TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BÜLENT AKTAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/5895)
|
|
Karar Tarihi: 9/9/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Zeynep KARAKOÇ DOĞANOĞLU
|
Başvurucular
|
:
|
1. Bülent AKTAY
|
|
|
2. Celal AKTAY
|
|
|
3. Cemal AKTAY
|
|
|
4. Emine AKTAY
|
|
|
5. Gülten ÖCAL
|
|
|
6. Mehmet Bedri AKTAY
|
|
|
7. Murad AKTAY
|
|
|
8. Remziye AKTAY
|
|
|
9. Şükriye ERELİ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Ramazan DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, terör eyleminde akaryakıt istasyonunun
yakılması ve sonrasında istasyonun işletilememesinden kaynaklanan maddi ve
manevi zararın tamamının telafi edilmemesi ve buna ilişkin idari ve yargısal
sürecin uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 21/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvurucular bireysel başvuru harç ve masraflarını
karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde
bulunmuşlardır.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular, Diyarbakır'ın Lice ilçesi sınırları
içinde yer alan akaryakıt satış istasyonunun sahibi olan Mehmet Kadri Aktay'ın
mirasçılarıdır.
10. Başvurucuların murisi, Diyarbakır Bingöl kara yolunun
Hani ilçesi yol ayrımına 200 metre mesafede bulunan alanda kurulu akaryakıt
satış istasyonunun Kasım 1992 ve Ekim 1993 tarihlerinde yakıldığından bahisle
akaryakıt istasyonunun yakılmasından ve on iki yıl süre ile akaryakıt
istasyonunun işletilememesinden kaynaklanan zararlarının tazminini istemiştir.
Başvurucuların murisi 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında kurulan
Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna
(Komisyon) 25/7/2005 tarihinde başvurmuştur.
11. Komisyonun 23/12/2010 tarihli kararıyla başvurunun
aranan şartlara uygun olduğu ve başvurucuların murisinin mal varlığına
ulaşamaması nedeniyle oluşan zararlarının giderilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Komisyon Lice Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hukuk Mahkemesi) 18/11/1992 tarihli ve
1992/8 D. İş sayılı dosyasına sunulan bilirkişi raporu ile Hukuk Mahkemesinin
5/4/1994 tarihli ve 1994/20 D. İş sayılı dosyasına sunulan bilirkişi raporunda
yer alan hasar miktarlarının güncellenmiş değeri olan 185.256,20 TL'nin
ödenmesini teklif etmiş, diğer talepleri reddetmiştir. Anılan kararda, kabul
edilen miktar üzerinden teklif edilen sulhname tasarısının otuz gün içinde
imzalanması, aksi takdirde kabul edilmemiş sayılacağı ve yargı yoluna
başvurularak zararın tazmin edilmesini talep hakkının saklı olduğu bildirilmiştir.
12. Başvurucular, murislerinin 2/11/2000 tarihinde Lice
Kaymakamlığına başvurarak işyerinin açılmasını istediğini ancak 6/1/1998
tarihli ve 23222 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Karayolları Kenarında
Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmelik kapsamında durumun
değerlendirilerek Duru Karakoluna sadece iki yüz metre mesafede bulunması
nedeniyle açılmasının uygun olmadığı yolunda görüş bildirildiğini Lice Jandarma
Komutanlığının 23/11/2000 tarihli yazısıyla öğrendiğini ifade etmiştir.
13. Söz konusu tutarı kabul etmeyen başvurucuların
murisi, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Komisyon kararlarının iptali
ile 1993 tarihinden itibaren akaryakıt istasyonunun işletilememesinden
kaynaklanan gelir kaybından dolayı oluşan 6.000.000 TL maddi ve 500.000 TL
manevi zararının yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle
dava açmıştır.
14. Başvurucuların murisi dava dilekçesinde özetle
akaryakıt istasyonunu terör olayları nedeniyle işletemediğini, idarenin
objektif sorumluluğunun yanı sıra kusur sorumluluğunun da bulunduğunu, gerçek
zararının karşılanmasının gerektiğini, hayatın olağan akışına aykırı ağır ispat
yükü yüklendiğini, konuyla ilgili başvurusunun yıllarca sürüncemede
bırakılmasının hukuka aykırı olduğunu, 5233 sayılı Kanun'da manevi zararların
karşılanması yolunda bir düzenleme bulunmamasına karşın son içtihatlar ve
tazminat hukukunun esasları gözetilerek idari yargı sürecinin başlatılması
gerektiğini ileri sürerek Komisyon kararının iptalini istemiştir.
