TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
A.C. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/64868)
|
|
Karar Tarihi: 27/2/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ali Rıza SÖNMEZ
|
Başvurucu
|
:
|
A.C.
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/12/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile tutuklama kararında kullanılan
ibareler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları bakımından
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak
ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez
olduğuna karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Genel Açıklamalar
8.Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde
olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son
bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu
teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması
(PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No:
2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık,
ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik
olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok
sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 12).
B. Başvurucuya İlişkin
Süreç
10. Mardin Valiliği koordinatörlüğünde İl Emniyet Müdürlüğü
Toplum Destekli Polislik Büro Amirliğince yürütülen Sosyal Destek Programı
Projesi (SODES) kapsamında, seviye belirleme sınavına (SBS) girecek öğrencilere
"Güvenli Gelecek İçin Eğitimde Fırsat
Eşitliği" adlıhazırlık eğitimivelise öğrencilerine yönelik "İngilizce Yaz Eğitim Kampı 2"
adlı ingilizce eğitimi ile ilgili olarak yapılan ihalelerde birtakım
usulsüzlüklerin olduğu ve bu projelerle FETÖ/PDY'ye finansman sağlandığı
iddialarına yönelik olarak başvurucunun da aralarında yer aldığı birçok şüpheli
hakkında 2014 yılında Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 2014/4846
soruşturma numarasına kayden soruşturma başlatılmıştır.
11. Mardin valisi olarak 27/5/2013 ve 4/6/2014 tarihleri
arasında görev yapan başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 24/7/2016
tarihinde konutunda yapılan arama sonrasında gözaltına alınmıştır. Başvurucu,
Mardin İl Emniyet Müdürlüğüne getirilerek on beş gün burada gözaltında
tutulmuştur.
12. Emniyet görevlileri tarafından ifade alma işlemi sırasında
başvurucuya FETÖ/PDY üyesi olma ile ilgili isnatlar yöneltilmiştir. Bu işlem
esnasında iki müdafi de hazır bulundurulmuştur. Başvurucu 7/8/2016 tarihli
ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir irtibatının bulunmadığını savunmuştur.
13. Başvurucu, Başsavcılıkça ifadesinin müdafii huzurunda
alınması sonrasında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 8/8/2016 tarihinde -başka
şüphelilerle birlikte- Mardin Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklama
talep yazısı şöyledir:
" Şüphelinin üzerine atılı suçu
işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelinin üzerine atılı suçun
vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst
haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın [Ceza Muhakemesi
Kanunu] 100. vd. maddeleri uyarınca
tutuklanmasına ...[karar verilmesi talep olunur.]"
14. Başsavcılığın talep yazısının içeriği ve başvurucuya yönelik
suçlama, sorgu işlemi öncesinde Mardin Sulh Ceza Hâkimliği tarafından
başvurucuya anlatılmıştır. Bu sırada başvurucunun avukatı hazır bulunmuştur.
Başvurucunun sorgudaki ifadesi şöyledir:
" ... ben Mardin de 27 mayıs 2013 - 4
haziran 2014 tarihleri arasında görev yaptım ben göreve geldiğimde 2013 sodes
projeleri hazırlanmış ve kalkınma bakanlığının kabulüne sunulmuştu benim
dönemimde hiçbir hazırlık aşaması yoktu yanlızca bir kaç projede bütçe
kalemlerinde değişiklik yapılması ile alakalı tadilatlar vardı bunlarda bir kaç
imzam olabilir ben göreve iki hafta daha geç başlasam bunlarda da imzam
olmayacaktı benim paralel yapı ile bağlantılı olan hiç bir bankada hesabım
yahut yayın organına üyeliğim yoktur üç tane çocuğum vardır üniversite
çağındadırlar lise öğrenimlerini Ankarada pek çok bürokratın çocuğunun devam
ettiği Ahmet Ulusoy lisesinde tamamladılar bu okul cemaat ile ilintiliydi ancak
o tarihlerde cemaat terör örgütü olarak görülmüyordu üniversitede ise devlet
okullarında eğitim görmektedirler, oğlum şu anda bilkent üniversitesinde bursuz
olarak hukuk fakültesinde okumaktadır ben üniversite sınavı açıklandıktan sonra
turgut özal üniversitesi hukuk fakültesinden parasız ve burslu olarak teklif
gelmesine rağmen kendi cebimden para vererek bilkent e yazdırdım, ben Sinopta
vali olarak görev yapmaktayken kendisi de buralı olan M.G.nin bizzat istemesi
sebebiyle Mardine vali olarak atandım kendisi ile uygun bir çalışmamız oldu
halende görüşmekteyim halende beni hizmetlerimden dolayı iyi olarak anar, ben
Mardin den önce 5 yıl terör bölgesi olan Van da 1995-2000 yılları arasında
görev yaptım 15 temmuz darbe girişimi gecesi Genel kurmay başkanlığının önünde
bulunuyordum bu hususlar atmış olduğum tweetlerden de bellidir, üzerime atılı
suçlamaları kabul etmiyorum ..."
15. Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2016 tarihli kararıyla
tutuklama talebinin reddine ve başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri
uygulanmasına karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Şüpheliler ... [A.C.] ... ve ...'un üzerlerine atılı silahlı terör
örgütüne üyelik suçunun CMK'nın [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100 maddesinde düzenlenen katalog suçlardan olması
sebebiyle tutuklama nedeni varsayılabilir bulunmakla birlikte suç vasfının
şüpheliler lehine değişme ihtimali sebebiyle tutuklamanın orantılı olduğunu
söylemenin mümkün olmaması karşısında, tutuklama ile elde edilebilecek yararın
adli kontrol tedbirleri ile sağlanacağı anlaşıldığından,şüphelilerin5271 Sayılı
CMK.nın 109. maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendi gereğinceyurt dışına
çıkışının yasaklanması ve (b) bendi gereğince her hafta pazartesi ve cuma günü
yerleşim yerindeki adli kolluğa imza vermek suretiyle adli kontrol altına
alınmalarına ... [karar verildi.]"
16. Başsavcılık 9/8/2016 tarihinde, Mardin Sulh Ceza
Hâkimliğinin tutuklama talebinin reddine dair kararına itiraz etmiştir.
Başsavcılığın itirazını değerlendiren Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 9/8/2016
tarihinde, itirazın kabulü ile başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama
emri çıkarılmasına karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şu şekildedir:
"[Başvurucunun] üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, dosyada mevcut
delil durumu, kaçacağına ve saklanacağına ilişkin bulgular bulunduğu
hakimliğimizde kanaat geldiğinden, ... adli kontrol karşılığı serbest
bırakılması kararına yapılan itirazın kabulüne ... [karar verildi.]"
17. Başvurucu, çıkarılan yakalama kararı sonrasında yakalanmış
ve Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/8/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır.
Söz konusu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Tüm dosya kapsamı birlikte
değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma
suçunu işlediğine Hakimliğimizce kanaat geldiğinden şüphelinin üzerine atılı
suçun kanunda öngörülen cezası, mevcut delil durumu ve şüphelinin
kaçma/saklanma şüphesi bulunduğuna göz önünde bulundurularak ayrıca Mardin Sulh
Ceza Hakimliği'nin 9/8/2016 tarih, 2016/2066 d.iş sayılı kararı gereğince
şüphelinin tutuklanmasına ... [karar verildi.]"
18. Başvurucu anılan karara 16/8/2016 tarihinde itiraz etmiştir.
Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 25/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun itirazının
incelenmesi için dosyanın Midyat Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar
vermiştir. Başvurucunun bu itirazının değerlendirilerek sonucunun başvurucuya
tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.
19. Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 2/9/2016 tarihinde, Başsavcılığın
talebi üzerine yaptığı inceleme sonunda "dosya
içerisinde bulunan bütün delil ve belgelerden şüphelilerin üzerlerine atılı
suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığının bulunduğu, üzerlerine
atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları
dikkate alındığından kaçma/saklanma kuşkularının bulunduğu"
gerekçesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüphelinin
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
20. Başvurucu, müdafii aracılığıyla 5/9/2016 tarihli
dilekçesiyle anılan karara itiraz etmiş olup Mardin Sulh Ceza Hâkimliği
9/9/2016 tarihli kararı ile başvurucunun itirazın incelenmesi için dosyanın
Midyat Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun bu
itirazının değerlendirilerek sonucunun başvurucuya tebliğ edilip edilmediği
dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.
21. Başvurucu, bahse konu itirazlarının değerlendirildiği
hususunda kendisine uzun bir süre bilgi verilmemesi ve başvuru tarihinde
tutukluluğunun devam etmesi nedenleriyle itirazlarının reddedildiğinin açıkça
anlaşıldığını belirterek 25/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
22. Soruşturma işlemleri devam ederken başvurucunun müdafii
13/2/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Bunun üzerine
Mardin 2. Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte
tutuklulukta geçirilen süreyi ve delillerin toplanmış olmasını dikkate
alarak başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Bununla birlikte
Hâkimlik başvurucu hakkında yurt dışına çıkışının yasaklanmasına ve haftanın
belirli günlerinde yerleşim yerine en yakın adli kolluk birimine başvurarak
imza atmak suretiyle adli kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmetmiştir.
