TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDULLAH KILIÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/25356)
|
|
Karar Tarihi: 8/1/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Abdullah KILIÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ziya Metehan ARISOY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, gazeteci olan başvurucu hakkında iki farklı tarihte
uygulanan tutuklama tedbirlerinin ve hükümle birlikte verilen tutuklulama
kararının hukuki olmaması ile hükümle birlikte verilen tutukluluğa itirazı
inceleyen mahkemenin tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 27/9/2016 ve 26/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2018/11874 numaralı başvuru dosyasının kişi ve konu yönünden
hukuki irtibat nedeniyle 2016/25356 numaralı başvuru dosyası ile
birleştirilmesine, incelemenin 2016/25356 numaralı başvuru dosyası üzerinden
yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, bir dönem Habertürk TV haber koordinatörlüğü ve
daha sonra Meydan gazetesinde köşe yazarlığı yapan bir gazetecidir.
10. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü
hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri
-olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun
yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü
(FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir
yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın
Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
11. Darbe teşebbüsünden sonra FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki
örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi
farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik olarak da soruşturmalar yapılmış ve
çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır.
12. Bu kapsamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık)
tarafından başvurucuyla birlikte otuz beş kişi hakkında FETÖ/PDY'nin medya
yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır.
13. Başvurucu, bu soruşturma kapsamında 25/7/2016 tarihinde
gözaltına alınmıştır.
14. İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği 29/7/2016 tarihli kararı ile
başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak "soruşturmanın amacını tehlikeye
düşürebileceği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
başvurucu müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek
almasının kısıtlanmasına karar vermiştir.
15. Başsavcılık tarafından 29/7/2016 tarihinde başvurucunun
ifadesi alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır
bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde "Ben
Trakya Üniversitesi Tarih Bölümü mezunuyum. 1996 yılında mezun oldum. İlkokul
Yıldız Tepe İlkokulunda, Orta ve Liseyi Bağcılar Lisesinde okudum. Bunlar
devlet okullardır. Bunlar FETÖ /PDY ile bağlı okullar değildir. Bu örgüt ile
hiç bir bağım olmadı. Attığım twitller ben attım. Ancak bu bahsedilen twitler
örgütün propagandası ve algı oluşturmak için değildir. Benim tam tersine Radikal
Gazetesinde çalışırken Ergenekon ve Balyoz davalarındaki skandalları yazan
kişiyim. Sahte belge üretilmesini, KPSS ile ilgili skandallları haber yapan
kişiyim. 15/7/2016 tarihinde bu örgüt tarafından gerçekleştirilen darbe
girişimine yazılar ve twitlerle karşı çıkan biriyim. Hatta 23:05'den başlayarak
devam eden saatlerde bunun bir terör eylemi olduğunu ben söyledim. Terör eylemi
olduğunu bahseden ilk yazan benim. Milletin meydanlara çıkması sonrası bunun
başarı olamayacağını da belirten benim, bu örgütle ilişkilendirilmiş olmam
benim için bir utançtır. Ben sırayla Zaman Gazetesi, CNN Türk, Radikal
Gazetesi, Habertürk TV'de, Show TV'de çalıştım. 2015 yılı Nisan ayında daha
sonra Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Meydan Gazetesinde çalışıyordum. Cumhurbaşkanımızın
Nisan'ın son haftasında İlim Yayma Cemiyetinde yaptığı 'son kez sesleniyorum,
bu yapının içinde kalmaya devam edenler, bedelini sonucuna katlanır' şeklindeki
konuşmasından sonra istifa ettim. Yalova'ya gittim, fidancılık ve çiçekcilik yapmaya
başladım. Tam tersine bu örgütün skandalların yazan ve eleştiren kişiyim.
Ayrıca benim elimde istenildiğinde sunacağım yazılarım ve twitlerim vardır. Ben
demokrat bir gazeteciyim. Hükümetin yaptığı uygulamaları kendi düşünceme göre
eleştirdiğim olmuştur. Yaptığı doğruları da övdüm. Fuat Avni olarak bilinen
kişiye Gulyabani diyen bir kişiyim. Meydan Gazetesindeyken 'iki yıldır milleti
keklemekten pek bir mahir fuat avni, kandırma milleti şeklinde' yazım vardır.
Yine 20/2/2016 tarihli bir yazımda fuat avni için 'gulyabani yine çıkmış
sallıyor. Nasıl olsa kadıracağı yüzde 50,5 var' şeklinde yazım vardır. Bu oran
bilindiği üzere muhalefeti temsil etmektedir. Ben Radikal, Show'da darbe
karşıtı diziler yatım. Adnan Menderes'i anlatan diziyi ben yaptım. Ben onu çek
sevdim isimli yapım bana aittir. Habertürk'te yassı ada gerçeği, 28 şubat
gerçeği, 12 eylül darbesi gibi belgeselleri yapan benim. Darbe karşıtı olan bu
belgesellerin Youtube'da 1 milyondan fazla izlenmiştir. Ayrıca yaklaşık iki
yıldır. Tiwitlerimde ve yazılarımda sürekli şunu demişimdir. 'Cemaatin askeri,
polisi, savcısı ve yargısı olmamalı, askerin polisin, savcının da cemaati
olmalıdır.' Ayrıca 17 Aralık
sürecinde hükümetin yanında durduğum ve yazılarım olduğu için aşağılanmıştım.
17 Aralık akşamı da Habertürk'ten istifa ederek Show TV'ye geçtim." şeklinde
beyanda bulunmuştur.
16. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde, tutuklanması talebiyle sulh
ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında; kolluk tespiti,
arama tutanakları ve açık kaynak araştırmaları dikkate alındığında suç
şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu
belirtilmiştir. 28/7/2016 tarihli açık kaynak raporunda başvurucunun "Üst Aklın Cemaati Yok Etme Projesi!", "Eyyy RTÜK, Eyyy Muhalefet Keyfiniz Bilir!", "Eşkıya Uyduya Hükümdar Olmaz!", "Cemaatin Malı Deniz, Yemeyen Keriz" ve "Sıkıysa Yaz, Çiz ya da Konuş!"
başlıklı yazıları ile sosyal medyadaki bazı paylaşımlarına yer verilmiştir.
17. Başvurucu, İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2016
tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır.
Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Şüpheliler ... Abdullah Kılıç ...
üzerlerine atılıüzerilerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma, örgüte
bilerek isteyerek yardım etme suçlarından tutuklama talep edilmiş ise de, iki
suçun aynı anda işleme imkanı olmadığından TCK 220/7 maddesi yönündeki
tutuklama talebin reddine; TCK 314/2 maddesi gereğince yürütülen soruşturma
kapsamında CMK.nın 100/3-a, 100/2-a-b madde, fıkra ve bentleri gereğince ayrı
ayrı tutuklanmasına... [karar verildi.]"
18. Başvurucu 2/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz
etmiştir. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği 25/8/2016 tarihinde itirazın kesin
olarak reddine karar vermiştir. Karar 26/9/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 27/9/2016 tarihinde 2016/25356 numaralı bireysel
başvuruyu yapmıştır.
20. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan
16/1/2017 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma
suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
21. İddianamede; başvurucuyla ilgili olarak tanık beyanları,
örgüt liderinin talimatı sonrasında Bank Asyaya kayda değer miktarda para
yatırması, yazmış olduğu bir yazının örgüt liderine ait hesaptan paylaşılıp
örgüt mensuplarına duyurulması, 17-25 Aralık süreci sonrası Habertürk TV'deki
görevinden uzaklaştırılınca Fuatavni
adlı sosyal medya hesabı tarafından sahiplenilmesi, yazılarında -sonradan darbe
girişiminde bulunan- FETÖ/PDY ile yapılan hukuki mücadeleyi hukuksuzluk ve
zulüm olarak nitelendirip itibarsızlaştırması, örgüt adına propaganda yapan,
örgüte finans sağlayan kuruluşlara hâkim kararı ile kayyım atanmasını ve
örgütle mücadele kapsamındaki idari kararları benzer şekilde hukuksuzluk olarak
niteleyip devrin değişeceğini, mücadele eden kamu görevlilerinin bir gün adalet
önünde hesap vereceğini yazması ve benzer söylemlerin örgütün yazılı ve görsel
medyasında da sıkça yer alması gibi hususlara değinilerek başvurucunun örgüt
adına algı faaliyetlerinde bulunduğu ve örgüt üyesi olduğu ileri sürülmüştür.
Bu kapsamda başvurucunun iddianamede atıf yapılan yazılarının ilgili kısmı
şöyledir:
i. 9/10/2015 tarihli ve "Eyyy RTÜK, Eyyy Muhalefet Keyfiniz
Bilir!" başlıklı yazı
"Digiturk. Cemaate yakın işadamlarının
sahibi olduğu Kanaltürk TV, Bugün TV, Samanyolu TV, Irmak TV, Yumurcak TV gibi
televizyonların da aralarında bulunduğu 7 kanalı platformdan çıkardı. Bu
TV'lerin neden karartıldığını tüm Türkiye biliyor. Aslında bu şuna benziyor: Bu
Katarlı şirkete Digiturk değil de otoyol ihalesi verilseydi yine aynısını mı
yapacaktı? Yani ihaleyi aldıktan sonra 'Köprü ve otoyollar benim. İstediğim
aracı geçirir, istemediğim aracı geçirmem mi' diyecekti! Tabii ki hayır! İyi de
bu kanalları, sahibi olduğu platformdan çıkarmakla araçları köprüden geçirmemek
aynı şey değil mi? Emin olun ikisi de aynı şey! Bu hukuksuz uygulamayla ilgili
karartılan televizyonların yöneticileri nasıl bir yol izler bilemem. Ama burada
muhalefetin (CHPnin, MHPnin ve HDP'nin) tavrı son derece önemli olacak. Çünkü
Digiturkten atılan bu kanallar, muhalefetin sesini halka duyuran ve sayıları
iyice azalan yayın kuruluşlarıydı. Zaten başlarına ne geldiyse de bu yüzden
geldi! 1 Kasım seçimlerine 20 gün kala susturuldular. Yani muhalefet düşünsün!
10 gün önce de Tivibu, aynı kanalları platformundan atınca yazmıştım. 'Bu işi
RTÜK çözer' diye. Ancak ne RTÜK ne de muhalefet üzerine gitti. Şimdi açık açık
bir kaz daha belirteyim. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kanunu'nun 29'uncu
maddesi diyor ki: 'Platform işletmecileri medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara
tarafsızlık ve hakkaniyet ölçülerinde, makul ve ayrımcılık içermeyecek
koşullarda hizmet vermek zorundadır.' Yine RTÜK'ün yönetmeliğinde uydu ve
platform hizmeti veren kurumlardan televizyonlar arasında hizmet bedeli ayırımı
yapılmaması, rekabet ortamının ve çoğulculuğun güvence altına alınması, kamu
menfaatinin korunması, adil ve şeffaf olunması isteniyor. Digiturk, tarafsız ve
adil değil. Ayrımcılık yapıyor. Kanuna aykırı hareket ediyor. Haksız rekabete
yol açıyor. Ve en önemlisi, halkın haber alma hürriyetini de kısıtlıyor. Yani
suç işliyor! Yasa gereği Türkiye'de televizyonların özgürce yayın yapabilme ve
izleyiciye ulaşabilmesini sağlama ve denetleme görevi RTÜK'te. Dolayısıyla
RTÜK, muhalif kanalların karatılmasını, susturulmasını ve platformlardan
atılmasını seyredemez! Eğer seyretmeye devam ederse, bu platformlara iletim
lisansını veren RTÜK üyeleri de suça ortak olur! Kanunda da açıkça belirtildiği
gibi ilgili kanuna aykırı hareket eden platformlann lisansını iptal etmeleri
gerekiyor. Örneği yok mu? Var!2014 yılında D-Smart Sinema TV'yi platformdan
çıkarmak istemiş, iş RTÜK'e kadar uzanmıştı. RTÜK önüne gelen bu anlaşmazlık
karşısında 6112 sayılı kanunun kendisine verdiği yetkiyi kullanmış ve D-Smart'a
'Gücünü kötüye kullanamazsın, istediğin kanalı platformdan atamazsın. Yoksa
sonucuna katlanırsın' demişti. Şimdi ise çok daha vahim bir durum var
Türkiye'nin en çok seyredilen 7 kanalı platformdan atılıyor. RTÜK'ün tek yapması
gereken ise sadece bu kanunu uygulaması... Çünkü Türkiye'de radyo ve televizyon
kurulabilmesi, bunların yayıncılık yapabilmesi, bu yayınların denetlenmesi,
radyo ve televizyonların özgürce yayın yapabilmesi, kanunların işletilmesi
vazifesi RTÜK'e verilmiştir. 'AKP her tarafı ele geçirdi, RTÜK ne yapacak,
nasıl yapacak demeyin? Çünkü şu anda AKP'nin azınlıkta olduğu tek kurum RTÜK.
CHP MHP ve HDP'li üyeler RTÜK yönetiminde çoğunlukta. Zaten yapmaları gereken
de bir şey yok! Kanunu uygulasalar yeterli... Yine muhalefet bilir tabii!"
ii. 16/10/2015 tarihli "Sıkıysa
Yaz, Çiz ya da Konuş!" başlıklı yazı
"RTÜK kamuoyunun merakla beklediği kararı
verdi. Digitürk ile beraber 7 kanala sansür uygulayan Tivibu,Turkcell TV, Kablo
TV, Teledünya platformlarını uyardı. RTÜK özetle diyor ki: 'Sizin televizyon
kanallarını platformdan çıkarma yetkiniz yok. Bu kanunsuz işlemi derhal
sonlandırın.
Hem demokrasimiz hem basın özgürlüğü hem
halkın haber alma hakkı açısından tarihi bir karar! Muhalefeti temsil eden
öyelerin 5'e 4 oyçokluğuyla aldığı bu karara, Başbakan Yardımcısı Y.A. hemen
tepki gösterdi. A. 'Bu karar siyasidir. Herhangi bir yaptırımı da
bulunmamaktadır' açıklaması yaptı! Nasıl yani? İktidar baskısıyla 7 kanalın
platformlardan atılması mı siyasi, yoksa televizyon yayıncılığı konusunda
kanunu uygulayan RTÜK'ün kararı mı? Sanırım Y.A. RTÜK Kanunu'nu bilmiyor!
İlgili kanunun 29'uncu maddesini ve bu maddelerin fıkralarını okumuş olsa
bunları söylemez, söyleyemez! Ama niyetleri belli! 1 Kasıma kadar işi yokuşa
sürüp, Kanaltürk, Bugün ve Samanyolu gibi geniş kitlelere ulaşan televizyonları
susturmuş olacaklar. Çünkü bu kanallar, yayın akışlarında muhalefet partilerine
en fazla yer veren televizyonların başında geliyor. Böylece tv yayınlarını bu
platformlardan izleyen yaklaşık 5 milyon hane, muhalefetin sesini
duyamayacak."
iii. 20/10/2015 tarihli ve "Eşkıya
Uyduya Hükümdar Olmaz!" başlıklı yazı
"Dünya, Mars'ta su buluyor, AKP ise uzay
boşluğunda sansür! Platformlardan sonra Türksat da hizmet verdiği muhalif
kanalları atmak için utanç verici bir adım attı. Kanaltürk ve Bugün TV'ye bir
yazı gönderen Türksat, bir ay içinde iki kanalı uydudan çıkaracağını bildirdi!
