TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HASAN MUTLU ALTUN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/30823)
Karar Tarihi: 10/6/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Raportör
Sinan ARMAĞAN
Başvurucu
Hasan Mutlu ALTUN
Vekili
Av. Adem KAPLAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi, tutukluluk kararına karşı yaptığı itirazların geç değerlendirilmesi ve alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi, tutukluluk kararının bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olarak oluşturan hâkimlikçe karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; aramanın hukuki olmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; gözaltı sürecinde kamu görevlilerinin davranışları ile gözaltı koşullarının insani olmaması ve sağlık durumuna rağmen ceza infaz kurumunda tutulması nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/9/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 73. maddesi uyarınca tutukluluk hâlinin sonlandırılarak tedbiren tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
5. Komisyonca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. 6/12/2016 tarihinde Sincan 1 Numaralı L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan müzekkerelere verilen cevaplar sonrasında İkinci Bölüm tarafından 30/12/2016 tarihinde -sağlık hizmetlerine erişim imkânı bulunduğu görülen başvurucunun ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulmasının yaşamına, maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik bir tehlike oluşturduğuna dair derhâl tedbir kararı verilmesini gerektirir bir durum bulunmadığı gerekçesiyle- tedbir talebinin reddine karar verilmiştir. Tedbire ilişkin kararda ayrıca başvurucunun tutulma koşullarının iyileştirilmesi yönünde idari ve yargısal makamlardan talepte bulunduktan sonra koşullarında değişiklik olmaması hâlinde her aşamada yeniden tedbir talebinde bulunabileceği hususuna yer verilmiştir.
7. Başvurucunun tutulma koşullarının iyileştirilmesine ilişkin bir talebi olduğuna veya talebin idari ve yargısal makamlar tarafından reddedildiğine ilişkin bir belge başvuru dosyasında bulunmamaktadır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Genel Bilgiler
9. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).
11. Türk yargı organları, yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/16.MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay 16. Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır.
12. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).
B. Başvuruya İlişkin Süreç
13. Yargıtayda hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır.
14. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 17/7/2016 tarihinde evinde gözaltına alınmıştır.
15. Başvurucu nezarethanede gözaltında tutulduktan sonra 20/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY ile bağlantısı olup olmadığını aydınlatmaya yönelik sorular sorulmuştur.
16. Başvurucu ifadesinde özetle eğitim ve meslek hayatı boyunca söz konusu örgüt yapılanması içinde yer almadığını, bu yapının amaçları doğrultusunda herhangi bir faaliyette bulunmadığını, sosyal medya hesabında darbeye tepkisini dile getirdiğini, isnat edilen suçlamanın asılsız olduğunu beyan etmiştir.
17. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle yedi kişiyle birlikte Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir.
18. Başvurucu, Hâkimliğin 21/7/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Şüpheliler ... Hasan Mutlu...'nin üzerlerine atılı bulunan Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında delillerin bulunması, yakın ve somut bir tehdidin halen devam ediyor olması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağından CMK’nun 100. maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS 5. maddesindeki tutuklama şartları kapsamında, isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun 101 maddeleri uyarınca şüphelilerin AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]"
19. Başvurucu, tedavi gördüğünü ve 26/8/2016 tarihinde ameliyat olması gerektiğini de belirterek tutuklama kararına itiraz etmiştir. Ankara 9. Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde -verilen kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı- gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Karar başvurucunun avukatına 24/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 23/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Başsavcılık 4/5/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açmıştır.
22. İddianamede FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir.
23. Bu bağlamda iddianamenin başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısmı şöyledir:
"...Yargıtay Tetkik Hâkimi olarak görev yapmakta iken, HSYK'nın [Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu] 16/07/2016 tarihli ve 345 sayılı kararı ile görevden uzaklaştırılıp, 24/08/2016 tarihli ve 426 sayılı karardaki, '667 sayılı KHK’nın 3'üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında FETÖ/PDY örgütü ile iltisak ve irtibatlarının olduğu sabit görüldüğünden, 23/07/2016 tarih ve 29779 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 667 s. Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname m.3 meslekte kalmalarının uygun olmadığına' gerekçesi ile meslekten çıkarılmış olan, [4...8] sicil ve [2...8] T.C. kimlik nolu, şüpheli HASAN MUTLU ALTUN hakkında yürütülen soruşturma işlemleri sırasında,
1) Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Uyuşturucu ile Mücadele Şube Müdürlüğünce, düzenlenen şühelinin [505...97] nolu GSM hattına ilişkin HTS analiz raporunda, şüphelinin FETÖ/PDY terör örgütüne üye oldukları isnadı ile soruşturulan diğer şüpheliler ile yaptığı görüşmelerin belirtildiği,
2) Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Uyuşturucu ile Mücadele Şube Müdürlüğünce, düzenlenen 21/04/2017 tarihli müzekkere ekindeki Bylock sorgulama raporunda, şüphelinin [35...2] IMEI numaralı cihazla [505...7] nolu GSM hattı ile 14/08/2014 tarihinde bylock uygulamasını kullandığının belirtildiği,
3) Yapılan adli arama işlemleri neticesinde şüphelinin zilyedliğinde ele geçirilen ve el konulan eşyalara ilişkin el koyma kararının Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/3773 d.iş nolu kararı ile onandığı ve dijital cihazlar üzerinde 5271 s. CMK m. 134 kapsamında arama işlemi yapılmasına karar verildiği; şüpheliden ele geçirilen silah ve şarjörlerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Emanet Memurluğunca 2016/15348 sayılı makbuz ile muhafaza edildiği; Ankara İl Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen 58604142-85207-(63044)- 201/25665 sayılı ve 04/2017 tarihli cevap müzekkeresinde şüphelinin zilyedliğinde iken el konulan ve dijital cihazların gerekli arama işlemleri yapılmak üzere Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne teslim edildiğinin belirtildiği, (CMK m.134'de belirtilen arama işlemlerinin tamamlanması sonrasında ilgili soruşturma tutanakları ayrıca Mahkemeye sunulacaktır.)
