TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İBRAHİM ÇELİKTAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/63862)
|
|
Karar Tarihi: 29/1/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ali Rıza SÖNMEZ
|
Başvurucu
|
:
|
İbrahim ÇELİKTAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/12/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından
başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine
yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyon
ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl
19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı
organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok
uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör
Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen
bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017,
§§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık,
ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik
olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok
sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 12).
10. Sayıştay Başkanlığında uzman denetçi olarak çalışan
başvurucu 22/7/2016 tarihinde anılan Kurumdaki görevinden -FETÖ/PDY'ye yönelik
yürütülen idari soruşturma kapsamında- uzaklaştırılmıştır. Başvurucu daha sonra
1/9/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 15/8/2016 tarihli
ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır.
11. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'nin
Sayıştaydaki yapılanmasıyla bağlantılı olarak başvurucunun da aralarında
bulunduğu şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmıştır.
12.Başvurucu 19/10/2016 tarihinde konutunda yapılan arama
sonrasında gözaltına alınmıştır. Bu arama sırasında başvurucunun cep telefonu
ve diğer dijital materyallerine el konulmuştur. Başvurucu, Ankara İl Emniyet
Müdürlüğüne getirilerek 27/10/2016 tarihine kadar burada gözaltında
tutulmuştur.
13. Emniyet görevlileri tarafından ifade alma işlemi sırasında
başvurucuya FETÖ/PDY üyesi olma ve 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili isnatlar
yöneltilmiştir. Bu işlem esnasında bir müdafi de hazır bulundurulmuştur.
Başvurucu 26/10/2017 tarihli ifadesinde özetle Sayıştay Başkanlığınca açılan
sınavı 1992 yılında kazandığını, çalıştığı Kurum tarafından eğitim, kurs ve
seminer gibi sebeplerle yurt dışına gönderilmesinin yanı sıra ayrıca 2013 ve
2015 yılları arasında işletme yönetimi alanında yüksek lisans eğitimi almak
üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne gönderildiğini, FETÖ/PDY ile bir
irtibatının bulunmadığını savunmuştur.
14. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör
örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 27/10/2016 tarihinde -başka
şüphelilerle birlikte- Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk
edilmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "atılı suçun Ceza Muhakemesi Kanununda tutuklama
nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ silahlı örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan
sonra kaçtıklarının tespit edilmesi ve mevcutlu şüphelinin de aynı şekilde
kaçma ihtimalinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanamayışı,
şüphelinin delillere tesir ederek delilleri değiştirme ihtimalinin bulunması,
AİHM'nin birçok kararında da belirtildiği üzere şüphelinin salıverilmesi
halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesi, dosyada
yeterli delil bulunması ile ve başka suçlar işleme şüphesinin bulunması
sebepleriyle tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerine
atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı
cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın 100. vd. maddeleri
uyarınca" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir.
15. Başvurucunun sorgusu Hâkimlikçe 27/10/2016 tarihinde
yapılmıştır. Sorgu Tutanağı'na göre başvurucuya yüklenen suç anlatılmış,
başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu,
emniyetteki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir.
Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair delil bulunmaması
nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir.
16. Başvurucu, Hâkimlik tarafından yapılan sorgusunun ardından
silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 27/10/2016 tarihinde tutuklanmıştır.
Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"CMK'nın 100 ve devamı maddeleri
gereğince suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin kaçma şüphesi
altında olduğunu gösteren somut olguların bulunması, delilleri yok etme gizleme
değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması ve süphelilere isnat edilen
suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu
ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması
dikkate alınarak ... isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olmasuçundan ayrı
ayrı tutuklanmasına ... [karar verildi.]"
17. Başvurucu 3/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz
etmiş, Ankara 9. Sulh Ceza Hâkimliğince 9/11/2016 tarihinde "...tutuklama kararı ve bu karara dayanak dosya
kapsamının incelenmesinde, Ankara 8. Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/493 Sorgu
sayılı kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı..." gerekçesiyle
itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.
18. Başvurucu, anılan kararı 17/11/2016 tarihinde öğrendiğini
beyan etmiştir.
