TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
BÜLENT AKTAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/5895)
Karar Tarihi: 9/9/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
M. Emin KUZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Basri BAĞCI
Raportör
Zeynep KARAKOÇ DOĞANOĞLU
Başvurucular
1. Bülent AKTAY
2. Celal AKTAY
3. Cemal AKTAY
4. Emine AKTAY
5. Gülten ÖCAL
6. Mehmet Bedri AKTAY
7. Murad AKTAY
8. Remziye AKTAY
9. Şükriye ERELİ
Başvurucular Vekili
Av. Ramazan DEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör eyleminde akaryakıt istasyonunun yakılması ve sonrasında istasyonun işletilememesinden kaynaklanan maddi ve manevi zararın tamamının telafi edilmemesi ve buna ilişkin idari ve yargısal sürecin uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvurucular bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular, Diyarbakır'ın Lice ilçesi sınırları içinde yer alan akaryakıt satış istasyonunun sahibi olan Mehmet Kadri Aktay'ın mirasçılarıdır.
10. Başvurucuların murisi, Diyarbakır Bingöl kara yolunun Hani ilçesi yol ayrımına 200 metre mesafede bulunan alanda kurulu akaryakıt satış istasyonunun Kasım 1992 ve Ekim 1993 tarihlerinde yakıldığından bahisle akaryakıt istasyonunun yakılmasından ve on iki yıl süre ile akaryakıt istasyonunun işletilememesinden kaynaklanan zararlarının tazminini istemiştir. Başvurucuların murisi 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında kurulan Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) 25/7/2005 tarihinde başvurmuştur.
11. Komisyonun 23/12/2010 tarihli kararıyla başvurunun aranan şartlara uygun olduğu ve başvurucuların murisinin mal varlığına ulaşamaması nedeniyle oluşan zararlarının giderilmesi gerektiği belirtilmiştir. Komisyon Lice Asliye Hukuk Mahkemesinin (Hukuk Mahkemesi) 18/11/1992 tarihli ve 1992/8 D. İş sayılı dosyasına sunulan bilirkişi raporu ile Hukuk Mahkemesinin 5/4/1994 tarihli ve 1994/20 D. İş sayılı dosyasına sunulan bilirkişi raporunda yer alan hasar miktarlarının güncellenmiş değeri olan 185.256,20 TL'nin ödenmesini teklif etmiş, diğer talepleri reddetmiştir. Anılan kararda, kabul edilen miktar üzerinden teklif edilen sulhname tasarısının otuz gün içinde imzalanması, aksi takdirde kabul edilmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurularak zararın tazmin edilmesini talep hakkının saklı olduğu bildirilmiştir.
12. Başvurucular, murislerinin 2/11/2000 tarihinde Lice Kaymakamlığına başvurarak işyerinin açılmasını istediğini ancak 6/1/1998 tarihli ve 23222 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmelik kapsamında durumun değerlendirilerek Duru Karakoluna sadece iki yüz metre mesafede bulunması nedeniyle açılmasının uygun olmadığı yolunda görüş bildirildiğini Lice Jandarma Komutanlığının 23/11/2000 tarihli yazısıyla öğrendiğini ifade etmiştir.
13. Söz konusu tutarı kabul etmeyen başvurucuların murisi, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Komisyon kararlarının iptali ile 1993 tarihinden itibaren akaryakıt istasyonunun işletilememesinden kaynaklanan gelir kaybından dolayı oluşan 6.000.000 TL maddi ve 500.000 TL manevi zararının yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
14. Başvurucuların murisi dava dilekçesinde özetle akaryakıt istasyonunu terör olayları nedeniyle işletemediğini, idarenin objektif sorumluluğunun yanı sıra kusur sorumluluğunun da bulunduğunu, gerçek zararının karşılanmasının gerektiğini, hayatın olağan akışına aykırı ağır ispat yükü yüklendiğini, konuyla ilgili başvurusunun yıllarca sürüncemede bırakılmasının hukuka aykırı olduğunu, 5233 sayılı Kanun'da manevi zararların karşılanması yolunda bir düzenleme bulunmamasına karşın son içtihatlar ve tazminat hukukunun esasları gözetilerek idari yargı sürecinin başlatılması gerektiğini ileri sürerek Komisyon kararının iptalini istemiştir.