15. Mahkeme 1/2/2012 tarihli kararıyla davayı
reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Olayda, davacı talep dilekçesinde
zararın kaynağı olarak akaryakıt istasyonunun yanmasını ve istasyonun 12 yıl
süre ile işletilememesini göstermekte iken, dava konusu işlemde yanmadan
kaynaklanan zararın ödenmesinin teklif edilmesi üzerine dava dilekçesinde,
sadece istasyonun 1993 yılından itibaren işletilememesinden kaynaklanan gelir
kaybını zarar kaynağı olarak göstermektedir. Dolayısıyla olayda öncelikle tespit
edilmesi gereken husus, akaryakıt istasyonunun işletilememesinin terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedenine
dayanıp dayanmadığıdır.
Davacının işleteni olduğu, Diyarbakır
İli Lice İlçesi sınırları içinde yer alan tazminat istemine konu akaryakıt
satış istasyonunun, Diyarbakır Bingöl Karayolu üzerinde bulunduğu, bu yolun ana
arter niteliğinde bir yol olduğu, ana arter niteliğindeki bu yolun terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında sürekli olarak kapatıldığı / kapalı
kaldığı yönünde dava dosyasında hiç bir belge bulunmadığı, yine akaryakıt
istasyonunun Duru Jandarma Karakoluna 300 metre mesafede bulunduğu, Narlıtepe
Jandarma Üs Bölgesine ise 1000 metre mesafesinin olduğu anlaşılmakta olup,
akaryakıt istasyonunun 1993 yılından itibaren süreklilik arz edecek şekilde
işletilmesini engelleyici nitelikte güvenlik tehdidinin bulunmadığı 1992 ve
1993 yıllarında akaryakıt istasyonunun yanması nedeniyle oluşan zararlarının
ise karşılandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ortada, terör ve terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle davacının akaryakıt istasyonu
işletememesinden kaynaklanan bir maddi zararın olmadığı, talebin 5233 sayılı
Yasa kapsamında değerlendirilme olanağı bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Davacının manevi tazminat istemine
gelince; 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması
Hakkında Kanun ve Yönetmelik hükümlerinde manevi zarara uğrayan ilgililerin
manevi tazminat istemlerinin karşılanacağına ilişkin herhangi bir hüküm yer
almadığından davacıların manevi tazminat taleplerinin 5233 sayılı Yasa
kapsamında karşılanmasına hukuken imkan bulunmamaktadır. "
16. Başvurucular, kararı temyiz etmiştir. Danıştay
Onbeşinci Dairesi (Daire); kararın usul ve hukuka uygun olduğunu, dilekçede
ileri sürülen temyiz nedenlerinin bozmayı gerektirecek nitelikte görülmediğini
belirterek kararı 19/11/2014 tarihinde onamıştır.
17. Karar düzeltme aşamasında başvurucuların murisinin
vefat etmesi üzerine dosyayı başvurucular takip etmeye başlamıştır.
Başvurucuların karar düzeltme talepleri de Daire tarafından 7/12/2015 tarihli
kararla reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin karar
başvuruculara 23/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular 21/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
Mevzuat
19. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici
1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§
15-21, 23).
20. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına
ilişkin sulhname" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya
bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen
zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci
maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh
yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre
hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine
tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname
tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir
temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul
etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep
etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya
yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi
veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi
veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık
tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1.
İdari dava türleri
şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
22. 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
23. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Komisyonun görevleri" kenar
başlıklı 7. maddesi şöyledir:
" Komisyonun görevleri şunlardır:
a) Zarar görenin veya mirasçılarının
veya yetkili temsilcilerinin başvurusu halinde bu Yönetmelik kapsamına giren
bir zararın bulunup bulunmadığını tespit etmek.
b) (Değişik: 20/11/2006-2006/11254 K.)
Kamu kurum ve kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca
uygulanmış projelerin, zararın giderilmesine katkıları; zarar görenin
değerlendirebileceği enkaz ve diğer yararlar; sigorta şirketlerince veya ilgili
mevzuata göre kamu kurum ve kuruluşları ile sosyal güvenlik kuruluşlarınca
karşılanan tazminatlar, tedavi ve cenaze giderlerinin zarar miktarından mahsup
edilmesi suretiyle belirlenen nakdî veya aynî ödeme miktarını içeren sulhname
tasarılarını hazırlamak.
c) (Değişik: 20/11/2006-2006/11254 K.)