Ancak bu iş öyle kolay değil! Türkiye'de 50 milyon hane olduğu düşünülen
izleyicilerin yüzde 80'i kanalları Türksat uydusu üzerinden seyrediyor. Tüm
platformların payı ise yüzde 18 civarında. Bu şu anlama geliyor: Zaten
platformlardan çıkarılan Kanaltürk ve Bugün TV, uydudan da çıkarılırsa
izleyiciye ulaşamayacak. En azından onların hesapları böyle! Twitter'ı
kapatamadıkları gibi tv kanallarını sansürlemek mümkün değil; çünkü Avrupa
uyduları üzerinden izleyici pekâlâ bu kanalları izleyebilir! Peki, Türksat'ın
istediği kanalı izleyiciye iletip, istemediği kanalı uydudan çıkarma hakkı var
mı? Hakkı da yok yetkisi de. Türkiye'de televizyonlara yayın lisansını RTÜK
verir. Türksat ve platformların kanundaki işlevi ise RTÜK'ten lisans alan ve iletim
bedelini ödeyen her yayını sorgusuz sualsiz izleyiciye ulaştırmaktır. Bir
kanalın lisansını iptali ancak kesinleşmiş mahkeme kararıyla mümkündür. Yani
bütün hukuki süreçler bitmiş olmalı! Bir televizyonun kapatılmasıyla ilgili
önce mahkemeye dava açılması ve bu davanın mahkeme tarafından sonuçlandırılması
gerekir. Sonra bu kararın Yargıtay'da onanmış olması şarttır. Ama bu da yetmez!
Anayasa Mahkemesi'nin de bu kararları hukuka uygun bulması gerekir. Sonrasında
RTÜK, devreye girer ve kararı uygulayarak o TV'nin lisansını iptal eder. Ama
Kanaltürk ve Bugün TV ile ilgili bırakın kesinleşmiş bir mahkeme kararını henüz
açılmış herhangi bir soruşturma ya da dava yok! Ha burası Türkiye! Birileri
'Kanun benim nasıl olsa! Ben yaptım oldu' şeklinde mafya mantığıyla hareket
edip bu kanalları Türksat'tan çıkarabilir mi? Çıkarır ama bunun bedelleri de
çok ağır olur. Birçok suçu aynı anda işlemiş olurlar ama öncelikle anayasayı
ihlal suçundan yargılanırlar. Devlet de bu kanallara büyük miktarda tazminat
ödemek zorunda kalır. Kısaca eşkıya uyduya hükümdar olmaz! Muhalif kanalların
TÜRKSAT'tan atılması düşüncesi yeni değil. 7 Haziran'dan önce de iktidar
partisi AKP'nin böyle bir girişimi olmuştu. Ankara Başsavcılığı, RTÜK'e bir
yazı göndererek TÜRKSAT'tan bazı kanalların çıkarılmasını istemişti. RTÜK
'böyle bir işlem için mahkeme kararı gerekli' diyerek savcılık talebin işleme
koymamıştı. Şimdi birileri RTÜK'ü bypass edip direkt TÜRKSAT'tan bu işi
bitirmek istiyor..."
iv. 20/11/2015 tarihli "Cemaatin Malı Deniz, Yemeyen
Keriz" başlıklı yazı
"Bugünler de geçer! Şahıslara yapılan
hukuksuzluklar, gözaltılar, tutuklamalar er ya da geç telafi edilir. Devir
değişir, devran döner, bu hukuksuzluğu yapanlar ve alet olanlar adalet önünde
hesap verir. Cezası neyse çeker ve çıkar! Devlet hata yapmış ise özür diler,
kul hata yaptığı kişiden helallik ister. Yani bu yaşananlar bir şekilde sineye
çekilir, belki de tatlıya bağlanır! Ancak zulüm yapmanın ve kul hakkı yemenin
bu dünyada telafisi imkânsızdır. Son bir yılda yapılanlara bakıldığında kulun
affetmesinin yeterli olmayacağı gasplar yaşanıyor!
Toplu zulümler yapılıyor. Devlet önce
Bankasya'yı batırmak istedi, başaramayınca el koydu! Kanaltürk, Bugün TV, Bugün
ve Millet gazetelerinin de içinde olduğu İpek Koza Grubu'nakayyum atadı.
Samanyolu Grubu'nun tüm TV kanallarını uydudan attı. Önceki gün de Kaynak
Holding'i kayyum ile gasp etti. Bu süreçte binlerce kişi işten atıldı; evine aş
götürmekte zorlananlar var. Görüştüğüm geçen dönemin önemli isimlerinden bir AK
Partili büyüğüm 'Savaş hali' diyerek yaşananları 'kişisel' olarak onaylamasa da
vicdanını bu sözle rahatlatıyor. Oysa savaşlarda bile işletilmesi hem İslam
dini hem de evrensel hukuk tarafından yasaklanmış bir dizi mal-mülk gaspı ne
yazık ki ülkemizde kolayca uygulanıyor. Hem de devletin tüm imkânları seferber
edilerek planlı ve sistematik bir şekilde bir topluluğun ya da inanç grubunun
mülkleri gasp ediliyor. Türk tarihinde bunun örneği yoktur! Ne Selçuklularda ne
Osmanlı'da ne de Türkiye Cumhuriyeti'nde böyle bir hukuksuzluk uygulandı!
Savaşla fethedilen topraklarda bile şahıs mallarına devlet el koyamazdı. Çünkü
savaşlarda şahsın mülkiyet hakkı, can güvenliğinden bile önde gelirdi. Savaşa
giden ordular, bırakın düşmanının malını gasp etmeyi, tarlasındaki meyveyi
'haram' diyerek yemekten çekinirlerdi. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte, eski
rejimi 'düşman' olarak ilan eden yeni rejim buna rağmen vatandaşın malına
çökmemiştir. Ha, 1930'larda gayrimüslimlere ait bazı vakıflara el konulması, bu
milletin vicdanında derin bir yaraydı. Bu hukuksuzluğun yıllar sonra yine AKP
tarafından telafi edilmesi ne kadar takdire şayan ise aynı partinin bugün
cemaat mallarını gasp ediyor olması bir o kadar da fecaattir! İşin en korkuncu
ise ne biliyor musunuz? 'AKP-Cemaat Savaşı var" diyerek cemaate yakın kişi
ve kuruluşlarının mallarını kendilerine helal görenlerin giderek çoğalması.
Genlerimize kadar işleyen ve bugün toplumu kemiren yolsuzluk ve rüşveti normal
hale getiren 'Devlet malı deniz, yemeyen keriz' anlayışının 'Cemaat malı deniz,
yemeyen keriz' görüşüne dönüşmesi..."
v. 26/2/2016 tarihli ve "Üst
Aklın Cemaati Yok Etme Projesi!" başlıklı yazı
"YPG'yi terör örgütü olarak görmeyen ABD
Adalet Komisyonu, Müslüman Kardeşlerin terör örgütü olarak tanımlanmasını isteyen
tasarıyı kabul etti. Müslüman Kardeşler, diğer adıyla İhvan, siyasi kolu da
olan bir cemaat... 1928'de Mısır'da kurulan İhvan, düşünce misyonunu İslam
âlimi Hasan el-Benna'dan, aksiyon motivasyonunu ise Seyyid Kutub'dan aldı.
1940'larda, 1950'lerde birtakım komplo ve iftiraları saymazsak (Geçmişte
İhvan'la yollarını ayırıp silahlı mücadeleye giren gruplar hariç) şiddet ve
terörle yan yana gelmedi...Ilımlı İslam'ın temsilcisi olarak şiddetle arasına
mesafe koyan ve siyasette demokratikleşmeyi savunan İhvan, 2010'da başlayan
'Arap Baharı' sürecinde Mısır'ın demokrasi denemesinde önemli bir rol üstlendi.
Mısır'da 2011'de zorla sokulduğu seçimlerde önemli bir oyla iktidara geldi.
Ancak 2013'te Müslüman Kardeşlerin siyasi lideri Mursi, Sisi tarafından askeri
darbeyle indirildi. İhvan, bu darbede binlerce taraftarı katledilmesine rağmen,
tek bir şiddet eylemine başvurmadı. Darbeden sonra çıkanlan kanunlarla İhvan
taraftarları tutuklandı, çoğunun malvarlıklanna el konuldu, üst düzey
yöneticileri de idama mahkûm edildi. Ancak bütün bu zulümleri 'ya sabır'
diyerek sineye çektiler...Müslüman Kardeşleri, Türkiye'de Gülen Cemaati'ne
benzetenler çok! Bu karşılaştırma ilk bakışta doğru gibi gürünse de aslında çok
yanlış? Hem siyasi ve İslami anlayış olarak hem de yapılanma şekliyle İhvan,
Erbakan'ınöncülüğünü yaptığı Milli Görüş hareketine ve MSP'ye benzer. İki
görüşün birbirinden etkilendiği de bir gerçektir...
Siyasal İslam'ı benimsemeyen Gülen Cemaati'nin
İhvan ile tek benzerliği, son yıllarda ikisinin de maruz kaldıkları hukuksuzluk
olsa gerek! Bugün Mısır'da İhvan, Türkiye'de ise Gülen Cemaati 'terör örgütü'
suçlamasıyla itham ediliyor. İhvan'ın Mısır'da pençeleştiği adaletsizliklerin
bir benzerini 'Cemaat' de Türkiye'de yaşıyor. Farklı iki islam coğrafyasında düşünce,
anlayış ve metot olarak birbirine hiç benzemeyen iki dini hareket, kendi devlet
mekanizmaları tarafından ait olduğu topraklarda 'terör örgütü' olarak
kategorize edildi. Yahudi lobisini arkasına alan Sisi, ABD'de İhvan'ı terör
örgütü ilan ettirecek bir adım attı! Erdoğan da ABD nezdinde hem de defalarca
'Cemaat'in terör örgütü ilan edilmesi için girişimde bulunmuştu. Ancak ABD,
Türkiye'nin tezlerini 'delilsiz' bularak kulak asmayınca, bu kez devreye Yahudi
avukatlar grubu girdi. Şimdi onlar Cemaat'i terör örgütü' ilan ettirme görevini
üstlendi... Bakalım Yahudi dostlarının da yardımıyla Türkiye, Gülen Hareketi'ni
bu kategoriye sokmayı başarabilecek mi? İki hareketin aynı zaman diliminde
başına gelenleri yan yana koyduğumuzda, gel de bunun ardında 'uluslararası bir
üst akıl' arama... Ne dersiniz?"
vi. 20/10/2016 tarihli "Fuat
Avni Yeter, Kandırma Milleti!" başlıklı yazı
"Fuat Avni'ye ben kısaca 'gulyabani'
diyorum! Yazdıklarını da 'hayal mahsulü' olarak görüyorum. Ama iki yıldır
milleti 'keklemek'te pek bir mahir. 1 Kasım'a kadar 'AKP bitti bitiyor, işin
sonu Saray'da selfie' türünden tweet'leriyle milleti üttü durdu! İki ay sonra
ortaya çıkınca yüzlerce küfür yedi yazdıkları çıkmayınca madara oldu. Ha,
hakkını yemeyelim, 'içeri'den haber aldığı dönemlerde önceden yazdığı birçok
operasyon tweet'i gerçek çıktı. O da bunun getirisiyle hayal satıcılığı yaptı!
Gerçi 1 Kasım'da yazdıkları çıkmayınca madara oldu. Zaten bu yüzden de
ortalıkta yoktu! Sözcü yazarı E.Ç.nin 'Neredesin Fuat Avni?' yazısından sonra
gaza gelmiş olacak ki önceki gece tekrar yazmaya başladı… Rakamlarla FETÖ'de
büyük çöküş gulyabani ilan etti. Yine hedefinde Saray vardı… Attıkça
attı!Erdoğan ile Davutoğlu arasında, onun bahsettiği türden çatışma var mı
bilemiyorum... Ama Erdoğan muhalifleri, boşuna bu 'gulyabani'nin sözlerine umut
bağlamasın! Yoksa yine büyük hayal kırıklığı yaşarlar. Benden söylemesi…"
22. Başvurucunun Twitter
isimli sosyal medya platformundaki paylaşımlarından iddianamede yer verilenler
şöyledir:
- 4/7/2013 tarihinde: "Beklenen
gelişme! Mısır'daki askeri darbeden sonra bazı yazarlar, yine-yeniden Erdoğan'a
bak senin de sonun böyle olur demeye başladı"
- 3/9/2015 tarihinde (fuatavni
ile ilgili olarak): "Gulyabani yine
çıkmış sallıyor ama fena saçmalıyor, nasıl olsa kandıracağı yüzde 50.5
var!"
- 3/9/2015 tarihinde: "Yemin
ederim, gulyabani gibi oldu bu yaratık geceleri çıkıyor."
- 6/3/2016 tarihinde: "Cemaatin
polisi, askeri, savcısı olmamalı! Polisin, askerin, savcının da cemaati
olmamalı ama insaflı olmalı"
- 15/3/2016 tarihinde (BBC'nin "Cemil
Bayık Times'a konuştu: 'Erdoğan'ı ve AKP'yi devirmek istiyoruz" şeklindeki
paylaşımı üzerine): "Demokrasiyi terör
örgütüne boğdurmayız"
- 2/6/2016 tarihinde: "Ey
Fuat Avni; kimsen çık ortaya! Cemaatten mi? MİT'ten mi? İn misin cin mi?
Sarayda mısın? Köşkte mi?"
- 18/7/2016 tarihinde: "Hainler
halkı vurun diyor işte kan donduran yazışmalar"
23. İddianamede; başvurucunun 2013 yılı Aralık ayı itibarıyla
Bank Asyadakipara olmayan hesabına 2014 yılı Ocak ayından itibaren 15.956
TL'den başlayıp 2015 yılı Aralık ayı itibarıyla 57.757 TL'ye varacak şekilde
para yatırmış olduğu belirtilmiştir.
24. İddianamede, Fuatavni
adlı FETÖ/PDY ile iltisaklı Twitter
hesabından 17/2/2014 tarihinde "17
Aralık operasyonunda sonra tamamen dizayn edildi. HT [Habertürk TV] Genel Yayın Yönetmeni O.U. görevinden alınıp izne
gönderildi. ; Haber müdürü C.U. pasif bir göreve atandı. G.Y.Y [Genel
Yayın Yönetmeni] yardımcısı Abdullah Kılıç
haberden uzaklaştırılarak Show Tv'ye gönderildi..." şeklinde tweet atıldığı, böylelikle başvurucunun
FETÖ/PDY tarafından sahiplenildiği ileri sürülmüştür.
25. İddianamede yer alan tanıkların soruşturma aşamasındaki
beyanları şöyledir:
i. Tanık M.Y.nin beyanı
"Ben 2014 yılı Temmuz ayında Habertürk
televizyonunda haber editörü olarak çalışmaya başladım işe girmem benim
tanıdığım olan ve kanal sahibinin de yakın tanıdığı olduğunu bildiğim F.S.
aracılığı ile işe başlamıştım. İşe başladığımda haber müdürü C.U., haber
koordinatörü Abdullah Kılıç genel müdür ise O.U.ydu. İşe başladıktan kısa bir
süre sonra kanalda o dönem cemaat tabir edilen gruba mensup bir yapılanmanın
olduğunu fark ettim. Hatta bu durumu zaman zaman açıktan dile getirdim. Normal
işte sabah 9.00 9.30 gibi haber toplantısı yapılır. Yapılan bu toplantıya
editörler, birim şefleri, haber koordinatörü haber müdürü ve genel yayın
yönetmeni katılır. Genel yayın yönetmeninin olmadığı durumda onun yerine haber
koordinatörü onun görevini yerine getirir ve bu toplantıda muhabirlerin sahada
yakaladıkları haberleri birim şefleri aracılığıyla sunması toplantıya
katılanların görüşlerinin alınması nihayetinde genel yayın yönetmeni veya
yerine toplantıya katılmış olanın onayı ile yapılacak haberler ile ilgili
kararlar verilir. Kararlar alındıktan sonra birim şefleri aracılığı ile
muhabirlere dağıtım yapılır ve haberlerin hazırlanmasına geçilir. Çalıştığım
dönemde 17/25 Aralık sürecini kanalda yaşadım. Bu dönemde yine aynı kanalda
çalışan yukarıda isimlerini verdiğim Abdullah Kılıç'ın onayından geçmeyen
hiçbir haber girme imkanı yoktu. Bu kişilerde karşılaştığım birkaç örnekten
anladığım üzere bahsettiğim cemaat tabir edilen yapılanmanın amacı
doğrultusunda haberler yapılmasını sağlamaktaydı. Benim hatırladığım ve böyle
bir yapılanma olduğunu öğrendiğim örneklerden bazılarını anlatmak isterim.