15. Mahkeme 1/2/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Olayda, davacı talep dilekçesinde zararın kaynağı olarak akaryakıt istasyonunun yanmasını ve istasyonun 12 yıl süre ile işletilememesini göstermekte iken, dava konusu işlemde yanmadan kaynaklanan zararın ödenmesinin teklif edilmesi üzerine dava dilekçesinde, sadece istasyonun 1993 yılından itibaren işletilememesinden kaynaklanan gelir kaybını zarar kaynağı olarak göstermektedir. Dolayısıyla olayda öncelikle tespit edilmesi gereken husus, akaryakıt istasyonunun işletilememesinin terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedenine dayanıp dayanmadığıdır.
Davacının işleteni olduğu, Diyarbakır İli Lice İlçesi sınırları içinde yer alan tazminat istemine konu akaryakıt satış istasyonunun, Diyarbakır Bingöl Karayolu üzerinde bulunduğu, bu yolun ana arter niteliğinde bir yol olduğu, ana arter niteliğindeki bu yolun terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında sürekli olarak kapatıldığı / kapalı kaldığı yönünde dava dosyasında hiç bir belge bulunmadığı, yine akaryakıt istasyonunun Duru Jandarma Karakoluna 300 metre mesafede bulunduğu, Narlıtepe Jandarma Üs Bölgesine ise 1000 metre mesafesinin olduğu anlaşılmakta olup, akaryakıt istasyonunun 1993 yılından itibaren süreklilik arz edecek şekilde işletilmesini engelleyici nitelikte güvenlik tehdidinin bulunmadığı 1992 ve 1993 yıllarında akaryakıt istasyonunun yanması nedeniyle oluşan zararlarının ise karşılandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ortada, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle davacının akaryakıt istasyonu işletememesinden kaynaklanan bir maddi zararın olmadığı, talebin 5233 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilme olanağı bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Davacının manevi tazminat istemine gelince; 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun ve Yönetmelik hükümlerinde manevi zarara uğrayan ilgililerin manevi tazminat istemlerinin karşılanacağına ilişkin herhangi bir hüküm yer almadığından davacıların manevi tazminat taleplerinin 5233 sayılı Yasa kapsamında karşılanmasına hukuken imkan bulunmamaktadır. "
16. Başvurucular, kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire); kararın usul ve hukuka uygun olduğunu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin bozmayı gerektirecek nitelikte görülmediğini belirterek kararı 19/11/2014 tarihinde onamıştır.
17. Karar düzeltme aşamasında başvurucuların murisinin vefat etmesi üzerine dosyayı başvurucular takip etmeye başlamıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri de Daire tarafından 7/12/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin karar başvuruculara 23/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular 21/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
19. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
20. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
21. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
22. 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
23. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Komisyonun görevleri" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
" Komisyonun görevleri şunlardır:
a) Zarar görenin veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin başvurusu halinde bu Yönetmelik kapsamına giren bir zararın bulunup bulunmadığını tespit etmek.
b) (Değişik: 20/11/2006-2006/11254 K.) Kamu kurum ve kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca uygulanmış projelerin, zararın giderilmesine katkıları; zarar görenin değerlendirebileceği enkaz ve diğer yararlar; sigorta şirketlerince veya ilgili mevzuata göre kamu kurum ve kuruluşları ile sosyal güvenlik kuruluşlarınca karşılanan tazminatlar, tedavi ve cenaze giderlerinin zarar miktarından mahsup edilmesi suretiyle belirlenen nakdî veya aynî ödeme miktarını içeren sulhname tasarılarını hazırlamak.
c) (Değişik: 20/11/2006-2006/11254 K.) Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenleyerek bir örneğini ilgiliye tebliğ etmek.
d) (Değişik: 20/11/2006-2006/11254 K.) Başvuru sahibinin Kanun ve bu Yönetmelik kapsamına giren bir zararının bulunmadığının tespit edilmesi hâlinde, buna ilişkin karar tutanağı düzenleyerek bir örneğini ilgiliye tebliğ etmek."
24. Aynı Yönetmelik'in "Bilgi ve belgelerin toplanması" kenar başlıklı 10. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Komisyon ilgili kamu kurum ve kuruluşlarından başvuru konusu ile ilgili her türlü bilgi, belge ve yardım isteyebileceği gibi, adli ve askeri teşkilat ile kolluk kuvvetleri dışında
kalan diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanları bilirkişi olarak da görevlendirebilir. Komisyon, gerekli gördüğü uzmanları çalıştırabilir veya bunlardan görüş alabilir. Komisyon tarafından görevlendirilen kamu görevlileri öncelikli olarak komisyon tarafından verilen görevleri yerine getirirler."