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya kabul edilmemiş sayılması hâllerinde
bir uyuşmazlık tutanağı düzenleyerek bir örneğini ilgiliye tebliğ etmek.
d) (Değişik: 20/11/2006-2006/11254 K.)
Başvuru sahibinin Kanun ve bu Yönetmelik kapsamına giren bir zararının
bulunmadığının tespit edilmesi hâlinde, buna ilişkin karar tutanağı
düzenleyerek bir örneğini ilgiliye tebliğ etmek."
24. Aynı Yönetmelik'in "Bilgi ve belgelerin
toplanması" kenar başlıklı 10. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Komisyon ilgili kamu kurum ve
kuruluşlarından başvuru konusu ile ilgili her türlü bilgi, belge ve yardım
isteyebileceği gibi, adli ve askeri teşkilat ile kolluk kuvvetleri dışında
kalan diğer kamu kurum ve kuruluşlarında
çalışanları bilirkişi olarak da görevlendirebilir. Komisyon, gerekli gördüğü
uzmanları çalıştırabilir veya bunlardan görüş alabilir. Komisyon tarafından
görevlendirilen kamu görevlileri öncelikli olarak komisyon tarafından verilen
görevleri yerine getirirler."
25. Aynı Yönetmelik'in "Komisyonca keşif
yapılması" kenar başlıklı 11. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
"Komisyon gerek görmesi halinde
keşif yapabilir.
Komisyon başkanı belirlemiş olduğu keşif
yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri
ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine
veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirir."
26. Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler
Hakkında Yönetmelik’in "Askeri alanlar ile kamu kuruluşlarınca yapılan
tesisler" kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
"Askeri alanlar ile kamu
kuruluşlarınca yapılan veya yaptırılan enerji, sulama, petrol ürünleri ve
doğalgaz boru hatları gibi tesislere 2 kilometreden daha yakına yapılacak ve
açılacak tesisler için ayrıca ilgili kuruluşun yazılı muvafakatı aranır."
2. Anayasa Mahkemesi
İçtihadı
27. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79,
K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"5233 sayılı Yasa, terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine
gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması
amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile
devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm
yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku
kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı
olarak kurala bağlamıştır.
...
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak
idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların
karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal
hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla
getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk
ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret
olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu
kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına
ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve
işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan
nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz
sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele
sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla
tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan
'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer
verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125.
maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu
nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari
işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir."
3. Danıştay
İçtihadı
28. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014
tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör
olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların
yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle
uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir
yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da
engellemeyen nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer -
Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat
Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu
doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için
tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle
meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa
uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı
tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin
ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi
olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması
gerekmektedir.”
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri
ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme'nin
6. maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada
bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatının ve yargılamanın
yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/Birleşik Krallık [GK],
B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine
getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo
Beheer B.V./ Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33).
31. AİHM; Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını
güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir
kural koyma yetkisinin kendisinde olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu
hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihmal etmediği
sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de
kendisinde olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre [GK], B. No:
10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama
süreci bütün olarak ve bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak
üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı
dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89,
24/6/1993, § 66).
32. Buna paralel olarak AİHM, Sözleşme’deki hakların
etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin 6.
maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili
bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmiştir (Dulaurans/Fransa,
B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33; Kraska/İsveç, B. No: 13942/88,
19/4/1993, § 30).
33. AİHM'e göre -tarafların ileri sürdükleri delillerin
kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine
sahip olmakla birlikte- mahkemeler vardıkları sonuçları haklılaştırmak için
kararlarına gerekçeler gösterme yükümlülüğü altındadırlar (Suominen/Finlandiya,
B. No: 37801/97, 1/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu,
mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan
ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/1/2007, § 83).
34. Yargılama sırasında başvurucu tarafından sunulan bir
kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM;
mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda
gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da
ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal
edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
35. Mahkemenin 9/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım
Talebi Yönünden
36. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No:
2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini
önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden
yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli
yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucuların
İddiaları
37. Başvurucular, karmaşık bir dosya olmamasına karşın
idari ve yargısal sürecin çok uzun sürdüğünü belirterek makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
b. Değerlendirme
38. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli
ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli
ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
39. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların
uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra
edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel
başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
40. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018,§§
27-36) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu
yolun etkililiğini tartışmıştır.
41. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk
bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§
35, 36).
42. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
a. Başvurucuların
İddiaları
44. Başvurucular; murislerine ait akaryakıt istasyonunun
1972 yılında açıldığını, 1990'lı yıllarda yoğunlaşmaya başlayan terör olayları
nedeniyle defalarca saldırıya maruz kaldığını, 10/11/1992 tarihinde meydana
gelen çatışma sonrasında tamamen yıkıldığını, sigorta şirketinin yaptığı bir
miktar ödeme ile tekrar faaliyete başlandığını ancak 1993 yılı Ekim ayında
meydana gelen olaylarda yerle bir olduğunu, bu sırada can güvenliğinin de
kalmaması nedeniyle akaryakıt istasyonun kapatıldığını belirtmiştir.
Başvurucular; murislerinin açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini,
can güvenliğinin tehlikeye atıldığını, işyerinin içindekilerle birlikte gözünün
önünde yakıldığını, mal varlığına ulaşmasının engellendiğini, Kürt halkına
yönelik ayrımcılık yapıldığını belirterek eşitlik ilkesi ile mülkiyet, kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma, özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının
da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular, murislerinin 2/11/2000
tarihinde Lice Kaymakamlığına başvurarak işyerinin açılmasını istediğini ancak
ilgili Yönetmelik (bkz. § 26) kapsamında durumun değerlendirilerek Duru
Karakoluna sadece iki yüz metre mesafede bulunması nedeniyle açılmasının uygun
olmadığı yolunda görüş bildirildiğini Lice Jandarma Komutanlığının 23/11/2000
tarihli yazısıyla öğrendiğini ifade etmiştir. Bu tip olayların yaşanmasında
idarenin objektif sorumluluğunun yanı sıra kusur sorumluluğunun da bulunduğunu,
gerçek zararlarının karşılanması gerektiğini ve kendilerine hayatın olağan
akışına aykırı ağır ispat yükü yüklendiğini vurgulamaktadır. Ayrıca Komisyon
kararıyla yapılan başvurunun aranan şartlara uygun olduğu ve murislerinin mal
varlığına ulaşamaması nedeniyle oluşan zararlarının giderilmesi gerektiğinin
ortaya konulmasına ve uyuşmazlığın zararın miktarına ilişkin olmasına karşın
(bkz. § 11) Mahkeme tarafından yeterli bir gerekçe gösterilmeksizin zararın
bulunmadığı sonucuna varılarak davanın idari işlemin iptali ile maddi tazminat
istemine ilişkin kısmının reddedilmesiyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedirler.
b. Değerlendirme
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucuların bu iddiaları adil yargılanma hakkının unsurlarından olan
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
46. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel
başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların
incelemeye tabi tutulamayacağı; 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B.
No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
47. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan
sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir
hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa
Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No:
2013/3351, 18/9/2013, § 42).
48. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
anılan Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine ve Kanun’un
kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesine ilişkin takdir derece
mahkemelerine aittir (Ali Şaşkın ve diğerleri, B. No: 2013/6819,
21/4/2016, § 38).
49. Olayda başvurucunun maddi tazminat talebi iki
unsurdan kaynaklanmaktadır. Birinci unsur istasyonun yakılması nedeniyle oluşan
zarar ikinci unsur ise yakılma sonrası yeniden işletilememesinden kaynaklanan
zarardır. Birinci unsur yönünden Komisyon başvurucunun daha önce Hukuk
Mahkemesi tarafından tespit edilen zararının güncel değerini ödemeyi kabul
etmiştir. İkinci unsur yönünden ise başvurucunun talebi reddedilmiştir. İdare
Mahkemesi önünde uyuşmazlık konusu olan kısım da bu hususa ilişkindir. İdare
Mahkemesi bu durumu tespit ettikten sonra talep doğrultusunda ikinci unsura
ilişkin zarar yönünden davayı incelemiştir. Mahkeme öncelikle istasyonun
işletilememesinin nedeninin terör eylemleri olup olmadığını incelemiş ve Duru
Jandarma Karakoluna 300 metre mesafede, Narlıtepe Jandarma Üs Bölgesine ise
1.000 metre mesafede olan istasyonun 1993 yılından itibaren süreklilik arz
edecek şekilde işletilmesini engelleyici nitelikte güvenlik tehdidinin
bulunmadığı sonuca varmıştır. İdare Mahkemesi, istasyonun işletilmemesinin
nedeninin terör olayları olmadığını belirledikten sonra olayda 5233 sayılı
Kanun kapsamında tazmin edilecek bir zarar bulunmadığı sonucuna varmıştır. Zira
5233 sayılı Kanun sadece terör nedeniyle veya terörle mücadele nedeniyle oluşan
zararların telafisine imkân sağlamaktadır.