4) R. Ü.'nün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/104109 nolu soruşturma kapsamında şüpheli sıfatı ile alınan 21/10/2016 tarihli ifadesinde (sf. 4) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği; B.S.nin Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/1083 nolu soruşturma kapsamında tanık sıfatı ile alınan 26/08/2016 tarihli beyanında (sf. 7-8) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi HSYK adayı için kendisinden telefonla arayarak oy istediğini beyan ettiği; M.A.nın Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/11506 nolu soruşturma kapsamında tanık sıfatı ile alınan 16/01/2017 tarihli beyanında (sf. 7) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi HSYK adayı için düzenlenen yemeğe katıldığını beyan ettiği; F.B.nin Denizli Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/4808 nolu soruşturma kapsamında şüpheli sıfatı ile alınan 16/11/2016 tarihli ifadesinde (sf. 7-8) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği; R.T.nin Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/3674 nolu soruşturma kapsamında şüpheli sıfatı ile alınan 19/07/2016 tarihli ifadesinde (sf. 3) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi HSYK adayı için kendisinden oy istediğini beyan ettiği; Gizli tanık Defne'nin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında alınan 06/10/2016 tarihli beyanında (sf. 1) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği; Tanık 4'ün Anayasa Mahkemesinde alınan 26/09/2016 tarihli beyanında (sf.1) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği; Tanık 5'in Anayasa Mahkemesinde alınan 27/09/2016 tarihli beyanında (sf.1) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği,
5) Şüphelinin 20/07/2016 tarihli müdafi huzurunda alınan ifadesinde, isnat olunan terör örgütü üyeliği suçlamasını reddettiğini, [505..7] nolu GSM hattın kendisine ait olduğunu, belirttiği, sorgusunda da ifadesi ile benzer şekilde isnat olunan suçlamaları reddettiği..."
24. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/491 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, 25/5/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesinde Mahkeme "atılı suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçen süre, atılı suçlar için yasada öngörülen ceza miktarları, tüm delillerin toparlanmamış olması, örgütün gizli haberleşme ağı olan bylock isimli uygulamayı kullandığı, tanık beyanları, hts ve baz kayıtları ile atılı suçun CMK 100/3-a maddesindeki suçlardan oluşu, masak raporlarına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut deliller bulunması dikkate alındığında adli kontrol kararının yetersiz kalacağı, tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olduğu" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
25. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Mahkemede derdesttir ve 8/2/2018 tarihli beşinci duruşmada başvurucunun adli kontrol şartıyla tahliyesine karar vermiştir.
26. Başvurucu 25/9/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu ek dilekçesinde özetle daha önce bireysel başvuru formunda belirttiği bir kısım iddiayı tekrar etmiş, ayrıca ByLock uygulamasına ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporunu dilekçesine ekleyerek bu hususun tutuklanmasına gerekçe yapılmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca dilekçesinde, sağlığı için açık havada kalması zorunlu olduğu hâlde tutulduğu yerin havalandırma koşullarının yetersizliğinden bahsetmiştir.
C. Başvurucunun Sağlığına ve Sunulan Sağlık Hizmetlerine İlişkin Bilgiler
27. Başvurucu, tutuklanmadan önce bazı sağlık sorunları yaşadığını belirterek tıbbi geçmişine ilişkin birtakım belgeler sunmuştur. Başvurucunun bireysel başvuru formu ekinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ile Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çeşitli tarihlerde düzenlenmiş laboratuvar sonuçlarını, hasta izlem formları ile sinüs tomografisi sonucunu, uyku bozukluğuna ilişkin test sonuçlarını ve hasta yatış randevu kartı suretlerini ibraz ettiği görülmüştür.
28. Başvurucunun tutulduğu Ceza İnfaz Kurumunun tedbir talebinin değerlendirilmesi için yazdığı cevap (bkz. § 6) içeriğinde başvurucuya sunulan sağlık hizmetlerinden bahsedilmektedir. Buna göre;
- 2/10/2016 tarihinde Kurum revirinde muayene edilen başvurucuya gerekli ilaçlar reçete edilmiş, başvurucunun göğüs hastalıkları ve psikiyatri polikliniğine sevki planlanmıştır.