17/25 Aralık sürecindenönceki dönemdeHakkari'de bahar aylarında terörün
olmadığı, çözüm sürecinin faydalı olduğu, şehit haberlerinin gelmediği
vatandaşın dağlarda piknik yapabildiğine ilişkin görüntülü bir haber geldi. Ben
haberin yayınlanmasını istediğimde Abdullah Kılıç bu haberin yayınlanmasına
istemedi. Doğrulatmamız gerektiğini söyledi. Ben de görüntüleri olan güncel ve
ajansın onayından geçmiş bir haberin doğrulanmasına gerek olmadığını, bu
haberindoğrulamasının arandığı takdirde kanalda birçok haberin
yapılamayacağını, bu durumun olağan işleyişe aykırı olduğunu söyledim. Çok
ısrarım üzerine normalde çözüm süreci şartlarında 10-15 dakika işlenmesi
gereken haber 30 saniye kadar etkisiz işlendi…17/25 Aralık sürecinde bu
yapılanmayı net olarak görme imkanım oldu.17 Aralık günü sabah saat 9 gibi ben
işe geldim. Normalde Abdullah Kılıç O.U. ve C.U. daha geç saatlerde gelmelerine
rağmen o gün erkenden gelmişlerdi. Yine normalde odalarında olup telefonla
işlerini yürütmelerine rağmen o gün editör masasında bizzat bulundular ve
yönettiler. Ellerinde 17 Aralık'la ilgili fezleke PDF ortamında vardı. Ben ve diğer
editörler bu fezlekeye bakmak istediğimizde göstermediler o arada B.C. adliye
muhabiriydi ve tüm veriler B.C. üzerinden gelmekteydi. Hatta Abdullah Kılıç
O.U., C.U. da bize 'B.C. bir son dakika bilgisi veriyorsa mutlaka girin, o
Doğrusunu verir.' şeklinde talimatları vardı. 17 Aralık fezlekesinin sabahın o
saatinde elde olması haberciliğin olağan akışına aykırı bir durumdu. Yine 25
Aralık sürecinde akşam 17 bülteninin sorumlu editörü bendim lütfen devam
ederken ekranda 25 Aralık fezlekesi ile ilgili gözaltı kararı verildi. Son
dakika haberinde 'aralarında başbakanın oğlunun da olduğu çok sayıda iş adamı
hakkında gözaltı kararı verildi' şeklinde son dakika bandı vardı. Benden
habersiz normalde bu haberi girmesi mümkün değildi. Ben görünce yanımda bulunan
C.U.yakimin girdiğini sordum. Haberi olup olmadığını belirtip O.U.'ya sormanı
söyledi. O.U.yu aradım. Haberi olmadığını belirtti. Abdullah Kılıç'a sormamı
söyledi. Abdullah Kılıç da bilmediğini söyledi. Bu konu ile ilgili Anadolu
Ajansı'ndan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bu gözaltı kararlarının
olmadığına dair resmi açıklama geldi. Gözaltı kararı haberini ilk bizim kanal
duyurmuştu. Bu konuyla ilgili Abdullah Kılıç, O.U., C.U. ile tartışmalar
yaşadım. Başsavcıdan açıklaması da diğer tüm kanallarda yayınlanmasına ve
Anadolu Ajansı'nın resmi sitesinde düşmesine rağmen Habertürk'te verilmedi. Ben
haberin verilmesini istedim. Ancak C.U. haberin adliye muhabiri olan B.C.den
doğrulatılmasını istedi. Ben B.C.ye ulaşamadım. Açıklama başsavcılığın resmi
internet sitesinde de yayınlanınca haberi vermek zorunda kaldılar.
Bahsedilen gözaltı kararı Habertürk dışında
ana akım medya olarak tabir edilen CNN, NTV gibi hiçbir kanalda verilmedi. Yine
17 Aralık sürecinden sonra benim sorumlu yayın editörü olarak görevli olduğum
bir bültende yayına bağlanan muhabir Hakan Şükür'ün istifa mektubunu okudu.
Sadece bizim kanalda okundu. Ben okuyan muhabire yayını kesmesini mektubu
okumamasını ısrarla söylememe rağmen devam etti. Hatta ben reji üzerinden
muhabiri yayından almak istediğimde O.U. yanıma gelerek okumaya devam etmesini
yayının bu şekilde durdurulmasının uygun olmadığını söyledi. Mektubun içeriği
manifesto niteliğindeydi sonradan o mektubu yurt dışına kaçmış olan F.M.nin
hazırladığı yönünde bilgiler ortaya çıktı. Basın camiasında herkes birbirini
tanır. Somut delil olmasa dahi söylentiler dolaşır. Bir dönem TRT'nin FETÖ'nün
eline geçtiğini herkes bilmekteydi. Hatta basın camiasında cemaatten değilsen
TRT’ye başvurma şeklinde söylentiler de dolaşırdı. Yine yukarıda bahsettiğim
isimlerin de örgüt mensubu olduğunu basın camiasında çalışan herkes söylerdi.
Şu anda aklıma gelmeyen çok sayıda anlattığım örneklere benzer haberler,
olaylar çalıştığım dönemde yaşandı. Hatta F.M., B.K., M.K. ve benzeri örgütün
tanınmış basın elemanlarını o dönemde çeşitli bahanelerle sık sık Habertürk
ekranlarında çıkartmaya başladılar. Benim çalıştığım dönem ile ilgili bildiğim
ve gördüğüm bunlardan ibarettir."
ii. Tanık S.K.nın beyanı
"Ben Habertürk televizyonunda 2013 yılı
Şubat ayı ile Kasım ayları arasında kültür sanat editörü olarak çalıştım. Benim
bağlı olduğumbirimin sorumlusu Abdullah Kılıç idi. Abdullah Kılıç yaptığımız
haberlerin özellikle bugün FETÖ olarak adlandırılan o gün cemaat tabir edilen
grubun lehine olması yönünde çalışırdı. Bu yönde yapılan haberleri süzgeçten
geçirirdi. Benim hatırladığım o dönemde Fethullah Gülen'in şiirleri ile ilgili
bir albüm çıkmıştı. Bu albümü mutlaka tanıtmamız gerektiğini söyledi. Hatta ben
sanatsal değeri çok yüksek olan başka haberler olduğunu söylememe rağmen bunu
mutlaka yapmalıyız dedi yine benim gitmiş olduğum programlarda örneğin N.A. ile
gitmiş olduğum programda ısrarla cemaatin dershaneleri ile ilgili soru sormamı
benden istedi. Yine bir gün A.F.Y.yi Abdullah Kılıç'ın odasında gördüm. Benim
gördüğüm esnada Abdullah Kılıç ayağını masaya uzatmıştı. yine hatırladığım bir
haber toplantısında Uludere olayı sonrası devlet tarafından yaralananların veya
ölenlerin ailelerine tazminat ödeniyordu. Bu esnada bir gazinin'ben devlet için
bacağımı verdim, devlet teröristlere bizden daha çok sahip çıkıyor.' şeklindeki
bir görüntüsü kamera ile çekilmiş idi. Ben bu konuyu eleştirip şu anda çözüm
süreci var devlet terörü bitirmeye çalışıyor şeklinde söylediğimde Abdullah
Kılıç 'çözüm süreci zaten bitecek bu haberi girelim' şeklinde bayanlarda
bulundu. Abdullah Kılıç ile birlikte O.U., R.B., C.U., Z.K. gibi isimler de
aynı kurumda çalışıyordu. Çalışmaya başladığımızda bir süre sonra bugün örgüt
kabul edilen FETÖ’ye mensup bu bahsettiğim kişilerin faaliyetleri hissedilir
şekilde görülüyordu. Bunu somut bir şekilde gözle görmek mümkün değildir. Ancak
örneğin 7 Şubat MİT krizinde Habertürk ekranlarında gerçekte olmadığı halde
geçen son dakika haberlerinden ve 17 Aralık günü alışılmışın aksine C.U.,
O.U.,Abdullah Kılıç'ın sabah 7 gibi kanala gelmiş olmalarından anlayabiliyoruz.
Ben o dönemde çalışmıyordum. Ancak bu şekilde olduğunu gerek çalıştığım dönemde
gerekse ayrıldığım dönemde arkadaşlardan defaatle duydum. Zaten çalıştığım
dönemde bu kişilerin özellikle O.U.nun odasında sık sık toplandıklarını zaman
zaman biz içeri girdiğimizde de konuştukları konuyu değiştirdiklerini gördüm.
Çalışılan süreç içerisinde belli kişilerin FETÖlehine faaliyette bulundukları açık
şekilde çalışanlarca anlaşılmasına rağmen bu konular ile ilgili somut bir delil
elde etme imkanı yoktur. Ancak orada çalışan kişiler bu olayı rahatlıkla
algılayabilirler. Hatırladığım kadarıyla Necip Fazıl'ın Adnan Menderes'ten
yardım istemesi ile ilgili 2 Ocak 2013 tarihinde Abdullah Kılıç imzası ile bir
haber yapılmıştı. Bu haber sonrasında Abdullah Kılıç 'Tayyip bey şimdi nasıl da
küfür ediyordur üstadını nasıl da yerle bir ettim' şeklinde söylemlerde
bulunuyordu. Bunu keyif alırcasına yapıyordu. Normalde böyle bir haber gazete
manşetinde çıkmaz. Ancak bu haber manşet yapılmıştı. Bu şekilde yukarıda
bahsettiğim kişiler kendilerinden olmayan kişilere rahat çalışma imkanı
tanımazlardı. Sonuçta 17 Aralık sürecinden bir ay kadar önce grubun başında
olan F.S.nin beni işe almasına rağmen sebepsiz yere işime son verildi."
iii. Tanık Ö.T.nin beyanı
"Değişik kanallarda çalıştıktan sonra
2013 yılının Ocak ayında Habertürk televizyonunda editör olarak başladım. 2014
yılı şubat ayında tekrar ayrıldım. Habertürk'te çalıştığım dönemde O.U. yayın
koordinatörü, A.K. haber koordinatörü, C.U. haber müdürü B.C. adliye muhabiri
olarak görev yapıyordu. Çalıştığım süre içerisinde O.U.nun yayın
koordinatörlüğünden genel müdür pozisyonuna geçti. Çalıştığımız ortamda ve medya
camiasında insanlar büyük oranda birbirlerini tanırlar. Yukarıda ismini
bahsettiğim insanların da bugün FETÖ olarak adlandırılan o gün cemaat tabir
edilen grubun içerisinde olduğu yönünde geniş bir kanaat vardı. Gününü tam
olarak hatırlamıyorum ancak benim saat 13 bülteninden sorumlu olduğum bir
dönemde Abdullah Kılıç Fethullah Gülen'in vaazlarındanüç dört dakikalık bir
bölümü keserek internetten indirip haberde vermemi istedi. Haberin metni de
hazırdı. Bize gelen haberlerin metin kısmını kontrol ederiz o haber hazır
gelmişti. Ben o haberi girdim. Bu haber bir iki bülten verilip kaldırıldı zaman
zaman bu şekilde haberleri Abdullah Kılıç ve C.U. bir iki bülten yaptırıp sonra
tüm sistemden sildirirlerdi. Bu haberlerin verilmesinden biz bir yerlerden aldıklarını
anlardık.
17 Aralık 2013 günü Gün Ortası bülteninde
görevli olduğum bir esnada İstanbul'da büyük operasyon şeklinde üst başlık
gelmişti. Ben bunu İstanbul'da operasyon şeklinde verdim. C.U. hemen gelerek
müdahale edip büyük operasyon şeklinde vermemizi sağladı. O günlerde
İstanbul'da yolsuzluk ve rüşvet operasyonu veya İstanbul'da büyük operasyon
şeklinde başlıklar değişiyordu. Biz de bu durumdan üst kademede o an için
tartışma kimin baskın olduğu şeklinde fikir yürütüyorduk. Çalıştığımız ortamda
O.U. ve Abdullah Kılıç'ın odaları ayrıydı. Biz masada çalışıyorduk zaman zaman
C.U. yanımızdan ayrılıpO.U. ve Abdullah ile odada toplanırlardı yine şu anda 2
sayfadan ibaret ‘İstanbul'da yürütülen operasyonda yeni görüntüler var’
şeklinde başlayıp yine ‘iddiaya göre ayakkabı kutusundaki bu paralar Halk
Bankası genel müdürü S.A.nın evinde yapılan aramada bulundu. Yapılan
araştırmada paraları taşıyan kişinin de soruşturmanın kilit isimlerinden
işadamı R.S.nin üyesi olduğu öne sürüldü’ şeklinde biten bir haber metni birkaç
bülten girildi. Bu haber 10-15 saniyelik bir görüntüye dayandırıldı. Görüntüde
durdurulmuş bir taksi inceleme yapan bir polis memuru bagajda ayakkabı kutusu
ve paralar vardı. Haber metnini C.U. bizim yanımızdan ayrılarak istihbarat şefi
olan R.B.nin odasında yazdı. Habercilik tekniği olarak 10-15 saniyelik bir
görüntüden böyle bir metin yazmak mümkün değildir. Kanaatimce haberin bu
şekilde yapılması için C.U.ya birileri hem görüntü hem de metni söyledi. Yine
benim hatırladığım Hakan Şükür'ün istifa ettiği dönemde NTV'de alt yazı olarak
Hakan Şükür Partisi'nden istifa etti şeklinde son dakika geçti. Diğer
kanallarda da benzer haber verildiği halde Habertürk'te Hakan Şükür'ün istifa
mektubu O.U. tarafından Ankara'dan canlı olarak yayına bağlanan muhabire
tamamen okutuldu o dönemde O.U. genel müdürdü. Bu tür haberlere doğrudan
müdahil olmayıp Abdullah Kılıç'a sorulmasını söylerdi. Ancak bu habere doğrudan
müdahale etti bir süre sonra basından Hakan Şükür'ün istifa mektubunun
kendisinin kaleme almayıp cemaat tarafından kaleme alındığı şeklinde haberler
çıktı. Ben buna benzer hatırladığım çok sayıda olayların yaşandığını
biliyorum."
iv. Tanık Y.Ç.nin beyanı
"Radikal gazetesinden Abdullah Kılıç
kuruma haber koordinatörü olarak atandı. Abdullah Kılıç'ın gelmesinden sonra
kurum örgütün haber kanalı gibi çalışmaya başladı. Zaman zaman olmamış olayları
son dakika olarak girer olay sonra gerçekleşirdi. Abdullah Kılıç geldikten
sonra C.U.yu da getirdi. O.U., C.U. ve Abdullah Kılıç sürekli kendi aralarında
zaman zaman toplantılar yaparlardı. Abdullah Kılıç geldikten sonra çalışanlar
arasında o dönem cemaat tabir edildiği için 'cemaat istediği şekilde haberler
yapılacak cemaat aleyhine haberler yapılmaz bu adamlar cemaatçi' şeklinde bir
psikolojiye çalışanlar girdiler. Abdullah Kılıç sürekli o dönem için darbe
mağdurları ile ilgili röportajlar yapılmasını istedi. Burada Ergenekoncuların
darbe yapmaya çalışan insanlar olduğunu, darbenin çok kötü olduğunu yapılan
soruşturmaların da bu yönüyle desteklenmesi gerektiğini ifade ederdi. Bu
şekilde süreç devam etti. Abdullah Kılıç geldikten bir süre sonra yaşadığım bir
olayı ayrıca anlatmak istiyorum. Kamuoyunda 7 Şubat MİT krizi olarak bilinen
dönemde Abdullah Kılıç beni arayarak 'hemen yayına bağlanıyorsun MİT Müsteşarı
Hakan Fidan'ın TK… numaralı uçak ile 14 numaralı koltukta ifade vermek üzere
İstanbul'a yola çıktığını söylüyorsun' şeklinde söyledi. Ben kabul etmedim.