50. Gerçekten de başvuru dosyasına başvurucu tarafından
eklenen belgelere göre başvurucuların murisi söz konusu istasyonu yeniden
faaliyete geçirebilmek için idari başvuruda bulunmuş fakat başvurusu 23/11/2000
tarihinde Jandarma Karakoluna 200 metre mesafede olduğu için ilgili mevzuatta
verilen yetkiye istinaden talebi reddedilmiştir. Bir başka deyişle
başvurucuların murisinin işyerini tekrar faaliyete geçirilmesi talebinin
reddedilmesinin terör faaliyetleri nedeniyle olmadığı, karakola 200 metre (ya
da 300 metre) mesafede bir akaryakıt istasyonunun bulunmasının genel güvenlik
sebepleriyle istenmediği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan başvurucuların murisi
tarafından söz konusu istemin reddine dair idari işlemin iptali istemiyle veya
bu işlem nedeniyle uğranılan zararın tazmin edilmesi amacıyla genel hükümlere
göre iptal veya tam yargı davası açıldığı yönünden herhangi bir bilgi ve belge
başvuru dosyasına sunulmamıştır.
51. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde
akaryakıt istasyonunun işletilememesinin terör eylemlerine bağlı olmadığı
dolayısıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini gerekmediği yönündeki derece
mahkemesi değerlendirmesinde bariz takdir hatası ve açık bir keyfîlik
bulunduğunun söylenemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kanun
yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Mahkemeye
Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun
İddiaları
53. Başvurucular, murislerinin yaşanan terör olayları
nedeniyle uğradığı manevi zararların da giderilmesi gerektiğini ileri
sürmüştür. 5233 sayılı Kanun'da manevi zararların karşılanması yolunda bir
düzenleme bulunmamasına karşın son içtihatlar ve tazminat hukukunun esasları
gözetilerek idari yargı sürecinin başlatılması gerektiğini ifade etmiştir.
Başvurucular Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli kararına göre (bkz. § 27)
idari yargıda tam yargı davası açılarak manevi tazminat istenebileceğini, 5233
sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik hükümlerinde manevi zarara uğrayanların
manevi tazminat istemlerinin karşılanacağına ilişkin herhangi bir düzenlemenin
yer almadığı gerekçesiyle Mahkemece manevi zararlarının karşılanmadığını, bu
durumun Anayasa'nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ile 125. maddesinde belirtilen idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı
yargı yolunun açık olduğu ilkesini ihlal ettiğini iddia ederek ihlalin
tespitini istemiştir.
b. Değerlendirme
54. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucular;
Mahkemece hatalı değerlendirme yapılarak davalarının reddi yönünde karar
verildiğini, bu nedenle manevi zararları hakkında idare hukuku genel hükümleri
kapsamında inceleme yapılarak bir giderim sağlanması imkânının kendilerine
tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 2. ve 125. maddelerinde güvence altına
alınan ilkelerin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Manevi tazminat isteminin
reddedilmesi ile ortaya çıkan temel sorun başvurucunun mahkemeye etkili
erişiminin engellenmesi olduğundan başvurucuların manevi tazminat istemi
hakkındaki iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı
yönünden incelenmesi uygun görülmüştür (benzer yönde değerlendirme için bkz. Mehmet
Emin Timurtaş, B. No: 2014/2008, 22/11/2017, § 46).
i. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
55. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
56. 5233 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay
İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi
zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların genel
hükümlere göre karşılanmasına da engel olmayan bir kanundur. 2577 sayılı
Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak
hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır.
Bu yol 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak
uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No:
2014/5005, 6/1/2016, § 81).
57. Anılan içtihatta ortaya konulduğu üzere 5233 sayılı
Kanun manevi zararların karşılanmasını öngörmemekle birlikte genel hükümlere
göre açılacak tam yargı davasında manevi tazminat istenmesini de
engellememektedir. Bir başka ifadeyle kişiler manevi tazminat taleplerini 5233
sayılı Kanun kapsamında değil 5233 sayılı Kanun'dan bağımsız olarak tazminat
hukukunun genel prensiplerine göre açacakları davalarda dile getirebilirler.