23. Başsavcılık 23/3/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun
FETÖ/PDY'ye üye olma, ihaleye fesat karıştırma, kamu kurum ve kuruluşlarının
zararına dolandırıcılık, 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin
Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun'a muhalefet suçlarını işlediğinden
bahisle cezalandırılması istemiyle Mardin 3. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası
açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkındaki genel bilgilere, sonrasında
başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık,
başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör
örgütüne üye olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede suçlamaya esas
alınan olgular özetle şöyledir:
i. "Güvenli Gelecek İçin
Eğitimde Fırsat Eşitliği" isimli projenin 7/6/2013 tarihli
"Mardin Gezisi" yazısının
olur kısmında ve SODES Proje Koordinasyon Biriminin Mardin Valiliğine hitaben
yazdığı 4/6/2013 tarihli revize
konulu yazısının 31/5/2013 tarihli olur kısmındabaşvurucunun imzalarının
bulunduğu, bahse konu evrakta belgenin yazıldığı tarihle imzalanan olur
bölümündeki tarih arasında fark olduğu, bu çerçevede evrakın olur tarihinin
evrak tarihinden önce olmasının anılan belgelerin usulsüz düzenlendiğini
gösterdiği ileri sürülmüştür.
ii. "İngilizce Yaz
Eğitim Kampı 2" isimli projenin SODES Proje Koordinasyon
Biriminin Mardin Valiliğine hitaben yazdığı 10/7/2013 tarihli yazısının olur
kısmında başvurucunun imzasının bulunduğu belirtilmiştir.
24. Başvurucuya isnat edilen suçlara dayanak alınan bu olgulara
ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:
"... Şüphelinin [başvurucu] Fethullahçı Silahlı Terör Örgütünün amaçları ve
hedefleri doğrultusunda hareket ettiği,Fethullahçı Silahlı Terör Örgütüne
finans sağlamak için faaliyetlerde bulunduğu, SODES projeleri ile ilgili olarak
gerekli denetimleri yapmadığı/yaptırmadığı ve Kamu Kaynaklarının zarara
uğratıldığı, şüphelinin örgüt üyesi olarak İhaleye Fesat Karıştırmak ve Kamu
Kurumu Aleyhine Nitelikli Dolandırıcılık suçunu işlediği tespit edilmiştir.
...
FETÖ/PDY terör örgütü elebaşı Fetullah
GÜLEN’in talimatları doğrultusunda örgüte maddi destek ve elaman kazandırmak
amacıyla kurulan dernek, okul, şirketler çatısı altında müzahir kesim ve
örgütle bağlantısı olmayan halktan dini duygularını istismar ederek
topladıkları menkul/gayri menkul getiriler ilemaddi gelir elde ederek terör
örgütünün yapmış olduğu her türlü eylem ve faaliyetlere maddi olarak
destekverdikleri, ..., ayrıca Kalkınma Bakanlığı bünyesinde ilimizdeki SODES
birimindeki projelerin bu örgüte finansman sağlanmak suretiyle şirket ve
dernekler ile kurumlarda bulunan bu örgüt mensuplarına aktarıldığı, yapılan
ihalelerin Fetullahçı Silahlı Terör Örgütüne verilmesi için imkan sağlandığı,
bir kısım ihalenin kağıt üzerinde bu örgüte verilmek suretiyle yapıldığı bu
şekilde kamu kurumu zararına dolandırıcılık ve ihaleye fesat karıştırmaksuçunu
işledikleri, yapılan hizmet vemalalımlarınınamacı dışında kullanıldığı proje
kapsamında ücretsiz dershane hizmeti alan öğrencileri örgüte kazandırma
açısından sohbet ortamlarına çağırdıkları ve gazete, dergi aboneliği yaptırarak
örgütün sosyal açısından toplum önünde yararlı bir yapı gibi gösterildiği ve bu
projeler üzerinden öğrencilere örgütün propagandasının yapıldığı, hizmet
alımlarında proje kapsamında götürülen öğrencilerden alınmaması gereken
ücretlerin tahsil edildiği, ... anlaşılmıştır."
25. Mardin 3. Ağır Ceza Mahkemesi 11/4/2017 tarihinde
iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/314 sayılı dosyası
üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
26. Mardin 3. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun da aralarında
bulunduğu bir kısım sanık hakkında yetkisizlik kararı verileceği gerekçesiyle
14/4/2017 tarihinde dosyayı tefrik (ayırma) etmiş olup anılan dava Mahkemenin
E.2017/358 numarasına kaydedilmiştir.
27.Mardin 3. Ağır Ceza Mahkemesi 2/1/2017 tarihli ve 680 sayılı
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 161/6
maddesinde vali ve kaymakamların kişisel suçları hakkında soruşturma ve
kovuşturma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yere bağlı olan bölge adliye
mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ve aynı yer ağır
ceza mahkemesine ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle
4/5/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Ağır Ceza
Mahkemesine göndermiştir.
28. Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesince 17/7/2017 tarihinde
yapılan tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sonunda başvurucu hakkında
yargılama yapılması için dosyanın yetkisizlikle Ankara Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmiştir.
29. Dosya kendisine gönderilen Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi de
16/8/2017 tarihli tensip incelemesi sonunda karşı yetkisizlik kararı ile
dosyayı tekrar Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine hükmetmesinin
yanı sıra ortaya çıkan olumsuz yetki uyuşmazlığı konusunda karar verilmesi için
dosyayı Yargıtay Başkanlığına göndermiştir.
30. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 11/10/2017 tarihli kararı ile
Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesini yetkili mahkeme olarak belirlemiştir.
31. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
32. 14/7/1965
tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Kovuşturma ve Yargılama" kenar başlıklı 24.
maddesi şöyledir:
"Devlet memurlarının görevleri ile ilgili
veya görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma
yapılması ve haklarında dava açılması özel hükümlere tabidir."
33. 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı
yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek
usulü düzenlemektir."
34. 4483 sayılı Kanun'un "İzin
vermeye yetkili merciler" kenar
başlıklı 3. maddesinin 6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Kanun'un 51.
maddesi ile değiştirilen ilgili kısmı şöyledir:
" Soruşturma izni yetkisi
...
e) (b) ve (c) bentlerindeki hükümler saklı
kalmak kaydıyla Cumhurbaşkanı kararıyla atanan memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında Cumhurbaşkanı veya ilgili bakan
...
Yokluklarında ise vekilleri tarafından bizzat
kullanılır."
35.4483 sayılı Kanun'un "Hazırlık
soruşturmasını yapacak merciler " kenar başlıklı 12. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hazırlık soruşturması genel hükümlere
göre yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılır. Ancak
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Sekreteri, Bakan yardımcıları ve valiler ile ilgili olarak yapılacak olan
hazırlık soruşturması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili,
kaymakamlar ile ilgili hazırlık soruşturması ise il Cumhuriyet başsavcısı veya
başsavcıvekili tarafından yapılır."
36. 4483 sayılı Kanun'un "Yetkili
ve görevli mahkeme" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Davaya bakmaya yetkili ve görevli
mahkeme, genel hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemedir. Ancak
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Sekreteri, Bakan yardımcıları ve valiler için yetkili ve görevli mahkeme
Yargıtayın ilgili ceza dairesi, kaymakamlar için ise il ağır ceza
mahkemesidir."
37. 5271 sayılı Kanun'un "Tanımlar"
kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında;
...
j) Suçüstü:
1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden
hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek
yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren
eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,
...
İfade eder."
38. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni
var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda
kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
..."
39. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya
bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa
sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine
verilir ve bu husus kararda belirtilir."
40. 5271 sayılı Kanun'un
"Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri" kenar başlıklı
161. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
"(5) Kanun tarafından kendilerine verilen
veya kanun dairesinde kendilerinden istenen adliye ile ilgili görev veya
işlerde kötüye kullanma veya ihmalleri görülen kamu görevlileri ile Cumhuriyet
savcılarının sözlü veya yazılı istem ve emirlerini yapmakta kötüye kullanma
veya ihmalleri görülen kolluk âmir ve memurları hakkında Cumhuriyet
savcılarınca doğrudan doğruya soruşturma yapılır. Vali ve kaymakamlar hakkında
2.12.1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri, en üst dereceli kolluk amirleri hakkında
ise, hâkimlerin görevlerinden dolayı tâbi oldukları yargılama usulü uygulanır.
(6) Vali ve kaymakamların kişisel suçları
hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi, ilgilinin görev yaptığı yerin
bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet
başsavcılığı ve aynı yer ağır ceza mahkemesine aittir. Ağır ceza mahkemesinin
görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre
yapılır."
41. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı
314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye
olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
42. 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece
Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanun'un "Sulh ceza
hâkimliği" kenar başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller
saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi
gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları
incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur."
43. 5235 sayılı Kanun'un
"Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı 12.
maddesinin birinci cümlesi şöyledir:
"Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller
saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m.
250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m.
158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü
Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324,
325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış
müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren
suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir."
44. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli ve
E.2017/YYB-997, K.2017/404 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:
"...
Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken
konu, İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay 16. Ceza Dairesi arasında
oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesine ilişkindir.
...
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme
kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara
ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK'nun 2. maddesinde tanımlanan
'soruşturma' ve 'kovuşturma'nın yürütülmesine ilişkin usul ve esasları içeren
genel hükümler aynı Kanunda düzenlenmiş, suçun niteliği ile failin sıfatından
kaynaklanan özel soruşturma usulleri ile kovuşturma makamlarının belirlenmesine
ilişkin hükümler ise Anayasa ve ilgili kanunlarda ayrıca hüküm altına alınmıştır.
Buna göre ana kural, soruşturma işlemlerinin yürütülmesi ve kovuşturma
makamlarının belirlenmesi açısından genel hükümlerin uygulanması olup, bu
husustaki özel hükümler ise; failin sıfatı ve/veya suçun niteliğine bağlı
olarak, belirli ilkeler doğrultusunda ve mevzuatta açıkça belirtilen istisnai
hallerde uygulanmaktadır.
...
... Yargıtayın istikrar bulan ve süregelen
kararlarında açıklandığı üzere; mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne
üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten
ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin
yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin
buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan şüpheli konumunda bulunan ... yakalandıkları anda 'ağır ceza
mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli'nin mevcut olduğu ve ... soruşturmanın
genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır.
...