İstihbaratını alıp ve teyit etmediğim bir bilgiyi canlı yayında söyleyemem.
İstihbaratını aldıysanız siz söyleyin ya da sizden aldığım bilgiyi aktardığımı
söyleyerek canlı yayına bağlanırım dedim. Abdullah Kılıç 'emrediyorum
söyleyeceksin, yoksa seni işten atarım' şeklinde söyledi Ben kabul etmedim.
Sonrasında olay kendisinin getirdiği M.G. isimli muhabir aracılığıyla kanalda
yayın yapıldı. Akabinde K.T. beni aradı 'bu bilgiyi sen mi verdin bana öyle
aktarıldı' dedi. Ben de bu konuda bilgim olmadığını K.T.ye söyleyip olanları
anlattım.Bu olaya kadar K.T. yayınlara karışmazdı. Bu olaydan sonra olaylara el
koyup hiçbir son dakika bilgisinin kendisinin haberi olmadan geçilemeyeceği
talimatı verdi yine K.T.nin devreye girmesi ile beni işten atamadılar. Bu
olaydan sonra K.T. örgüt adına manipülasyonlara izin vermemeye çalıştı… süreç
bu şekilde devam ederken Abdullah Kılıç ve O.U.nun beni pasifize etmesi sonucu
ben kanaldan gazeteye geçmek zorunda kaldım. 2013 yılının sekizinci ayında
doğum iznine ayrıldım. 17/25 Aralık sürecinde izinliydim. Sonradan duyduğuma
göre bu dönemde de benim işten çıkartılmamı istemişler. Ancak K.T. buna onay
vermemiş. Benim bildiğim K.T. örgütçü değildir Ancak kurumu idare etmek için
zaman zaman müdahalelerde bulunur. O dönem cemaat tabir edilen örgüt mensupları
bütün haberlere rahat ulaşabiliyorlardı. Bu amaçla Abdullah Kılıç kanala getirilmiş
olabilir."
v. Tanık E.K.nın beyanı
"Ben
2009 yılı 2013 yılının sonlarına kadar Habertürk Televizyonunda haber müdür
yardımcısı olarak görev yaptım. Benim göreve başladığım esnada haber müdürü
O.U. idi. Yine gazetenin istihbarat başında ise R.K. vardı. Ben çalışmaya
başladıktan sonra C.U., Abdullah KILIÇ, B.C., E.E. , E.E., N.A. ve R.B. de aynı
kurumda çalışmaya başladılar. Normalde yapılacak haberler servislerden ve
muhabirlerden geldiğinde önce sabah bir toplantı yapılır. Toplantıda haber müdürü
toplantıya katılan editörleri sunum yaptığı haberlerin yayınlanıp
yayınlanmayacağını onay verirdi. Bu onay verilmesi için sunum yapan editörün
haberi okuyup bilgisayar sistemi üzerinden onay vermesi gerekiyordu. Editörün
onay verdiği haber prodüktöre verilir, prodüktör görüntüleri temin edip haber
metni okutturup haberi hazırlar ve montajcıya verir. Montajcıda görüntüler ve
sesi bir araya getirip haberin son halini verir. Sonrasında bu haber ekranda
görünür. 7 Şubat MİT krizi öncesine kadar çalıştığım dönemde haberler yukarıda
belirttiğim sisteme uygun şekilde süzgeçten geçip verildi.
7 Şubat MİT krizi esnasında ve sonrasında
yukarıda bahsettiğim sisteme aykırı olarak editör masasına haberler bitmiş
montajlanmış haliyle geliyordu. Haberin kaynağı belli değil idi. Sadece bu
haber hazır kullanabilirsiniz deniyordu. Bu haberleri o dönemde C.U., Abdullah
KILIÇ, O.U. ve R.B. getiriyordu. Yine aynı dönemdeAnkara bürosunda elde edilen
haberler öncelikle İstanbul'da bize yani editör masasına gönderilir. Bizim onay
verdiğimizhaberler tekrar Ankara tarafından montajlama aşamasından geçerdi. O
dönemde bu prosedür de kaldırıldı. Ankara masanından N.A. aynı şekilde
hazırlanmış montajlı kullanıma hazır haberleri göndermeye başladı. Gelen
haberleri her şeyi hazır olup bittikten sonra sunucunun önüne atarken yani
montajlama aşamasında haberi görme imkanımız oluyordu. Bu aşamada zaten haberi
girmemek gibi bir imkanımız yoktu. O dönemde bu şekilde gelen haberleri ile
ilgili ben 'N.A. bunu göndermiş ancak sadece onun imzası var. Bizden geçmemiş
siz biliyor musunuz' şeklinde zaman zaman itirazlarım oldu. C.U.,Abdullah KILIÇ
veya O.U. 'Biz biliyoruz. Haberlerigir' şeklinde söylüyorlardı. Bahsettiğim
normal prosedürün dışına çıkılarak haber yapılması, sadece MİT krizi,çözüm
sürecigibi o dönem cemaat tabir edilen yapının amacı doğrultusundaki haberler
için geçerliydi. Hatta elinde bomba olan veya bomba yapan üç çocuk ile ilgili
fotoğraf yanında haber yapılırken bomba yapılmasının eleştirilmesinde çok çözüm
süreci eleştirilir şeklinde 'bunlarla mı masaya oturuluyor' şeklinde haber
yapılırdı. Yani bombacılar yerine devletin yöneticileri yönelik bir haber
yapıldı. Ben bu konuyu eleştirdiğimde C.U.,, A.K. ve O.U. bu haberi bu haliyle
kullanmam gerektiğini söylediler. Ben kabul etmedim. Fotoğrafın başlı başına
haber konusu olduğunu ayrıca devlet yöneticilerine yüklenmenin haberle ilgisi
olmadığını belirttim. Biraz tartıştık bu olaydan bir kaç gün sonrada işime son
verildi.
17-25 Aralık operasyonundan sonra o dönem
cemaat tabir edilen yapı ile irtibatları fazlaca deşifre olduğu için C.U.,
Abdullah KILIÇ ve O.U. üçer beşer gün ara ile işten atıldılar."
26. İddianame İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul
edilmiş ve dava Mahkemenin E.2017/67 sayılı dosyası üzerinden yürütülmeye başlanmıştır.
27. Cumhuriyet savcısı 31/3/2017 tarihli duruşmada başvurucu da
dâhil olmak üzere on üç sanığın tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme başvurucunun da aralarında olduğu yirmi bir sanığın tahliyesine karar
vermiştir. Tahliye kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanıklar ... Abdullah Kılıç'ın
üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç vasfının
ileride sanıklar lehine değişme ihtimali, sabit ikametgah sahibi olmaları ve
tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanıklar ve müdafilerinin tahliye
taleplerinin kabulü ile başka suçtan tutuklu ve hükümlü değiller ise bu
suçtanbihakkın tahliyelerine, bu hususun temin için Cezaevi Müdürlüğüne
müzekkere yazılmasına, tahliyelerine karar verilen sanıklar hakkında CMK.nun
109-3-a maddesi kapsamında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasına... [karar verildi.]"
28. Başsavcılık tarafından tahliye kararını müteakip başlatılan
yeni bir soruşturma kapsamında başvurucu hakkında aynı gün (31/3/2017
tarihinde) yakalama ve gözaltı kararı verilmiştir.
29. Başvurucu, tutuklu olduğu ceza infaz kurumundan tahliye
edildikten sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğünde (Emniyet) on dört gün gözaltında
tutulmuş ve 13/4/2017 tarihinde Emniyette ifade vermiştir.
30. Başsavcılık 14/4/2017 tarihinde, başvurucuyu bu kez anayasal
düzeni ve hükûmeti cebren değiştirme ve yıkmaya teşebbüs suçlarından
tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklamaya sevk
yazısında; başvurucunun Zaman ve Meydan gazetelerinde çalıştığı,
21/11/2012-23/11/2012 tarihleri arasında yurt dışında bulunduğu, aralarında
FETÖ/PDY yöneticilerinin de bulunduğu bazı kişilerle irtibatının olduğu, örgüt
lideri Fethullah Gülen'in talimatı üzerine örgüte ait banka olan Bank Asyanın
kurtarılması için 2013 Aralık ve 2015 tarihleri arasında Bankaya para
yatırdığı, Zaman gazetesine, Bugün gazetesine ve Kanaltürk'e kayyım atanması
sonrasında protesto gösterilerinin yapıldığı yerlerin çevresindeki baz
istasyonlarından başvurucunun telefon sinyalinin alındığı belirtilmiştir.
31. Sorgu tutanağında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
tanzim edilen evrak ve eklerinin başvurucuya okunduğu ve isnat edilen
suçlamanın anlatıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, haklarını anladığını ve
müdafileriyle birlikte savunmasını yapacağını beyan etmiştir. 14/4/2017
tarihinde İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun anayasal düzeni ve
hükûmeti cebren değiştirme ve yıkmaya teşebbüs suçlarından tutuklanmasına karar
vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"...Abdullah KILIÇ'ın zaman gazetesinin
kültür sanat muhabirliği yaptığı, daha sonradan örgüte ait meydan gazetesinde
çalıştığı, dosyada bulunan iletişim tespit kayıtlarından anlaşıldığı üzere bu
şüphelinin örgütün üst düzey yapılanmasında bulunan molla heyeti üyesi olan
H.B.Ö. ve T.B. gibi kişilerle yoğun bir telefon görüşmelerinin bulunduğu, aynı
şekilde bu şüphelinin diğer örgüt üyeleri olan E.Ş., B.Ş., A.F.Y. ve F.S. gibi
bir çok kişiyle iletişiminin bulunduğu, örgüt lideri Fethullah Gülen'in
talimatı üzerine örgüte ait banka olan Bank Asyanın kurtulması için 2013 Aralık
ve 2015 tarihleri arasında bankaya para yatırdığı, örgütsel bir eylem olarak
zaman gazetesi, bugün TV, Kanaltürke kayyum atanma sürecinde örgüt liderinin
talimatı doğrultusunda vatan caddesi emniyet müdürlüğü ve zaman gazetesinin
bulunduğu binalara giderek burada protesto eylemlerine katıldığı, toplumda bir
anlamda 'özgür basın susturulamaz' şeklinde algı oluşturulmasının hedeflendiği,
bu kapsamda toplumda ve basında mağduriyet algısı oluşturulması
hedeflendirildiği, ,... anlaşılmakla tüm şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör
örgütünün basın-yayın ve medya yapılanmasında faaliyette bulundukları bu
kapsamda eylem ve fikir birliği içerisinde hareket ettiği, darbe girişimi
eylemlerinin etki ajanlığı görevini ifa ettikleri dikkate alınarak üzerlerine
isnat edilen TCK 309 fıkra 1 ve 312 fıkra 1 maddesindeki suçlar ilişkin
kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçların katolog suçlar arasında yer aldığı,
suçların alt sınırları dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz
kalacağı, anlaşılmakla isimleri belirtilen şüpheliler ... Abdullah Kılıç'ın ...
CMK.100 ve devamı maddeleri uyarıncaayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar
verildi.]"
32. Başvurucu hakkında 5/6/2017 tarihinde ikinci soruşturma
kapsamında iddianame düzenlenmiştir. İddianamede; FETÖ/PDY'nin, elinde
bulundurduğu medya organları ile algı operasyonları yaptığı, başvurucunun da
örgütün amacı doğrultusunda gerek yazılı gerek görsel medyada gerekse internet
ortamında algıya yönelik eylemler yaptığı, örgütün algı faaliyetlerine
katılarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
suçunu işlediği iddia edilmiştir.
33. İddianamede başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve ByLock kullanan kişilerle irtibatının
olduğu, bu kapsamda başvurucu tarafından kullanıldığı değerlendirilen GSM
hattının FETÖ/PDY'nin Hava Kuvvetleri imamı olduğu tespit edilen firari şüpheli
A.Ö.nün kaçmasına yardımcı olduğu gerekçesiyle başka bir soruşturma kapsamında
tutuklanan E.Ş. ile,örgüt adına Las Vegas ve Pensilvanya'da olduğu tespit
edilen şahıslarla irtibatı bulunan kişilerle, FETÖ/PDY'nin Ruanda sorumlusu
olduğu ileri sürülen İ.Ç. (iş adamı) ile, Fetullah Gülen'e doğrudan bağlı olan
molla heyeti üyesi olduğu değerlendirilen H.Ö. ile, örgütün Kuzey Irak ve
Ortadoğu imamı olduğu ileri sürülen T.B. ve firari konumda olan birçok FETÖ/PDY
üyesi ile, örgütün gizli haberleşme programı olan Bylock’u kullandığı tespit edilen birçok üst düzey kamu
görevlisi ile irtibatının olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun Zaman
ve Meydan gazetelerinde çalıştığı, 21/11/2012-23/11/2012 tarihlerinde yurt
dışında bulunduğu, örgüte ait banka olan Bank Asyanın kurtulması için örgüt
lideri Fethullah Gülen'in talimatı üzerine 2013 Aralık ve 2015 tarihleri
arasında Bankaya para yatırdığı, bu kapsamda 31/12/2013 ile 24/12/2014
tarihleri arasında para artışı olan şahıslar listesinde olduğu, Zaman gazetesi,
Bugün gazetesi ve Kanaltürk'e kayyım atanması sonrasında protesto gösterilerinin
yapıldığı yerlerin çevresindeki baz istasyonlarından başvurucunun telefon
sinyalinin alındığı şeklinde tespitlerde bulunulmuştur.
34. İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından
16/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve E.2017/223 sayılı
dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 18/8/2017 tarihli
duruşmada, E.2017/67sayılı dava dosyası ile bu dava dosyası arasında şahsi,
hukuki ve fiilî bağlantı bulunduğu gerekçesiyle davaların birleştirilmesine;
davanın E.2017/67 sayılı dava dosyası üzerinden yürütülmesine ve başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
35. Başvurucunun her iki dava kapsamında kendisine yöneltilen
suçlamalara ilişkin savunmaları özetle şöyledir:
i. Başvurucu; 2015 yılı Aralık ayı itibarıyla Bank Asyaya 57.700
TL para yatırdığının doğru olmadığını, 57.700 TL'nin Meydan gazetesinde on bir
ay çalışması karşılığında aldığı ücret olduğunu, gazete Bank Asya ile çalıştığı
için on bir ay boyunca aldığı ücretin bu Bankadaki hesabına yatırıldığını, bu
paranın çoğunu çektiğini, 2014 yılı Ocak ayında Bank Asyaya yatırdığı 15.900
TL'nin kızının koleji için olduğunu, işsiz kaldığı takdirde kızının öğreniminin
aksamaması için 6-7 aylık kolej ücretini peşin yatırdığını belirtmiştir. Ayrıca
çalıştığı kurum ve kızının okulu nedeniyle mecburen bu Bankayla parasal
ilişkiye girdiğini, bu Bankaya talimatla para yatırmasının söz konusu
olmadığını, söz konusu paraları çocuğunun okul taksiti için yatırdığını, Bank
Asyaya yatırdığı 1.000 TL'nin kızının okuldaki yemek ücreti olduğunu, 5.000
Doların da yine okul taksiti olduğunu savunan başvurucu MASAK (Mali Suçları
Araştırma Kurulu) raporunda da bu paranın okul taksiti olarak kesildiğinin
anlaşıldığını, bu parayı yatırdığı esnada çeşitli bankalarda daha fazla
miktarda parasının olduğunu, talimatla hareket etseydi bu paraları da Bank
Asyaya yatırması gerektiğini, bilirkişi raporunda da para akışının hayatın
olağan akışına uygun olduğunun belirtildiğini ifade etmiştir.