58. Bu durumda başvurucuların idare mahkemelerinde
açtıkları davaların niteliği ve manevi tazminata ilişkin taleplerini dile
getiriliş biçimleri özel önem taşır. Bir başka deyişle davanın yukarıda
belirtilen içtihada uygun şekilde yani genel hükümler çerçevesinde 2577 sayılı
Kanun'un ilgili maddelerinde belirtilen usullere göre mi açıldığı yoksa manevi
tazminat talebinin 5233 sayılı Kanun'a mı dayandırıldığının ortaya konulması
gerekir.
59. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin (Emir Ağgül ve
diğerleri, B. No: 2014/16320, 21/11/2017) kararında belirtildiği üzere bir
tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa ilişkin mevzuat hükümleri
kapsamında yürütülen yargılamada, kişilerin taleplerini başlattıkları usulde
hataya düşülerek incelemenin yapılacağı mevzuat kaynaklarının daraltılmasının
belirtilen anlamda dava açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak
değerlendirilmesi ve bu müdahalenin mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
60. Nitekim 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat
ödenmesine ilişkin benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve
Anayasa Mahkemesi, terör ve terörle mücadele kapsamında gerçekleşen zararlara
ilişkin manevi tazminat taleplerinin karşılanması için 5233 sayılı Kanun’da
hüküm bulunmamakla birlikte idare hukukunun genel hükümleri kapsamında
başvurucuların anılan talep hakkına sahip olduklarını belirtmiştir. Anayasa
Mahkemesi 5233 sayılı Kanun'un maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla
birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir kanun olduğunu,
2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13. maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden
kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı
tanındığını belirterek idareye yaptıkları başvuru ve açtıkları davayı tazminat
hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucuların
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Özden Sayar ve
Deren Dilara Sayar, B. No: 2013/4022, 13/4/2016, §§ 51-76).
61. Somut olayda başvurucuların murisi, dava dilekçesinde
5233 sayılı Kanun kapsamında manevi zararların giderilmesinin mümkün olmadığını
dile getirmekle birlikte AİHM ve diğer uluslararası kuruluşlar nezdinde
devletimiz tarafından yapılan savunma ve beyanlardan, AİHM'nin konuyla ilgili
geliştirdiği son içtihatlarından bahsederek idare hukuku genel hükümleri
çerçevesinde manevi tazminat ödenmesi istemiyle tam yargı davası açtığını
belirtmiştir. Mahkeme; Komisyona yapılan başvurunun maddi zarara ilişkin
olduğunu, manevi tazminat talebiyle açılan davada 5233 sayılı Kanun'a göre
manevi tazminata hükmedilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar
vermiştir. Anılan iddialar kanun yolu aşamasında da ileri sürülmesine karşın
mahkeme kararı onanmış, karar düzeltme istemi de reddedilmiştir.
62. Oysa manevi tazminat istemiyle tazminat hukukunun
genel prensiplerine göre açılan davada 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son
fıkrasındaki, 2577 sayılı Kanun’un 2. ve 13. maddelerindeki (bkz. §§ 20-22)
açık düzenlemeler ile Danıştay (bkz. § 28) ve Anayasa Mahkemesi (bkz. § 27)
içtihatları dikkate alındığında başvurucunun manevi tazminat talebi hakkında
idare hukukunun genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir karar
verilmesi yoluyla başvurucunun mahkemeye erişimine olanak sağlanmalıdır.
63. Açtıkları manevi tazminat davasını tazminat hukukunun
genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucuların
mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulduğu açıktır. Yukarıdaki belirtilen
ilkeler ışığında yapılan incelemede başvurucuları manevi tazminat davasını
tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum bırakan
müdahale yönünden yukarıda değinilen içtihatlardan (diğerleri arasından bkz. Emir
Ağgül ve diğerleri, Mehmet Emin Timurtaş başvuruları) ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmadığı ve ölçüsüz müdahalenin başvurucuların
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmaktadır.
64. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden
yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya
üzerinden karar verir.”
66. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
67. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir
(Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
69. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer
hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden
yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu
öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı
olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın
yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama
sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
70. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
71. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması
gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve
nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemeye gönderilmesine
karar verilmesi gerekir
72. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
73. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama
giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin kabulüne,
B. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine (Anılan Mahkemenin 1/2/2012 tarihli ve
E.2011/1290, K.2012/141 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.)
GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
F. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 9/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.