TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET EMİN ÖZTEKİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/58283)
|
|
Karar Tarihi: 29/5/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Olcay ÖZCAN
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Emin
ÖZTEKİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Muhammed
Abdullah ÖZCAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, baraj yapımı sonrası sular altında kalan ağaçların
gördüğü zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/11/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, tapuda Maliye Hazinesi adına orman vasfıyla
kayıtlı Siirt'in Tillo ilçesi Akyayla köyünde bulunan
102 ada 1 parsel sayılı taşınmazın bir bölümünü hububat tarımı yaparak ve
üzerinde fıstık ağaçları yetiştirerek kullanmaktadır.
9. Başvurucunun kullandığı taşınmazın bir bölümünün baraj sahası
içerisinde ve su altında kalacak olması nedeniyle başvurucu 3/11/2010 tarihinde
Siirt Asliye Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkemece
yapılan keşif sonucu düzenlenen 10/11/2010 tarihli fen bilirkişi raporunda,
başvurucunun kullanımındaki A ve B harfiyle gösterilen alanın orman nitelikli 102
ada 1 parsel içinde bulunduğu ve B harfiyle gösterilen kısmın baraj suyu
altında kaldığı belirlenmiştir. 12/11/2010 tarihli ziraat mühendisi bilirkişi
raporunda ise başvurucunun kullanımındaki A harfi ile gösterilen alanda altmış
sekiz adet 20-30 yaşlarında menengiç üzerine
aşılanmış fıstık ağaçlarının olduğu ve B harfi ile gösterilen alan su altında
kaldığından tespit yapılamadığı belirtilmiştir.
10. Başvurucu fıstıklık olarak kullandığı taşınmazın baraj
sahası içinde ve su altında kalması nedeniyle ağaçlarının uğradığı zararın
tazmini istemiyle Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) ve Limak A.Ş. aleyhinde 12/5/2011 tarihinde Siirt 2. Asliye
Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır.
11. Mahkeme tarafından alınan 20/2/2013 tarihli zirai bilirkişi
ek raporunda ağaçlara ilişkin toplam zararın 102.000 TL olduğu belirlenmiş
ancak 11/4/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın
gerekçesinde, taşınmazın orman parseli içinde kaldığı, devletin hüküm ve
tasarrufu altındaki yerlerden olan ormanların özel mülkiyete konu
olmayacakları, özel hukuk hükümlerine göre hak iktisabına yasal olarak
bulunmadığı ve 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19.
maddesinin ikinci fıkrasının muhdesata ait
hükümlerinin orman niteliğindeki taşınmazlar için uygulanma olanağının
bulunmadığı belirtilmiştir.
12. Temyiz edilen karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesince (Daire)
7/10/2015 tarihinde onanmıştır.
13. Karar düzeltme istemi aynı Dairece 28/9/2016 tarihinde
reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.
14. Nihai karar başvurucu vekiline 2/11/2016 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 30/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Mevzuat Hükümleri
16. 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
718. maddesi şöyledir:
"Arazi üzerindeki mülkiyet,
kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz
katmanlarını kapsar.
Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar
saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer."
17.31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 17. maddesi
şöyledir:
''Devlet ormanları içinde bu ormanların
korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve
tesisler müstesna olmak üzere; her çeşit bina ve ağıl inşası ve hayvanların
barınmasına mahsus yerler yapılması ve tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve
orman içinde yerleşilmesi yasaktır.
...''
18. 6831 sayılı
Kanun'un 17. maddesinde 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin
Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan
Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında
Kanun'un 13. maddesi ile yapılan değişiklik şu şekildedir:
''Devlet ormanları içinde bu ormanların
korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve
tesisler müstesna olmak üzere; otlatma planı yapılan alanlarda yıllık otlatma
süresi dâhilinde hayvanların planlı otlatılmasını sağlayan, gecelemesini
emniyet altına alan ve dağılmalarını engelleyen geçici çevirmeler şeklinde
düzenlemeler dışında, her çeşit bina, ağıl ve hayvanların barınmasına mahsus
yerler yapılması, tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve orman içinde
yerleşilmesi yasaktır.
...''
19. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun "Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların
tescili ve zilyedin hakları" kenar başlıklı 19. maddesine
26/5/2004 tarihli ve 5177 sayılı Maden Kanunu'nda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 35. maddesi ile eklenen onuncu fıkra şöyledir:
"Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya
zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî
levazım bedeli, ağaçların ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli
zilyedine ödenir."
20. 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz
Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un 5. maddesinin on birinci fıkrasının Anayasa
Mahkemesince kısmen iptal edilmeden önceki hâli şöyledir:
"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesisler,
başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal eder. Yapı ve tesisleri
yapanlar herhangi bir hak ve tazminat talep edemezler."
21. Anayasa Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli kararı ile 4706 sayılı
Kanun'un 5. maddesinin on birinci fıkrasının ikinci cümlesi iptal edilmiştir.
Bu kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"A- Kanun’un 5. Maddesinin Onbirinci Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi
...
İtiraz konusu kuralın birinci cümlesinde,
Kanun’un 5. maddesinin yürürlüğe girdiği 19.7.2003 tarihinden sonra Hazineye
ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesislerin, başka bir işleme
gerek kalmaksızın Hazineye intikal edeceği hükme bağlanmıştır.
...
İtiraz konusu kuralın birinci cümlesinin,
19.7.2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde her türlü yapı ve
tesis yapanların mülkiyet haklarının sınırlanması sonucunu doğurduğu açıktır.
Bu sınırlamanın Anayasa’ya uygun olabilmesi için Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin ilkelere uygun olması ve
bu bağlamda kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında makul bir denge
gözetmesi gerekir.
Kanun gerekçesinde itiraz konusu kuralın,
Kanun’un yürürlük tarihinden sonra Hazine taşınmazları üzerinde kaçak
yapılaşmanın önlenmesi amacıyla kabul edildiği belirtilmiştir. Bu nedenle,
kuralın mülkiyet hakkını kamu yararı amacıyla sınırlandırdığında kuşku
bulunmamaktadır.
Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ve
tesis yapılması, kamuya ait mülkiyet hakkını ihlal etmektedir. Hazinenin söz
konusu yapı ya da tesislerin yapılmasına izni ya da muvafakati bulunmadığından,
bu hakkından vazgeçmesi ya da kişiler lehine fedakârlıkta bulunması beklenemez.
Ayrıca, itiraz konusu kuralda, söz konusu sınırlamanın kuralın yer aldığı 5.
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için geçerli olduğu belirtilerek,
geçmişe etkili uygulamanın yol açabileceği hak kayıplarının önüne geçildiği
görülmektedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde kuralın, birey hakları ile kamu
yararı arasında açık bir dengesizlik yarattığı söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralın
birinci cümlesi Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir.
B- Kanun’un 5. Maddesinin Onbirinci
Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
...
İtiraz konusu kuralın ikinci cümlesinde,
birinci cümlede belirtilen yapı ve tesisleri yapanların herhangi bir hak ve
tazminat talep edemeyecekleri hükme bağlanmıştır.
Anayasa’nın 36. maddesinde 'Herkes, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir
mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.' denilmektedir.
Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya
zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama
veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını
giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava
hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması
adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur.
İtiraz konusu kuralın ikinci cümlesi ile
maddenin yürürlüğe girdiği 19.7.2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar
üzerinde yapı ve tesis yapanların, söz konusu yapı ve tesislerin başka bir
işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal etmesi nedeniyle herhangi bir hak ve
tazminat talep edemeyecekleri hüküm altına alınmıştır. Bu kural, Hazineye ait
taşınmazlar üzerinde yapı ya da tesis yapan kişilerin haklılıklarını ileri
sürüp kanıtlayabilmelerine ve zararlarını giderebilmelerine engel olmakta,
böylece hak arama özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralın
ikinci cümlesi Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır. İptali gerekir."
B. Yargı Kararları
22.16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
"Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan
malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı
olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz
sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde,
taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı
olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar
verilir."
