TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYDIN POLAT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/430)
|
|
Karar Tarihi: 15/2/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Şermin
BİRTANE
|
Başvurucu
|
:
|
Aydın POLAT
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa
BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği
hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2002 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay
olarak göreve başlamıştır. Evli değildir.
9. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelenisimsiz
bir ihbar üzerine bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı
İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti
konusunda idari tahkikat başlatılmıştır.
10. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine
sunulmuş belgelere göre "İstihbarata Karşı Koyma" (İKK) zafiyeti kapsamında ilgili askerî
personelin ifadeleri alınmıştır. İfade tutanaklarında "ifadeyi alan"
ve "ifadeyi yazan" kısmı
ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Başvurucuya, bugüne kadar
nerelerde görev yaptığı, kimlerle kaldığı sorulmuş ve ifade tutanağıyla kayıt
altına alınmıştır. Ayrıca bugüne kadar İnternet aracılığıyla veya yüz yüze
tanışmak suretiyle birlikte olduğu bayanların kimler olduğu sorulmuştur.
Başvurucunun imzalamış olduğu 7/3/2013 tarihli ifade tutanağında, İnternet'ten
veya sosyal çevresinden tanıştığı bazı bayanlarla ilişkisi olduğunu söylediği
belirtilmiştir.
11. Tahkikat sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun
davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış
kapsamında olduğu belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi
getirilmiştir.
12. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 19/3/2014
tarihinde, 27/7/1967 tarihli 926 sayılı Türk Silâhlı
Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 50. maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis
edilmiştir.
13. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır.
14. Başvurucu dava dilekçesinde, psikolojik baskı altında
ifadesinin alındığını, ifade tutanağını okumadan imzaladığını belirtmiştir.
Başvurucu ifade tutanağının hukuka aykırı şekilde elde edilen delil olduğunu,
bu delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde özel bir kasıt
bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, çok sayıda takdir belgelerinin
bulunduğunu, hiç bir disiplin cezası bulunmadığını,
çok başarılı çalışmaları olduğunu, özel yaşamına ait unsurların kurum disiplin
ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını iddia etmiştir. Ayrıca
başvurucu, sorgusu sırasında kamera ile görüntülü kayıt yapılmasına rağmen söz
konusu kaydın idare tarafından imha edilmiş olduğunu, bu durumun dahi söz
konusu sorgulamanın hukuka aykırı olduğunu kanıtladığını belirtmiştir.
15. AYİM, oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM kararında,
başvurucunun bekâr olmakla birlikte evlilik maksadı gütmeksizin bayanlarla
ilişkileri hayat tarzı hâline getirdiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. AYİM'e göre başvurucuya isnat edilen davranışlar, TSK'nın
itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamındadır ve bu nedenle
başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesi uygun değildir. Ayrıca AYİM,
başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını
da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması
kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada
uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir.
16. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üye, istihbarat
şube elemanları tarafından tespit edilen soyut ifadeler esas alınarak tesis
edildiği anlaşılan ayırma işleminin iptali gerektiğini belirtmiştir.
17. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi
de reddedilmiştir. Nihai karar 11/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu vekili tarafından 8/1/2016 tarihinde bireysel
başvuru yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan 50.
maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Kanunu’nun 13. ve 39. maddeleri, 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem
tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve
ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı 91. ve 92. maddeleri.
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı"
kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz
konusu olabilir.”
21. Kamu makamlarının özel hayata saygı hakkına keyfî bir
şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin 8. maddesi ile sağlanan
güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM),
devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale
ettiğini tespit ettiğinde, 8. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları
incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı
olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı,
demokratik bir toplumda gerekli ve öngörülen amaçla orantılı olup olmadığı
araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, §
77).
22. Ayrıca, AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi açıkça
usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin
amacı 8. maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını
önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, §
51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B.
No: 28945/95, 10/5/2001, § 72).
23. AİHM'e göre gerek negatif
yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin
etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Hokkanen/Finlandiya, B.No: 19823/92, 23/9/1994, §§55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96,
19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006,
§§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80,
28/5/1985, § 67).
24. Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere
örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler
içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık (B. No: 33985/96,
33986/96, 27/9/1999, § 30) kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular
Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle
görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları
işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda, her ikisinin de sicil ve görev
performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin
bulunmadığı belirtilmiştir.
25. Başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetleri Polisi (İstihbarata
karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından
sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında, sorgulama yapılmasının amacı
açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı
yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı
sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiç bir şey
söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları hâlinde söyleyecekleri şeylerin
aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra
başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım
almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın
soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce
Bayan Smith'e, bazı soruların utanmasına sebep olabileceği, eğer böyle
hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir
avukatla görüşmüş ve avukatı hiç bir şey söylememesi,
bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet
Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci
olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık,
§§ 14, 25, 26, 27).
26. AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına
müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir
toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik
ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir
yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için
özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık,
§§ 88-89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52).
27. AİHM demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale
için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden
sorgulama sürecini değerlendirmiştir. AİHM'e göre
sorgulama süreci son derece müdahaleci nitelikteydi. Başvurucuların özel
hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair
çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve
müdahalecidir. Hatta Hükûmet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan, üvey kızıyla
cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı
belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik
Krallık, § 91). Ayrıca eş cinselliğin Silahlı Kuvvetlerden erken
ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla
sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular
cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır;
bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi
bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili
olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili
sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel
yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi
konusunda Hükûmetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını
vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik
Krallık, §§ 106-110).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 15/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, psikolojik baskı altında, hukuka aykırı şekilde
ve özel hayatın gizliliği ihlal edilerek sorgulandığını, idarenin hukuk dışı
yollarla ifadesini aldığını ve beyanlarını çarpıtarak istihbarat raporu
düzenlediğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca bir çok
kez takdirname ile ödüllendirildiğini, sicillerinin çok iyi derecede olduğunu,
özel hayatına ilişkin unsurların hiç bir şekilde görevine yansımadığını
belirtmiştir. Bunun yanı sıra özel hayatın gizliliği ihlal edilerek alınan
ifadelerin yasal delil kabul edilemeyeceğini, dolayısıyla TSK'dan ilişiğinin
kesilmesine dayanak alınamayacağını ileri sürmüştür. Başvurucu, bu nedenlerle
Anayasa'nın 20. maddesinde yer alan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiş, yeniden yargılama yapılmasına ve 20.000 TL manevi
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
2. Değerlendirme
30. Anayasa’nın 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
...”
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
32. Başvurucunun cinsel hayatına dair, gizli nitelikte olan
hususlar nedeniyle TSK'dan ilişiğinin kesildiğine ilişkin söz konusu
iddiasının, özel hayatın gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet
alanını ilgilendirdiği anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuru, Anayasa'nın 20.
maddesinde güvenceye alınan özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında ele
alınmıştır.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
34. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlıktır. Özel
hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde "bireyin kişiliğini
geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" kavramı
temel alınmaktadır. Anılan hak, herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak
kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte
kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de
içermektedir (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent
Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, §§ 61-63; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704,
3/3/2016, §§ 50-52; Ata Türkeri,
B. No: 2013/6057, 16/12/2015,§§ 30-32).
35. Özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Özellikle mahremiyet alanında
cereyan eden cinsel içerikli eylem ve davranışların özel hayata saygı hakkının
kapsamında olduğunda kuşku yoktur. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin
kendi bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem
ilişkilere girebilecekleri özel bir alana işaret etmektedir (Serap Tortuk, §§
31-36; Bülent Polat, §§ 61-63; Tevfik Türkmen § 51; Ata Türkeri, §§ 31-34).
36. Özel hayata saygı hakkı, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere
çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir. Kişilerin mesleki
hayatı özel hayatlarıyla sıkı bir irtibat içindedir. Özel hayata dair hususlar
kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alınmışsa özel hayata saygı hakkı
gündeme gelecektir (Bülent Polat,
§ 62; Ata Türkeri, § 31).
37. Bu kapsamda, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel
hayatı hakkında sorgulanması ve bunun doğurduğu idari sonuçlar, buna ek olarak
kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmaları, özel
hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturmaktadır (Serap Tortuk, §
37; Bülent Polat, § 63; Ata Türkeri, § 33).
38. Buna göre başvurucunun cinsel yaşamına ait unsurlar gerekçe
gösterilerek TSK'dan ilişiğinin kesilmesi işleminin, özel hayatın gizliliği
hakkına bir müdahale oluşturduğu anlaşılmaktadır.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
39. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ...
