TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ENGİN KARABAŞLAR VE ESRA KARABAŞLAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/4790)
|
|
Karar Tarihi: 4/7/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Engin GÜNDÜZ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Engin
KARABAŞLAR
|
|
|
2. Esra
KARABAŞLAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Ayşe
HASAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini
belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucuların çocuğu E.K. 18/8/2001 tarihinde Manisa Doğum
ve Çocuk Bakımevinde dünyaya gelmiştir. Solunum sıkıntısı yaşayan bebek sevk
edildiği İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi Yenidoğan
ve Prematüre Servisinde bir hafta süreyle tedavi görmüştür. Başvurucular
bebeğin sağ omuz ve sol dizinde hareketsizlik şikâyeti ile 29/8/2001 tarihinde
Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Üniversite
Hastanesi) başvurmuşlar, burada Ortopedi Uzmanı Doktor U.Ö. tarafından muayene
edilen bebekte sağ omuz abduksiyonu
yapılamadığı, distal
hareketlerin normal olduğu, klavikula
(köprücük kemiği) kırık bulgusunun bulunmadığı, ateş ve huzursuzluk tesbit edilmediği, sağ omuzda effüzyon olmadığı, sol kalça ekstansiyonunda
5 derece kısıtlılık olduğu tespitleri yapılarak on beş gün izlem önerilmiştir.
Başvurucular ise doktorun muayene sonucunda bebeğin omzunda sinir zedelenmesi,
dizinde ise çatlak olduğunu belirterek bir hafta sonrasına randevu verdiğini
beyan etmişlerdir.
8. Taburcu edilen bebeğin omuz ve dizinde şişlik oluşması
üzerine randevu günü beklenmeden 4/9/2001 tarihinde yapılan başvuru üzerine bu
kez çocuk hastalıkları uzmanı tarafından muayene edilen bebeğe septik artrit
-bakteri ve mantarların yol açtığı eklem enfeksiyonu- tanısı konularak oluşan
ödemin drene edilmesi amacıyla 7/9/2001 tarihinde Doktor U.Ö. tarafından
cerrahi müdahale uygulanmış, sonrasında taburcu edilen bebeğin sekiz ay süreyle
takibine ve tedavisine devam edilmiştir. Başvurucular; çocuklarının normal
şekilde yürüyemediğini, kolunu da sağlıklı şekilde hareket ettiremediğini, bu
nedenle birçok operasyon geçirdiğini, kullandığı yürüme cihazının gelişimini
tamamlayacağı yirmi üç yaşına kadar dört ayda bir değiştirilmesi gerektiğini, ayrıca
tedavi sürecinin devam etmesi nedeniyle hakkında kesin rapor düzenlenmediğini
belirtmişlerdir.
9. Başvurucular 21/2/2006 tarihinde Manisa Cumhuriyet
Başsavcılığına sundukları dilekçe ile çocuklarının tedavi sürecinde görevli
doktorlardan şikâyetçi olmuşlar, Başsavcılığın 27/2/2006 tarihinde görevsizlik
kararı vermesi üzerine Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğü (Üniversite)
tarafından şikâyet konuları hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma
kapsamında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana
Bilim Dalı Öğretim Üyesi H.P. bilirkişi olarak tayin edilmiş, hazırlanan
24/4/2006 tarihli bilirkişi raporunda yeni doğan septik artriti
gibi tanısı geç ve zor olan bir hastalığın, hasta yakınının da
ifadesinden anlaşıldığına göre Doktor U.Ö.nün uyarısı
sayesinde nispeten daha erken tanındığı ve doktorun görevini ihmalinin söz
konusu olmadığı belirtildiğinden olayla ilgili olarak men-i muhakeme kararı
alınmıştır.
10. Olayla ilgili olarak yürütülen bir diğer soruşturmada
bilirkişi olarak görüşüne başvurulan İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma
Hastanesi 1. Ortopedi ve Travmatoloji Klinik Şefi M.Ş. tarafından düzenlenen
raporda; yenidoğan septik
artritinin
diğer yaş grubundaki septik artritlerin
klinik ve laboratuvar bulgularından çok farklı olabildiği, tanının şüphelenilen
eklemin muayenesi ve ponksiyonunun (vücuttan iğne ile sıvı alınması)
mikroskobik incelemesi ile konulabileceği, hastanın izlem kayıtlarında omuz ve diz
eklemi patolojisini düşündürecek bir kaydın bulunmadığı, bu nedenle hastanın
İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesinde yattığı dönemde ya da izlemlerinde septik artriti
düşündürecek bir bulgunun dosyada mevcut olmadığı belirtilmiştir.