23. Bir kısım yargı kararlarında bazı taşınmazlar üzerine
yapılan muhdesata kıymet verilemeyeceği
belirlenmiştir. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 1/5/2008 tarihli ve E.2008/128,K.2008/1906 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 16.
maddesi hükmündehükmünde kamu malları; hizmet
malları, orta malları, sahipsiz mallar ile genel sular ve ormanlar olmak üzere
dört gruba ayrılmış; ormanların bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde özel
kanunları hükümlerine tabi olduğu, 17 ve 18. maddeleri hükmünde ormanların
tapuda kayıtlı olsun veya olmasın zilyetlik ve imar ihya yolu ile
kazanılamayacağı açıklanmış, 6831 sayılı Orman Kanununun 1. maddesi hükmünde
orman olan yerler tanımlandıktan sonraaynı kanunun
17. maddesi hükmünde de devlet ormanları içinde her çeşit bina ve ağıl inşası
ve hayvanların barınmasına mahsus yerler yapılması ve tarla açılması,
işlenmesi, ekilmesi ve orman içinde yerleşilmesi yasaklanmış, daha sonraki
maddelerinde de bu eylemler suç sayılarak işleyenlerin cezalandırılması
öngörülmüştür. Açıklanan bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde özel
mülkiyete konu olmayan ve üzerinde yasal olarak muhtesat
meydana getirilmesi mümkün bulunmayan devlet ormanlarında özel hukuk
hükümlerine göre hak iktisabına yasal olanak bulunmadığının, orman sayılan
yerlerde meydana getirilen muhtesatların ve muhtesatları meydana getiren kişilerin Kadastro Kanununun
19. maddesi hükmüne göre tutanağın beyanlar hanesinde gösterilmesininve
yine bu tür muhtesatların tespitine de karar
verilemeyeceğinin kabulü gerekir...''
24. Yine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 2/5/2018 tarihli ve
E.2016/22,K.2018/11994 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
''... 26.05.2004 gün ve 5177 sayılı Kanun'un
35. maddesi ile 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 19. maddesine eklenen ek
fıkra hükmüne göre, başkası adına tapulu veya tapusuz bir taşınmazın
kamulaştırılması halinde, taşınmazda malik olmayan ancak üzerindeki muhdesatı meydana getiren kişilere muhdesatın
kamulaştırma bedelinin kendisine verilmesini sağlama amacıyla zilyetliği tespit
davası açma hakkı tanınmış ise de, kamuya ait mera, yaylak, kışlak, genel
harman yeri, orman, aktif dere yatağı niteliğindeki taşınmazların özel
mülkiyete konu olamayacakları, bu taşınmazların zilyetlikle edinilemeyecekleri,
bu nedenle de bu nitelikteki taşınmazlarüzerinde
meydana getirilen muhtesatlara hukuki değer
verilemeyeceği gözönüne alındığında, dava konusu
taşınmazın niteliğinin de araştırılıp soruşturularak sonucuna göre karar
verilmesi gerektiği kuşkusuzdur...''
25. Bununla birlikte; 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesinin onuncu
fıkrasında, başkası adına tapulu taşınmazların kamulaştırılmasında ağaçların
takdir olunan bedelinin zilyedine ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Bu
maddenin uygulanmasına ilişkin çok sayıda Yargıtay kararı bulunmaktadır. Orman
niteliğinde bulunan taşınmaza ilişkin Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/9/2014
tarihli ve E.2014/6321, K.2014/21931 sayılı kararının ilgili kısımları
şöyledir:
"Dava, zemini Hazineye ait olan taşınmaz
üzerinde bulunan muhtesat bedelinin tahsili istemine
ilişkindir.
Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Zemini
Hazineye ait taşınmaz üzerindeki fıstık ağaçlarına değer biçilmesi yöntem
itibarıyla doğru olduğu halde mahkemece ağaçların dikili olduğu zeminin özel
mülkiyete konu olamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm,
davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Kamulaştırma Kanunu'nun değer biçmeye ilişkin
hükümleri kıyasen kamulaştırmasız el atmaya dayanan tazminat istemine ilişkin
davalarda da uygulanır. Bu nedenle 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesine 5177
sayılı [Kanun] ile eklenen fıkrada yer alan ... hükmü uyarınca dava konusu
meyve ağaçlarının davacı tarafından yetiştirilip yetiştirilmediği
araştırılarak, davacıya ait olduğunun belirlenmesi halinde, hesaplanacak
bedelin davalı idareden tahsili yerine, yazılı gerekçeler ile davanın reddine
karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir..."
26. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 22/6/2015 tarihli ve
E.2015/3499, K.2015/14580 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava, zemini Hazineye ait olan taşınmaz
üzerinde bulunan muhtesat bedelinin tahsili istemine
ilişkindir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş;
hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Kamulaştırma Kanununun değer biçmeye ilişkin hükümleri kıyasen kamulaştırmasız el atmaya
dayanan tazminat istemine ilişkin davalarda da uygulanır. Bu nedenle 2942
sayılı Kamulaştırma Kanununun 19. maddesine 5177
sayılı Yasa ile eklenen fıkrada yer alan ... hükmü uyarınca dava konusu meyve
ağaçlarının davacı tarafından yetiştirilip yetiştirilmediği araştırılarak,
davacıya ait olduğunun belirlenmesi halinde, hesaplanacak bedelin davalı
idareden tahsili yerine, yazılı gerekçeler ile davanın reddine karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir..."
27. Yine Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve
E.2013/14513, K.2013/22290 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava, orman sınırları içerisinde kalanmuhtesat bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş;
hüküm, davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.
Kapama fıstıklık niteliğindeki taşınmaza net
fıstık geliri esas alınarak değer biçilip muhtesat
bedelinin tespit edilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir..."
28. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28/3/2016 tarihli ve
E.2014/1450, K.2016/1083 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"... dava konusu taşınmazı davacının ....
tarihinden itibaren fuzuli şagil
olarak kullandığı ve bu işgalden dolayı kendisine ecrimisil
tahakkuk ettirilerek davacıdan tahsil edildiği belirtilmiş olup, davacının söz
konusu taşınmazı ecrimisil bedelleri ödeyerek
kullandığı, mülki idare amirince, ilgili mevzuat hükümleri uyarınca davacının
tahliye edilmediği de anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayda, davacının ... köyünde ...
parsel sayılı tarlaya buğday ve beyaz lahana ektiği açık olup; söz konusu
tarlanın davacının mülkiyetinde olmayıp Hazineye ait bulunması, yani davacının
işgalci olması, buğday ve lahana ürününün, davalı DSİ Genel Müdürlüğü'nün
hizmet kusuru nedeniyle su baskınına uğradığının tespiti halinde, idarenin
tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Zira buğday ve lahana ürününün,
davacı tarafından ekildiği, davacının mülkiyetinde olduğu tartışmasızdır.
Dolayısıyla su baskınına uğrayan buğday ve lahana ürününde ortaya çıkan
davacının uğradığı zararın, hizmet kusurunun tespiti halinde, davalı idarece
tazmini gerekmektedir. Ancak, davacının işgal ettiği Hazine arazisine ekim
yapmak suretiyle sağladığı bu yararın, davacıdan tahsil olunacak ecrimisil hesabında dikkate alınacağı da tabiidir.
Bu durumda, dosyadaki bilgi ve belgelere göre,
... davacının fuzuli şagil olmasının tek başına
davalı idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gözetilmeden verilen
temyize konu ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 29/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, tapuda Hazine adına kayıtlı taşınmazı fıstık
ağaçları dikmek suretiyle kullandığını ancak baraj yapımı nedeniyle ağaçların
su altında kaldığını, uğradığı zararın tazmini için başvurduğu yargısal
süreçten ise bir sonuç alamadığını belirterek eşitlik ilkesi ile mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu 94.897,30 TL zarar
bedeli tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
32. Başvurucu, eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Bu iddianın ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisi ile
benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele
arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli
olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim vb. ayrımcı bir
nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmektedir. Somut olayda
başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtları
ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır.
33. Başvurucunun şikâyetlerinin özü, fıstık ağaçlarının
hidroelektrik santrali(HES) yapımı kapsamında
yürütülen baraj çalışmaları sırasında tazminat ödenmeksizin su altında kaldığı
iddiasına ilişkin olduğundan başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
35. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
36. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale olup
olmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı,
müdahalenin amacı ve kullanılan araçlar ile başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü
olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi gerekir.
a. Mülkün Varlığı
37. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle
öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile
Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539,
16/5/2013, § 31).
38. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme)
ortak koruma alanındaki mülkiyet hakkı özel hukukta veya idari yargıda kabul
edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge,
B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31).
39. Mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir
güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini
kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa
ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içinde
değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa ve Sözleşme'nin
ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına
dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Meşru beklentiden
söz edilebilmesi için bir uyuşmazlık ya da ciddi bir iddianın varlığı yeterli
değildir, iç hukukta yasa ya da yerleşik içtihada dayalı yeterli temeli olan
bir beklenti bulunması gerekir (Kemal Yeler
ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).
40. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruması kapsamında olan meşru
beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti, mevcut hukuk sisteminde iddia
edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma mevzuat hükümleri
ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen
Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).
41. Başvuru konusu olayda dava konusu taşınmazın başvurucuya ait
olmayıp Hazine adına tapuda orman vasfıyla tescilli olduğu tartışma konusu
değildir. Başvurucu esas itibarıyla söz konusu taşınmazın elli yıldır babası ve
kendisi tarafından malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduğunu, taşınmazı fıstık
ağaçları dikerek kullandığını ve üzerindeki fıstık ağaçlarının HES yapımı
kapsamında yürütülen baraj çalışmaları sonrasında su altında kaldığını
belirtmektedir. Dolayısıyla söz konusu taşınmaz üzerinde bulunan ve EPDK
tarafından HES yapımı kapsamında yürütülen baraj çalışmaları nedeniyle su
altında kalan fıstık ağaçları yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi
anlamında mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin mevcut olup
olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
42. 4721 sayılı Kanun'un 718. maddesine göre arazi üzerindeki
mülkiyet -kullanılmasında yarar olduğu ölçüde- üstündeki hava ve altındaki arz
katmanlarını kapsamakta olup yasal sınırlamalar saklı kalmak kaydıyla yapılar,
bitkiler ve kaynaklar da bu mülkiyetin kapsamına girmektedir. Diğer bir deyişle
kural olarak taşınmazın üzerindeki yapılar ve bitkiler de arazinin mülkiyetine
tabidir.
43. Başvurucu taşınmazı elli yıldır malik sıfatıyla zilyet
olarak kullandığını ileri sürse de Hazine adına kayıtlı taşınmazı kullanmakta
olduğundan haksız zilyet konumundadır.
44. Somut olayda taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olmakla
birlikte başvurucunun bu taşınmazdan ilgili mevzuat hükümlerine göre tahliyesi
yoluna gidilmediği gibi bu taşınmazın başvurucu tarafından uzun yıllar boyunca
fıstık bahçesi olarak kullanıldığı ve yaşları 20-30'u bulan çok sayıda menengiç üzerine aşılanmış fıstık ağacı yetiştirdiği
anlaşılmaktadır. Bu fıstık ağaçlarının başvurucu yararına ekonomik bir
değerinin mevcut olduğu açıktır. Anılan mevzuat hükümleri ve ilgili yargısal
içtihatlar birlikte değerlendirildiğinde söz konusu taşınmaz üzerinde başvurucu
tarafından yetiştirilen ancak baraj yapımı çalışmaları sonrasında su altında
kaldığı anlaşılan fıstık ağaçları yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi
kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin olduğu sonucuna varılmıştır.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
45. Anayasa’nın 35. maddesi ve Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşme’nin ilk
cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş
manada mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise
kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere
ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına
almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri,
B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 45).
46. Her iki düzenlemenin üçüncü cümleleri ise mülkiyetin
kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 35.
maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci
fıkrası, devletlerin mülkiyeti kamu yararı amacıyla düzenleme, vergiler ve
diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri kanunları
uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin kamu yararına
uygun olarak mülkiyetin kullanımını kontrol
yetkisine sahip olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca Anayasa’nın birçok maddesi
ilgili olduğu hususta devlete, mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti
düzenleme yetkisi vermektedir (Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, § 46).
47. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ikinci ve
üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen
birinci kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci
kuralın ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79,
21/2/1986, § 37).
