TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN YILDIRIM BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/6396)
|
|
Karar Tarihi: 2/12/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Osman YILDIRIM
|
Vekili
|
:
|
Av. Levent KAYA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; kanuni temsilcisi olduğu şirketin vergi
borcundan sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının, vergi borcunun tahsili
amacıyla düzenlenen ödeme emirlerine karşı açılan davanın uzun sürmesi ve
hukuka aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 31/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, A. Orman Ürünleri Taşımacılık Gıda Turizm
Ticaret ve Sanayi Limited Şirketine (Şirket) 24/7/2001 tarihinde ortak olmuş ve
temsile yetkili kişi olarak seçilmiştir. 23/10/2001 tarihinde hisselerini
devrederek ortaklıktan ayrılmış ancak şirket müdürlüğü görevi 28/8/2006
tarihine kadar devam etmiştir.
7. Şirketin 2004 yılı hesap dönemine ilişkin yapılan
vergi incelemesi sonucu düzenlenen 30/11/2007 tarihli inceleme raporuna
istinaden Şirket adına üç kat vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi, geçici vergi
ve özel usulsüzlük cezası tarhiyatı yapılmıştır. Tarhiyata ilişkin ihbarnameler
10/12/2007 tarihinde o dönemde şirket müdürü olan R.K.ya tebliğ edilmiştir.
8. Başvurucu tarafından imzalanan dava dilekçesiyle
tarhiyatın kaldırılması istemiyle Şirket adına Antalya 1. Vergi Mahkemesinde
iki ayrı dava açılmıştır (E.2008/90 ve E.2008/91). Mahkeme 28/5/2009 tarihinde
davaları dava ehliyeti yönünden reddetmiştir. Kararlarda; Şirket adına yetkili
kişinin Şirket müdürü R.K. olduğu, nihai dava açma süresi olan 9/1/2008
tarihine kadar R.K. imzasıyla Şirket adına dava açılmadığı belirtilmiştir.
Başvurucunun ise Şirketin ortağı ve temsile yetkili kişisi olmadığı, aynı
zamanda bu durumun bu aşamada başvurucunun menfaatini etkileyecek herhangi bir
sonuç doğurmadığı ifade edilmiştir. Kararlar, Danıştay Üçüncü Dairesinin
(Daire) 6/12/2010 tarihli kararlarıyla onanarak kesinleşmiştir.
9. Söz konusu tarhiyatların kesinleştiği gerekçesiyle
Şirketin 2004 yılı hesap dönemine ilişkin kurumlar vergisi, geçici vergi ile
özel usulsüzlük cezası borçlarının tahsili amacıyla Şirket adına ödeme emirleri
düzenlenmiş ve başvurucuya tebliğ edilmiştir.
10. Söz konusu ödeme emirlerinin iptali istemiyle Antalya
2. Vergi Mahkemesinde Şirket adına İ.B. imzasıyla dava açılmıştır (E.2009/665).
Mahkeme, davanın R.K. imzasıyla açılması gerektiğini belirterek davayı ehliyet
yönünden reddetmiştir. Temyiz üzerine Daire temyiz talebini kabul etmiş ve
davanın esasının incelenmesi gerektiği gerekçesiyle2/4/2012 tarihinde kararı
bozmuştur.
11. Antalya 2. Vergi Mahkemesi bozma kararına uymuş ve
28/11/2012 tarihli kararıyla (E.2012/864) davayı esastan reddetmiştir. Karar
gerekçesinde dava konusu ödeme emrinin dayanağını oluşturan vergi ve cezalara
ilişkin ihbarnamelerin R.K.ya 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu'nun tebligata ilişkin hükümlerine uygun şekilde tebliğ edildiği
vurgulanmıştır. Kararda, ödeme emirleri ile tahsil edilmek istenen kamu alacağının
dava konusu edilmeyerek kesinleştiği ve ödeme emrine karşı açılan davalarda öne
sürülebilecek olan 21/7/1953 tarihli ve6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanun'un 58. maddesinde belirtilen hususların varlığının da
Şirket tarafından ortaya konulamadığı belirtilmiştir. Sonuç olarak kesinleşen
kamu alacağının tahsili amacıyla tanzim ve tebliğ edilen dava konusu ödeme
emirlerinde kanuna aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Daire 24/12/2013
tarihinde kararı onamıştır.
12. Bu arada söz konusu amme alacağının kesinleştiği ve
Şirket hakkında yapılan mal varlığı araştırması sonucunda kamu alacağının
tahsil edilemediğinden bahisle kanuni temsilci sıfatıyla başvurucu adına ödeme
emirleri düzenlenerek 23/10/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, söz
konusu vergi ve cezalardan sorumlu olmadığı iddiasıyla Antalya 1. Vergi
Mahkemesinde dava açmıştır.