- Başvurucu 5/10/2016 tarihinde Sincan Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine sevk edilmiş, yapılan kan tetkikinin sonucu 7/10/2016 tarihinde kontrol edilmiş, sonrasında hematolojiye ve Sanatoryum Hastanesi Uyku Polikliniğine sevk edilmiştir.
- 11/10/2016 tarihinde Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Polikliniğinde muayene edilen başvurucu tetkik sonuçları çıktıktan sonra kontrole çağrılmıştır.
- 13/10/2016 tarihinde Sanatoryum Hastanesi Uyku Polikliniğinde muayene edilen başvurucuya uyku testi için randevu verilmiştir.
- 17/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Kampüs Devlet Hastanesi Dahiliye ve Psikiyatri Polikliniklerinde muayene edilen ve ilaçları reçete edilen başvurucu on beş gün ve bir ay sonra ilgili polikliniklerde yeniden kontrole çağrılmıştır.
- 28/10/2016, 4/11/2016 ve 28/11/2016 tarihlerinde Kampüs Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde kontrol edilen başvurucuya ilaçları reçete edilmiştir.
- Başvurucu 8/11/2016 tarihinde Sincan Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde muayene edilmiş, tetkikleri değerlendirilerek tedavisi sonlandırılmıştır.
- 18/11/2016 ve 25/11/2016 tarihlerinde Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Polikliniğinde kontrol edilen başvurucu bir ay sonra kontrole çağrılmıştır.
- 2/12/2016 tarihinde Sincan Devlet Hastanesi Göz Polikliniğinde muayene edilen başvurucuya gözlük reçete edilmiştir.
- 4/11/2016 ve 1/12/2016 tarihlerinde Kurum revirine müracaat eden başvurucuya ilaç kullanımı konusunda önerilerde bulunulmuştur.
29. Cevap yazısında ayrıca başvurucunun can güvenliğinin sağlanması amacıyla tekli odada tutulduğu, acil sağlık hizmetlerinden her zaman faydalanabildiği ve odasında acil çağrı butonu bulunduğu belirtilmiştir. Yazıda ayrıca 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16. maddesi kapsamında sağlık sorunları nedeniyle Adli Tıp Kurumundan rapor tanzim edilmesi talebi olmadığı belirtilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
30. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56 ile Fatma Müge Tekin ve Özge Tekin, B. No: 2014/2504, 20/3/2019, §§ 26-39.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerindeki tavrının suç delili olarak kabul edildiğini, gerçekte suç şüphesi ve bunu haklı kılan deliller olmamasına rağmen ve de görevinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını, adli kontrolün neden yetersiz kalacağının açıklanmadığını ve tutuklama kararının gerekçesiz olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
33. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
34. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
35. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Uygulanabilirlik Yönünden
37. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191). Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyeliği iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir, § 57).
38. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).
ii. Kabul Edilebilirlik Yönünden
(1) Genel İlkeler
39. Genel ilkeler için bkz. Salih Sönmez, §§ 99-104.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
40. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
41. Diğer taraftan başvurucu, 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanun'da hâkimlerle ilgili olarak öngörülen usule ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeden tutuklandığını iddia etmektedir.
42. Darbe teşebbüsü öncesinde de yargı mensuplarının FETÖ/PDY ile bağlantılı bazı faaliyetleri dolayısıyla haklarında ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmüş ve soruşturma sürecinde tutuklama koruma tedbirleri uygulanmıştır. Bu tutuklama tedbirleri Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruya da konu edilmiştir. İki hâkim hakkındaki tutuklama tedbirinin hukukiliğinin şikâyet konusu edildiği Mustafa Başer ve Metin Özçelik başvurusunda, başvurucular hakkında HSYK tarafından soruşturma ve -sonrasında- kovuşturma izni verilmesi söz konusu olmuştur. Ancak anılan olayda kişisel bir suç olan terör örgütü üyeliğinin yanı sıra görev suçu olduğunda kuşku bulunmayan görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma ve kovuşturma yürütülmüş ve sonrasında her iki suçtan mahkûmiyet kararı verilmiştir. Ayrıca başvurucuların inceleme konusu eylemleri HSYK tarafından disiplin hukuku yönünden de soruşturulmuştur (bkz. Mustafa Başer ve Metin Özçelik, §§ 29-48). Cumhuriyet savcıları hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin bireysel başvuruya konu edildiği Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri başvurusunda ise başvurucuların görevlerinden kaynaklanan yetkileri -terör örgütünün amacı doğrultusunda- hukuka aykırı bir şekilde kullandıkları iddiası suça konu edilmiş; ayrıca disiplin soruşturması da yürütülmüştür (bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 51-61; 79-85). Dolayısıyla anılan başvurulara konu olayların darbe teşebbüsü sonrasında yargı mensupları hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen soruşturmalarla aynı mahiyette olduğunu söylemek mümkün değildir.