11. Yine olayla ilgili soruşturma kapsamında tıbbi görüşüne
başvurulan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi H.Ö. tarafından hazırlanan 10/4/2006 tarihli
raporda; septik artritin çocuk sağlığı ve
hastalıkları uzmanlığını da yakından ilgilendiren ve tedavisi aciliyet arz eden bir durum olduğu, olgunun epikrizinde hastaneye yatış ve invazif
(cerrahi işlem gerektiren uygulama) girişim öyküsü belirtilmiş olduğundan septik artrit
şüphesinin duyulması ve eklem ultrasonografısi ile
tanısal yaklaşımın başlatılmış olması gerektiği, bunun yapılması hâlinde erken
tanıya ulaşılabilmiş olunacağı, ancak ortopedi hekimince muayenesi yapılan ve grafısi çekilen hastada o an için bulguların tanıya gitmek
için yeterli olmadığı, önerilen izlemin muhtemelen sağlıklı yapılamamasına
bağlı tanıda gecikme yaşandığı ve daha sonra doğru şekilde tedavinin
tamamlandığı ifade edilmiştir.
12. Başvurucular, çocuklarının hastanede mikrop kaptığı,
hastalığın teşhis ve tedavisinin gecikmeli ve hatalı olarak yapıldığı
iddialarıyla Sağlık Bakanlığı ile Üniversite ve Ortopedi Uzmanı Doktor U.Ö.
aleyhine 17/8/2006 tarihinde Manisa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve
manevi tazminat davası açmışlardır.
13. Mahkeme tefrik kararı vererek Bakanlık ve Üniversite
aleyhine açılan davada idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle 2/3/2007
tarihinde davanın görev yönünden reddine karar vermiş, karar Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Mahkeme Doktor U.Ö.
hakkındaki davada ise yargılamaya devam etmiştir.
14. Başvurucular davanın görev yönünden reddi üzerine, Sağlık
Bakanlığı ve Üniversite aleyhine 25/6/2008 tarihinde Manisa 1. İdare
Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde;
çocuğun omuz ve ayağında büyüme plaklarının bulunduğu mahalde mikrop
oluştuğunun -gereği gibi inceleme yapılmadığı için- zamanında fark
edilmediğini, vakayla çocuk ortopedistinin ilgilenmesi gerekirken yetişkinler
bakımından uzman olan ortopedistin ilgilendiğini, teşhis konulduktan sonra
ameliyat için üç gün beklenildiğini ve ameliyat sırasında büyüme plaklarının
alınmasının çocuğun sakat kalmasına neden olduğunu belirtmişlerdir.
15. İdare Mahkemesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar
vererek olayda idarelerin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda Adli
Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istemiştir.
16. ATK 3. İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından hazırlanan
12/10/2012 tarihli bilirkişi raporunda tedavi süreci özetlendikten sonra yenidoğan, solunum distresi ve diğer vital sıkıntısı
olan bebeklerin, her an için enfeksiyona açık olduğu ve enfeksiyona bağlı
olarak kalça, diz, omuz ve diğer eklemlerde
septik artrit veya osteomyelitin gelişebileceği
belirtilmiştir. Raporda ayrıca, vital fonksiyon bozukluğu olan yenidoğan
bebeklerde bu durumun beklenebilir bir komplikasyon olduğu, bu komplikasyonun
en iyi şartlarda tedavisinin yapılması durumunda dahi enfeksiyon neticesinde
kemik ve eklemlerde kısalık, eğrilik gibi deformitelerin meydana gelebileceği
cihetle çocuğun doğduğu ve devamında tedavi için sevk edildiği hastanelerin
teşhis ve tedavi işlemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir.
17. Başvurucular bilirkişi raporuna itiraz ederek ATK Genel
Kurulu veya üniversite hastanelerinden görüş alınması talebinde bulunmuşlardır.
İtiraz dilekçesinde; raporda çocuğun el ve kolunu gerektiği gibi hareket
ettirememe nedeninin izah edilemediği, septik
artrit teşhisi konulan bir hastanın acilen
ameliyat edilmesi gerekirken olayda ameliyatın hastaneye girişten dokuz gün
sonra yapıldığı, teşhis ve müdahalede geç kalındığı ileri sürülmüştür.
18. Mahkemenin 7/6/2013 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir.
Karar gerekçesinde Kurulca hazırlanan bilirkişi raporu hükme esas alınarak
olayda idarenin tazmin sorumluluğunu gerektirecek bir hizmet kusurunun
bulunmadığı belirtilmiştir.
19. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesince 19/6/2014 tarihinde onanmış, karar
düzeltme istemi de Dairenin 7/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
20. Nihai karar 15/2/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
21. 8/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
22. Öte yandan Manisa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Doktor U.Ö.
aleyhine devam eden tazminat davasında Kurulun görüşüne başvurmuştur. Kurul
25/5/2011 tarihli raporunda; doğum kararı endikasyonu
ve doğuma kadar yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğunu, sezaryen ile
doğan bebeğin doğumdan sonraki ilk muayene bulgularının doğumla ilgili bir
komplikasyonu düşündürmediği cihetle kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Doktor
A.C.ye kusur atfedilemeyeceğini, Manisa Doğumevi Hastanesinde yapılan
işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğunu belirtmiştir. Raporda ayrıca, bebekte
gelişen yenidoğanın geçici takipnesinin sezaryen ile doğan
bebeklerde çok sık görülen bir durum olduğu, bu hastalığa bağlı olarak İzmir
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesinde yapılan tedavinin tıp kurallarına uygun
olduğu, hastanın kol ve bacaklarında gelişen hareket kısıtlılığı nedeniyle
götürüldüğü Ortopedi Polikliniğinde yapılan muayenesinin normal sınırlar içinde
olduğundan hastanın takibine karar verilmesinin tıp kurallarına uygun olduğu
ifade edilmiştir. Raporun devamında ise hastada daha sonra gelişen septik artrit
hastalığının mikrobik bir hastalık olduğu, yeni doğanlarda bu hastalığın kan
yolu ile yayıldığı ve sinsi bir seyir gösterdiği, hastada septik artrite yönelik olarak yapılan
tanı, antibiyoterapi ve operasyonlarının tıp
kurallarına uygun olduğu, uygun tedaviye rağmen septik artrit hastalığında büyüme
plaklarının enfeksiyona bağlı olarak zarar görebileceğinin bilindiği, büyüme
plaklarının alınması gibi bir operasyon yönteminin olmadığı, hastada mevcut
sekellerin septik artritin komplikasyonu olarak
değerlendirilmesi gerektiği ve bu nedenle hastanın takip edildiği Üniversite
Hastanesinde yapılan tüm tedavilere ve Ortopedi Uzmanı Doktor U.Ö.ye kusur
atfedilemeyeceği yönünde görüş bildirilmiştir.
23. Başvurucular hastaneye ilk başvuruda sadece takip önerilmesi
ve ameliyatın dokuz gün sonra yapılmış olması nedenleriyle teşhis ve ameliyatın
geciktiğini iddia ederek ATK raporuna itirazda bulunmuşlardır. Bunun üzerine
Mahkeme bu kez ATK Genel Kurulundan özellikle küçüğe teşhis konulması ve
ameliyatın yapılmasında gecikme olup olmadığı hususu dikkate alınarak dosya
hakkında görüş talep etmiştir. Genel Kurul konuyla ilgili olarak alınmış olan
tüm tıbbi görüşleri de nazara alarak dosya üzerinde yaptığı inceleme sonucu
düzenlediği 19/6/2014 tarihli raporda, 25/5/2011 tarihli Kurul raporuyla aynı
doğrultuda görüş beyan etmiştir.
24. Mahkeme 24/2/2015 tarihli kararıyla hizmet kusuruna dayanan
davaların ancak idare aleyhine açılabileceği gerekçesiyle doktora karşı açılan
davayı, sıfat yokluğu nedeniyle reddetmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
25. İlgili hukuk için bkz. Fesih
Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 4/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular; dosyada mevcut tıbbi raporlarda çocuklarının
hastane mikrobuna maruz kaldığını ve teşhisin zamanında yapılmadığını, ATK
Genel Kurulu veya gelişmiş üniversite hastanelerinden rapor alınmadığını,
hastanın çocuk olduğu gözetilmeden yetişkin hastalara bakan ortopedi uzmanının
vakaya müdahale ettiğini belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
28. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
29. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
31. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan
fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
32. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
33. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
35. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
36. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
37. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§
51).
38. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
39. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip
olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266,
25/1/2018, § 32).
40. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,
§ 44).
41. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
42. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
43. Başvurucular, teşhis ve tedavideki gecikmeye dayalı tıbbi
ihmal iddialarının yargılama mercii tarafından yeterli ölçüde araştırılıp
incelenmediğini iddia etmektedir.