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
40. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 20. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
41. Bu sebeple müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığının
belirlenmesinde, Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun
düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen
nedenlere dayanma,demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşulları
yönünden inceleme yapılması gerekir.
(1) Kanunilik
42. Başvuruya konu ayırma işlemi ve yargısal incelemenin 926
sayılı Kanun’un 50. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (c) fıkrası ile
Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 91. maddesi uyarınca
yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
43. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında yapılan
değerlendirmeler neticesinde, söz konusu mevzuat hükümlerinin
"kanunilik" ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016,
§§ 48-50). Somut olayda bu sonuçtan ayrılmayı gerektirecek bir iddia ve tespit
de bulunmamaktadır.
(2) Meşru Amaç
44. Anayasa'nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasını, ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde
gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır.
45. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre, özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi, hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan
kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna
göre, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete
yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere
sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/87, K.2015/112,
8/12/2015, § 7; E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, § 9; E.2013/130, K.2014/18,
29/1/2014;Sevim Akat Eşki, B.
No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
46. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrası yönünden özel
sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber bu sebepler sadece arama ve elkoyma tedbirlerine yöneliktir. Dolayısıylabu
sebeplerin özel hayata saygı hakkının tüm boyutları yönünden uygulanması mümkün
görünmemektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013 sayılı kararın "J-Kanun'un 75. Maddesiyle 3713 Sayılı Terörle
Mücadele Kanunu'nun Başlığı İle Birlikte Değiştirilen 10. Maddesinin
İncelenmesi" başlığının "bb" alt başlığı altında).
47. Bu durumda, Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan hak ve
özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin somut olay bakımından sınırlandırma
sebebi olarak kabul edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır.
48. Anayasa'nın 5. maddesinde, "Devletin
temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir.
49. Kişinin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın
ön koşulu millî güvenlik ve kamu düzeninin tesisidir. Millî güvenlik ve kamu
düzeninin sağlanmadığı bir ortamda, hak ve özgürlüklerden gereği gibi
yararlanılması, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi mümkün değildir.
Devletin hak ve özgürlükleri koruma ödevinin yanında, millî güvenliği ve kamu
düzenini sağlama görevi de bulunmaktadır.
50. Millî güvenliğin sağlamakla yükümlü olan Türk Silahlı
Kuvvetlerinin bu görevi gereği gibi yerine getirebilmesi bakımından askerî
disiplinin sağlanması hayati önem taşımaktadır. Silahlı Kuvvetlerin mensupları
arasındaki hiyerarşi ve disiplinin aşınması, söz konusu kamu hizmetinin
aksamasına neden olabilecek temel etkenlerden biridir.
51. Bu nedenle askerî disiplinin sağlanmasını teminen Silahlı Kuvvetler mensuplarının sıkı disiplin
kurallarına tabi tutulması vediğer kişilerin tabi
olmadığı bazı sınırlamalara tabi olmalarıAnayasa'nın
5. maddesiyle devlete yüklenen millî güvenliği sağlama ve kamu düzenini koruma
ödevinin bir gereğidir. Anılan ödevin, kişilerin Anayasa'nın 20. maddesinin
birinci fıkrasında düzenlenen haklarının sınırlanmasında dikkate alınması
gerekmektedir.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucunun ahlaki durumu sebep
gösterilerek TSK'dan çıkarılmasının, askerî disiplinin korunması ve kamu
hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî güvenliğin
korunması amacını taşıdığı, dolayısıyla müdahalenin meşru bir amaca dayalı
olduğu sonucuna varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum
Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
53. "Demokratik toplum düzeninin gerekleri"nden
olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal
ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre
sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da
başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (AYM, E.2015/96,
K.2016/9, 10/2/2016 § 13; ifade özgürlüğü bağlamında Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; özel
hayatın gizliliği hakkı bağlamında Ata
Türkeri, § 44; İ.F.A.,
B. No: 2013/8564, 17/2/2016, § 62).
54. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu görevini yürütmekle görevli kişilerin hak ve özgürlüklerine, herhangi bir
vatandaşa uygulanamayacak sınırlamalar getirilmesi demokratik bir toplumda
gerekli olabilir. Bu kapsamda kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve
sınırlamanın amacına göre değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması
doğaldır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkının mahremiyet hakkı gibi en gizli yönleri
söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır ve bu
alanlara yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için kamu
makamlarınca özellikle ciddi gerekçeleringösterilmesi
gerekir (Ata Türkeri,§ 47).