48. Somut olayda 3/11/2010 tarihinde Siirt Asliye Hukuk
Mahkemesince yapılan delil tespiti sonrası alınan bilirkişi raporlarına göre
başvurucunun kullanımındaki kısmın orman nitelikli 102 ada 1 parsel içinde
bulunduğu, raporlarda A harfi ile gösterilen alanda altmış sekiz adet 20-30 yaşlarında
menengiç üzerine aşılanmış fıstık ağaçlarının olduğu
ve B harfi ile gösterilen alan su altında kaldığından tespit yapılamadığı
belirlenmiştir. Mahkemece yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporlarında
ise; Hazineye ait 102 ada 1 parsel sayılı taşınmazın başvurucu tarafından
kullanılan A ve B harfleriyle gösterilen kısımlarında bulunan altmış sekiz adet
20-30 yaşlarındaki aşılı menengiç ağacının yapılan
baraj nedeniyle su altında kaldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun
yetiştirdiği fıstık ağaçlarının bir kamu kuruluşu olan EPDK ve lisans sahibi
şirket tarafından HES kapsamında baraj yapımı nedeniyle su altında kaldığı ve
başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiği açıktır. Su altında kalması
sonucu ağaçların bir daha kullanılamayacak olması nedeniyle başvurunun mülkten
yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
49. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
50. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 62).
i. Kanunilik
51. Somut olayda Mahkemece taşınmazın orman parseli içinde
kaldığı, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olan ormanların özel
mülkiyete konu olmayacakları, özel hukuk hükümlerine göre hak iktisabına yasal
olarak bulunmadığı ve 3402 sayılıKanun'un 19.
maddesinin ikinci fıkrasının muhdesata ait
hükümlerinin orman niteliğindeki taşınmazlar için uygulanma olanağının
bulunmadığı belirtilmiştir. Bu itibarla mahkemece 3402 sayılı Kanun'un 19.
maddesinin ikinci fıkrasının muhtesata ait
hükümlerinin orman niteliğindeki alanlarda uygulanmayacağı tespiti
yapıldığından ve 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesinde devlet ormanları içinde bu
ormanların korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi
bina ve tesisler müstesna olmak üzere; her çeşit bina ve ağıl inşası ve
hayvanların barınmasına mahsus yerler yapılması ve tarla açılması, işlenmesi,
ekilmesi ve orman içinde yerleşilmesinin yasak olduğu belirlendiğinden
müdahalenin kanunilik ölçütünü taşıdığı değerlendirilmiştir.
ii. Meşru Amaç
52. Hazineye ait olan ancak orman niteliğinde bulunmayan
taşınmaza ilişkin benzer konuda yapılan şikayet daha
evvel Anayasa Mahkemesince Cumali Karaşahin
(B. No: 2014/2927, 1/2/2017) kararı ile incelenmiş ve Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Buna göre devlet kendisine ait olan taşınmazlar üzerinde başkaları
tarafından haksız olarak yapılan yapıları yıkabilir ve ağaçları sökebilir.
Devletin kendi taşınmazı üzerindeki yapıları yıkması ve ağaçları sökmesi başka
hiçbir sebep olmasa bile kamuya ait mülkiyeti koruma şeklinde kamu yararına
dayalı meşru bir amacı da taşımaktadır (Cumali
Karaşahin, § 66).
53. Somut olay bağlamında orman içerisine dikilen fıstık
ağaçlarına hukuki bir değer verilmemesinin ormanların korunmasına ilişkin kamu
yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
54. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
55. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
56. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç
bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale
ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
57. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında
adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi
olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
58. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede
bulunulması durumunda bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz
sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve
kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki
mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir.
Bu bağlamda hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki
mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural
olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa
Mahkemesinin tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde
doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup
olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir
mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden
önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz
etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler
ihlal edilmiş olur (Osmanoğlu İnşaat Eğitim
Gıda TemizlikHizmetleri A.Ş.,B. No: 2014/8649,
15/2/2017, § 48).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
59. Başvurucu, hububat tarımı yaparak ve fıstık ağacı dikerek
kullandığı orman vasıflı Hazine taşınmazı üzerinde bulunan fıstık ağaçlarının
EPDK ve lisans sahibi şirket tarafından, baraj yapımı nedeniyle bir
kamulaştırma yapılmadan ve tazminat ödenmeden su altında bırakılmasından
yakınmaktadır.
60. Başvuru konusu olayda başvurucunun fıstık bahçesi olarak kullandığı
mülkiyeti Hazineye ait orman vasıflı taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından
yetiştirildiği adli yargı sürecinde mahkemelerce sabit görülen altmış sekiz
adet 20-30 yaşlarında fıstık ağaçlarının HES için yapılan baraj nedeniyle su
altında kaldığı anlaşılmaktadır.
