarınca FETÖ/PDY ile bağlantılı
soruşturma ve kovuşturmalarda cezai sorumluluğun belirlenmesinde dikkate
alınmaktadır (buna ilişkin ayrıntılı açıklamalar için Mustafa Baldır, §§ 31, 32, 76; Mustafa Özterzi, § 46).
120. Başvurucunun konutunda ele geçirilen dijital materyallerde
yer alan açıklamaları örgütsel amaçla bulundurduğunu gösteren somut olgular
ortaya konulmadığı sürece bunların suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak
kabul edilmesi mümkün değildir. Somut olayda soruşturma ve kovuşturma makamları
başvurucunun örgütsel bir amaçla bu açıklamaları bulundurduğunu ortaya
koyabilmiş değillerdir. Bu nedenle başvurucunun örgütün propagandası olarak
görülebilecek haber niteliğindeki açıklamaları bulundurmuş olmasının başvurucu
ile FETÖ/PDY arasındaki mensubiyet ilişkisini ortaya koyan bir olgu olarak değerlendirilmesi
mümkün görülmemiştir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Mustafa Özterzi, § 114). Yargıtayın benzer nitelikteki verilere ilişkin
olarak yaptığı değerlendirmelerin de aynı özellikte olduğu görülmektedir (Mustafa Özterzi, § 45).
121. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve
değerlendirmeler kapsamında somut olayda tutuklama için gerekli olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin
yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
122. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup
bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
123. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadanbaşvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
124. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde
temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
iv. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
125. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik,
sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer
maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür.
Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki
tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı
tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve
özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı
bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince
Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı
olacaktır. Anayasa Mahkemesi bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur
(Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
192-211, 344).
126. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı savaş, seferberlik,
sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği
dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, dokunulması
yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden
olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması
mümkündür (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 196, 345).
127. Ayrıca anılan hak, milletlerarası hukuktan kaynaklanan
yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerden özellikle Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası
Sözleşme'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) 15. maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve bu Sözleşme'ye ek
protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi
somut olayda başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yapılan söz
konusu müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir
yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye)
aykırı olduğu da saptanmamıştır (Aydın Yavuz
ve diğerleri, §§ 199, 200, 346; Turhan
Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 86).
128. Bununla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin
bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan
temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar, § 62). Kişilerin keyfî olarak
hürriyetinden yoksun bırakılmaması, hukukun üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal
sistemlerin merkezinde yer alan en önemli güvenceler arasındadır. Bireylerin
özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfî olmaması, olağanüstü yönetim
usullerinin benimsendiği dönemlerde de uygulanması gereken temel bir güvencedir
(Aydın Yavuz ve diğerleri, §
347).
129. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak
güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması
gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması, tutuklama tedbiri için
ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla
-hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan
tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir
tedbir olarak kabul edilemez (Turhan Günay, § 88).
130. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma makamlarının suç
işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan başvurucu hakkında
tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır (bkz. § 121). Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve
özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen
Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere
aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.
131. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
3. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
132. Başvurucu; sorgu aşamasında kendisine isnat edilen
suçlamalara ait delillerin gösterilmediğini, soruşturma dosyasında gizlilik
kararının bulunması nedeniyle hakkındaki suçlamaları öğrenemediğini belirterek
adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkeleri ile savunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
133. Bakanlık, bu iddialar hakkında başvurunun kabul
edilebilirliğine ilişkin bir görüş bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
134. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin sekizinci
fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın
kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili
bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
135. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Bu itibarla başvurucunun bu bölümdeki iddiasının Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Uygulanabilirlik
Yönünden
136. Başvurucunun şikâyetlerine konu kısıtlama kararının
verildiği belirtilen soruşturma dosyasında başvurucuya yöneltilen suçlama,
olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren olaylarla ilgilidir. Bu nedenle
kısıtlamanın hukuki olup olmadığı, bir başka ifadeyle kararın kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı üzerindeki etkisinin incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle kısıtlamanın
Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit
edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki
ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195,
242).
ii. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
(1) Genel İlkeler
137. İlgili genel ilkeler için bkz. Gülser Yıldırım (2) (§§ 169-174) başvurusu hakkında verilen
karar.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
138. Başvuru formunda soruşturma dosyasını incelemeye izin
verilmediği ileri sürülmüş ancak iznin verilmemesine neden olan kararın savcılık
ya da hangi mahkeme tarafından hangi tarihte verildiğine ilişkin bir açıklamada
bulunulmamıştır.
139. Başvuru formu ve eklerinde, kısıtlama kararının daha sonra
kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda herhangi bir bilgi veya belge bulunmamakla
birlikte Mahkemece iddianamenin kabul edildiği 28/11/2017 tarihi (bkz. § 27)
itibarıyla kısıtlılık 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası
uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır.
140. Soruşturma aşamasında başvurucuya yöneltilen suçlamanın başvurucunun
FETÖ/PDY üyesi olması ve bu örgütün yargı ayağının içinde yer alması
hususlarına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu suçlamaların içeriğinin Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ifade alma işlemi sırasında başvurucuya
açıklandığı görülmektedir (bkz. § 17).
141. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/7/2016
tarihinde düzenlenen tutuklama talep yazısı incelendiğinde başvurucuya isnat
edilen suçlamalara ilişkin açıklamalara ayrıntılı şekilde yer verildiği
görülmektedir. Bu bağlamda suça konu edilen olaylarla ilgili bilgilere yer
verilmiş, bu eylemlerin hukuki niteliğine yönelik olarak da değerlendirmelerde
bulunulmuştur (bkz. § 18). Anılan talep yazısı sorgu işlemi öncesinde Ankara 2.
Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuş, ayrıca sorgu tutanağında
başvurucuya isnat edilen suçların anlatıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun
sorgu sırasında suçlama konusu olaylarla ilgili anlatımda bulunduğu
görülmektedir (bkz. § 19). Ayrıca başvurucunun tutukluluğa itiraz dilekçesinde
de usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir biçimde beyanda bulunulmuştur.
Dolayısıyla başvurucunun ve müdafiinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa
temel teşkil eden bilgilere gerek sorgu öncesinde gerekse sorgu sonrasında
erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.
142. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve
tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya
veya müdafilerine bildirilmiş, başvurucuya bunlara karşı savunma ve
itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında soruşturma
aşamasında dosyanın incelenmesine izin verilmemesi nedeniyle başvurucunun
tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının kabulü mümkün
görülmemiştir.
143. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun dosyayı incelemeye izin
verilmemesi nedeniyle tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunamadığı
iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
144. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik olarak soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi suretiyle
yapıldığı belirtilen müdahalenin Anayasa'da (özellikle 19. maddenin sekizinci
fıkrası) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın
15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
bulunmamaktadır.
F. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
145. 6216 sayılı Kanun’un "Kararlar"
kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
146. Başvurucu, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini belirtmiş ve bu ihlal nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlar
karşılığında 400.000 TL tazminata hükmedilmesine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
147. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Başvurucu hakkındaki davada 30/11/2017 tarihinde başvurucunun
tahliyesine karar verilmiştir (bkz. § 28). Dolayısıyla başvurucunun tutukluluk
hâli sona ermiştir. Bu durumda tazminat dışında ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gereken bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
148. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik
müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
149. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç
ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
4. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
5. Yakalama ve gözaltının hukuki olmaması dolayısıyla kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
6. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması dolayısıyla kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
7. Tutuklamanın hukuki olmaması dolayısıyla kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 9. Ceza Dairesine
(E.2018/33) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
B. Başvuru No: 2016/78293 (1.Bölüm) ve B.Başvuru No:2016/14597
(Genel Kurul) sayılı dosyalardaki karşıoylarda belirtilen hukuki neden ve
gerekçelerle; 20.7.2016’da tutuklanan, soruşturma devam ederken kimi tanıklarca
FETÖ bağlantısı olduğu yolunda beyanlarda bulunulan, 30.11.2017’de tahliye
edilmekle beraber hakkındaki yargılama henüz derdest olan başvurucu hakkındaki
ilk tutuklama kararında suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin yeterince
ortaya konulduğu, dolayısıyla bu tedbirin uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi
yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum
yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı
organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu
değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların
bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden
kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin
içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her
zaman vardır.
Somut olayda 20.07.2016 tarihinde tutuklanan ve 01.09.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 30.11.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru
kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir
ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin
mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu
bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama
kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri
ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun
101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına
veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli
suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin
ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça
gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...
kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada
gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu tahliye
edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya
hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK
141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm
başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği
iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar
edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşulları¬nın kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından
yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar
böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir
mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği
gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat
yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen
böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya
koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm
getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal
düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında
yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve
tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin
devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten
mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında
mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya
kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama
tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği
veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun
etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu
bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya
mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını
söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya beraat
kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya
davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği
incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği
gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun
olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun
tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen
başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal
sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat
nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna
uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya
yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla
ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı yürüten
herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye kararı,
yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından, tutuklama
şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu konuda
herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün
sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik
iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki
kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu
aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı
doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin
kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli
suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte
devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa
Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan
incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama
nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca,
bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan
mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup
olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür
başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi.
Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk
şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını
inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan
davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da
değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun
tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması
nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası
zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK
141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün
ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun
tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını
tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit
edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal
ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit
edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM
de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi
gerektiği itirazını reddetmiştir.
Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil, 141/1-a
bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu
durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği
duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye
durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun tutuklamanın hukukiliğine
ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun işin esasının
incelenmesi gerektiği yolunda oluşan görüşüne katılmadım.
______________________
1 Halas Aslan, B.
No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan,
2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29;
Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§
39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B.
No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49;
Ertuğrul
Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47,
Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman
Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal,
B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624,
9/5/2018, § 24-26.
7Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar
bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını
gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun
kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz
konusu değildir.
9B.T. [GK], B. No:
2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız,
B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018,
§§ 37-40.
11 Bkz. Besime Konca,
B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir, B.
No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK], B.
No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12.
Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı,
1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B.
No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16 Bkz. Örneğin,
Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994,
16/2/2017, § 87.
17 Mustafa Avci, B.
No: 2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci,
§35-38
20 Mergen ve
diğerleri/Türkiye kararı, §36