55. Kamu makamlarının somut olayda olduğu gibi özel hayatın en
gizli, mahrem alanlarına müdahaleleriyle ilgili olarak, müdahaleye yol açan
karar alma sürecinde de keyfî davranmadıklarını kanıtlamaları gereklidir. Bu da
ancak karar alma sürecinde özel hayatına müdahale edilen bireylere -deliller ve
kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunma ve sürece katılım
güvencelerinin sağlanmasıyla olacaktır (Ata
Türkeri, § 48).
56. Bunun yanı sıra, Silahlı Kuvvetlerin faaliyetlerinin
disiplin içinde yürütülmesi ve etkinliğini gerçekten aksatan bir durum
oluşturduğunun ikna edici ve güçlü sebeplerle kanıtlanması hâlinde personelin
özel hayatın gizliliği hakkının sınırlandırılması demokratik bir toplumda
gerekli kabul edilebilir. Ancak bu hâlde de sınırlandırmanın ölçülülük ilkesine
uygun olması gereklidir.(G.G. [GK], § 60).
57. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi,
sınırlayıcı önlemin öngörülen amaç için zorunlu ve amaca ulaşmaya elverişli
olmasını ayrıca amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini
ifade eder. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden
fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir (AYM, E.2015/102, K.2016/151, 7/9/2016,
§ 22; E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013; Marcus Frank Cerny, B. No: 2013/5126,
2/7/2015, § 72).
58. Tüm bu ilkeler dikkate alınarak başvuru konusu olay
bakımından müdahalenin "demokratik toplum düzeninin gerekleri"
ilkesine uygun olup olmadığı incelenirken kamu makamlarınca ortaya konulan
gerekçeler değerlendirilmeli ve müdahaleyi doğuran karar alma sürecinde
başvurucuya usule ilişkin güvencelerin sunulup sunulmadığı ortaya konulmalıdır.
Bunun yanı sıra müdahalenin "ölçülülük" ilkesine uygun olup
olmadığına bakılmalıdır.
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
59. Somut olayda başvurucuya, İnternet'ten veya sosyal çevesinden tanıştığı çok sayıda kişiyle cinsel birlikteliği
olduğu, yaşayışının TSK'nın ahlak anlayışı ve disiplin ilkeleriyle bağdaşmadığı
isnadı yöneltilmiştir.
60. Çok sıkı askerî disiplin kuralları ve hiyerarşinin geçerli
olduğu personel sisteminde personel istihdam eden TSK tarafından personelin
özel yaşamının, görevi aksatması, disiplini tehdit etmesi veya görevle
bağdaşmayacak şekilde aleniyete yansıması hâllerinin kurum disiplinini ve
itibarını olumsuz yönde etkileyen bir unsur olarak değerlendirilmesi ve bu
eylemler nedeniyle disiplin yaptırımı uygulanması demokratik bir toplumda
gerekli kabul edilebilir. Ancak bunun için söz konusu eylem ve davranışların
sabit olduğunun hukuka uygun ve somut delillerle kanıtlanmış olması
gerekmektedir. Hukuka uygun delillerle kanıtlanmamış olan bir eylem, olay ve
olgunun hukuk önünde hiçbir anlam ve önemi yoktur.
61. Olayda, başvurucunun TSK'dan çıkarılmasına dair kararın
istihbarat birimi tarafından alınmış olan ifadelere özellikle başvurucunun
kendi beyanına dayalı olarak alındığı görülmektedir. Ancak istihbarat birimi
tarafından alınan ifade tutanaklarında, disiplin soruşturması için ifade
alındığı belirtilmemiş ve başvurucunun ne ile suçlandığı bildirilmemiştir.