... millet iradesine dayalı demokratik rejimi
koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçların, herhangi bir kamu göreviyle
bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, 'özgü
suç' niteliği taşımayan bu suçlar açısından failin memur olmasının kurucu unsur
da olmadığı, sanık hakkındaki iddianamede ... sanığın kişisel irade ve
eylemleriyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu, Cumhuriyet savcılığı
sıfatından bağımsız olarak, özünde anılan örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt
üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi
bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak
olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında özel
yetkili Cumhuriyet savcılığına yerleştirildiği, örgütsel amaçların
gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına
çalışmalar yaptığı, böylece örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği belirtilen
dava konusu suçlara iştirak ettiğine dair nitelendirme ile kamu davası
açıldığı, bu nedenle sanığın eylemlerinin kişisel suç olarak kabulü gerektiği
... dikkate alınarak açıklanan sebeplerle Yargıtay 16. Ceza Dairesinin
görevsizlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir.
..."
45. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/4/2015 tarihli ve
E.2015/1069, K.2015/840 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"Silahlı örgüt üyeliği suçu; silahlı bir
örgütün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak
örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih etmek suretiyle işlenmektedir. Bu
bakımdan eylemin iradi olması ve örgüte iştirak bilinç ve iradesiyle hareket
edilmiş olması gerekir. Suç, örgüte üye olma fiilinin gerçekleştiği anda
tamamlanmakla birlikte, üyelik süresince eylem temadi etmektedir ..."
46. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 6/4/2016 tarihli ve
E.2015/7367, K.2016/2130 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"Mütemadi suçlardan olan silahlı terör
örgütüne üye olma suçunda temadinin yakalanma ile kesileceği, örgüte katılma
tarihi ile yakalanma tarihi arasında silahlı terör örgütünün amaçladığı suçu
gerçekleştirmeye elverişli olan ve vahamet arz eden eylemlerin gerçekleşmesi
halindetüm eylemleringeçitli suça ilişkin kurallar ile fikri içtima hükümleri
de nazara alınıp hukuken birlikte değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu... [anlaşılmıştır.]"
47. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarihli ve
E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:
"Örgüt Üyeliği:
TCK 220/2 maddede düzenlenmiştir.
...
Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün
hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine
getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir.
Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün
emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup
faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve
talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin
en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt
yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak
örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi
dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet
duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
...
Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için
örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise
de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya
da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç
olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.
...
Temadi eden suçlardan olan örgüt üyeliği,
hukuki veya fiili kesinti gerçekleşinceye kadar tek suç sayılır. Örgüt üyeliği,
yakalanma, örgütün dağılması, örgütten ihraç ya da kendiliğinden örgütten
ayrılma gibi sebeplerden sona erer. Yakalanmayan sanık hakkında düzenlenen
iddianame temadi eden suç için hukuki kesinti oluşturmaz ...
...
Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek
katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası
olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye
olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek
amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle
hareket etmelidir ...
Tüm faillerin kastının suç işlemek amacıyla
kurulmuş bir örgüte katılmak olması gerekirken hepsinin de aynı suçları işlemek
amacında olması gerekmez. Bir oluşuma dahil olan kişinin bu oluşumun suç
işlemek amacında olduğunun bilincinde olması aranır.
...
Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma
Suçları:
TCK'nın 314. maddesi bakımından; bir oluşumun,
bir yapılanmanın silahlı terör örgütü sayılabilmesi için, TCK'nın 220.
maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda örgütün varlığı için
gerekli koşullar yanında, Türk Ceza Kanununun ikinci kitap, dördüncü kısım,
dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları 'amaç suç' olarak işlemek
üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede
silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması
gerekir. Bu suçu, TCK'nın 220.maddesinde düzenlenen suçtan ayıran en önemli
ölçüt budur.
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
48. Mahkemenin 27/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
49. Başvurucu; somut bir delil olmaksızın gerekçesiz bir kararla
tutuklanmasına karar verildiğini, tutuklama kararında tutuklama nedenlerinin
bulunduğunun somut gerekçelerle açıklanmadığını, kaçma şüphesinin olmadığını,
tüm bu nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
50. Başvurucu ayrıca görevinden kaynaklanan güvencelere riayet
edilmeksizin tutuklandığını iddia etmiştir. Başvurucuya göre tutuklanmasına
karar verildiği tarihte vali olması dolayısıyla hakkında soruşturma veya
kovuşturma yapılabilmesi için 4483 sayılı Kanun'a ve 5271 sayılı Kanun'a göre
gerekli özel şartlar oluşmadan soruşturma yürütülmüş, yetkisiz ve görevsiz
mercilerce hukuka aykırı olarak tutuklanmıştır.