61. Başvurucu yetiştirdiği ağaçların su altında kalması
nedeniyle uğradığı zararın tespiti için Siirt Asliye Hukuk Mahkemesinden delil
tespiti talebinde bulunmuş, daha sonra ise 12/5/2011 tarihinde Siirt 2. Asliye
Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkemenin 11/4/2013 tarihli
kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 7/10/2015 ilamıyla reddedilerek karar onanmış ve
yapılan karar düzeltme istemi de aynı Daire'nin 28/9/2016 tarihli ilamıyla
reddedilmiştir.
62. Mahkemenin davanın reddine ilişkin 11/4/2013 tarihli
kararının temel gerekçesi, taşınmazın orman parseli içinde kaldığı, devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olan ormanların özel mülkiyete konu
olmayacakları, özel hukuk hükümlerine göre hak iktisabına yasal olarak
bulunmadığı ve 3402 sayılı Kanun'un 19. maddesinin ikinci fıkrasının muhdesata ait hükümlerinin orman niteliğindeki taşınmazlar
için uygulanma olanağının bulunmadığı yönündedir.
63. Gerçekten de taşınmazın mülkiyeti orman vasfıyla Hazineye
ait olup Hazine ile başvurucu arasında taşınmazın fıstık bahçesi olarak
kullanılmasına ilişkin herhangi bir sözleşmenin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Taşınmazın mülk sahibi olan Hazine, başvurucuyu taşınmazdan tahliye
ettirebileceği gibi bu yolu tercih etmeyip haksız işgal tazminatı (ecrimisil) talep etmekle de yetinebilmektedir. Somut olayda
başvurucu, taşınmaz üzerinde 20-30 yaşlarında fıstık ağaçları yetiştirmiş, bu
kullanım nedeniyle Hazine, başvurucuyu taşınmazdan tahliye ettirmemiş ve
başvurucunun taşınmazdaki kullanımı nedeniyle ecrimisil
bedeli de tahsil etmemiştir. Böyle bir durumda başvurucunun kamu makamlarının
uzun bir süre boyunca devam eden edilgen tutumlarının bir anda değişebileceğini
öngörmesini beklemek hakkaniyete aykırı olacaktır. Nitekim bu kadar uzun bir
süre boyunca söz konusu taşınmazın üzerinde fıstık ağacı yetiştirmek suretiyle
kullanımının başvurucu bakımından önemli bir ekonomik menfaat teşkil ettiği ve
bu yönden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı
kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kabul edilmiştir
(bkz. § 44).
64. Öncelikle belirtmek gerekir ki delillerin değerlendirilmesi
ve hukuk kurallarının yorumlanması, derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk
alanındadır. Buna göre ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi
olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan
sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren
tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
65. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut
olayda sağlanıp sağlanmadığını incelemektir.
66. Sonuç olarak taşınmaz üzerindeki fıstık ağaçlarının 20-30
yıllık dönem içerisinde başvurucu tarafından yetiştirildiği açıktır. Bu
ağaçların baraj yapımı sırasında zarar gördüğü gerek delil tespiti aşamasında
gerekse de başvurucunun açtığı davada yapılan keşif ve bilirkişi incelemeleri
ile tespit edilmiştir. Buna göre başvurucunun kamu makamlarınca yapılan
müdahale sebebiyle zarara uğradığı ve bu zararının ise karşılanmadığı
anlaşılmaktadır. Derece mahkemeleri ise taşınmazın Hazine adına kayıtlı olması
nedeniyle başvurucunun zararının giderilemeyeceği sonucuna varmışlardır.
67. Ne var ki derece mahkemelerinin kararlarında kamusal
makamların tutum ve davranışlarının inceleme konusu yapılmadığı, bu hususlara
değinilmediği görülmektedir. Derece mahkemelerinin olayın gelişiminde kamu
makamlarının edilgen tutumunu dikkate almaması bütün zarara tek başına
başvurucunun katlanması sonucuna yol açmaktadır. Bu yaklaşımın da başvurucuya
şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediğini belirtmek gerekir. Bu
durumda başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü
olmadığı sonucuna varılmıştır.
68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
70. Başvurucu 94.897,30 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
71. Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
72. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Siirt 2. Asliye Hukuk
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Siirt
2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/85, K. 2013/240) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
29/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.