25. Aynı Yönetmelik'in "Komisyonca keşif yapılması" kenar başlıklı 11. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Komisyon gerek görmesi halinde keşif yapabilir.
Komisyon başkanı belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri
ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirir."
26. Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmelik’in "Askeri alanlar ile kamu kuruluşlarınca yapılan tesisler" kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
"Askeri alanlar ile kamu kuruluşlarınca yapılan veya yaptırılan enerji, sulama, petrol ürünleri ve doğalgaz boru hatları gibi tesislere 2 kilometreden daha yakına yapılacak ve açılacak tesisler için ayrıca ilgili kuruluşun yazılı muvafakatı aranır."
2. Anayasa Mahkemesi İçtihadı
27. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir."
3. Danıştay İçtihadı
28. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme'nin 6. maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatının ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B.V./ Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33).
31. AİHM; Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin kendisinde olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihmal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de kendisinde olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre [GK], B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak ve bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66).
32. Buna paralel olarak AİHM, Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin 6. maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmiştir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33; Kraska/İsveç, B. No: 13942/88, 19/4/1993, § 30).
33. AİHM'e göre -tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte- mahkemeler vardıkları sonuçları haklılaştırmak için kararlarına gerekçeler gösterme yükümlülüğü altındadırlar (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 1/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/1/2007, § 83).
34. Yargılama sırasında başvurucu tarafından sunulan bir kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM; mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 9/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
36. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucuların İddiaları
37. Başvurucular, karmaşık bir dosya olmamasına karşın idari ve yargısal sürecin çok uzun sürdüğünü belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
b. Değerlendirme
38. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
39. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
40. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018,§§ 27-36) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
41. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
42. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucular; murislerine ait akaryakıt istasyonunun 1972 yılında açıldığını, 1990'lı yıllarda yoğunlaşmaya başlayan terör olayları nedeniyle defalarca saldırıya maruz kaldığını, 10/11/1992 tarihinde meydana gelen çatışma sonrasında tamamen yıkıldığını, sigorta şirketinin yaptığı bir miktar ödeme ile tekrar faaliyete başlandığını ancak 1993 yılı Ekim ayında meydana gelen olaylarda yerle bir olduğunu, bu sırada can güvenliğinin de kalmaması nedeniyle akaryakıt istasyonun kapatıldığını belirtmiştir. Başvurucular; murislerinin açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini, can güvenliğinin tehlikeye atıldığını, işyerinin içindekilerle birlikte gözünün önünde yakıldığını, mal varlığına ulaşmasının engellendiğini, Kürt halkına yönelik ayrımcılık yapıldığını belirterek eşitlik ilkesi ile mülkiyet, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma, özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular, murislerinin 2/11/2000 tarihinde Lice Kaymakamlığına başvurarak işyerinin açılmasını istediğini ancak ilgili Yönetmelik (bkz. § 26) kapsamında durumun değerlendirilerek Duru Karakoluna sadece iki yüz metre mesafede bulunması nedeniyle açılmasının uygun olmadığı yolunda görüş bildirildiğini Lice Jandarma Komutanlığının 23/11/2000 tarihli yazısıyla öğrendiğini ifade etmiştir. Bu tip olayların yaşanmasında idarenin objektif sorumluluğunun yanı sıra kusur sorumluluğunun da bulunduğunu, gerçek zararlarının karşılanması gerektiğini ve kendilerine hayatın olağan akışına aykırı ağır ispat yükü yüklendiğini vurgulamaktadır. Ayrıca Komisyon kararıyla yapılan başvurunun aranan şartlara uygun olduğu ve murislerinin mal varlığına ulaşamaması nedeniyle oluşan zararlarının giderilmesi gerektiğinin ortaya konulmasına ve uyuşmazlığın zararın miktarına ilişkin olmasına karşın (bkz. § 11) Mahkeme tarafından yeterli bir gerekçe gösterilmeksizin zararın bulunmadığı sonucuna varılarak davanın idari işlemin iptali ile maddi tazminat istemine ilişkin kısmının reddedilmesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların bu iddiaları adil yargılanma hakkının unsurlarından olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
46. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı; 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
47. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
48. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin anılan Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine ve Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile somut olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesine ilişkin takdir derece mahkemelerine aittir (Ali Şaşkın ve diğerleri, B. No: 2013/6819, 21/4/2016, § 38).