51. Bakanlık görüşünde öncelikle 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği belirtilmiştir. Esas
bakımdan yapılacak inceleme yönünden ise Bakanlık; başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında
incelenmesi ve başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin meşru bir
amacının olup olmadığı değerlendirilirken tutuklama kararının verildiği andaki
genel koşulların göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Bakanlık
ayrıca darbe teşebbüsü sonrasında teşebbüsle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlara ilişkin soruşturmalarda delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi
ve soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki
koruma tedbirlerinin yetersiz kalmasının söz konusu olabileceğine dikkat
çekmiştir. Bakanlık, tutuklama kararının gerekçesinden başvurucunun
tutuklanmasına karar verilirken kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillere
dayanıldığının anlaşıldığı ve tutuklamaya dair verilen kararlara ilişkin
gerekçeler kapsamında başvurucunun tutukluluğunun keyfî olduğunun
savunulamayacağı görüşündedir. Soruşturmanın başlangıç tarihi itibarıyla vali
olması nedeniyle hakkında özel soruşturma usulünün uygulanmadığı şikâyeti
yönünden ise Bakanlık; suçun niteliğinin belirlenmesinin soruşturma ve
kovuşturma aşamalarını yürüten adli mercilere ait olduğu, başvurucu hakkındaki
soruşturmanın yürütüldüğü suç olan silahlı terör örgütü üyeliği suçunun temadi
eden suçlardan olduğu ve kişinin yakalanması ile kesintiye uğradığı dikkate
alındığında somut olayda ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü
hâlinin mevcut olduğu, bu anlamda kişisel suç ve ağır cezalık suçüstü hâlinin
somut olayda bulunduğu kanaatine varıldığından başvurucu hakkındaki
soruşturmanın genel soruşturma usulüne göre yürütülmesinde herhangi bir
keyfîyetin mevcut olmadığı görüşündedir.
52. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel
hatlarıyla başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
53. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
54. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
55. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının özünün
tutuklanmasının hukuki olmadığına yönelik olduğu anlaşılmakla anılan
şikâyetlerin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu
iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamışlardır.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
57. Genel ilkeler için bkz.
Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
58. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni
dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe
teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu
iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma
suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
59. Diğer taraftan başvurucu, bir vali olarak mesleğinden
kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.
60. 4483 sayılı Kanun'un 1. maddesinde anılan Kanun'un amacı,
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin vazifeleri sebebiyle işledikleri suçlar
dolayısıyla yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve
izlenecek usulünü düzenlemek olarak ifade edilmiş; 3. maddesinin (e) numaralı
fıkrasında da valiler hakkında görev sebebiyle işlendiği ileri sürülen bir suç
nedeniyle hangi makamın izin vereceğine ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
Aynı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde valilerin görev sebebiyle işlendiği iddia
edilen suçlarda yetkili soruşturma merciinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
veya Başsavcı vekili olduğu, yargılama merciinin ise Yargıtay ilgili ceza
dairesi olduğu belirtilmiştir.
61. 5271 sayılı Kanun'un 161. maddesinin (6) numaralı fıkrasında
ise valilerin kişisel suçları hakkında genel hükümlerinuygulanacağı,
soruşturmavekovuşturmayapma yetkisinin valinin görev yaptığı yere bağlı olan
bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığı ile aynı
yer ağır ceza mahkemesine ait olduğu, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
suçüstü hâllerinde soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı
belirtilmiştir.
62. Esasen tutuklamanın hukukiliği bağlamında önemli olan husus
kanundan kaynaklanan bir tutuklama engelinin bulunup bulunmadığıdır. Bu
kapsamda valiler ile ilgili olarak kişisel suçları yönünden soruşturma ve
yargılamayı yürütecek mercilerle alakalı bir düzenleme mevcut ise de bu suçlar
bakımından soruşturma yapılması veya tutuklama tedbirine başvurulması için bir
makamdan izin alınması söz konusu değildir. Başvurucuya isnat edilen silahlı
terör örgütü üyesi olma suçunun kişisel suç olduğunda da bir kuşku bulunmamaktadır
(aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Alparslan
Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 123; bkz. §44). Buna
göre ağır cezalık suçüstü hâli olmasa da kişisel suçları yönünden valilerin
tutuklanmasının önünde kanuni bir engel bulunmamaktadır.
63. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun vali
olması nedeniyle Anayasa veya 4483 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler
uygulanmaksızın kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu
itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
64. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbiri
yönünden ayrıca suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının,
tutuklamanın meşru bir amacının olup olmadığının ve ölçülülüğünün incelenmesi
gerekmektedir.
65. Somut olayda başvurucu hakkında 2013 yılındaki birtakım
faaliyetler dolayısıyla 2014 yılında başlatılan bir soruşturma kapsamında
-darbe teşebbüsünden sonra- 2016 yılında tutuklama tedbirine başvurulmuş,
sonrasında da iddianame tanzim edilerek kamu davası açılmıştır.
66. Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında, başvurucu
yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna genel
olarak değinilmiş ancak herhangi bir olguya ilişkin başka açıklamaya yer
verilmemiştir (bkz. § 17).
