TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMİA TUTKAL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/5030)
|
|
Karar Tarihi: 27/2/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Cemia TUTKAL
|
|
:
|
2. Deniz TUTKAL
|
|
:
|
3. Sidar TUTKAL
|
|
:
|
4. Sinan TUTKAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Fahri TİMUR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın
tazmin edilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının esasının incelenmeksizin
reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Hakkari il merkezinde 19/1/2012 tarihinde terör amacıyla bir
bombanın patlatılması sonucu başvuruculardan Cemia Tutkal'ın eşi, diğer
başvurucuların babası olan H.T.de kalıcı sakatlık oluşmuştur.
9. Başvurucular, olay nedeniyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine istinaden İçişleri Bakanlığından
manevi tazminat talebinde bulunmuş; talebin reddedilmesi üzerine Van 1. İdare
Mahkemesinde manevi tazminat talepli dava açmışlardır.
10. İdare Mahkemesi 23/1/2015 tarihli kararıyla davanın reddine
karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
".... söz konusu olayda
elde edilen istihbari bilgide yer olarak somut bir yeri işaret etmediği, zaman
ve kişi yönünden de bilgi bulunmadığı görüldüğünden idarenin hizmet kusurundan
söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
H.T.'nin yaralandığı
patlamada idarenin kusursuz sorumluluğu incelendiğinde ise; olayın davacıya
yönelik yapılmadığı, davacı ile idare arasında bir görev ilişkisi bulunmadığı,
davacının patlamaya toplum üyesi olmasından dolayı maruz kaldığı
anlaşıldığından olay nedeniyle idareye kusursuz sorumluluk atfedilmesi mümkün
bulunmamaktadır.
Öte yandan, olay nedeniyle genel hükümler
içerisinde hizmet kusuru ileri sürülerek açılan tam yargı davası dışında,
davacı vekilince olay nedeniyle sosyal risk ilkesinin yasalaşmış hali olan 5233
sayılı Kanun kapsamında tazminat talebiyle başvuru yapıldığı, Hakkari Valiliği
Zarar Tespit Komisyonunca yapılan değerlendirme sonucunda davacıya uğradığı
zarara karşılık 03.08.2012 tarih ve 210 sayılı karar ile 11.024,71 TL tazminat
ödenmesine karar verildiği, sulhname tasarısı davacı tarafından imzalanmaması
nedeniyle 19.11.2012 tarihinde uyuşmazlık tutanağı düzenlendiği, bu işleme
karşı dava açılmadığı görülmektedir.
Bu durumda, davacılar vekilince hizmet kusuru
ileri sürülerek davalı idareden tazminat talep edildiği, olumsuz cevap
verilmesi üzerine kusurlu sorumluluk ilkeleri (hizmetin kötü işlemesi, geç
işlemesi veya hiç işlememesi) ve kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca bakılan
davanın açıldığı anlaşıldığından, hizmet kusuruve kusursuz sorumluluk tespit
edilmeyen bu davada sosyal risk ilkesi uyarınca manevi tazminat talebinin
değerlendirmesine imkan bulunmadığı, ancak davacı vekilince 5233 sayılı Kanun
kapsamında yapılan başvuru üzerine olay nedeniyle açılacak tam yargı
davasındasosyal risk ilkesi kapsamında manevi tazminat talebinin
değerlendirilebileceğinden, iş bu davada manevi tazminat talebinin reddi
gerekmektedir."
11. İtiraz talebi Van Bölge İdare Mahkemesinin 13/1/2016 tarihli
kararıyla reddedilmiş, nihai karar 12/2/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
12. Başvurucular 10/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
13. 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un 1., 2., 4., 6., 7.,
8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (Celal
Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
14. 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari dava türleri
şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
15. 2577 sayılı Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
16. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79,
K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:
"5233 sayılı Yasa,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna
gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla
karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan
vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif
bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama
hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da
ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu
olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca
tazminle yükümlüdür. Ancak bazen idare, kusur koşulu ve nedensellik bağı
aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabilmektedir. Bunlar,
idarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu halde
önleyemediği zararlardır. 5233 sayılı Yasa'da yer alan sorumluluğun dayanağını
da kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla
geliştirilen 'sosyal risk ilkesi' oluşturmaktadır.
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari
bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların
karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal
hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla
getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk
ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret
olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu
kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına
ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik
bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların
da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine
ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan
kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi,
12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna
başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci
fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu
ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı
yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir."
17. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve
E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına
dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna
başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece
maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle
giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen
nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
18888/02 nolu başvuruya konu 12/1/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının
81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan
Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat Kanun’unda
yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa
da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep
etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana
gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca
karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat
taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve
kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak
manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması
gerekmektedir.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 27/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
19. Başvurucular tazminat hukukunun genel ilkelerine göre
açtıkları davada manevi tazminatın 5233 sayılı Kanun kapsamında açılması
gereken bir davayla talep edilebileceği gerekçesiyle reddedilmesinin hukuka
aykırı olduğunu, 5233 sayılı Kanun'un manevi tazminatı karşılamadığını, manevi
tazminata hükmedilmesi gerekirken verilen kararın adil yargılanma hakkını ve
Anayasa'nın 2., 5., 37., 38., 124. ve 141. maddelerini ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Manevi tazminat isteminin reddedilmesi ile
ortaya çıkan temel sorun başvurucuların mahkemeye etkili erişiminin
engellenmesi olduğundan başvurucuların manevi tazminat istemi hakkındaki
iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden
incelenmesi uygun görülmüştür (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Emin Timurtaş, B. No: 2014/2008,
22/11/2017, § 46).
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
22. 5233 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların
özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların genel hükümlere göre
karşılanmasına da engel olmayan bir kanundur. 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13.
maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal
edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol 5233
sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan
zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas
Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81)
23. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin (Emir Ağgül ve diğerleri, B. No:
2014/16320, 21/11/2017) kararında belirtildiği üzere bir tazminat veya tam
yargı davasına konu olan alacağa ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen
yargılamada, kişilerin taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek
incelemenin yapılacağı mevzuat kaynaklarının daraltılmasının belirtilen anlamda
dava açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak değerlendirilmesi ve bu
müdahalenin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
24. Nitekim 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat
ödenmesine ilişkin benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve
Anayasa Mahkemesi, terör ve terörle mücadele kapsamında gerçekleşen zararlara
ilişkin manevi tazminat taleplerinin karşılanması için 5233 sayılı Kanun’da
hüküm bulunmamakla birlikte idare hukukunun genel hükümleri kapsamında
başvurucuların anılan talep hakkına sahip olduklarını belirtmiştir. Anayasa
Mahkemesi 5233 sayılı Kanun'un maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla
birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir kanun olduğunu,
2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden
kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı
tanındığını belirterek idareye yaptıkları başvuru ve açtıkları davayı tazminat
hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucuların
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Özden Sayar ve Deren Dilara Sayar, B. No:
2013/4022, 13/4/2016, §§ 51-76).
25. Somut olayda 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine göre manevi
tazminat talebiyle açılan dava, sosyal risk ilkesi gereğince 5233 sayılı Kanun
kapsamında yapılan başvuru üzerine açılacak tam yargı davasında
değerlendirileceğinden genel tazminat hukuku hükümlerine göre açılan bu davada
manevi zararların karşılanmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle
reddedilmiştir.
26. Oysa tazminat hukukunun genel prensiplerine göre açılan
manevi tazminat istemli davada 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son
fıkrasındaki ve 2577 sayılı Kanun’un 2. ve 13. maddelerindeki (bkz. §§ 14, 15)
açık düzenlemeler ile Danıştay (bkz. § 17) ve Anayasa Mahkemesi (bkz. §
16)içtihatları dikkate alındığında manevi tazminat talebi hakkında idare
hukukunun genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir karar verilmesi
yoluyla başvurucuların mahkemeye erişimine olanak sağlanmalıdır.
27. Açtıkları manevi tazminat davasını tazminat hukukunun genel
hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucuların mahkemeye
erişim hakkına müdahalede bulunulduğu açıktır. Yukarıdaki belirtilen ilkeler
ışığında yapılan incelemede başvurucuları manevi tazminat davasını tazminat
hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum bırakan müdahale
yönünden değinilen içtihatlardan (diğerleri arasından Emir Ağgül ve diğerleri, Mehmet Emin Timurtaş başvuruları)
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığı ve ölçüsüz müdahalenin
başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmaktadır.
28. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
30. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesi talebinde bulunmuştur.
31. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
32. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
33. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa
Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder.
Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı
olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve
bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama
kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı
olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda
herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar
kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek
devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine
getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58,
59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),
§§ 57-59, 66, 67).
34. İncelenen başvuruda başvurucuların manevi tazminat davasını
tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum
bırakılmaları nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
35. Bu durumda adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme
içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması
gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal
sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun
yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere Van 1. İdare Mahkemesine (E.2012/1842,
K.2015/82) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
36. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van 1.
İdare Mahkemesine (E.2012/1842, K.2015/82) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.239,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Van Bölge İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.