49. Olayda başvurucunun maddi tazminat talebi iki unsurdan kaynaklanmaktadır. Birinci unsur istasyonun yakılması nedeniyle oluşan zarar ikinci unsur ise yakılma sonrası yeniden işletilememesinden kaynaklanan zarardır. Birinci unsur yönünden Komisyon başvurucunun daha önce Hukuk Mahkemesi tarafından tespit edilen zararının güncel değerini ödemeyi kabul etmiştir. İkinci unsur yönünden ise başvurucunun talebi reddedilmiştir. İdare Mahkemesi önünde uyuşmazlık konusu olan kısım da bu hususa ilişkindir. İdare Mahkemesi bu durumu tespit ettikten sonra talep doğrultusunda ikinci unsura ilişkin zarar yönünden davayı incelemiştir. Mahkeme öncelikle istasyonun işletilememesinin nedeninin terör eylemleri olup olmadığını incelemiş ve Duru Jandarma Karakoluna 300 metre mesafede, Narlıtepe Jandarma Üs Bölgesine ise 1.000 metre mesafede olan istasyonun 1993 yılından itibaren süreklilik arz edecek şekilde işletilmesini engelleyici nitelikte güvenlik tehdidinin bulunmadığı sonuca varmıştır. İdare Mahkemesi, istasyonun işletilmemesinin nedeninin terör olayları olmadığını belirledikten sonra olayda 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilecek bir zarar bulunmadığı sonucuna varmıştır. Zira 5233 sayılı Kanun sadece terör nedeniyle veya terörle mücadele nedeniyle oluşan zararların telafisine imkân sağlamaktadır.
50. Gerçekten de başvuru dosyasına başvurucu tarafından eklenen belgelere göre başvurucuların murisi söz konusu istasyonu yeniden faaliyete geçirebilmek için idari başvuruda bulunmuş fakat başvurusu 23/11/2000 tarihinde Jandarma Karakoluna 200 metre mesafede olduğu için ilgili mevzuatta verilen yetkiye istinaden talebi reddedilmiştir. Bir başka deyişle başvurucuların murisinin işyerini tekrar faaliyete geçirilmesi talebinin reddedilmesinin terör faaliyetleri nedeniyle olmadığı, karakola 200 metre (ya da 300 metre) mesafede bir akaryakıt istasyonunun bulunmasının genel güvenlik sebepleriyle istenmediği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan başvurucuların murisi tarafından söz konusu istemin reddine dair idari işlemin iptali istemiyle veya bu işlem nedeniyle uğranılan zararın tazmin edilmesi amacıyla genel hükümlere göre iptal veya tam yargı davası açıldığı yönünden herhangi bir bilgi ve belge başvuru dosyasına sunulmamıştır.
51. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde akaryakıt istasyonunun işletilememesinin terör eylemlerine bağlı olmadığı dolayısıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini gerekmediği yönündeki derece mahkemesi değerlendirmesinde bariz takdir hatası ve açık bir keyfîlik bulunduğunun söylenemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
53. Başvurucular, murislerinin yaşanan terör olayları nedeniyle uğradığı manevi zararların da giderilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. 5233 sayılı Kanun'da manevi zararların karşılanması yolunda bir düzenleme bulunmamasına karşın son içtihatlar ve tazminat hukukunun esasları gözetilerek idari yargı sürecinin başlatılması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucular Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli kararına göre (bkz. § 27) idari yargıda tam yargı davası açılarak manevi tazminat istenebileceğini, 5233 sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik hükümlerinde manevi zarara uğrayanların manevi tazminat istemlerinin karşılanacağına ilişkin herhangi bir düzenlemenin yer almadığı gerekçesiyle Mahkemece manevi zararlarının karşılanmadığını, bu durumun Anayasa'nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi ile 125. maddesinde belirtilen idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu ilkesini ihlal ettiğini iddia ederek ihlalin tespitini istemiştir.
54. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucular; Mahkemece hatalı değerlendirme yapılarak davalarının reddi yönünde karar verildiğini, bu nedenle manevi zararları hakkında idare hukuku genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir giderim sağlanması imkânının kendilerine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 2. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan ilkelerin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Manevi tazminat isteminin reddedilmesi ile ortaya çıkan temel sorun başvurucunun mahkemeye etkili erişiminin engellenmesi olduğundan başvurucuların manevi tazminat istemi hakkındaki iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi uygun görülmüştür (benzer yönde değerlendirme için bkz. Mehmet Emin Timurtaş, B. No: 2014/2008, 22/11/2017, § 46).