67. İddianamede ise suçlamaya ilişkin olarak soruşturmaya konu
edilen ve usulsüz işlemlerle gerçekleştirildiği ileri sürülen iki SODES
projesine ilişkin evrakta başvurucunun imzasının bulunmasına dayanılmıştır
(bkz. § 23). Anılan proje kapsamındaki bir kısım faaliyetlerin ve bu bağlamda
ihalelerin FETÖ/PDY'ye gelir temin etmek ve bu örgüte finansal destek sağlamak
amacıyla gerçekleştirildiği ve bu kapsamda başvurucunun da imzasını taşıyan
belgelerde birtakım usulsüzlüklerin bulunduğu ifade edilmiştir. Ancak başta
tutuklama kararı olmak üzere soruşturma belgelerinde söz konusu faaliyetler ile
FETÖ/PDY arasındaki ilişkiye dair olguların yanı sıra başvurucunun eylemlerinin
bu örgüte destek olma gayesi ile icra edildiğine yönelik olguların etraflı bir
şekilde ifade edildiğini söylemek oldukça zordur.
68. Buna göre tutuklama tedbirinin hukukiliğinin ön şartı olan
başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin -Anayasa Mahkemesinin
inceleme ölçütlerine uyumlu olarak- ideal bir şekilde ortaya konulması söz
konusu olmamakla birlikte somut olayın koşullarında tutuklamanın hukukiliğinin
belirlenmesinde asıl incelemenin tutuklama nedenleri ve ölçülülük bağlamında
yapılmasının daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.
69. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki tutuklama kararında isnat
konusu suça ilişkin yaptırımın ağırlığı ile başvurucunun kaçma şüphesinin
bulunmasına değinildiği, tutuklamanın ölçülülüğü yönünden ise bir değerlendirme
yapılmadığı görülmektedir (bkz. § 17).
70. Başvurucu hakkında temel tutuklama nedeni olarak dayanılan
kaçma şüphesinin ve bu bağlamda tutuklamanın işin niteliğine göre ölçülü olup
olmadığının belirlenmesinde başta soruşturma süreci olmak üzere somut olayın
tüm özelliklerinin gözönüne alınması gerekmektedir.
71. Bu çerçevede ilk olarak başvurucu, hakkında soruşturma
başlatıldığı tarihten yaklaşık iki yıl sonra -darbe teşebbüsünden sonra-
tutuklanmıştır. Başvurucuya isnat edilen ve tutuklamaya konu suça ilişkin
eylemlerin 2013 yılında işlendiği görülmektedir. Başvurucunun bu süreç içinde
kaçma hazırlığının ya da bu yönde bir eğiliminin olduğuna yönelik tutuklama
kararında herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
72. Öte yandan Anayasa Mahkemesi suç tarihi ile tutuklama tarihi
arasında önemli zaman diliminin bulunduğu bazı olaylara ilişkin başvurularda
ölçülülük bağlamında değerlendirme yaparken -süreç itibarıyla- tutuklamanın
gerekliliğine dair de incelemelerde bulunmuştur.
73. Bu kapsamda Erdem Gül ve
Can Dündar ([GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, §§ 79-81) kararında,
başvurucular hakkında soruşturma başlatıldığının kamuoyuna duyurulmasından
sonra tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihe kadar geçen yaklaşık altı aylık
sürede soruşturma makamlarının suça konu edilen haberler dışında hangi delile ulaştıklarının
ve dolayısıyla tutuklama tedbirinin uygulanmasının neden gerekli olduğunun
somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden
anlaşılmaması hususu, başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılırken dikkate alınan olgulardan biri olmuştur. Anayasa
Mahkemesi buna karşılık Mehmet Baransu (2) (B.
No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 139-141) ve Süleyman
Bağrıyanık ve diğerleri (B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 228-232)
kararlarında suçun işlendiği tarih ile tutuklama tedbirinin uygulandığı tarih
arasında uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen bu süre içinde soruşturma
işlemlerinin devam ettiğini ve soruşturma makamlarının hareketsiz kalmadığını
dikkate alarak bu tutuklamaların süreç bakımından gerekli olmadığı sonucuna
varmamıştır.
74. Somut olayda ise başvurucu 2013 yılındaki eylemlerle ilgili
olarak 2014 yılında başlatılan soruşturmada, soruşturmanın başlamasından
yaklaşık iki yıl sonra tutuklanmıştır. 2014 yılında başlatılan soruşturmada,
darbe teşebbüsüne kadar soruşturma mercilerince başvurucunun tutuklanmasına
gerek görülmemiştir. Soruşturmanın başlaması ile tutuklama tedbirinin
uygulanması arasındaki iki yıllık bu dönemde suça ilişkin yeni bir olgunun
tespit edildiği soruşturma mercilerince ortaya konulmamıştır. Bu çerçevede
başvurucunun suça konu edilen SODES projesiyle bağlantılı olanların dışında
FETÖ/PDY ile örgütsel ilişkisinin devam ettiği hususunda tespit edilen herhangi
(yeni) bir olgunun varlığı da ifade edilmemiştir.
75. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin süreç yönünden ölçülü olduğunu söylemek mümkün
görünmemektedir. Nitekim başvurucunun tutuklanması talebine ilişkin ilk
değerlendirmeyi yapan Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama talebinin reddine
karar verirken tutuklamanın orantılı
olmadığı ve aynı yararın adli kontrol tedbirleri ile sağlanacağı
değerlendirmesinde bulunduğu görülmektedir (bkz. § 15).