19.Başvurucu 9/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
20. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/10/2017 tarihinde
soruşturmanın geldiği aşamayı ve mevcut delil durumunu değerlendirerek
başvurucunun tahliyesini talep etmiştir.
21. Başvurucu, Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/10/2017
tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
" ...şüphelinin sabit ikametgah sahibi
olduğu, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibariyle (toplanan
deliller itibariyle şüphelinin BYLOCK kullanıcısı olduğuna dair tespit
bulunmaması ve tutuklu kaldığı süre gözetilerek) tutuklama tedbirinin devamının
artık gereksiz olduğu kanaatine varılmakla, ... tahliye talebinin kabulüne ... [karar
verildi]."
22. Anayasa Mahkemesi 9/10/2018 tarihinde, soruşturma
mercilerinden başvurucuya yönelik tutuklamaya ve tutukluluğun devamına esas
teşkil eden delillerin bildirilmesini istemiş olup Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı 12/10/2018 tarihli cevap yazısıyla başvurucu hakkında verilen
tutuklama ve tutukluluk hâlinin devamına yönelik kararlar ile tutukluluk
hâlinin uzatılmasına dair başvurucunun itiraz dilekçelerini göndermiştir.
23. Başvurucunun konutunda yapılan arama esnasında el konulan
tüm dijital materyallere ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonunda düzenlenen 14/10/2019 tarihli Bilirkişi
İnceleme Tutanağı'nda; başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olunduğunu ortaya
koyacak herhangi bir bilgi, belge, kayıt ve şifreli haberleşme programına
rastlanmadığı belirtilmiştir.
24. Başvurucu hakkındaki soruşturma, bireysel başvurunun
incelendiği tarih itibarıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar
başlıklı 100. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni
var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda
kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
..."
26.5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
" (1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya
bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa
sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine
verilir ve bu husus kararda belirtilir."
27. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı
314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye
olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
28. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların
artırılması" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesi şöyledir:
"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları
işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya
adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 29/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucu; somut suç şüphesi ve somut deliller bulunmadan
hukuken geçersiz bir şekilde hakkında tutuklama kararı verildiğini, delilleri
karartma ve kaçma şüphesi olmadığı hâlde koşulları oluşmadan verilen tutuklama
kararı dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
31. Bakanlık görüşünde öncelikle 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği belirtilmiştir. Esas
bakımından yapılacak inceleme yönünden ise Bakanlık; başvurucu hakkında
soruşturmaya FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilerek ve kamu
görevinden ihraç edilmesi kararına dayanılarak başlandığını, başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında incelenmesi ve başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı değerlendirilirken tutuklama kararının
verildiği andaki genel koşulların göz ardı edilmemesi gerektiğini, darbe
teşebbüsü sonrasında teşebbüsle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin
soruşturmalarda delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve
soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma
tedbirlerinin yetersiz kalmasının söz konusu olabileceğini, tutuklama kararının
gerekçesinden başvurucunun tutuklanmasına karar verilirkenkuvvetli suç
şüphesini gösteren somut delillere dayanıldığının anlaşıldığını, tutuklamaya
dair verilen kararlara ilişkin gerekçeler kapsamında başvurucunun
tutukluluğunun keyfî olduğunun savunulamayacağını ifade etmiştir.
32. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel
hatlarıyla başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
33. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
34.Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
35. Başvurucunun şikâyetinin özü, tutukluluğunun hukuki
olmadığına ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
36. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da,
savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
37. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 187-191).
38.Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama
tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki
yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa
Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla
ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
39. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde
yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması
hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp
kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz
ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk
Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
40.Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu
bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
41. Genel ilkeler için bkz.
Özcan Güney, B. No: 2017/20709, 15/11/2018, §§ 57-62; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020,
§§ 38-45.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni
dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe teşebbüsü
ve arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla
yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla
5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
43. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
44. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklamaya sevk yazısında
ve Hâkimliğin tutuklama kararında başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini
oluşturan somut olguların bulunduğuna genel olarak değinilmiş ancak bu somut
olguların neler olduğu açıklanmamıştır.