Başvurucuya somut isnatlar ve olay tarihleri belirtilmeden sorular
yöneltilmiştir. Sorulan sorular, kişilerin tüm özel yaşamlarını kapsayacak
şekilde geniş ancakkapsamı, sınırları ve amacı belli
olmayan niteliktedir. İfadeyi alanların kimlik ve unvanları ile ifadelerin bazı
bölümleri karartılmıştır. Ayrıca başvurucu isnatları reddetmekte, hukuka aykırı
şekilde ifade alındığını ileri sürmektedir. Kişilerin psikolojik baskı ve
zorlama altında, olumsuz koşullar içerisinde ifade verdiklerini kanıtlamaları
neredeyse imkânsızdır. Bireyler karşısında çok daha güçlü konumda bulunduğu
tartışmasız olan idarenin, ifade alma sürecinde, objektif gözlemci bulundurma,
avukat yardımı sunma, görüşmeleri kamera ile kayda alma gibi geniş olanaklara
sahip olduğu da dikkate alındığında kişilerin bu yöndeki iddialarının aksini
kanıtlama yükümlülüğü idareye aittir. Üstelik başvuru dosyasına sunulmuş
belgelerden anlaşıldığı üzere idare, somut olayda ifade alma sürecinde
kamerayla kayıt yapmış olmasına karşın, bu kaydın imha edildiğini bildirerek
yargı makamlarına göndermemiştir. Tüm bu hususlar nedeniyle idarenin söz konusu
ifade sürecinde başvurucuya ne ile suçlandığını somut ve belirli olay ve
olgular göstererek bildirmediği, bunun yanı sıra başvurucuya savunma hakkı
tanıdığını ve özgür iradeye dayalı konuşma koşullarının sağlandığını da
kanıtlayamadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla olayda, özel hayata ilişkin hususlar
sebep gösterilerek TSK'dan çıkarma işlemi tesis edilmesi sürecinde başvurucunun
özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında usule ilişkin güvencelerden
yararlandırılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
62. Bunun yanı sıra, başvurucu, TSK'dan çıkarılması ile
sonuçlanan disiplin soruşturması sürecinde mesleki hayatını değil özel hayatını
ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda kalmıştır.Derece Mahkemesi kararına göre başvurucunun
mahremiyetine dair söz konusu hususlar, istihbarat faaliyeti kapsamında
yürütülen sorgulamada, başvurucunun ifadesinden tespit edilmiştir. AYİM kararı
ve dava dosyasındaki belgeler incelendiğinde, bu istihbarat faaliyeti tespitine
kadar söz konusu özel hayata ilişkin eylem ve davranışlarının başvurucunun
mesleğine bir yansımasının olmadığı, görevini aksattığı, disiplinsizliği
bulunduğu yönünde herhangi bir tespitin bulunmadığı görülmektedir. Tam aksine
dava dosyasına sunulmuş belgelere göre başvurucunun çalışmaları ve sicil durumu
başarılıdır, isnat edilen hususlarla ilgili hiç bir
disiplin cezası da bulunmamaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu soruşturmanın
kapsamının mesleki hayatın sınırlarını aştığı anlaşılmaktadır.
63. AYİM kararında, isnat edilen ve tümüyle başvurucunun özel
yaşamına ilişkin olan eyleminin, mesleki hayatı üzerindeki etkilerine dair
yeterli ve ikna edici gerekçelerin belirtilmediği ve TSK’nın işleyişi
üzerindeki etkisi ve risklerinin de açıklanmadığı görülmüştür. Ayrıca
başvurucunun, soruşturma usulünün hukuka aykırı yöntemler içerdiğine yönelik
iddialarına da makul bir gerekçe ile yanıt verilmediği, ifadelerin alındığı
koşulların detaylı şekilde incelenmediği anlaşılmıştır. Bu nedenlerle idare ve
Derece Mahkemesi kararlarının özel hayatın gizliliği hakkına müdahaleyi haklı
kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği bu nedenle
müdahalenin demokratik toplumda gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır.
64. Müdahalenin demokratik toplumda gerekli olmadığı
anlaşıldığından ölçülülük ilkesi yönünden inceleme yapılmasına gerek
bulunmamaktadır.
65. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
67. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına ve 20.000 TL manevi
tazminat verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
68. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
69. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
70. Başvurucu tazminat talep etmişse de yeniden yargılama
yapılmak üzere dosyanın AYİM Birinci Dairesine gönderilmesine karar
verilmesinin ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu
anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.039,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine (Anılan Dairenin
12/5/2015 tarihli ve E.2014/582, K.2015/476 sayılı kararına ait dava dosyası
ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.039,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
15/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.