43. Yukarıda da ifade edildiği üzere başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirine konu olan terör örgütü üyeliği, kişisel bir suç niteliğindedir ve bu nedenle başvurucunun anılan suç dolayısıyla bir soruşturmaya tabi tutulması ve hakkında tutuklama koruma tedbirinin uygulanması herhangi idari bir mercinin izin ya da kararına bağlı değildir. Buna göre hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucunun kişisel suç niteliğindeki terör örgütü üyeliği suçundan tutuklanmasının önünde kanundan kaynaklanan bir engel mevcut değildir. Bu durumda ilk derece mahkemesinde hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu yönünden tutuklamaya konu silahlı terör örgütü üyeliği suçu bakımından ağır cezalık suçüstü hâlinin bulunup bulunmamasının tutuklamanın kanuna uygunluğu bakımından bir önemi bulunmamaktadır (Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 144-145) .
44. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler uygulanmaksızın kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
45. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
46. Başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında, isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin dosyada bulunduğu belirtilmiştir (bkz. § 18). Tutuklamaya itirazın reddine ilişkin kararda da tutuklama kararı veren Hâkimlik kararına atıf yapılarak başvurucu hakkında verilen kararın hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir (bkz. § 19).
47. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame ve mahkemelerce yapılan tutukluluk hâlinin değerlendirilmesine dair kararlarda, başvurucunun FETÖ/PDY yapılanmasıyla irtibatının olduğuna dair tanık anlatımlarına, FETÖ/PDY üyelerinin kendi aralarındaki iletişimi sağladığı ifade edilen ByLock uygulamasının kullanıcısı olmasına ve FETÖ/PDY'ye mensup olduğu belirtilen birtakım kişilerle yaptığı telefon görüşmelerine dayanılmıştır (bkz. §§ 23, 24).
48. Anayasa Mahkemesi, ByLock uygulamasının özellikleri gözönüne alındığında kişilerin bu uygulamayı kullanmalarının veya kullanmak üzere elektronik/mobil cihazlarına yüklemelerinin soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY ile olan ilgi bakımından bir belirti olarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 106, 267). Buna göre soruşturma makamlarınca ve tutuklama tedbirine karar veren mahkemelerce FETÖ/PDY üyesi olmakla suçlanan başvurucunun ByLock uygulamasını kullanmasının somut olayın koşullarına göre suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi anılan programın özellikleri itibarıyla temelsiz ve keyfî bir tutum olarak değerlendirilemez (Selçuk Özdemir; § 74; Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 57).
49. Öte yandan iddianamede; birtakım kişilerin verdikleri ifadelerde başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatının olduğuna ve bu yapılanmaya mensup olduğuna yönelik anlatımlarda bulundukları görülmektedir. Bu itibarla da başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan kuvvetli belirtilerin bulunduğu görülmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi Selçuk Özdemir başvurusunda; FETÖ/PDY üyesi olmakla suçlanan bazı şüphelilerin ifadelerinde, hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatının olduğuna ve bu yapılanmaya mensup olduğuna yönelik anlatımlarını başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan kuvvetli bir belirti olarak kabul etmiştir (Selçuk Özdemir, § 75).
50. Soruşturma mercilerince, başvurucu hakkındaki FETÖ/PDY yapılanmasıyla irtibatının olduğuna dair somut olgu isnadı barındıran tanık anlatımlarının ve başvurucunun ByLock uygulamasını kullanmasının somut olayın koşullarına göre suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfî olduğu söylenemez.
51. Sonuç olarak başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan kuvvetli belirtilerin bulunmadığının kabulü mümkün değildir.
52. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar göz ardı edilmemelidir.
53. Darbe teşebbüsü sonrasında teşebbüsle bağlantılı veya doğrudan teşebbüsle olmasa da FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin soruşturmalarda, delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu olabilir. Yine FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerin teşebbüs sırasında veya sonrasında ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimali normal zamanda işlenen suçlara göre çok daha fazladır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 271, 272; Selçuk Özdemir, §§ 78, 79).
54. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör örgütüne üye olma suçu Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasındadır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 148).
55. Somut olayda Hâkimlikçe başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken delilleri etkileme ve kaçma ihtimali bulunmasına dayanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile Hâkimlik tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden dayanılan kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelik tutuklama nedenlerinin olgusal temellerden yoksun olduğu söylenemez.
56. Öte yandan başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım (2), § 151).
57. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 214; Devran Duran, § 64).
58. Özellikle darbe teşebbüsüyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği ile FETÖ/PDY'nin özellikleri (gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi) de dikkate alındığında bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 350).
59. Başvurucunun darbe teşebbüsünün savuşturulması sürecinde gözaltına alındığı ve sonrasında tutuklandığı dikkate alındığında soruşturma süreci bakımından tutuklamanın ölçülülük ilkesinin bir unsuru olarak gerekli olmadığı sonucuna varılması için herhangi bir nedenin bulunmadığı değerlendirilmiştir.
60. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında Hâkimliğin tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
62. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (13. ve 19. maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
2. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
63. Başvurucu; tutuklanması sürecinde gizlilik kararı gerekçe gösterilerek dosyaya erişiminin engellendiğini ve isnat edilen fiillerin neler olduğunun açıklanmadığını belirterek adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
64. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
65. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Bu itibarla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
66. Anayasa Mahkemesi, soruşturma dosyalarına erişime yönelik olarak verilen kısıtlama kararlarının tutuklu kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılmalarına karşı itirazda bulunma hakkı üzerindeki etkisini birçok kararında incelemiştir. Bu kararlarda, öncelikle yakalanan veya tutuklanan kişiye yakalama ya da tutuklama sebeplerinin ve hakkındaki iddiaların bildirilmesi gerektiği ancak buradaki bildirim yükümlülüğünün isnat edilen suçlamalara esas tüm bilgi ve delilleri kapsamadığı belirtilmiş; bu bağlamda başvurucunun tutuklamaya konu suçlamalara ilişkin temel unsurları bilip bilmediği dikkate alınmıştır (Günay Dağ ve diğerleri, §§ 168-176; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 248-257).
67. Somut olayda ifade ve sorgu tutanakları, tutukluluğa ilişkin kararlar, başvurucu veya müdafileri tarafından verilen tutukluluğa ilişkin dilekçeler ile soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler incelendiğinde başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden bilgi ve belgelerden haberdar olduğu, bunların içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip bulunduğu, tutukluluk durumuna karşı itirazlarını sunma konusunda kendisine yeterli imkânın tanındığı görülmektedir.
68. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Tutuklama Kararına Karşı İtiraz Talebinin Geç Değerlendirildiğine ve Verilen Kararın Tebliğ Edilmediğine İlişkin İddia
69. Başvurucu, tutukluluk kararına karşı yaptığı itirazın makul sürede değerlendirilmediğini ve verilen kararın kendisine tebliğ edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
70. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
71. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013 § 29).
72. Başvurucunun belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması kendisini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için başvurucudan uygun mahkemelere başvurması beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanma konusunda makul bir ihtimale sahip olmadığı durumlarda başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması hâlinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır. (Cafer Yıldız, B. No: 2014/9308, 9/1/2018, § 37)
73. Somut olayda başvurucu, ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuş; bireysel başvuruda bulunduktan sonra 8/2/2018 tarihli duruşmada tahliye olmuştur. Bu tespite bağlı olarak başvurucuya davanın esasının sonuçlanmasından önce tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir başvuru yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
74. 5271 sayılı Kanun'un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendine göre, yakalanan veya tutuklanan kişilerin yakalama ve tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmaması durumunda bu kişilerin maddi ve manevi her türlü zararlarının tazminini isteyebilmesine imkân sağlanmaktadır. Somut olayda da başvurucu, tutuklama kararına karşı yaptığı itirazının kanunda belirtilen süreler gözetilmeden geç incelendiğini ve sonucunun kendisine tebliğ edilmediğini ileri sürmektedir. Somut olayda başvurucunun durumuna benzer bir durumda bu hükmün başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamaktadır. Ancak böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu değildir. Nitekim Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 6/4/2016 tarihli ve E.2015/9116, K.2016/5826 sayılı kararında, yakalama işlemine yapılan itirazın sürüncemede bırakılmasıyla ilgili bir davada asıl davanın sonuçlanması beklenmeden 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi hükümlerine göre tazminat talep edilmesinin mümkün olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla özel bir amaçla kabul edilen ve bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bir yasal düzenlemeye işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunmaktadır. Bu madde kapsamında açılacak dava sonucuna göre görevli mahkemece başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmamaktadır (Cafer Yıldız, § 39; Abdurrahim Özkan, B. No: 2017/25586, 18/4/2018, § 85).
75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Tutukluluğa İtiraz İncelemesinde Alınan Savcılık Görüşünün Bildirilmediğine İlişkin İddia
76. Başvurucu, tutuklama kararına karşı yaptığı itirazın incelenmesi sırasında alınan Savcılık görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
77. Anayasa Mahkemesi Devran Duran (aynı kararda bkz. §§ 106-112) kararında; tutukluluk incelemeleri sırasında alınan savcılık görüşünün şüpheli veya sanıklara bildirilmemesinin anayasal önem taşımadığını, içeriğinde başvurucunun cevap vermesini gerektirmeyen ve daha önce ileri sürülmemiş yeni bir olgudan bahsedilmeyen durumlarda savcılık görüşünün başvurucuya bildirilmemesinin önemli bir zarara da neden olmadığını ifade etmiştir.
78. Somut olayda, tutuklama kararına itiraz incelemesi sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmediği ileri sürülmüşse de başvuru formu ve eklerinde bu görüş yazısında başvurucunun cevap vermesini gerekli kılan ve daha önce haberdar olmadığı yeni bir olgunun bulunduğu dile getirilmemiştir. Ayrıca tutukluluğa itirazın reddine ilişkin kararın Savcılık görüşüne dayanılarak verildiği yönünde bir tespit de bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun iddiaları bakımından anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum mevcut değildir.