45. Anayasa Mahkemesi, soruşturma makamlarından başvurucuya
yönelik tutuklamaya ve tutukluluğun devamına esas teşkil eden delillerin
bildirilmesini istemiş; gelen cevap yazısında, başvurucu hakkında verilen
tutuklama ve tutukluluk hâlinin devamına yönelik kararlar ile tutukluluk
hâlinin uzatılmasına dair başvurucunun itiraz dilekçelerinin gönderildiği
görülmüştür (bkz. § 22).
46. Başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen soruşturmanın bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
derdest olması nedeniyle soruşturma mercilerinin suçlamaya esas aldıkları
olguları gösteren ve bu olgulara yönelik değerlendirmelerini içeren asıl
belgeler olan tutuklama talep yazısı ve tutuklama kararında yer verilen
tespitler temelinde bir inceleme yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
47. Tutuklama sevk yazısından ve tutuklama kararından
anlaşılamamakla birlikte bireysel başvuru formu içeriği ve Bakanlık görüşü
dikkate alındığında başvurucu hakkındaki soruşturmanın 672 sayılı KHK ile
başvurucunun kamu görevinden çıkarılması sonucunda başladığı görülmektedir.
48. Hâkimliğin tutuklama kararında, başvurucu yönünden kuvvetli
suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna ve tutukluluğun ölçülü
olduğuna genel olarak değinilmiş; herhangi bir ayrıntıya yer verilmemiştir
(bkz. § 16). Tutuklamaya itirazın reddine ilişkin kararda da genel ifadelerle
Hâkimlikçe verilen söz konusu tutuklama kararında usul ve yasaya aykırılık
görülmediği ifade edilmiştir (bkz. § 17).
49. Anayasa Mahkemesi darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen
olağanüstü hâl döneminde alınan kamu görevinden veya meslekten çıkarma
tedbirlerinin özellikleri ve bu tedbirlerin uygulanabilmesi için gerekli
şartların niteliği birlikte dikkate alındığındagörevden uzaklaştırma ve/veya
meslekten ihraç tedbirlerinin uygulanmasının -tek başına- suç işlendiğine dair
kuvvetli bir belirti olarak kabulünün mümkün olmadığı sonucuna varmıştır (Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354,
4/4/2018, § 70; Mustafa Açay, B.
No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; Ali Aktaş,
B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa
Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, § 104; Zafer Özer, § 58). Somut başvuruda da
anılan kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum
bulunmamaktadır.
50. Ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen
belgelerde de başvurucunun isnat edilen suçu işlediğine dair kuvvetli belirti
niteliğinde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır (bkz. § 22). Öte yandan
başvurucudan elde edilen dijital materyaller üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinde
başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğunu ortaya koyacak herhangi bir bilgi,
belge, kayıt ve şifreli haberleşme programına da rastlanmamıştır (bkz. § 23).
51. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve
değerlendirmeler kapsamında somut olayda tutuklama için gerekli olan yargı
makamlarının denetimini yapabilecek suç
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı
sonucuna varılmıştır.
52. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup
bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
53. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamışlardır.
54. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın olağanüstü
dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
c. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
55. Anayasa Mahkemesi daha önceki pek çok kararında olağanüstü hâl döneminde Anayasa'nın temel
hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen 15. maddesinin suç işlendiğine dair belirtilerin varlığı ortaya
konulmadan gerçekleştirilen tutuklamaları meşru kılmadığına, suç işlendiğine
dair belirti olduğu ortaya konulmadan tutuklama tedbirinin uygulanmasının
durumun gerektirdiği ölçüde bir müdahale olmadığına karar vermiştir (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092,
11/1/2018, §§ 105-110; Mehmet Hasan Altan
(2), §§ 152-157; Turhan Günay
[GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, §§ 83-89; Mustafa
Baldır, §§ 83-88).
56. Somut olayda bu kararlardan ayrılmayı gerektiren bir yön
bulunmamaktadır. Bu nedenle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
57. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
59. Başvurucu, miktar belirtmeksizin maddi tazminat talebinde
bulunmasının yanı sıra 3.000.000 TL manevi tazminat talebinde de bulunmuştur.
60. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Başvurucu hakkındaki soruşturmada 19/10/2017 tarihinde
başvurucunun tahliyesine karar verilmiş ve tutukluluk hâli sona ermiştir.
Dolayısıyla bu yönüyle ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için tazminat
ödenmesi dışında yapılması gereken bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
61. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik
müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
62. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Kadir ÖZKAYA ve Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Selahaddin
MENTEŞ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
C. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
D. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına (S.2017/170529) GÖNDERİLMESİNE,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
29/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Dosyanın incelenmesinden; başvurucu hakkındaki soruşturmanın
15.7.2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün hemen ardından 22.7.2016 tarihinde
başlatıldığı ve bu tarih itibariyle başvurucunun kurumunca görevinden
uzaklaştırıldığı, akabinde 672 sayılı KHK ile 15.8.2016 tarihinde kamu
görevinden çıkarıldığı, FETÖ örgütü üyesi olmak suçundan 27.10.2016 tarihinde
tutuklandığı, bu karar verilirken, suçun niteliği (katalog suç olgusu), kaçma
şüphesi, delillerin yok edilmesi ve değiştirilmesi ihtimali, isnad edilen suç
karşısında verilen tutuklama kararının orantılı bir tedbir niteliği taşıdığı
olgularına dayanıldığı, tutuklama kararının verildiği andaki ülke genelindeki
koşullar ile isnat edilen suçun niteliği birlikte değerlendirildiğinde,
tutuklamaya dair mahkeme kararının olgusal temellerinin olmadığının
söylenemeyeceği, başvurucuya isnat edilen suç için öngörülen yaptırımın
ağırlığı, işin mahiyeti ve önemi gözetildiğinde de tutuklama tedbirinin ölçülü
kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
2. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun B.Başvuru No: 2016/49158,
Karar tarihi: 26.7.2017 tarihli kararında da (Selçuk Özdemir); başlangıçtaki
(ilk) tutuklama ile ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulunulmaktadır:
“.
.
.
63. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konması her zaman mümkün
olmayabilir. Tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya
çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya kovuşturmasını ilerletmektir. Bu nedenle yakalama veya tutuklama anında delillerin
yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Suç isnadına ve
dolayısıyla tutuklamaya esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular
ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir.
.
.
.
68. Başlangıçtaki bir tutuklama için işin doğası gereği Anayasa
ve Kanun’da öngörülen tutuklama nedenlerinin dayandığı tüm olguların somut
olarak belirtilmesi mümkün olmayabilir.
.
.
.
77. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması, kamu makamlarını
ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik
görevlilerinin – özellikle organize olanlar olmak üzere - suçlarla ve
suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden
olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır.
78. Darbe teşebbüsü sırasında gerçekleşen vahim olayların
toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY’nin
örgütlenmesinin karmaşıklığı ve bu
yapılanmanın arz ettiği tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin
faaliyetler kapsamında ülke genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen suç
oluşturabilecek nitelikteki on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, bunun yanı
sıra çoğunluğu önemli yerlerde kamu görevlisi olan on binlerce şüpheli hakkında
doğrudan darbeyle ilişkili olmasa da FETÖ/PDY’ye mensubiyet nedeniyle
ivedilikle soruşturma yapılması ihtiyacı birlikte dikkate alındığında, soruşturma konusu olaylara ilişkin delillerin sağlıklı
bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi
için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu
olabilir.
79. Darbe teşebbüsüyle bağlantılı veya darbe teşebbüsüyle
bağlantılı olamasa bile teşebbüsün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY ile
bağlantılı kişilerin teşebbüs sırasında veya sonrasında ortaya çıkan kargaşadan
yararlanmak suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi
ihtimali normal zamanda işlenen suçlara göre çok daha fazladır. Diğer taraftan
FETÖ/PDY’nin ülkedeki neredeyse tüm kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş
olması, yüz elliyi aşkın ülkede faaliyet göstermesi ve ciddi seviyede
uluslararası ittifaklarının bulunması, bu yapılanma ile ilgili olarak
soruşturmaya tâbi tutulan kişilerin yurt dışına kaçmasını ve yurt dışında
barınmasını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır.