ii. Başvurucu; S.K.nın beyanı ile ilgili olarak kumpas olduğu
ortaya çıkan Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi davalarda yapılan hukuksuzlukları
ortaya koyan haberler yaptığı için A.F.Y. ile aralarında husumet olduğunu,
aleyhine haberler yaptığı bir kişiyle bu şekilde bir araya gelmesinin mümkün olmadığını,
böyle bir görüşmenin olduğuna ilişkin bir delilin ortaya konulamadığını,
kendisini basından gizleyen bir kişinin kanalın haber merkezine gelmesinin
hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirtmiştir. Dershanelerle ilgili
olarak o dönemde Hükûmetin yanında bir yayın politikası izlediklerini, bu
konuda birçok kez Millî Eğitim Bakanı'nı ve bu Bakanlığın Müsteşarı'nı yayına
çıkardıklarını, dershanelerle ilgili yoğun tartışmaların olduğu bir dönemde
Millî Eğitim Bakanı ile röportaj yapmanın doğal bir durum olduğunu ileri
sürmüştür.
iii. Başvurucu; 17 Aralık'ta saat yedide kanalda olduğu
iddiasının kaynağının M.Y. olduğunu, bu kişinin de daha sonra yanıldığını ve
tuzağa düşürüldüğünü söyleyerek ifadesini geri çektiğini belirtmiştir.
iv. Başvurucu; Y.Ç.nin Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT)
Müsteşarı ile ilgili iddiasının tamamen uydurma olduğunu, böyle bir konuşma
yapmadıklarını, böylesine kritik bir dönemde MİT Müsteşarı'nın tarifeli uçakla
yolculuk yapmasının zaten mümkün olamayacağını, bu konuyla ilgili olarak tanık
E.K.nın da belirttiği üzere kendisinin bir dahlinin olmadığını, Genel Yayın
Koordinatörü S.T.nin bilgisiyle haberin girildiğini, bu haberin de sadece son
dakika bilgisi olarak verildiğini, iddia edildiği gibi muhabire bir haber
yaptırılmadığını, adı geçen muhabiri de kendisinin işe almadığını, daha önce
kanalda çalışan bir kişi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca MİT
Müsteşarı'nın ifadeye çağrılması ile ilgili ilk haberi Hürriyet gazetesinin
yaptığını, diğer kanalların aksine MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılmamasının
ilk olarak Habertürk'te yer aldığını, kendisinin de canlı yayına çıkarak MİT
Müsteşarı'nın gözaltına alınmadığını ve böyle bir şeyin mümkün olamayacağını
söylediğini dile getirmiştir. Başvurucu, Kanalın yayın politikasının değiştiği
iddiasının da hiçbir temele dayanmayan soyut bir iddia olduğunu, böyle bir şeye
diğer üst yöneticilerin izin vermeyeceğini, üst yönetimin bilgisi dışında bir
faaliyetin yapılamayacağını, Y.Ç.nin iddia ettiği gibi bir pasifize etme
olayının olmadığını, o dönemde bütün muhabirleri kapsayan birtakım
değişikliklerin yaşandığını, bunun da yöneticilerin kararı olduğunu
savunmuştur.
v. Başvurucu, Ö.T.nin ifadesinde geçen Fetullah Gülen vaazı
iddiasıyla ilgili olarak Fetullah Gülen'in bir konuşmasından kısa bir bölümün
haber yapıldığının doğru olduğunu, ancak haberde bir vaaza değil Fetullah
Gülen'in çözüm sürecine destek niteliğindeki açıklamalarına yer verildiğini ve
bu açıklamaların pek çok kanalda da yayımlandığını, Fetullah Gülen'in herkesçe
din adamı olarak görüldüğü bir dönemde böyle bir haber yapmanın suç
olamayacağını belirtmiştir.
vi. Başvurucu, FETÖ/PDY üyesi olduğuna yönelik somut hiçbir
kanıt sunulamadığını, tanık anlatımlarının hukuka aykırı bir şekilde hissiyata,
soyut açıklamalara dayandığını, Habertürk televizyonunda FETÖ kadrolaşması
yaptığı iddiasının da gerçeği yansıtmadığını; A Haber, Kanal 7, Ülke TV, Kanal
24 gibi değişik kanallarda çalışan kişilerin editör olarak alındığını hatta bu
kişilerin mevcut davada aleyhine tanık olduğunu ifade etmiştir.
vii. Başvurucu, yazılarının ve paylaşımlarının herhangi bir suç
unsuru içermediğini, cemaat veya Gülen hareketi
tabirini kullanmasının yazıların yazıldığı dönem itibarıyla suç olmadığını, bu
konudaki netliğin darbe girişiminden sonra ortaya çıktığını, yazısının Fetullah
Gülen'in Twitter hesabında
yayımlanmasının kendi bilgisi dâhilinde olmadığını, bu hesabı takip etmediğini,
bu nedenle suçlanamayacağını, iddialara konu yazı ve sosyal medya paylaşımları
dışında bunların zıddı mahiyette paylaşımlarının da bulunduğunu, FETÖ/PDY
aleyhine birçok haber yaptığını ifade etmiştir.
viii.
Başvurucu, FETÖ/PDY’ye müzahir gazetelerde çalışması nedeniyle suçlanmasının
çalışma ve sözleşme hürriyetine, "kanunsuz
suç ve ceza olmaz" ilkesine ve Yargıtay kararlarına aykırı
olduğunu, çalıştığı dönemde bu gazetelerin yayın yapmasına izin verildiğini,
çalıştığı kurumun ileride terörle bağlantılı olarak suçlanacağını
bilemeyeceğini, FETÖ/PDY'nin devlette kadrolaşmasını eleştiren yazısının
yayımlanmaması nedeniyle 6/3/2016 tarihinde Meydan gazetesinden istifa ettiğini
vurgulamıştır.
ix. Başvurucu, telefon görüşmeleriyle ilgili olarak H.Ö.nün 2010
yılına kadar Zaman gazetesi yayın danışmanı olduğunu, bu kişi ile de en son
görüşmesinin 2007 yılında gerçekleştiğini, bir yayın danışmanın bir vesile ile
aramış olmasının gazeteciliğin ve hayatın olağan akışına uygun olduğunu
belirtmiştir. T.B. isimli kişiyi ise tanımadığını, görüştüğü iddia edilen
telefon numarasının oğlu tarafından kullanıldığını, T.B. isimli şahsın oğlu ile
kendi oğlunun bir yıl aynı okulda okuduklarını, bu telefon görüşmelerinin de
çocukların kendi aralarında yaptığı görüşmeler olduğunu, telefonların babaların
üzerine kayıtlı olduğunu, oğlunun sınıf arkadaşlarıyla birçok telefon
görüşmesinin bulunduğunu belirtmiştir. İ.Ç. adlı kişiyle ile ilgili olarak ise
bu kişiyi tanımadığını, İ.Ç.nin kardeşinin tanıdığı bir muhabir olduğunu ve
telefon numarasının da İ.Ç. adına kayıtlı olmasına rağmen muhabir olan bu kişi
tarafından kullanıldığını, dolayısıyla İ.Ç. ile değil kardeşiyle konuştuğunu
belirtmiştir.Diğer telefon görüşmelerindeki kişilerin çoğunun gazeteci
olduğunu, bu kişilerde ByLock
olduğunu ve bu kişiler hakkında daha sonra soruşturma açılacağını
bilemeyeceğini, görüşmelerinin habercilik faaliyeti kapsamında hayatın olağan
akışına uygun görüşmeler olduğunu ileri sürmüştür.
x. Başvurucu, FETÖ/PDY lehine yapılan gösterilere katıldığı
iddiasıyla ilgili olarak ise anılan tarihlerde bu gösterilere kesinlikle
katılmadığını, gösterilere katıldığına ilişkin fotoğraf, video vb. herhangi bir
delil olmadığını, evinin gösteri yapılan yerlere yakın olması ve bu yerlerin
merkezî konumda bulunması nedeniyle telefonundan sinyal alınmasının normal
olduğunu ifade etmiştir.
36. Mahkeme 8/3/2018 tarihinde başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
suçlarından beraatine, bu suçlar yönünden tutukluluk hâlinin kaldırılmasına,
silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ise 6 yıl 3 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutuklanmasına (tutukluluğun devamına)
karar vermiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık Abdullah Kılıç 2004-2011 yılları
arasında 7 yıl Zaman gazetesinde,2015’densonra da Meydan gazetesinde
çalışmıştır. Adı geçen her iki gazete de FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ait ve
bu örgütün amacı doğrultusunda yayın politikasına sahip yayın araçlarıdır. Her
iki gazete de örgüte aidiyeti ve irtibatı nedeniyle Kanun Hükmünde kararname
ile kapatılmıştır.
Sanık, FETÖ/PDY'nin propaganda organlarından
olan Meydan Gazetesinde 26.02.2016 tarihinde yazdığı 'Üst aklın 'Cemaati' yok
etme projesi!' başlıklı yazısında o tarih itibarıyla silahlı terör örgütü
olduğu herkes tarafından bilinenFETÖ/PDY’yi 'cemaat' olarak nitelemiş, Mısır'da
İhvan’ın, Türkiye'de ise Gülen Cemaati’nin 'terör örgütü' suçlamasıyla itham
edildiğini, İhvan'ın Mısır'da pençeleştiği adaletsizliklerin bir benzerini
'Cemaat'’in de Türkiye'de yaşadığını ifade ederek terör örgütünü masum
göstermeye çalışmış, terör örgütünü dini hareket olarak göstermiş,
Cumhurbaşkanını ABD nezdinde defalarca Cemaat'in terör örgütü ilan edilmesi
için girişimde bulunması nedeniyle eleştirmiş, sanığın bu yazısı FETÖ/PDY örgüt
lideri Fethullah Gülen’inwww.twitter.com isimli web sitesinde yer alan onaylı
Fethullah Gülen@FGulencomTR hesabı üzerinden paylaşılmıştır.
FETÖ/PDY'nin propaganda organlarından olan
meydangazetesi.com.tradresinde 20 Kasım 2015 tarihinde 'Cemaatin malı deniz,
yemeyen keriz' başlığı ile yazdığı yazısında devletin önce Bankasya'yı batırmak
istediğini, başaramayınca el koyduğunu, kul hakkı yemenin bu dünyada telafi
edilemeyeceğini ifade etmiş, Kanaltürk, Bugün TV, Bugün ve Millet gazetelerinin
de içinde olduğu İpek Koza Grubu'nakayyum atanmasını, Samanyolu Grubu'nun tüm
TV kanallarının uydudan çıkartılmasını ve terör örgütüne yönelik işlemleri
hukuksuzluk ve gasp olarak nitelendirmiş, cemaat olarak gösterdiği örgüt
üyelerinin iş yerlerine kayyum atanması ve mal varlıklarına tedbir konulması
işlemlerini gasp ve çökme olarak belirterek 'Devlet malı deniz, yemeyen keriz'
anlayışının 'Cemaat malı deniz, yemeyen keriz' görüşüne dönüştüğünü iddia
etmiştir.
FETÖ/PDY'nin propaganda organlarından olan
meydangazetesi.com.tradresinde 09 Ekim 2015 tarihinde 'eyyy RTÜK Eyyy Muhalefet
Keyfiniz Bilir!' başlığı ile yazdığı yazısında; Kanaltürk TV, Bugün TV,
Samanyolu TV, Irmak TV, Yumurcak TV gibi televizyonların da aralarında
bulunduğu 7 kanalın Digitürk platformundan çıkarılmasını eleştirmiş, Digitürk’ün
kapatılması için RTÜK’teki muhalifleri göreve çağırmıştır.
A. kiliç@meydangazetesi.com.tradresinde 20
Ekim 2015 tarihinde 'Eşkıya Uyduya Hükümdar Olmaz!' başlığı ile yazdığı
yazısında; örgüte ait televizyonların TÜRKSAT uydusundan çıkarılması nedeniyle
AK Parti’yi ağır bir dille eleştirmiş ve örgüt jargonuyla'eşkıya uyduya
hükümdar olmaz!...' sözleriyle hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nı küçük düşürmeye
çalışmıştır.
A. kiliç@meydangazetesi.com.tradresinde 16
Ekim 2015 tarihinde 'Sıkıysa yaz, çiz ya da konuş!' başlığı ile yazdığı
yazısında yine FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ait Kanaltürk, Bugün ve
Samanyolu televizyonlarının uydudan ve platformlardan çıkarılmasını seçim
öncesinde muhalefetin susturulması olarak göstermiştir.
Örgütün kara propaganda hesabı olan Fuatavni
hesabından 17 Şubat 2014 günü '17 Aralık operasyonunda sonra tamamen dizayn
edildi. HT Genel Yayın Yönetmeni O.U.nun görevinden alınıp izne gönderildi. ;
Haber müdürü C.U. pasif bir göreve atandı. GYY yardımcısı Abdullah Kılıç haberden
uzaklaştırılarak Show Tv'ye gönderildi.....'şeklindeki twit ile sanık, Fuatavni
tarafından da sahiplenilmiştir.
Sanığın terör örgütünün finansman kaynağı olan
Bank Asya’da çok sayıda hesabı bulunmaktadır. Bank Asya'ya para yatırılmasına
dair örgüt lideri tarafından verilengenel talimat sonrasında sanık tarafından
13/1/2014 tarihinde Bank Asya Taksim şubesinde 7000 USD’likkatılım hesabı
açılmıştır. Her ne kadar sanık savunmasında bu parayı okul taksitleri için
yatırdığını beyan etmiş ve gerçekten günü geldiğinde okul taksitlerinin bu
hesaptan ödendiği anlaşılmış ise de, sanığın aynı hesabı kullanmaya devam
ederek24/11/2014 tarihinde 5.000 USD parayı hesaba yatırdığı, yine BDDK’nun
Bank Asya’nın imtiyazlı hisselerindeki ortaklık haklarının TMSF’ye devredildiği
4/2/2015 tarihinde sanığın Bank Asya Bahçelievler şubesinde miktar düşük de
olsa 1.000 TL parayı anılan bankayayatırdığı bilirkişi raporundan ve dosyaya
getirtilen kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Tanık Y.Ç, Radikal gazetesinden sanık Abdullah
KILIÇ'ın Habertürk televizyonuna haber koordinatörü olarak atandığını, Abdullah
KILIÇ'ın gelmesinden sonra kurumun örgütün haber kanalı gibi çalışmaya
başladığını, zaman zaman olmamış olayları son dakika olarak girdiklerini,
olayın sonradan gerçekleştiğini, Abdullah KILIÇ'ın sonraC.U.yu da getirdiğini,
O.U., C.U. ve Abdullah KILIÇ'ın kendi aralarında zaman zaman toplantılar
yaptıklarını, Abdullah KILIÇ geldikten sonra çalışanlar arasında o dönem cemaat
tabir edildiği için 'Cemaat istediği şekilde haberler yapılacak cemaat aleyhine
haberler yapılamaz. Bu adamlar cemaatçi' şeklinde bir psikolojiye girildiğini,
Abdullah KILIÇ'ın sürekli o dönem için darbe mağdurları ile ilgili röportajlar
yapılmasını istediğini, burada Ergenekoncuların darbe yapmaya çalışan insanlar
olduğunu, darbenin çok kötü olduğunu, yapılan soruşturmaların da bu yönüyle
desteklenmesi gerektiğini ifade ettiğini, kamuoyunda 7 Şubat MİT krizi olarak
bilinen dönemde Abdullah KILIÇ'ın kendisini arayarak 'Hemen yayına
bağlanıyorsun. MİT Müsteşarı H.F.ninTK...... Numaralı uçak ile 14 numaralı
koltukla ifade vermek üzereİstanbul'a yola çıktığını söylüyorsun' şeklinde
söylediğini,kendisinin kabul etmediğini, istihbaratını alıp ve teyit etmediği
bir bilgiyi canlı yayında söyleyemeyeceğini belirttiğini, Abdullah KILIÇ'ın
'Emrediyorum. Söyleyeceksin. Yoksa seni işten atarım.' dediğini, kendisinin
kabul etmediğini, sonrasında Abdullah KILIÇ'ın getirttiği M.G. isimli muhabir
aracılığı ile kanalda yayın yapıldığını ifade etmiştir.