79. Açıklanan gerekçelerle anayasal ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle başvurunun bu kısmının kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. Bağımsız ve Tarafsız Hâkim İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
80. Başvurucu; tutukluluğa ilişkin karar veren hâkimin daha önce Bakanlıkta görev yaptığını, bu nedenle tarafsızlığını yitirdiğini belirterek adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
81. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun şikâyeti tutuklama kararını veren hâkimin tarafsız ve bağımsız olmadığına ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
82. Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış; 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." Bağımsızlık; mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken yasamaya, yürütmeye, davanın tarafları ile çevreye ve diğer yargı organlarına karşı bağımsız olmasını, onların etkisi altında olmamasını ifade etmektedir (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
83. Bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı bağımsız olup olmadığının belirlenmesinde üyelerinin atanma şekli ve onların görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz etmektedir (Yaşasın Aslan, B. No. 2013/1134, 16/5/2013, § 28).
84. Tarafsızlık ise davanın çözümünü etkileyecek bir ön yargı, tarafgirlik ve menfaate sahip olunmaması ile davanın tarafları karşısında, onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder. Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki boyutu bulunmakta olup bu kapsamda hâkimin birey olarak mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra kurum olarak mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, §§ 61, 62).
85. Somut olayda genel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak, Hâkimler Savcılar Kurulu (HSK) tarafından yapılan atama sonucunda ilgili hâkimlerin anılan görevleri yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan, siyasi tartışmalarda ortaya konulan değerlendirme ve yorumlardan hareketle, başvurucuya yönelik somut ön yargılı bir işlem ve tutum gösterilmeksizin, ilgili hâkimin siyasal veya kişisel nedenlerle bağımsız ve tarafsız davranmadığını kabul etmek mümkün değildir.
86. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlali iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Özel Hayata Saygı Hakkı ile Konut Dokunulmazlığı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
87. Başvurucu kanunda belirtildiği şekilde arama yapılmadığını, dijital eşyalarının imajı alınması yerine dijital eşyalarına el konulduğunu, yapılan aramadan sonra ertesi gün yeniden evinde bir kez daha arama yapıldığını ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
88. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü itibarıyla Anayasa’nın 20. ve 21. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı ile konut dokunulmazlığı hakkı kapsamında incelenmesi gerekmiştir.
89. Anayasa Mahkemesi Hülya Kar ([GK], B. No: 2015/20360, 27/2/2019) kararında, koruma tedbirlerinin maddi hakları ihlal ettiği iddiaları yönünden bireysel başvuruda yapılması gereken denetimin sınırlarını çizmiştir. Koruma tedbirine karar veren makamların tedbir uygulanmasının gerekliliğine dair daha iyi değerlendirme yapabilecek konumda olmaları nedeniyle geniş takdir yetkisine sahip oldukları kabul edilmiştir. Bu doğrultuda ancak koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır sonuçlara yol açtığının veya keyfî uygulandığının ilk bakışta anlaşılacak kadar açık olduğu hâllerde makamların esas yönünden daha ileri bir değerlendirme yapması gerektiği kabul edilmiştir (Hülya Kar, §§ 21-46).
90. Somut olayda başvurucu hakkında başlatılan bir soruşturma kapsamında başvurucunun evinde arama yapıldığı görülmektedir. Söz konusu tedbirin bir soruşturma kapsamında maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
91. Koruma tedbirine yönelik şikâyetlerde Anayasa Mahkemesi kararın verildiği dönemin şartlarını dikkate alır. Başvuruya konu koruma tedbiri maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla ve suç şüphesi bulunan hâllerde uygulanmıştır. Söz konusu tedbir öngörülebilir, kesin bir hukuki düzenlemeye dayanmaktadır ve başvurucuya itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağı tanınmıştır. Bundan başka tedbir, süreklilik arz eder biçimde uygulanmamıştır.
92. Başvuru konusu koruma tedbirinin türü, süresi, uygulanma tarzı ve kişinin yaşamı üzerindeki etkileri birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu veya koruma tedbirinin keyfî uygulandığı değerlendirilmemiş; başvurucu da bireysel başvuru formunda aksini kanıtlayacak bir açıklamada bulunmamıştır.
93. Özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarına yönelik bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Gözaltında Kötü Muameleye Maruz Kalındığına İlişkin İddia
94. Başvurucu, yeterli seviyede yeme içme ihtiyacı karşılanmadan havalandırmasız bir nezarette günlerce bekletildiğini ve ellerine ters kelepçe takılarak adliyeye getirildiğini belirterek hakkında uygulanan onur kırıcı muameleler nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
95. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
96. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde etkili bir soruşturma yapılması gerekmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya da elverişli olmalıdır (Tahir Canan, § 25).
97. Devletin sahip olduğu etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında, işkence veya kötü muameleyi gösteren yeterli ve kesin belirtiler mevcut olduğunda -kişilere müdahale üçüncü kişilerden gelmiş olsa dahi- şikâyet ya da ihbarda bulunulmadığında bile resen soruşturma açılmasının sağlanması gerektiği açıktır (Tahir Canan, § 25).