.
.
.
81. Bu itibarla, başvurucu
hakkında tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve
somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile Bursa 4. ve 5. Sulh Ceza
Hâkimlikleri tarafından verilen kararların içerikleri birlikte
değerlendirildiğinde, başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunmasının
yanısıra, kaçma ve delilleri karartma tehlikesine yönelen tutuklama
nedenlerinin olgusal temellerinin olduğu söylenebilir.
.
.
.
83. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutuklanmasının hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlâlin bulunmadığı açık olduğundan,
başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir…”
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu oybirliğiyle verdiği bu karardaki
yukarıda işaret edilen görüşleri B.Başvuru No: 2016/22169, Karar Tarihi:
20.6.2017 tarih sayılı kararında da (Aydın Yavuz ve diğerleri) tekrarlanmıştır.
(Bkz. anılan kararın 250., 257., 260., 271., 272., 276. ve 277. paragrafları)
3. Dosya kapsamından, başvurucunun 19.10.2017 tarihinde
tahliyesine karar verildiği ve başvurucu hakkındaki soruşturmanın henüz
savcılıkça bir karara bağlanmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda işaret edilen AYM
kararında da belirtildiği üzere, suç isnadına ve dolayısıyla tutuklamaya esas
teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının
sonraki aşamalarında tartışılacak olan olguların aynı düzeyde
değerlendirilmemesi gerekir. İlk tutuklama anında ülkenin içinde bulunduğu
genel koşullar ile isnat edilen suçun niteliği, ayrıca başvurucunun Kurumunca
önce açığa alınıp ardında kamu görevinden çıkarılması olguları birlikte dikkate
alındığında, başvurucunun tutukluluğunun hukuki olmadığı sonucuna katılmaya
imkân görülmemiştir.
4. Açıklanan nedenlerle; başvurucu hakkındaki ilk tutuklama
kararında suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin yeterince ortaya konulduğu,
dolayısıyla bu tedbirin uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki
kararına katılmıyoruz.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin
düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde
ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi
gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum
yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı
organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 27.10.2016 tarihinde tutuklanan ve 09.12.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 19.10.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin
mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu
bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...
kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada
gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu
tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması
veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu
edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre; başvuruya
konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında
beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve
e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul
edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK
141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm
başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası
incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği
iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar
edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu
iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini
tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini
belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada
incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme,
buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar
bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını
iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden
şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik
kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve
tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin
devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten
mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında
mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya
kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama
tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği
veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun
etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu
bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya
mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını
söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya
beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya
davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği
incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği
gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun
olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun
tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen
başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal
sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat
nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna
uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya
yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla
ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı
yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye
kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından,
tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu
konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün
sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik
iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki
kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu
aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı
doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin
kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli
suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte
devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim
Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup
esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama
nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca,
bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan
mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup
olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür
başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi.
Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk
şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını
inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan
davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da
değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun
tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması
nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası
zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK
141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün
ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun
tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını
tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit
edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal
ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM
de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun
tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e
bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine
de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı
olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığımız gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini
düşündüğümüzden çoğunluğun işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oluşan
görüşüne katılmadık.
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
__________________
1 Halas Aslan, B.
No: 2014/4994, 16.2.2017.Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan,
2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29;
Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§
39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B.
No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49;
Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47,
Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman
Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal,
B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624,
9/5/2018, § 24-26.
7Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar
bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını
gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun
kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz
konusu değildir.
9 B.T. [GK], B. No:
2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız,
B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018,
§§ 37-40.
11 Bkz. Besime Konca,
B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir, B.
No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK], B.
No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12.
Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı,
1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B.
No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16 Bkz. Örneğin,
Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994,
16/2/2017, § 87.
17 Mustafa Avci, B.
No: 2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci,
§35-38
20 Mergen ve
diğerleri/Türkiye kararı, §36