13. Mahkeme 15/6/2011 tarihli kararla dava konusu ödeme
emirlerinin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde asıl borçlu olan
Şirkete usulüne uygun ihbarname ve ödeme emri düzenlenip tebliğ yapılmadan
başvurucunun kanuni temsilci olarak sorumlu tutulmasında hukuka uygunluk
bulunmadığı belirtilmiştir.
14. Temyiz istemi üzerine Daire 24/12/2013 tarihli
kararıyla mahkeme kararını bozmuştur. Karar gerekçesinde asıl borçlu Şirket
adına düzenlenen ödeme emirlerine karşı, Şirket tarafından dava açıldığı ve
Antalya 2. Vergi Mahkemesince 28/11/2012 tarihinde davanın (E.2012/864))
reddedildiği ve Danıştay incelemesinden geçerek kararın kesinleştiği ifade
edilmiştir (bkz. § 11). Bu kapsamda Şirket hakkında yapılan mal varlığı
araştırması sonucu borcu karşılayacak mal varlığının bulunmadığının tespit
edilmesi karşısında başvurucu adına kanuni temsilci olduğu döneme ilişkin bu
sıfatla ödeme emirleri düzenlenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı
belirtilmiştir.
15. Mahkeme 28/5/2014 tarihli kararla bozma kararına
uyarak davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde asıl borçlu şirket adına ödeme
emirleri düzenlenmesi ve ödeme emirlerine karşı açılan davanın reddedilerek
kesinleşmesi, Şirket hakkında yapılan mal varlığı araştırması sonucu borcu
karşılayacak mal varlığının bulunmadığının tespit edilmesi, Şirket tarafından
yeni mal edinildiği yönünde bir iddia da ileri sürülmemesi dikkate alındığında
başvurucu adına kanuni temsilci sıfatıyla ödeme emirleri düzenlenmesinde hukuka
aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
16. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Üçüncü Dairesinin
20/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
17. Başvurucuya karar 3/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş,
başvurucu 31/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
18. 213 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Tüzel kişilerle küçüklerin ve
kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatlar gibi tüzel kişiliği olmıyan teşekküllerin
mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni
temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa
bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir.
Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri
yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının
varlığından tamamen veya kısmen alınmayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni
ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır.
...
Tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret
sicilinden silinmiş olan mükelleflerin, tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine
ilişkin her türlü vergi tarhiyatı ve ceza kesme işlemi, müteselsilen sorumlu
olmak üzere, tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi
için tasfiye memurlarından herhangi biri adına yapılır. Limited şirket
ortakları, tasfiye öncesi dönemlerle ilgili bu kapsamda doğacak amme
alacaklarından şirkete koydukları sermaye hisseleri oranında sorumlu
olurlar...”
19. 6183 sayılı Kanun'un 55. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Amme
alacağını vadesinde ödemiyenlere, 15 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal
bildiriminde bulunmaları lüzumu bir 'ödeme emri' ile tebliğ olunur."
20. 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Kendisine
ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği
veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde
alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu
nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz
incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur."
21. 6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddesi şöyledir:
"Tüzel
kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği
olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen
veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve
tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu
Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya
kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır.
Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş
veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden
önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz.
Temsilciler, teşekkülü idare edenler
veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme
borçlusuna rücu edebilirler."
22. 13/1/1911 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu'nun 623. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Şirketin yönetimi ve temsili şirket
sözleşmesi ile düzenlenir. Şirketin sözleşmesi ile yönetimi ve temsili, müdür
sıfatını taşıyan bir veya birden fazla ortağa veya tüm ortaklara ya da üçüncü
kişilere verilebilir. En azından bir ortağın, şirketi yönetim hakkının ve
temsil yetkisinin bulunması gerekir.”