98. Başvuruya konu olayda başvurucu, genel olarak insani olmayan gözaltı koşullarında kasti bir şekilde tutulduğunu ve gözaltı süresince kamu görevlileri tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığını ileri sürmektedir. İddialar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun yakalandığı andan itibaren kamu görevlilerinin kendisine kötü muamelede bulunduğundan şikâyetçi olduğu görülmektedir. Bu kapsamda başvurucu, gözaltında tutma koşullarının yetersizliğinden bahsetmişse de maruz kaldığını ileri sürdüğü kötü muamelenin kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden mi yoksa salt tutulma koşullarından mı kaynaklandığını açıkça belirtmemiştir. Dolayısıyla söz konusu iddiaların Anayasa Mahkemesince doğrudan incelenebilmesi için yeterli bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda somut olayın koşullarının başvurucunun anılan iddialarının kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair adli ve/veya idari bir soruşturmayla ortaya konması gerekmektedir. Başvurucunun anılan iddialarını herhangi bir adli ve/veya idari bir merciye ilettiğine dair bilgi veya belge sunmadığı da gözetildiğinde hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır (benzer yöndeki bir karar için bkz. Alparslan Altan, [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 183).
99. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Sağlık Durumuna Rağmen Ceza İnfaz Kurumunda Tutulmasına İlişkin İddia
100. Başvurucu 23/6/2016 tarihinde Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ameliyat olduğunu, sonrasında saçlı deri altından parça alındığını, patoloji sonucuna göre sürekli takip ve kontrol önerildiğini belirtmiştir. Ayrıca Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesinde uyku apnesi ameliyatı için 26/8/2016 tarihine planlama yapıldığını fakat tutuklandığı için ameliyat olamadığını beyan etmiştir. Başvurucu söz konusu rahatsızlığı için Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiğini, bu Hastanenin de ameliyat önerdiğini fakat bu ameliyat sonrasında dil kökü ameliyatı da olması gerekeceğinden yüksek kalp krizi riski barındıran bu rahatsızlık konusunda sürekli takibinin yapıldığı Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi görmek istemesinin olumlu karşılanmadığını ileri sürmüştür.
101. Başvurucu bu rahatsızlıkları dışında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji bölümünde yaklaşık iki yıldır teşhisi konulamayan bir hastalık nedeniyle takip altında olduğunu ve bu süreçte tespit edilen PV (polisitemia vera) rahatsızlığı nedeniyle burada tedavi edildiğini söylemiştir. Başvurucu, yıl içinde yapılması gereken tetkiklerin adli tatile ertelendiğini fakat tutuklanması sebebiyle bunların yapılmadığını, sadece bu hastanede bulunan özel bir cihaz sayesinde hastalığına kesin teşhis konulabileceğini, diğer sağlık birimlerindeki teşhis sürecinin uzun ve yorucu olacağını ileri sürmüştür. Bunlar dışında başvurucu, eşinin MS (multiple skleroz) hastası olduğunu ve tek başına hayatını idame ettiremediğini belirtmiştir.
102. Başvurucu, daha önce ameliyat olduğundan ve ilerleyen süreçte de ameliyat olması gerekeceğinden ceza infaz kurumundaki yetersiz hijyen koşullarından olumsuz etkileneceğini, mevcut şartlarda sağlığının kötüye gitmesinin kaçınılmaz olduğunu iddia ederek tahliye edilmesini gerektiğini belirtmiştir.
103. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
104. Anayasa Mahkemesi, ceza infaz kurumlarının fiziki ve tıbbi imkânlarının sağlık durumuna uygun olmamasına dayalı şikâyetleri istikrarlı bir şekilde kötü muamele yasağı kapsamında incelemektedir (Mete Dursun, B. No: 2012/1195, 18/11/2015; Serdar Öztürk, B. No: 2013/7532, 4/2/2016; Sabri Kaya, B. No: 2014/8482, 29/6/2016; Ergin Aktaş, B. No: 2014/14810, 21/9/2016; Hayati Kaytan, B. No: 2014/19527, 16/11/2016; İmam Çelikdemir, B. No: 2014/20289, 5/12/2017).
105. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun şikâyetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
106. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve yine Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilir." şeklinde düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla tutuklamaya veya hapis cezasına mahkûmiyete ilişkin bir kararın yerine getirilmesi için sağlanacak şartlar, insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 36).
107. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve mahkûmlara gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016, § 65).
108. Hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutma koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanma koşullarının kişiyi tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini kabul etmek gerekir (Fatih Hilmioğlu, B. No: 2014/648, 18/9/2014, § 65). Ayrıca Anayasa'nın tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir genel zorunluluk getirmediğini ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan kaynaklanan acının yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması hâlinde bu durumun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebileceğini belirtmek gerekir (Fatih Hilmioğlu, § 66).
109. Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin hasta olmaları durumunda devletin kontrolü altında tuttuğu bu kişilere gerekli tıbbi yardımı sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülüğün hiç veya gerektiği gibi yerine getirilmemesi sonucunda kişinin yaşamı veya vücut bütünlüğü bakımından tehlike arz eden acil bir duruma, ağır veya uzun süreli bir acı çekmesine sebebiyet verilmiş olması, belirtilen sonuçlar ortaya çıkmamakla birlikte kişinin tıbbi yardımdan mahrum kalmış olması nedeniyle yaşadığı stres, huzursuzluk veya aşağılanma hissinin -olayın kendine has koşulları çerçevesinde- insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele düzeyine ulaşacak ciddiyette olması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği kabul edilebilir. Bu kapsamdaki değerlendirmede kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasına bağlı dezavantajlı konumunun da dikkate alınması gerekir (Hayati Kaytan, § 44).