Tanık E.K. 2009'dan 2013 yılının sonlarına
kadar Habertürk Televizyonunda Haber Müdür Yardımcısı olarak görev yaptığını,
göreve başladığı esnada haber müdürünün O.U. olduğunu, sonrasında C.U.,
Abdullah KILIÇ, B.C., E.E., E.Ş, N.A ve R.B.nin de aynı kurumda çalışmaya
başladıklarını, 7 Şubat MİT krizi öncesine kadar çalıştığı dönemde
haberlerineditör onayı ve sabah toplantılarından geçerek verildiğini, 7 Şubat
MİT krizi esnasında ve sonrasında yukarıda bahsettiği sisteme aykırı olarak
editör masasına haberlerin bitmiş montajlanmış haliyle gelmeye başladığını,
haberin kaynağının belli olmadığını, bu haberleri o dönemde C.U., Abdullah
KILIÇ, O.U. ve R.B.nin getirdiklerini, yine aynı dönemdeAnkara bürosunda elde
edilen haberlerin öncelikle İstanbul'da editör masasına gönderildiğini, onay
verilenhaberlerin tekrar Ankara tarafından montajlama aşamasından geçtiğini, bu
prosedüründe o dönemde kaldırıldığını, Ankara masanından N.A.nın aynı şekilde
hazırlanmış haberleri göndermeye başladığını,haberleri montajlama aşamasında
görmeye başladıklarını, o aşamada zaten haberi girmemek gibi bir imkanlarının
olmadığını, kendisinin 'Nurullah bunu göndermiş ancak sadece onun imzası var.
Bizden geçmemiş siz biliyor musunuz' şeklinde zaman zaman itirazlarının
olduğunu, C.U.,Abdullah KILIÇ veya O.U.nun 'biz biliyoruz. Haberlerigir
şeklinde söylediklerini' normal prosedürün dışına çıkılarak haber yapılmasının
sadece MİT krizi,çözüm sürecigibi o dönem cemaat tabir edilen yapının amacı
doğrultusundaki haberler için geçerli olduğunu, 7 Şubat MİT krizi olarak
bilinen dönemde MİT Müsteşarının ifade vermeye gittiği yönünde kaynağı belli
olmayan yalan haberlerin yapıldığını, öğlen ajanslarından birisini kendisinin
hazırladığı bir günO.U.nun dışarı çıkıp bir saat sonra gelerek ekrana son
dakika haberlerini verdiğini, kendisininO.U.ya bu haberlerin nereden geldiğini
sorduğunda hatırlamıyorum dediğini, hatırlamamasının mümkün olmadığını, zaten
haberlerin yalan ve manipülasyon olduğunun anlaşıldığını, 17- 25 Aralık
sürecinde de benzer şeylerin yaşanmış olduğunu sonradan duyduğunu beyan etmiştir.
Tanık Ö.T. 2013 yılının Ocak ayında Habertürk
Televizyonunda editör olarak işe başladığını, 2014 yılı Şubat ayında
ayrıldığını, sonrasında TRT Haber'de çalışmaya başladığını, Habertürk'te
çalıştığı dönemde O.U.nun yayın koordinatörü iken genel müdür olduğunu,
Abdullah KILIÇ'ın Haber koordinatörü, C.U.nun haber müdürü, B.C.nin adliye
muhabiri olduğunu, medya camiasında insanların büyük oranda birbirlerini
tanıdıklarını, şüpheliler O., Abdullah, C. ve B.nin bugün FETÖ olarak
adlandırılan o gün cemaat tabir edilen grubun içerisinde olduğu yönünde geniş
bir kanaat olduğunu, tam olarak hatırlayamadığı bir gün saat 13:00bülteninden
sorumlu olduğu esnada şüpheli Abdullah KILIÇ'ın örgüt lideri Fetullah GÜLEN'e
ait üç - dört dakikalık bir vaaz bölümünü keserek İnternet'ten indirip, haberde
vermesini istediğini, haberin metninin de hazır olduğunu,kendilerine gelen
haberlerin metin kısmını kontrol ettiklerini,o haberin hazır geldiğini,
kendisinin o haberi girdiğini, bu haberin bir iki bülten verilip kaldırıldığını,
zaman zaman bu şekilde haberleriAbdullah KILIÇ ve C.U. bir iki bülten yaptırıp
sonra tüm sistemden sildirdiklerini, bu haberlerin bir yerlerden alındığını
anladıklarını beyan etmiştir.
Tanık M.Y., 2014 yılı Temmuz ayında Habertürk
Televizyonunda haber editörü olarak çalışmaya başladığını, işe başladığımda
haber müdürü C.U., haber koordinatörü Abdullah KILIÇ, genel müdürün ise O.U.
olduğunu, kısa bir süre sonra kanalda o dönem cemaat tabir edilen gruba mensup
bir yapılanmayı fark ettiğini, normalde işleyişte sabah saat : 09:00 - 09:30
gibi editörler, birim şefleri, haber koordinatörü, haber müdürü ve genel yayın
yönetmeninin katıldığı haber toplantılarının yapıldığını, bu toplantılarda
muhabirlerin sahada yakaladıkları haberler ile ilgili görüşülüp nihayetinde
genel yayın yönetmeni veya yerine toplantıya katılmış olanın onayı ile
yapılacak haberler ile ilgili kararlar verildiğini, söz konusu kararlar
alındıktan sonra birim şefleri aracılığı ile muhabirlere dağıtım yapıldığını ve
haberlerin hazırlanmasına geçildiğini, 17-25 Aralık sürecinde Abdullah KILIÇ,
C.U ve O.U.nun onayından geçmeyen hiçbir haberi girme imkanının olmadığını,
yaşadığı birkaç örnekten bu kişilerin o dönem cemaat tabir edilen yapılanmanın
amacı doğrultusunda haberler yapılmasını sağladıklarını anladığını
belirtmiştir.
Tanık S.K. Habertürk televizyonunda 2013 yılı
Şubat ayı ile Kasım ayları arasında kültür sanat editörü olarak çalıştığını,
bağlı olduğu birimin sorumlusunun sanıkAbdullah KILIÇ olduğunu, Abdullah
KILIÇ'ın özelikle o dönem cemaat tabir edilen grubun lehine haberler
yaptırdığını, çalıştığı dönemde Fethullah GÜLEN'in şiirleri ilgili çıkan bir
albümü 'mutlaka tanıtmamız gerekir' şeklinde söylediğini, yine bir gün A.F.Y.yi
Abdullah KILIÇ'ın odasında gördüğünü, Abdullah KILIÇ ve C.U. ve O.U.nun
odasında sık sık toplandıklarını, hatırladığı kadarı ile Necip FAZIL'ın Adnan
MENDERES'ten yardım istemesi ile ilgili 02 Ocak 2013 tarihide Abdullah KILIÇ
imzası ile bir haber yapıldığını, bu haber sonrasında Abdullah KILIÇ’ın 'Tayyip
bey şimdi nasıl da küfür ediyodur. Üstadını nasılda yerle bir ettim.' şeklinde
sevinerek söylemlerde bulunduğunu beyan etmiştir.
Dosyada mevcut HTS analiz raporlarında sanığın
diğer sanıklardan O.U, B.K, M.E.A., A.A., A.T. ve S.K. ile irtibatı tespit
edilmiştir.
Sanığın ayrıca FETÖ/PDY ile bağlantısı tespit
edilen Nema Eğitim Öğretim A.Ş, Ümit Eğitim İşletmeleri A.Ş, Söğüt Öğretim
İşletmeleri A.Ş, Çağ Öğretim İşletmeleri A.Ş, Fatih Üniversitesi ve Ufuk Eğitim
İşletmeleri A.Ş ile irtibatlı olduğu da HTS incelemelerinden anlaşılmıştır.
Sanık Abdullah KILIÇ 2004-2011 yılları
arasında Zaman gazetesinde çalışmış, 2015 yılından sonra da örgüt ile bağını
devam ettirerek Meydan gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. İkisi arasındaki
dönemde ise Habertürk televizyonunda yönetici konumunda çalışmış ancak tanık
beyanlarından da anlaşıldığı gibi örgütsel tavırlarını devam ettirmiştir.
Gizliliği, tedbirli hareketi temel davranış biçimi kabul eden, kuruluşundan
itibaren örgütlenme ve varlığını sürdürmede temel hareket tarzı olarak
gizliliği, sızmayı esas alan örgütün, medya organlarının ana gövdesini
oluşturan kadrosunun bütünüyle örgüt doktrinini ve stratejisinibenimseyen,
ideolojik motivasyonu üst seviyede olan velideri tarafından gösterilen nihai
hedefe odaklanmış örgüt üyelerinden oluştuğu, kamu kurumlarına, sivil toplum
örgütlerine, siyasi partilere, kısacası tüm toplumsal alanlara farklı
görünümler altında, hukuk dışı yöntemleri de kullanarak üyelerini sızdıran,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk Halkı’nın bütününe ait kurumları ele
geçirmeyitemel hareket tarzı olarak kabul eden örgütün kendisine ait kurumlara
ve yapılaradaimi çalışanve yönetici olarak örgüt dışından birilerinin girmesine
izin vermesinin beklenemeyeceği,bu anlamdazaafiyet içerisinde olmasının örgütün
ilk günlerinden bu güne kadar geçen sürede izlediği yol ve yöntemlere, tüm
toplumun gözü önünde gerçekleşen olgulara ve hayatın doğal akışına aykırı
olduğu, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü içerisinde faaliyet göstermeyen, örgüt
üyesi olmayan bir kişinin örgütün medya yapılanması içerisinde ve özellikle en
yaygın, en uzun süreli medya organlarındauzun süreli istihdam edilmeyeceği,
yayın politikası üzerinde etkinlik gösterebilecek yönetici konumunda görev
verilmeyeceği, profesyonel çalışma hayatlarının tamamını ya da önemli bir
kısmını bu medya organlarında geçiren, dönüp dolaşıp yine örgütün medyasında
çalışan veya örgüt medyasında sorumlu düzeyinde bulunan sanıkların örgütün
varlığını bilmeden veörgüt ile organikbağları olmadanklasik bir işveren ve
çalışan durumunda olduklarının kabul edilemeyeceği, bunun yanısıra sanığın
örgütün finans kaynağı olan Bank Asya hesabını aktif olarak kullandığı ve
birden fazla hesabına 2014 ve 2015 yıllarında para yatırmaya devam
ettiği,Habertürk televizyonundaki görevi sona erdikten sonra Fuat Avni
tarafından sahiplenildiği, sonrasında yine örgüt medyası içerisinde yer alarak
Meydan gazetesinde yazdığı yukarıya alıntı yapılan yazılarında örgütün temel
amaç ve fikirleri doğrultusunda hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nı halk nezdinde küçük
düşürmeyi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini teröre destek verir gibi göstererek
uluslararası platformda zor duruma düşürmeyi, örgütü ve örgüt liderini sempatik
göstermeyi amaçladığı, 14-22/12/2014 tarihinde Tahşiye adı verilen soruşturma
nedeniyle gazete çalışanları ve emniyet mensuplarına yönelik soruşturma
işlemleri sırasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu Vatan Caddesi,
Zaman Gazetesi ve İstanbul Adliyesi çevresinde, Bugün gazetesi ve Kanaltürk
televizyonuna kayyum atanması sürecinde 27-29/10/2015 tarihinde Bugün ve
Kanaltürk binaları çevresinde, Zaman Gazetesi’ne kayyum atanması sürecinde
04-06/03/2016 tarihindeZaman gazetesi binası çevresindebulunarak örgüte
desteğini gösterdiği, örgüt ile irtibatlı çok sayıda kurum ile ve yine örgüt
ile irtibatı nedeniyle hakkında soruşturma ve kovuşturma bulunan çok sayıda
kişi ile teması bulunduğu, tanık beyanlarının da sanığın örgüt hiyerarşisi
içerisinde bulunduğunu desteklediği görülmektedir.
Yukarıda açıklanan deliller ışığında sanık
Abdullah KILIÇ’ın örgüt üyeliği açısından eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik
ve yoğunluk unsurlarının gerçekleştiği, sanığın FETÖ/PDY’nin fikir ve
ideolojisini benimseyerek bu doğrultuda faaliyetler içerisinde olduğu, silahlı
terör örgütü FETÖ/PDY’nin etkin bir üyesi olduğunun kabulü gerektiği kanaatiyle
sanığın TCK’nun 314/2maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar
verilmiştir."
37. Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklamaya ilişkin
karara itiraz etmiştir. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi 23/3/2018 tarihinde
itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Karar 28/3/2018 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
38. Başvurucu 26/4/2018 tarihinde 2018/11874 numaralı bireysel
başvuruyu yapmıştır.
39. Öte yandan başvurucu ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet
hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye
Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 22/10/2018 tarihli ilamıyla istinaf başvurusunun
esastan reddine karar vermiştir.
40. Başvurucu tarafından istinaf mahkemesi kararına karşı da
temyiz yoluna gidilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
dava temyiz aşamasında derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
41. İlgili hukuk için bkz. Şahin
Alpay (GK), B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 55-64.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 8/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
43. Başvurucu; tutuklamanın ön şartı olan kuvvetli suç şüphesi
ve tutuklama nedenleri somut olgularla ortaya konulmadan, yazılı savunması
alınmadan, yetersiz gerekçe ile ve masumiyet karinesi gözardı edilerek
tutuklandığını, tutuklama ve tutuklamaya itirazın reddi kararından tutuklamanın
neden gerekli olduğunun anlaşılmadığını, somut bir delil olmadan darbeye
teşebbüs ve terör örgütü üyeliği gibi çok ağır suçlarla itham edildiğini,
damgalandığını, ifade ve basın özgürlüğü kapsamındaki eylemleri nedeniyle tutuklandığını
belirterek Anayasa'nın 13., 19., 26., 28., 36., 38. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
44. Başvurucu; ikinci başvurusunda ise ikinci tutuklama
kararının hukuka aykırı olduğunu, Savcılık tarafından ifadesi alınmadan formül
gerekçelerle tutuklandığını, tutuklanmasını gerektirecek bir delil olmadığını,
tutuklanmasının ölçülü olmadığını ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüşünde öncelikle 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık,
esas bakımından inceleme yapılacak olması durumunda ise başvurucunun hâkimlik
ve mahkeme kararlarına konu yazılarında ve eylemlerinde süreklilik gösteren bir
şekilde FETÖ/PDY lehine çalıştığının ve bu örgütün amaçlarına hizmet ettiğinin
anlaşıldığı tespitlerine yer verildiğini, tutuklama kararlarının başvurucunun
soruşturmaya konu fiillerinden sonra gerçekleşen darbe girişiminin yol açtığı,
daha önce ülkede eşi benzeri olmayan olağanüstü bir durumda verildiğini,
ülkenin ve devletin bekasına yönelik ciddi tehlikenin varlığı, olayın
sıcaklığını koruması, olağanüstü hâl uygulamasının devam etmekte olması gibi
unsurlar bir arada değerlendirildiğinde başvurucu yönünden suç şüphesinin
varlığını doğrulayan belirtilerin soruşturma dosyası kapsamında bulunduğu sonucuna
varılmasının yanlış olmayacağını belirtmiştir. Bakanlık ayrıca somut olayda
soruşturma makamlarının tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu yönündeki
değerlendirmelerinin de temelsiz olmadığına dikkat çekmiştir.
46. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında makul şüphe ve
kanıt bulunmaksızın tutuklandığını, kendisi teslim olduğu için kaçma şüphesinin
bulunmadığını, tutuklanmasına gerekçe gösterilen yazılarının suç unsuru
içermediğini, muhalefet liderlerinin söylemlerine benzer söylemlerde
bulunduğunu, Bakanlığın atıf yaptığı delillerin tutuklanmasından sonra ortaya
çıktığını, ikinci kez tutuklanmasına konu olan delillerin ilk soruşturmadaki
deliller olduğunu, aynı delillerle ikinci kez tutuklanmasının hukuka aykırı
olduğunu, ikinci tutuklamada yöneltilen darbeye teşebbüs suçlamasının ve
delillerin tarafsız bir gözlemciyi ikna edecek nitelikte olmadığını ileri
sürmüştür. Başvurucu ayrıca klişe gerekçelerle, herhangi bir kişiselleştirilme
yapılmadan, alternatif tedbirler dikkate alınmadan tutukluluğunun uzun süre
devam ettirildiğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
47. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
48. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması
kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen
güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da,
savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
49. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğun
hukuki olmadığına ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki
iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Uygulanabilirlik
Yönünden
51. Anayasa Mahkemesi (Aydın
Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191) kararında, olağanüstü yönetim
usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel
başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve
özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre
olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel
başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin
olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi
uyarınca yapılacaktır.
52. Anayasa Mahkemesi darbe teşebbüsüyle bağlantılı suçlardan
uygulanan tutuklama tedbirlerinin ve -doğrudan teşebbüsle bağlantılı olmasa
bile- teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğinin incelenmesinde Anayasa'nın 15.
maddesinin dikkat alınacağını belirtmiştir (Aydın
Yavuz ve diğerleri, §§ 237-241; Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 56-57).
53. Somut olayda başvurucu hakkında uygulanan her iki tutuklama
tedbirine konu suçlamaların bu kapsamda olması nedeniyle bu tedbirlerin hukuki
olup olmadığının incelenmesi de Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında
yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan
güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde
ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı
değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 193-195, 242).
b. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
i. İlk Tutuklama Kararı
Bakımından
54. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra
ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
55. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale
olarak tutuklamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama
tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın
ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53-54).
56. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama
ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın
ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun
için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi
gerekir (Mustafa Ali Balbay, B.
No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
57. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
tutuklama kararının "kaçma" ya da "delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini" önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir.
5271 sayılı Kanun'un 100. maddesine göre de şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya
sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir.
Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama
nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58-59).
58. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların "ölçülülük" ilkesine aykırı
olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri
tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak olan yaptırımın
ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır (Halas
Aslan, § 72).
59. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle
anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve
delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine
kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen
hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine
tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları
dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının
gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Gülser
Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 123-124).
60. Somut olayda başvurucu 29/7/2016 tarihinde İstanbul 1. Sulh
Ceza Hâkimliğince, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen
FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı
terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca
tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
kanuni dayanağı bulunmaktadır.
61. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
62. Başsavcılığın tutuklama talep yazısında başvurucu yönünden
tutuklamaya esas olmak üzere suç şüphesinin varlığını gösteren olguların
bulunduğu belirtilmiştir. Başsavcılık bu bağlamda başvurucu tarafından yazılan
bazı köşe yazıları ile başvurucunun sosyal medyadaki paylaşımlarına
değinmiştir. Tutuklama kararında ise bu yönde bir açıklama veya değerlendirmeye
yer verilmediği görülmektedir.
63. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede söz konusu köşe
yazılarının ve sosyal medya paylaşımlarının içeriği belirtilmiş; bunun yanı
sıra başvurucuya yöneltilen suçlama bakımından dayanılan temel olgular arasında
yer alan tanık beyanları ortaya konulmuştur. Bu kapsamda dinlenen tanıkların
başvurucunun Habertürk TV'de çalıştığı dönemde onunla birlikte çalışan medya
mensupları olduğu görülmektedir.
64. Tanıklardan M.Y. Habertürk TV'de haber editörü olarak
çalıştığını, Kanalda o dönem "cemaat" olarak tabir edilen gruba
mensup bir yapılanmanın olduğunu fark ettiğini, 17-25 Aralık soruşturmaları
sürecinde de kanalda bulunduğunu, söz konusu soruşturmalara ilişkin ilk operasyonun
yapıldığı 17 Aralık (2013) günü haber koordinatörü olan başvurucunun mutad
vaktinden önce kanal binasına geldiğini, başvurucu ile birlikte editör
masasında bulunan O.U. ve C.U.nun ellerinde 17 Aralık soruşturması ile ilgili
fezlekenin olduğunu ancak bu kişilerin kendisine ve diğer editörlere bu
fezlekeye bakma izni vermediklerini ifade etmiştir. Tanık ayrıca 25 Aralık
soruşturması ile ilgili olarak saat 17:00'deki haber bülteninin sorumlu editörü
kendisi olmasına rağmen kendisinin bilgisi olmaksızın yayın sırasında son
dakika haberi olarak aralarında Başbakan'ın oğlunun da olduğu çok sayıda iş
adamı hakkında gözaltı kararı bulunduğu şeklinde bir haber bandının ekrana
verildiğini, bu gözaltı kararının doğru olmadığı yönündeki haberin ise
yayımlanmasının başvurucu tarafından geciktirildiğini, yine FETÖ/PDY ile
bağlantılı olduğu bilinen bir milletvekilinin manifesto niteliğindeki
partisinden istifasına ilişkin mektubunun kendisinin yayın editörü olduğu bir
bültende bilgisi dışında muhabir tarafından okunduğunu ifade etmiştir.
65. Tanık S.K. Habertürk TV'de kültür sanat editörü olarak
çalıştığını, başvurucunun kanalda yayımlanan haberlerin FETÖ/PDY lehinde olması
için gayret gösterdiğini, Fetullah Gülen'in şiirleri ile ilgili bir albümü
tanıtmaları gerektiğini söylediğini, kanalda çalıştığı dönemde aralarında
başvurucunun da olduğu FETÖ/PDY mensubu kişilerin faaliyetlerinin hissedilir
şekilde görülmekte olduğunu dile getirmiştir. Tanık Ö.T. ise editör olarak
çalıştığı kanalda başvurucunun Fetullah Gülen'in vaazlarından oluşan ve metni
hazırlanmış birkaç dakikalık bölümü haberlerde vermesini istediğini beyan
etmiştir.
66. Tanık Y.Ç. 7 Şubat MİT krizi sırasında (7/2/2012 tarihinde
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında MİT
Müsteşarı hakkında gözaltı kararı verilmiştir) başvurucunun kendisini arayarak
hemen yayına bağlanmasını ve MİT Müsteşarı'nın -sefer sayısı ve koltuk numarası
gibi bilgiler verilerek- ifade vermek üzere İstanbul'a doğru yola çıktığını
söylemesini istediğini, kendisinin bunu kabul etmemesi üzerine başvurucu
tarafından işten atılmakla tehdit edildiğini, sonrasında yayına bağlanan bir
muhabir aracılığıyla gerçeğe aykırı bir şekilde bu yöndeki haberin
yayımlandığını ifade etmiştir. Kanalda haber müdür yardımcısı olarak görev yapan
tanık E.K. ise 7 Şubat MİT krizi sürecinde yayımlanan haberleri başvurucunun da
aralarında bulunduğu birkaç kişinin getirdiğini, bu süreçte MİT krizi gibi
FETÖ/PDY ile ilişkili durumlar söz konusu olduğunda haberlere ilişkin olağan
prosedürlerin devre dışı bırakıldığını, başvurucunun 17-25 Aralık
operasyonlarından hemen sonra FETÖ/PDY ile olan irtibatının fazlasıyla deşifre
olması nedeniyle işten çıkarıldığını söylemiştir.
67. Buna göre soruşturma mercilerince, yukarıda özetlenen tanık
beyanlarında yer alan ve belirli olaylara ilişkin olan somut açıklamaların
başvurucunun Habertürk TV'de görev yaptığı dönemde örgütsel bir tavır ile
FETÖ/PDY lehine veya bu yapılanmanın amaçları doğrultusunda faaliyette
bulunduğu, dolayısıyla da bu örgütle bağlantılı bir suç işlediği hususunda
kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfi bir yaklaşım
olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Nitekim Anayasa Mahkemesi şüpheliler ile
FETÖ/PDY arasında örgütsel bir bağlantı bulunduğuna işaret eden ve belirli olaylara
ilişkin somut olgular içeren tanık beyanlarının kuvvetli suç belirtisi olarak
kabul edilebileceğine dair çok sayıda karar vermiştir (bu yöndeki kararlar için
bkz. Selçuk Özdemir, § 75; Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §
58; Recep Uygun, B. No:
2016/76351, 12/6/2018, § 43; İsmail Çıtak, B.
No: 2016/78629, 28/11/2019, § 52).
68. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu
değerlendirmede, tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar gözardı
edilmemelidir. Darbe teşebbüsü sonrasında teşebbüsle veya FETÖ/PDY ile
bağlantılı suçlara ilişkin soruşturmalarda, delillerin sağlıklı bir şekilde
toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için
tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu olabilir.
Yine FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerin teşebbüs sırasında veya sonrasında
ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde
delillere etki edilmesi ihtimali normal zamanda işlenen suçlara göre çok daha
fazladır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 271, 272; Selçuk Özdemir, §§
78-79).
69. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör
örgütüne üye olma suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar
öngörülen suç tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda
öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir
(benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin
Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66).
Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni
varsayılabilen suçlar arasındadır. Dolayısıyla tutuklama kararının
verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel
koşulları birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden tutuklama nedenlerinin
mevcut olduğu söylenebilir.
70. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup
olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13.
ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm
özellikleri dikkate alınmalıdır. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu
makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin
-özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir
şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde
yorumlanmamalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Devran Duran, § 64). Özellikle darbe
teşebbüsüyle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği
ile FETÖ/PDY'nin özellikleri de dikkate alındığında bu soruşturmaların diğer
ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 350). Somut
olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu sonucuna varılmasının keyfî ve
temelsiz olduğu söylenemez.
71. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
72. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (13. ve 19.
maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden
Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme
yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
ii. İkinci Tutuklama
Kararı Bakımından
73. Bir suç isnadına bağlı olarak tutuklulukla ilgili
şikâyetleri içeren bireysel başvurunun -ilk derece mahkemesince hüküm ile
birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz edilmemiş ise- kararın
verildiği tarihten itibaren, itiraz edilmiş ise itiraz merciince verilen
kararın öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (Muhammet Ömeroğlu, B. No: 2014/657,
17/5/2016, § 40). Başvurucu ikinci tutukluluğa ilişkin şikayetlerini ikinci
başvurusunda dile getirmiştir. Başvurucu ikinci başvurusunu hükümle birlikte
verilen tutuklamaya ilişkin karara yaptığı itirazın reddi kararının tebliğinden
itibaren 30 gün içerisinde yapmıştır (bkz. §§ 37-38). Dolayısıyla başvurunun
süresinde olduğu kabul edilmelidir.
74. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
75. Genel ilkeler için bkz. §§ 54-59; Şahin Alpay §§ 77-91.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
76. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
yargılandığı davada tahliye edildikten sonra başlatılan yeni bir soruşturma
kapsamında 14/4/2017 tarihinde bu kez anayasal düzeni ve hükûmeti cebren değiştirme
ve yıkmaya teşebbüs suçlarından 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca
tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
kanuni dayanağı bulunmaktadır.
77. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
78. Somut olayda ikinci tutuklama kararında başvurucunun Zaman
ve Meydan gazetelerinde çalıştığı, 21/11/2012-23/11/2012 tarihlerinde yurt
dışında bulunduğu, aralarında örgüt yöneticilerinin de olduğu FETÖ/PDY
mensupları ile telefon irtibatı olduğu, örgüte ait banka olan Bank Asyanın
kurtarılması için örgüt lideri Fethullah Gülen'in talimatı üzerine 2013 yılı
Aralık ayı ile 2015 yılı arasındaki dönemde Bankaya para yatırdığı, Zaman ve
Bugün gazeteleri ile Kanaltürk'e kayyım atanması sonrasında protesto
gösterilerinin yapıldığı yerlerin çevresindeki baz istasyonlarından başvurucunun
telefon sinyalinin alındığı, basın-yayın ve medya yapılanmasında faaliyette
bulunduğu, bu kapsamda örgütle eylem ve fikir birliği içinde hareket ettiği ve
darbe girişimi eylemlerinin etki ajanlığı görevini yaptığı belirtilmiştir.
79. İkinci tutuklama kararında dayanılan bu olgulardan
başvurucunun FETÖ/PDY mensuplarıyla ile telefon irtibatının bulunması ve
protesto gösterilerine katılması dışındaki olguların ilk tutuklama kararına
ilişkin suçlamanın da dayanakları arasında olduğu görülmektedir (bkz. §§
21-25).
80. Başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan
yargılaması devam ederken yeniden başlatılan bir soruşturma kapsamında bu kez
anayasal düzeni ve hükûmeti cebren değiştirme ve yıkmaya teşebbüs suçlarından
tutuklanması söz konusu olmuşsa da bu tutuklamaya konu soruşturma dosyasında ve
iddianamede yer alan olguların ilk derece mahkemesince darbe teşebbüsüyle
ilgili olduğu yönünde bir değerlendirme yapılmamıştır. Mahkemenin her iki
tutuklama tedbirine konu dosyalardaki suçlamaya dayanak eylemleri bir bütün
olarak silahlı terör örgütü üyeliği suçu yönünden değerlendirdiği görülmektedir
(bkz. § 36). Bu durumda somut olayın koşullarında başvurucu hakkında uygulanan
ikinci tutuklama tedbirine konu eylemlerin de terör örgütü üyeliği suçuna yönelik
olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim her iki tutuklama kararında ve iddianamede
dayanılan suçlamaya ilişkin temel olgular büyük oranda aynıdır.
81. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi başvurucu hakkında uygulanan
ilk tutuklama tedbirinin hukukiliğini incelerken başvurucunun Habertürk TV'de
çalıştığı döneme ilişkin eylemlerine dair tanık beyanlarının kuvvetli suç
belirtisi olarak kabul edilebileceğini değerlendirmiştir (bkz. §§ 63-67). Bu
tespitin gerçekte aynı suçlamaya, dolayısıyla uygulanan ikinci tutuklama tedbiri
yönünden de geçerli olduğu söylenebilir. Kaldı ki ikinci tutuklama kararının
dayanaklarından biri olan telefon görüşmelerinin de somut olayın koşullarında
kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkündür. Zira bu kişiler arasında
FETÖ/PDY'nin üst düzey yöneticilerinin olduğu görülmektedir. Bu bağlamda
başvurucunun görüşme yaptığı tespit edilen İ.Ç.nin FETÖ/PDY'nin Ruanda ülkesi
sorumlusu, H.Ö.nün örgütün lideri olan Fetullah Gülen'e doğrudan bağlı olan
molla heyeti üyesi, T.B.nin ise örgütün Kuzey Irak ve Ortadoğu imamı olduğu
ifade edilmiştir (bkz. §§ 31-33).
82. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç
şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının ve tutuklamanın ölçülülüğünün
değerlendirilmesi gerekir.
83. Başvurucu hakkında devam olunan yargılamada 31/3/2017
tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Tahliye kararı veren
Mahkemenin başvurucunun kaçma şüphesinin veya delilleri etkileme riskinin devam
ettiği yönünde bir kanaatinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim
Mahkeme tahliye ile birlikte yalnızca yurt dışı çıkış yasağı şeklindeki adli
kontrol tedbirini yeterli görmüştür. Dahası, tahliye kararı verilen duruşmada
hazır bulunan Cumhuriyet savcısı da görüşünde
"dosya kapsamında üzerlerine atılı suç bakımından haklarındaki delil
durumu ve üzerlerine atılı delillerin büyük oranda toplanmış olması, içlerinden
bazı sanıklar hakkındaki suç vasfının değişme ihtimalinin bulunması,
tutukluluğun tedbir mahiyetinde bulunması ve gözaltında ve tutuklulukta
geçirdikleri süreler dikkate alınarak" başvurucunun da
aralarında olduğu bazı sanıkların tahliye edilmeleri gerektiğini ifade
etmiştir. Başvurucu hakkında verilen tahliye kararına karşı Başsavcılık
tarafından bir itirazda da bulunulmamıştır.