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
55. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
56. 5233 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların genel hükümlere göre karşılanmasına da engel olmayan bir kanundur. 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).
57. Anılan içtihatta ortaya konulduğu üzere 5233 sayılı Kanun manevi zararların karşılanmasını öngörmemekle birlikte genel hükümlere göre açılacak tam yargı davasında manevi tazminat istenmesini de engellememektedir. Bir başka ifadeyle kişiler manevi tazminat taleplerini 5233 sayılı Kanun kapsamında değil 5233 sayılı Kanun'dan bağımsız olarak tazminat hukukunun genel prensiplerine göre açacakları davalarda dile getirebilirler.
58. Bu durumda başvurucuların idare mahkemelerinde açtıkları davaların niteliği ve manevi tazminata ilişkin taleplerini dile getiriliş biçimleri özel önem taşır. Bir başka deyişle davanın yukarıda belirtilen içtihada uygun şekilde yani genel hükümler çerçevesinde 2577 sayılı Kanun'un ilgili maddelerinde belirtilen usullere göre mi açıldığı yoksa manevi tazminat talebinin 5233 sayılı Kanun'a mı dayandırıldığının ortaya konulması gerekir.
59. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin (Emir Ağgül ve diğerleri, B. No: 2014/16320, 21/11/2017) kararında belirtildiği üzere bir tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen yargılamada, kişilerin taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek incelemenin yapılacağı mevzuat kaynaklarının daraltılmasının belirtilen anlamda dava açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak değerlendirilmesi ve bu müdahalenin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
60. Nitekim 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat ödenmesine ilişkin benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesi, terör ve terörle mücadele kapsamında gerçekleşen zararlara ilişkin manevi tazminat taleplerinin karşılanması için 5233 sayılı Kanun’da hüküm bulunmamakla birlikte idare hukukunun genel hükümleri kapsamında başvurucuların anılan talep hakkına sahip olduklarını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi 5233 sayılı Kanun'un maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir kanun olduğunu, 2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13. maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanındığını belirterek idareye yaptıkları başvuru ve açtıkları davayı tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Özden Sayar ve Deren Dilara Sayar, B. No: 2013/4022, 13/4/2016, §§ 51-76).
61. Somut olayda başvurucuların murisi, dava dilekçesinde 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi zararların giderilmesinin mümkün olmadığını dile getirmekle birlikte AİHM ve diğer uluslararası kuruluşlar nezdinde devletimiz tarafından yapılan savunma ve beyanlardan, AİHM'nin konuyla ilgili geliştirdiği son içtihatlarından bahsederek idare hukuku genel hükümleri çerçevesinde manevi tazminat ödenmesi istemiyle tam yargı davası açtığını belirtmiştir. Mahkeme; Komisyona yapılan başvurunun maddi zarara ilişkin olduğunu, manevi tazminat talebiyle açılan davada 5233 sayılı Kanun'a göre manevi tazminata hükmedilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Anılan iddialar kanun yolu aşamasında da ileri sürülmesine karşın mahkeme kararı onanmış, karar düzeltme istemi de reddedilmiştir.
62. Oysa manevi tazminat istemiyle tazminat hukukunun genel prensiplerine göre açılan davada 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son fıkrasındaki, 2577 sayılı Kanun’un 2. ve 13. maddelerindeki (bkz. §§ 20-22) açık düzenlemeler ile Danıştay (bkz. § 28) ve Anayasa Mahkemesi (bkz. § 27) içtihatları dikkate alındığında başvurucunun manevi tazminat talebi hakkında idare hukukunun genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir karar verilmesi yoluyla başvurucunun mahkemeye erişimine olanak sağlanmalıdır.
63. Açtıkları manevi tazminat davasını tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucuların mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulduğu açıktır. Yukarıdaki belirtilen ilkeler ışığında yapılan incelemede başvurucuları manevi tazminat davasını tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum bırakan müdahale yönünden yukarıda değinilen içtihatlardan (diğerleri arasından bkz. Emir Ağgül ve diğerleri, Mehmet Emin Timurtaş başvuruları) ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığı ve ölçüsüz müdahalenin başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmaktadır.
64. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
67. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
69. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
70. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
71. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir
72. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
73. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin kabulüne,
B. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine (Anılan Mahkemenin 1/2/2012 tarihli ve E.2011/1290, K.2012/141 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
F. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.