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 2/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucu, aslen Şirketin sorumluluğunda bulunan bir
borcu hukuken öngörülemeyen keyfî bir sürecin sonunda ödemek zorunda
bırakılmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
25. Anayasa Mahkemesi daha önce benzeri şikâyetleri Ahmet
Uğur Balkaner ([GK], B. No: 2014/15237, 25/7/2017) başvurusunda
incelemiş ve sonuca bağlamıştır. Buna göre başvurucunun kanuni temsilcisi
olduğu gerekçesiyle borçlu Şirketin kamu alacağına dönüşen borçlarından sorumlu
tutulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği belirtilmiş ve müdahale,
mülkiyetin kontrolü biçimindeki üçüncü kural çerçevesinde incelenmiştir (Ahmet
Uğur Balkaner, § 46). Kararın gerekçesinde, müdahalenin 6183 sayılı
Kanun'un mükerrer 35. maddesine dayalı olduğu ve kanuni temsilci olan
başvurucudan tahsili için ödeme emri düzenlenmesiyle ulaşılmak istenen amacın
kamu alacağının tahsil imkânının artırılması olduğu belirtilmiştir. Kamu
alacağının tahsilinin güvenceye bağlanması ve tahsil imkânının artırılmasında
kamu yararına dayalı meşru bir amacın mevcut olduğu ifade edilmiştir (Ahmet
Uğur Balkaner, § 53-54). Ölçülülük bağlamında yapılan değerlendirme
sonucunda müdahalenin kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli ve gerekli
olduğu tespit edilerek olayda usule ilişkin yeterli güvencelerin ve
mekanizmaların sağlandığı kanaatine varılmıştır. Kararda başvurucu, kanuni
temsilcilik görevinin sona erdiği tarihten sonra gerçekleşen ve bu nedenle
müdahale şansının bulunmadığı bir eylemden değil aksine kendi döneminde
kullanılan kredi borcunun ödenmemiş olmasından sorumlu tutulmaktadır.
Dolayısıyla somut olayın koşulları dikkate alındığında 6183 sayılı Kanun'un
mükerrer 35. maddesine eklenen beşinci fıkrasının iptal edilmiş olmasının
başvurucunun durumunu etkileyen bir yönünün bulunmadığı kanaatine varılmıştır (Ahmet
Uğur Balkaner, § 66). Başvurucunun, kanuni temsilcisi bulunduğu dönemde
kullanılan kredilerin ödenmemiş olması nedeniyle doğan ve Şirketten tahsil
imkânı kalmayan kamu alacağından sorumlu tutulmasının başvurucuya aşırı ve
orantısız bir külfet yüklemediği sonucuna ulaşılmıştır (Ahmet Uğur Balkaner,
§ 69).
26. Başvurucunun Şirketin kanuni temsilcisi olduğu dönem
kapsamında vergi borcundan sorumlu tutulması yönündeki şikâyetlerine ilişkin
somut başvuruda bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır.
Buna göre olayda başvurucunun kanuni temsilci olarak görev yaptığı dönem ile
sınırlı olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağı ve meşru
amacı bulunduğu gibi müdahale kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında
gözetilmesi gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmamıştır. Dolayısıyla
başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilmediği açıktır.
27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda bir ihlal
bulunmadığı açık olan başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet
Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
B. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu; yargılamanın bütün maddi ve hukuki
sorunları inceleme yetkisi olan bir mahkemede görülemediğini, bu kapsamda
derece mahkemelerince maddi gerçek araştırılmadan, iddia ve itirazlarının
karşılanmadan, bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik oluşturacak nitelikte
karar verildiğini iddia etmiştir. Başvurucu; Şirket hakkında takip
yapılmaksızın ve Şirketin güncel mal varlığı bilgileri araştırılmaksızın
tarafına tebliğ çıkartılmasının hukuka aykırı olduğunu, böylece doğrudan
mükellefi olmadığı bir vergiyi ödemek zorunda kaldığını, Şirket adına
düzenlenen ödeme emrinin usulüne uygun tebliğ edilmediği iddiasının derece
mahkemelerince değerlendirilmediğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
30. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz
takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda
değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
31. Somut olayda tüzel kişilik adına yapılan tarhiyata
karşı Şirket tarafından süresinde dava açılmamış, Şirketi temsile yetkili
olmayan başvurucu tarafından şirket adına açılan davanın ise ehliyet yokluğu
nedeniyle reddine karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir. Bu şekilde kesinleşen
amme alacağının tahsili için Şirket adına ödeme emri düzenlenmiş ve ödeme
emrine karşı açılan dava -tarhiyata karşı usulüne uygun dava açılmadığı ve 6183
sayılı Kanun'da öngörülen koşulların bulunmadığı gerekçesiyle-reddedilmiştir
(bkz. § 11). Şirket tarafından ödeme yapılmaması ve Şirketin borcu ödemeye
yetecek varlığının bulunmadığının anlaşılmasıyla tüzel kişilikten tahsil
edilemeyen amme alacağının ilgili dönemdeki temsilcisi olan başvurucudan
tahsili için başvurucu adına ödeme emri düzenlenmiştir. Başvurucunun ödeme
emirlerine karşı açtığı davada Vergi Mahkemesi bu olgulara dayalı olan Danıştay
Dairesinin bozma kararına istinaden davayı reddetmiştir.
32. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde iddiaların özünün derece mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu, bu kapsamda yapılan inceleme neticesinde
de Mahkemenin kararında açıkça keyfîlik oluşturan herhangi bir durum tespit
edilmediği anlaşılmış olup bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere
müdahale içermeyen somut başvuru, yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun
yolu şikâyeti niteliğindedir.
33. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını
ileri sürmektedir.
b. Değerlendirme
35. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli
ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli
ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
36. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
37. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya
da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla
31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak
Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir
olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup
bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
38. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk
bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§
35, 36).
39. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
40. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Celal
Mümtaz AKINCI'nın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Celal Mümtaz AKINCI'nın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 2/12/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
1- Başvurucu; yargılamanın maddi ve hukuki sorunları
inceleme yetkisi olan bir mahkemede görülemediğini, derece mahkemelerince maddi
gerçek araştırılmadan, iddia ve itirazları karşılanmadan, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik oluşturacak nitelikte karar verildiğini iddia etmiştir.
Ayrıca, şirket hakkında takip yapılmaksızın ve şirketin mal varlığı
araştırılmaksızın tarafına tebligat gönderilmesinin aykırı olduğunu, böylece
doğrudan mükellefi ve borçlusu olmadığı bir vergi borcunu ödemek zorunda
kaldığını, şirket adına düzenlenen ödeme emrinin usulüne uygun tebliğ
edilmediği iddiasının derece mahkemelerince değerlendirilmediğini ileri
sürmüştür.
2- Başvurucu; vergi borcu olan şirketin tasfiyeye
girdiğini, şirkete tasfiye memuru atandığını ve şirketin 10/04/2009 tarihinde
yasal tebligat adresinin “Turgutreis Caddesi 273. Sokak, Muharrem Tanin Apt.
No:13, Merkez, Antalya” ve yasal temsilcisinin “Özbey Gündüz” olduğunun
bilinmesine rağmen borçlu şirkete ait ödeme emrinin başka bir şirkete ait
“Akdeniz San. Sit. 5018 Sok. No:8 Antalya” adresinde çalışan asıl borçlu
şirketin yasal temsilcisi olmayan bir şahsa yapıldığını, vergi dairesinin
tebligatı vergi borcu olan asıl şirkete tebliğ ettiği bilgisi ile mahkemeleri
yanılttığını ileri sürmüştür.
3- Mevzuatımıza göre, asıl vergi borçlusunun şirket
olduğu, bu şirketin tasfiye halinde olması nedeniyle borç ihbarnamesinin
tasfiye memuruna usulüne uygun şekilde yapılması ve süresinde borçlu şirketin
borcu ödememesi ve borcu karşılamaya yeter mal varlığı bulunmaması halinde
şirketin kanuni temsilcisine başvurulabilmesi mümkündür.
4- Başvuruya konu olayda, vergi borçlusu şirkete veya
temsilcisine VUK’daki tebligat hükümlerine göre usulüne uygun bir tebligat
yapılmadan, şirketin borcu ödeyip ödemeyeceği, vergi borcunu karşılar miktarda
mal varlığının bulunup bulunmadığı saptanmadan şirkete gönderilen tebligatların
usulüne uygun olup olmadığı araştırılmadan öncelikle şirketten vergi alacağının
tahsili için tüketilmesi gereken yol ve yöntemler tüketilmeden şirketin kanuni
temsilcisinden vergi borcunun tahsili mümkün değildir.
5- Başvurucu aleyhine işlem başlatılması üzerine,
başvurucu tarafından vergi mahkemesinde açılan davalarda tasfiye halindeki
şirkete gönderilen tebligatların usulüne uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığı
yöntemince araştırılmadan, başvurucunun bu yöndeki def’i ve itirazları dikkate
alınmaksızın karar verilmiş olması yargılamayı hakkaniyete uygun olmaktan
çıkarmış ve adil yargılama ilkelerine aykırı bir sonuca ulaşılmasına neden
olmuştur.
6- Sonuç olarak yukarıda belirtilen gerekçelerle,
yargılama esnasında davacının usulsüz tebligat yapıldığına yönelik iddia ve
itirazları dikkate alınmamak suretiyle mahkemelerce bariz takdir hatası
yapıldığını düşündüğümden, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun bulunmasına dair
çoğunluk kararına katılmadım.