84. Buna karşın başvurucunun tahliyesine karar verildiği gün
Başsavcılık tarafından başlatılan yeni bir soruşturma kapsamında yukarıda da
değinildiği üzere genel olarak aynı olgulardan hareketle yeniden tutuklama
tedbiri uygulanmıştır. Başvurucu tahliye edildiği gün gözaltına alınmış ve
sonrasında isnat edilen suçların katalog
suçlar arasında yer aldığı ve suçlara ilişkin yaptırımın alt sınırları dikkate
alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı gerekçesiyle
tutuklanmıştır. Esasen, ilk derece mahkemesinin karar ve değerlendirmelerinden
de anlaşılacağı üzere ikinci tutuklama tedbirine konu suçlama ilk tutuklama
tedbirine konu suç ile temelde aynı olgulara dayanmaktadır. Buna göre gerçekte
her iki tutuklama tedbiri aynı suça ilişkindir.
85. Bu durumda -yargılandığı davada tahliye edilmiş olan-
başvurucu bakımından temelde aynı suça ilişkin olgulardan hareketle başlatılan
bir soruşturma kapsamında yeniden tutuklama tedbirinin uygulanmasını zorunlu
kılan tutuklama nedenlerinin neler olduğunun ve neden tutuklama tedbirinin
ölçülü görüldüğünün tutuklamaya ilişkin kararlarda yeterince ifade edildiğini
veya somut olayın özelliklerinden anlaşıldığını söylemek mümkün değildir.
86. Açıklanan gerekçelerle başvurucu hakkında uygulanan ikinci
tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
87. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel
hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
d. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
88. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik,
sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer
maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür.
Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki
tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı
tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve
özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı
bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince
Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı
olacaktır. Mahkeme bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211,
344).
89. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı savaş, seferberlik,
sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği
dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması
yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden
olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması
mümkündür (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 196, 345).
90. Ayrıca anılan hakkın milletlerarası hukuktan kaynaklanan
yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerden özellikle Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası
Sözleşme'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
15. maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve bu Sözleşme'ye ek protokollerde
dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda
başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yapılan söz konusu müdahalenin
milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü
dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da
saptanmamıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 199, 200, 346; Turhan Günay
[GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 86).
91. Bununla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin
bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan
temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK],
B. No: 2015/18567, 25/2/2016, §
62). Kişilerin keyfî olarak hürriyetinden yoksun bırakılmaması, hukukun
üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan en önemli
güvenceler arasındadır. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfî
olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de uygulanması
gereken temel bir güvencedir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, § 347).
92. Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca olağanüstü yönetim
rejimlerinin uygulandığı dönemde temel hak ve özgürlüklere müdahale oluşturan
tedbirin meşru olup olmadığı hususunda yapılacak son inceleme, bunun
"durumun gerektirdiği ölçüde" olup olmadığının belirlenmesidir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 202).
93. Başvurucu hakkında yargılandığı davada duruşmaya katılan
Cumhuriyet savcısının da görüşü doğrultusunda tahliye kararı verilmesinden
hemen sonra temelde aynı olgulardan hareketle başlatılan yeni bir soruşturma
kapsamında uygulana tutuklama tedbirinin olağanüstü hâl döneminin koşullarında
"durumun gerektirdiği bir tedbir" olarak kabulü oldukça zordur. Bu
bağlamda tutuklamaya karar veren Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucu hakkında
temelde aynı suçlamaya yönelik olarak görülmekte olan davada Ağır Ceza Mahkemesince
verilen tahliye kararının gerekçesinde yer alan değerlendirmelerden neden
ayrıldığını ya da olağanüstü hâl durumunun başvurucunun tutuklanmasını neden
gerekli kıldığını açıklayan bir gerekçe sunmamıştır. Anayasa Mahkemesi de darbe
teşebbüsünden yaklaşık dokuz ay sonra uygulanan bu ikinci tutuklama tedbirini,
somut olayın yukarıda etraflıca açıklanan özellikleri dolayısıyla olağanüstü
hâlin gerekli kıldığı bir önlem olarak değerlendirmemektedir.
94. Bu nedenle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- başvurucunun her iki tutuklama kararı yönünden de
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Muammer TOPAL ve Recai AKYEL bu görüşe katılmamışlardır.
95. Öte yandan başvurucu her iki tutuklama tedbiri nedeniyle
ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de somut
olayda suç işlendiğine yönelik kuvvetli belirti olduğuna ilişkin tespitin
başvurucunun yazılarına değil de temel olarak tanık beyanlarına dayalı olarak
yapılmış olması ve yine ikinci tutuklama kararı yönünden kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmış olması nedenleriyle bu
iddianın ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
B. Hükümle Birlikte
Verilen Tutuklulama Kararının Hukuka Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
96. Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklulama kararının
hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
97. Bakanlık görüşünde başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.
2. Değerlendirme
98. Anayasa Mahkemesi; bir kimsenin yargılanmakta olduğu davada
ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olması ve hükümle birlikte tutukluluğun
devamına veya tutuklamaya karar verilmesi hâlinde hüküm sonrasındaki tutulma
hâlinin suç isnadına bağlı olarak değil mahkûmiyete bağlı tutma olarak kabul
edilmesi gerektiğini, bireysel başvuru incelemesi açısından tutuklamanın
şartları ile mahkûmiyet kararı verilmesi arasındaki esaslı farkın bunu
gerektirdiğini ifade etmiştir. Zira mahkûmiyete karar verilmekle isnat olunan
suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte
ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmektedir.
Anayasa Mahkemesi bu durumdaki tutulmanın kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama
nedenine dayalı olan suç isnadına bağlı tutma niteliğinde olmadığının açık
olduğunu, ayrıca hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı veya tutuklama
kararı sonrasındaki hürriyetten yoksun kalmanın mahkûmiyete bağlı tutma olarak
kabulü için mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinin de zorunlu olmadığını
belirtmiştir (Korcan Pulatsü, B.
No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).
99. Buna göre başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma hâli,
hakkında ilk derece mahkemesince mahkûmiyet kararının verildiği 8/3/2018
tarihinde sona ermiştir. Başvurucunun bu tarihten sonraki döneme ilişkin olarak
hürriyetinden yoksun kalması, Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
kapsamında bir suç isnadına bağlı tutma niteliğinde değil aynı maddenin ikinci
fıkrası kapsamında mahkûmiyete bağlı tutma, bir diğer ifadeyle "mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların
ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" niteliğindedir (Ç.Ö. [GK], B. No: 2014/5927, 19/7/2018, §
37).
100. Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen
"mahkemelerce verilmiş hürriyeti
kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi"
ile bağlantılı bir ihlal iddiası söz konusu ise Anayasa Mahkemesinin görevi
kişinin hürriyetten yoksun bırakılmasının kısmen ya da tamamen bu koşullarda
gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit etmekle sınırlıdır (Ç.Ö., § 38). Bu kapsamda yapılan
incelemede başvurucunun mahkûmiyet kararını ve mahkûmiyete bağlı tutma kararını
veren mercinin bir mahkeme olmadığı, kararın hürriyeti kısıtlayıcı bir
niteliğinin bulunmadığı veya hürriyetten yoksun bırakılmanın mahkemece verilen
hürriyeti kısıtlayıcı ceza ya da tedbirinin kapsamını aştığı şeklinde bir
iddiasının bulunmadığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesince de bu yönde herhangi
bir tespite varılmamıştır.
101. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun mahkûmiyet hükmü ile
birlikte verilen tutukluluğun devamı kararı üzerine tutulması yönünden bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
C. Mahkemenin Tarafsız
Olmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
102. Başvurucu; mahkûmiyet kararıyla birlikte verilen tutuklama
kararına itiraz ettiğini ancak itirazı inceleyen mahkeme başkanının ilk
tutuklama kararını veren hâkim olduğunu, itirazı inceleyen mahkemenin tarafsız
ve bağımsız olmadığını, hüküm verildikten sonra tahliye talebinin reddedilmesi
nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
103. Bakanlık görüşünde başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.
2. Değerlendirme
104. Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız ve
tarafsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış; 138. maddesinde ise
mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez;
genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." Bağımsızlık,
mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken yasamaya, yürütmeye, davanın tarafları
ile çevreye ve diğer yargı organlarına karşı bağımsız olmasını, onların etkisi
altında olmamasını ifade etmektedir (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
105. Bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı
bağımsız olup olmadığının belirlenmesinde üyelerinin atanma şekli ve onların
görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız
olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz etmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 28).
106. Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar karşısında
bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli hâkimin tutumu
üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla
ilgili yasal ve idari düzenlemelerin tarafsız olmadığı izlenimini vermemesi
gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin bağımsızlığı ile
bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu
gerçekleşmeli ve ek olarak kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir
yapılanma oluşmamalıdır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
107. Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur,
hâkimlerin görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya
bakacak olan hâkimin davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve ön yargısız
olması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan hukuk kuralları çerçevesinde
vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir. Aksi yöndeki davranışlar ise
hukuk düzenince disiplin ve ceza hukuku alanındaki yaptırımlara tabi
kılınmıştır (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
108. Yukarıda yer alan ilkeler ışığında somut olay
değerlendirildiğinde başvurucu hakkında hükümle birlikte verilen tutukluluğun
devamı kararına karşı yapılan itirazı inceleyen mahkeme başkanının ilk
tutuklama kararı veren hâkim olmasının bu hâkimin tarafsızlığına işaret eden
bir durum olarak kabulü mümkün değildir. Bu bağlamda şüpheli veya sanıklar
hakkında uygulanan koruma tedbirlerine ilişkin olarak yargı makamları
tarafından birtakım değerlendirmeler yapılması kural olarak mahkemelerin
tarafsızlığına aykırı bir durum şeklinde yorumlanamaz. Söz konusu
değerlendirmelerin mahkemelerin tarafsızlığını açıkça ihlal eder boyutta olduğu
kimi durumlarda bu yönde bir incelemenin yapılması söz konusu olsa da somut
olayda böyle bir durum mevcut değildir.
109. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
110. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
111. Başvurucu ilk başvurusunda 1.000.000 TL, ikinci
başvurusunda 100.000 Avro manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
112. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
113. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine
karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz
edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
114. Başvuruda, ikinci tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında hapis cezasıyla cezalandırılmış
ve dolayısıyla suç isnadına bağlı tutukluluğu sona ermiştir (bkz. § 36). Bu
durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
115. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
116. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
117. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 534,20 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.534,20 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. 1. Tutuklamanın hukuki olmamasından dolayı kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın birinci tutuklama kararı
yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Tutuklamanın hukuki olmamasından dolayı kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ikinci tutuklama kararı
yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Hükümle birlikte verilen tutuklulama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
4. Hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına yönelik
itirazı inceleyen mahkemenin tarafsız olmamasından dolayı kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. İkinci tutuklama kararı yönünden Anayasa'nın 19. maddesinde
güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE
Muammer TOPAL ve Recai AKYEL'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 534,20 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.534,20 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 25. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2017/67) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Dosyanın incelenmesinden, 15.7.2016 tarihinde yapılan darbe
teşebbüsünün hemen ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
başvurucuyla birlikte otuz beş kişi hakkında, FETÖ/PYD’nin medya yapılanmasıyla
bağlantılı olarak soruşturma başlatıldığı, 29.7.2016 tarihli tutuklama
kararının silahlı terör örgütüne (FETÖ/PDY) üye olma iddiasına dayalı olduğu,
bu karar verilirken başvurucunun, 28.7.2016 tarihli açık kaynak raporundaki
iddianamede de alıntılanan “Üst aklın cemaati yok etme projesi!”, “Eyyy RTÜK
eyyy muhalefet keyfiniz bilir!”, “Eşkıya uyduya hükümdar olmaz!”, “Cemaatin
malı deniz, yemeyen keriz”, “Sıkıysa yaz, çiz ya da konuş!” başlıklı yazılarına
ve sosyal medya paylaşımlarına dayanıldığı anlaşılmıştır. İddianamede M.Y.,
S.K., Ö.T., Y.Ç., E.K. isimli tanıkların beyanlarına yer verilmiştir. Tanıklar
kendi gözlem ve deneyimlerine dayalı beyanlarını ayrıntılı bir şekilde
soruşturma aşamasında ifade etmişlerse de duruşmalarda, tanıklardan M.Y. ve
E.K. soruşturma safhasında söylediklerini inkâr etmişlerdir. Bu inkarların
soruşturma aşamasındaki ifadeleri dayanaksız kılması mümkün değildir.
Savcılığın 31.3.2017 tarihli tahliye talebi üzerine başvurucunun tahliyesine
karar verilmiştir. Başvurucunun tahliye edildiği gün başlatılan soruşturma
çerçevesinde 31.3.2017 tarihinde, başvurucu hakkında yakalama ve gözaltı kararı
verilmiştir. Başvurucunun 14.4.2017 tarihinde, anayasal düzeni ve hükûmeti
cebren değiştirme ve yıkmaya teşebbüs suçlarından tutuklanmasına karar
verilmiştir. Tutuklama kararında özetle, başvurucunun zaman gazetesinin kültür
sanat muhabirliğini yaptığı, sonrasında örgüte ait meydan gazetesinde
çalıştığı, örgütün üst düzey yapılanmasında bulunan molla heyeti üyesi olan
H.B.Ö ve T.B. gibi kişilerle yoğun bir telefon görüşmesinin bulunduğu, diğer
örgüt üyelerinden E.Ş., R.Ş., A.F.Y. ve F.S. gibi bir çok kişiyle iletişiminin
bulunduğu, örgütsel bir eylem olarak Zaman gazetesi, Bugün TV, Kanaltürk’e
kayyum atanma sürecinde protesto eylemlerine katıldığı, bu şekilde toplumda
“özgür basın susturulamaz” şeklinde algı oluşturulmasının hedeflendiği,
başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün basın-yayın ve medya
yapılanmasında faaliyette bulunduğu, bu kapsamda eylem ve fikir birliği
içerisinde hareket ettiği, darbe girişimi eylemlerinin etki ajanlığı görevini
ifa ettiği dikkate alınarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçların katalog
suçlar arasında yer aldığı, suçların alt sınırları dikkate alındığında adli
kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasına
karar verildiği anlaşılmıştır.
Başvurucu ile ilgili olarak Habertürk kanalında çalıştığı döneme
ilişkin çok sayıda tanık beyanının da bulunduğu görülmektedir. Bu tanık
beyanlarının her ne kadar inkâr edilmiş olsalar da güçlü belirti olmadığı
söylenemez. İkinci soruşturmadaki fiillere bakıldığında ise ilk soruşturmaya
konu fiillerden bağımsız olmadığı, aksine onların devamı niteliğinde olduğu
görülmektedir. Zira örgüt üyeliği birbirini destekleyen, birbiriyle ilintili
olan fiillerin bir bütününü ifade etmektedir. Bu durumda birinci soruşturmada
var olduğu kabul edilen kuvvetli suç şüphesinin ikinci soruşturmada da var
olduğunu kabul etmek gerekir.
Diğer taraftan, ikinci tutuklama kararının dayanaklarından biri
olan telefon görüşmelerinin de somut olayın koşullarında kuvvetli suç şüphesi
olarak kabulünün mümkün olduğu, bu kişilerin arasında FETÖ/PDY’nin üst düzey
yöneticilerinin bulunduğu çoğunluk tarafından da kabul edilmektedir. Bu durumda
tutuklana tedbirinin meşru bir amacının bulunduğunu ve ölçülü olduğunu kabul
etmek gerekir.
Açıklanan nedenlerle, başvurucu hakkındaki ikinci tutuklama
kararında da suç işlendiğine dair kuvvetli şüphenin ve tutuklamanın meşru
amacının bulunduğu; dolayısıyla bu tedbirin uygulanması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği kanaatine vardığımızdan aksi
yöndeki çoğunluk kararına katılmadık.
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Recai AKYEL
|