110. Somut olayda başvurucunun şikâyetleri; daha önce sağlık takiplerinin yapıldığı hastanelere sevk edilmemesi, teşhisi konulamayan hastalığına ilişkin birtakım tetkiklerin yapılmaması, yapılacak ameliyatlar sonrasında ceza infaz kurumunda yeterli temizlik koşullarının sağlanamayacak olması ve sağlık durumunun tutuklu bulunması nedeniyle kötüye gitmesinin kaçınılmaz olması şeklinde özetlenebilir.
111. Başvurucunun tutuklu olarak bulunduğu sürede yaşadığı sağlık problemleri ile ilgili olarak hem ceza infaz kurumu bünyesinde faaliyet gösteren uzman doktorların görev yaptığı devlet hastanesine hem de gerektiğinde daha donanımlı diğer hastanelere sevkinin sağlandığı, bu kapsamda gerekli muayene, tahlil, tetkik ve tedavi hizmetlerinin verildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 28). Başvurucunun sunduğu veya ilgili kurumlardan gelen tıbbi belgelerde başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasına engel olabilecek şekilde bir rahatsızlığından bahsedilmemektedir. Başvurucu daha önce sağlık hizmeti aldığı hastanelere sevk edilmediğini ileri sürmüş ise de 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinin ikinci fıkrası ceza infaz kurumuna bu yönde bir zorunluluk yüklemediği gibi tutuklu bulunduğu sürede tedavisiyle ilgili işlemler yapan sağlık kuruluşlarında ne türden bir sorun veya eksiklik yaşadığı, bunun sağlığını ne şekilde etkilediği konusunda bir açıklama yapmadığından başvurucunun bu durumun sağlığını kötü etkilediğine ilişkin iddiası dayanaksız gözükmektedir. Yine teşhisi konulamayan hastalığına ilişkin bazı tetkiklerin, tutuklanması sebebiyle yapılmadığını öne süren başvurucunun bu tetkiklerin -tutuklanmasından önce- adli tatilde yapılmak üzere ertelendiğini belirttiği, dolayısıyla kendi isteğiyle bu işlemlerin gecikmesine sebep olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda tutuklandıktan sonra söz konusu tetkiklerin yapılmasının neden aciliyet gerektirdiği ve yapılmamasının sağlığı üzerinde ne gibi bir olumsuz etki yarattığı konusunda tıbbi bilgi ve belgeye dayanarak bir izahta bulunmayan başvurucunun bu iddiasının da somut olmadığı söylenmelidir.
112. Başvurucu, olması muhtemel ameliyatlar sonrasında ceza infaz kurumunun temizlik şartları nedeniyle sağlığının kötüleşeceğini belirtmiş ise de başvuru formunda veya eklerinde ceza infaz kurumlarında olması muhtemel olağan koşullar dışında, tutulma ve temizlik koşullarına yönelik özellik taşıyan bir iddia ileri sürmediğinden bu iddianın temellendirilemediği değerlendirilmiştir. Kaldı ki başvurucu, koşulların iyileştirilmesine ilişkin bir talebinin reddolunduğuna ilişkin bir karardan da bahsetmemektedir (bkz. §§ 26, 98-100). Sonuç olarak başvurucu; rahatsızlığının ceza infaz kurumu şartları veya yetkililerin uygulamalarından kaynaklanan bazı nedenlerle kötüleştiğini, bu nedenle özgürlüğünden yoksun bırakılma nedeniyle ortaya çıkan olağan elemin ötesinde bir ızdırap ve/veya acıya maruz bırakıldığını somut olgularla desteklememiştir. Dolayısıyla başvurucu, rahatsızlıklarına rağmen tutukluluk hâlinin devam ettirilmesinin sağlığı üzerindeki etkisini somut olarak ortaya koymadan soyut bir şikâyet ileri sürmüştür.
113. Bu tespitler kapsamında ceza infaz kurumunda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği şikâyetine ilişkin olarak gerek tutma koşulları gerekse yetkililerce yapılan uygulamalarla ilgili somut bir delil sunmayan başvurucunun sağlık durumuna rağmen tutukluluk hâlinin devam ettirilmesi nedeniyle kötü muameleye maruz kaldığı yönündeki iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.
114. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Tutuklamanın hukuki olmadığına, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına, bağımsız ve tarafsız hakim ilkelerinin ihlal edildiğine, sağlık durumu elvermemesine rağmen ceza infaz kurumunda tutulduğuna, özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Tutuklama kararına karşı itiraz talebinin geç değerlendirildiğine ve verilen kararın tebliğ edilmediğine, gözaltında kötü muameleye maruz kalındığına ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Tutukluluğa itiraz incelemesi sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesine ilişkin iddianın anayasal ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
D. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 10/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.