44. Somut olayda tıbbi ihmal iddialarına yönelik olarak adli ve
idari yargı mercilerince farklı tarihlerde ve biri Genel Kurula olmak üzere ATK'ya üç ayrı rapor tanzim ettirilmiştir. Ayrıca olayla
ilgili idari soruşturma sürecinde alanında uzman bilirkişilerden görüş
alınmıştır. ATK söz konusu bilirkişilerin görüşlerine de yer verdiği
raporlarında tedavi sürecini özetledikten sonra hastalığın komplikasyon olarak
ortaya çıktığını, tanı ve tedaviye yönelik tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun
olduğunu belirtmiştir. Derece mahkemeleri de ATK raporunda yer verilen tespit ve
değerlendirmeleri yeterli bularak kararlarına dayanak almıştır.
45. Başvurucular teşhis ve tedavinin geç yapılmasıyla ilgili
olarak somut iddialarda bulunmuşlar, bu kapsamda Üniversite Hastanesine ilk
müracaat ettikleri anda bebeğin çocuk hastalıkları uzmanı tarafından muayene
edilmemesini, tıbbi bir müdahale yapılmayıp sadece takip önerilmesini ve
özellikle septik artrit
tanısı konulmasına rağmen ameliyatın derhal değil üç gün sonra yapılmasını
gecikme nedeni olarak ileri sürmüşlerdir. Belirtmek gerekir ki başvurucuların
çocuğu prematüre olarak doğmuş ve
solunum rahatsızlığı geçirmiştir. Bu durum da dikkate alındığında hastalığa
daha erken teşhis konulmasının, teşhis konulduktan sonraki süreçte ise
ameliyatın daha erken yapılmasının mümkün olup olmadığı, hangi tıbbi
zorunluluklardan dolayı ameliyatın üç gün sonra yapıldığı ve bu durumun
hastalığın seyri üzerindeki etkisi hakkında ATK raporlarında herhangi bir
değerlendirmeye rastlanmamıştır.
46. ATK başvurucuların teşhis ve tedavide gecikme olduğu
iddiasını yeterince tartışıp açıklığa kavuşturmamış, iddia edilen hususlara
doğrudan somut olgulara dayalı, açık ve anlaşılır bir yanıt vermemiştir. Kaldı
ki derece mahkemesi ATK İhtisas Kurulu raporuna yapılan itiraz üzerine teşhis
ve ameliyatın yapılmasında gecikme olup olmadığının tespiti amacıyla ATK Genel
Kurulundan görüş istemiş, buna rağmen Genel Kurul hazırladığı raporda bu konuya
özel olarak ayrıntılı bir yanıt vermeyip İhtisas Kurulu raporundaki tespit ve
açıklamaları tekrar etmiştir. Her ne kadar ATK raporunda yapılan müdahale ve
işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, ilgili hekime ve hastaneye kusur
atfedilemeyeceği belirtilmiş ise de, gerekçe içermeyen
ve genel nitelikteki bu ifadeler başvurucuların somut iddialarını karşılamaktan
uzaktır.
47. Başvuruya konu olayda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan
tıbbi ihmal iddialarının ATK raporunda tüm yönleriyle ele alınıp
aydınlatılmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu raporu dayanak alan
derece mahkemelerinin, başvurucuların iddialarını Anayasa'nın 17. maddesinin
gerektirdiği özen ve derinlikte incelediği, kararlarında konuyla ilgili ve
yeterli gerekçelere yer verdiği söylenemez. Bu durumda kamu makamlarının,
başvuru konusu olaydaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
49. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
50.31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde
eklenmiştir.
51. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu (Tazminat Komisyonu)
tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
52. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)kararında;
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç
veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018
tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
53. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
54. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
57. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda
genel ilkeler belirlenmiştir.
58. Mehmet Doğan
kararında özetle; uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme
kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2)
numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57-58).
59. Mehmet Doğan
kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece
mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece
mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna
göre Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden
yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi
sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece
mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı
verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir
derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği
doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla
yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
60. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır.
Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir
işlemden veya yerine getirilmeyen usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa
söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha
önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık
ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince
yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının
sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği
hâllerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan
mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek
ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet Doğan, § 60).
61. Başvurucular, anayasal haklarının ihlal edildiğinin tespiti
ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
62. Başvuruda, başvurucuların teşhis ve tedavide gecikme olduğu iddiası
yönünden derece mahkemelerince konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya
konulmadığından kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
63. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
Manisa 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere Manisa 1. İdare Mahkemesine (7/6/2013 tarihli ve
E.2008/1566, K.2013/635) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
4/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.