76. Bu itibarla tutuklama nedenlerinin bulunduğuna ve
tutuklamanın ölçülü olduğuna dair olgular yeterince ortaya konulmadan başvurucu
hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkına ilişkin olarak Anayasa'nın 13. maddesi ile 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
77. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
78. Son olarak başvurucu, tutuklama kararında "silahlı
terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine kanaat geldiği" belirtilerek suçlu
olduğu ön kabulü doğrultusunda tutuklanması nedeniyle masumiyet karinesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüşse de tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılması karşısında
ayrıca karardaki bir ibare nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği
yönündeki iddianın incelenmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
79. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
80. Başvurucu, tahliyesine karar verilmesi istemiyle birlikte
5.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
81. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
82. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
83. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Soruşturma sürecinde 13/2/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine
karar verilmiştir ve tutukluluk hâli sona ermiştir.
84. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Kadir ÖZKAYA ve Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyları ve OYÇOKLUGUYLA,
C. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUGUYLA,
D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Gaziantep 10. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2017/553) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/2/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu hakkında, valilik yaptığı ilde yapılan SODES
Projelerine ilişkin ihalelerde bir takım usulsüzlükler yapmak suretiyle FETÖ
örgütüne finansman sağladığı iddiasıyla 2014 yılında Cumhuriyet Başsavcılığınca
soruşturma başlatılmış, bu soruşturma tutuksuz olarak sürdürülmekteyken 15
Temmuz darbe girişimi sonrası 10.8.2016 tarihinde tutuklanmış, 13.2.2017
tarihinde adli kontrol şartıyla tahliye edilmiş, 23.3.2017 tarihinde FETÖ
örgütü üyeliği, ihaleye fesat karıştırmak, kamu kurum ve kuruluşlarının
zararına dolandırıcılık, 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi
Hakkındaki Kanun’a muhalefet suçlarından hakkında iddianame düzenlenmiş olup,
yargılamanın halen derdest olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkındaki
suçlamalar nedeniyle soruşturmanın 2014 yılında başlatıldığı ve o tarih
itibariyle tutuklama tedbirine başvurulmadığı anlaşılmaktaysa da; 15 Temmuz
2016 tarihinden sonra bu türden tüm hazırlık soruşturmalarının yeniden ele
alındığı ve olayların üzerine daha dikkatli bir şekilde gidildiği gerçeği ve
iddianamede başvurucu bakımından ortaya konulan olguların vahameti gözönüne
alındığında, soruşturma başlatıldıktan iki yol sonra hakkında tutuklama
tedbirine başvurulmasında zaruret görülmesinde herhangi bir hukuka aykırılık
bulunmadığı, derece mahkemelerinin suç işlendiğine dair kuvvetli belirti
olgusunu yeterince ortaya koydukları, karar gerekçelerinin ilgili ve yeterli
olduğu, dolayısiyle Anayasanın 19. Maddesinin 3. fıkrasının ihlâl edilmediği
kanaatine vardığımdan; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamadık.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla
tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum
yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı
organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 10.08.2016 tarihinde tutuklanan ve 25.12.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 13.02.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin
mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu
bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...
kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır.
Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi)
öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun
tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada
gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu
iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu
tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması
veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki birçok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK
141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm
başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası
incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun
kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya
kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi
gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği
iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar
edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama
tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir
durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun
objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan
bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu
yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından
yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar
böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir
mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada
incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme,
buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar
bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını
iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden
şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik
kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve
tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin
devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten
mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında
mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya
kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama
tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği
veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun
etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu
bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya
mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını
söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin
incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya
beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi
olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya
davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği
incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor
olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin
incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir
inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik
kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği
gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun
olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun
tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen
başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal
sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat
nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna
uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya
yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla
ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan kaynaklanan
görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı yürüten herhangi
bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye kararı, yapılan
itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının
var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir
tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh
ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının
tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de herhangi bir engel
bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün
sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik
iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki
kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu
aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı
doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin
kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli
suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte devam
edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa
Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan
incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama
nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca,
bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan
mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup
olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür
başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi.
Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk
şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını
inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan
davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da
değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun
tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması
nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası
zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK
141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün
ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun
tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını
tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit
edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal
ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM
de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun
tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e
bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine
de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı
olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu davanın mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığımız gerekçelerle başvurunun, başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini
düşündüğümüzden çoğunluğun işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oluşan
görüşüne katılmadık.
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
__________________
1 Halas Aslan, B.
No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan,
2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29;
Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§
39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B.
No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49;
Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47,
Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman
Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal,
B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624,
9/5/2018, § 24-26.
7Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar
bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını
gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun
kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz
konusu değildir.
9 B.T. [GK], B. No:
2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız,
B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018,
§§ 37-40.
11 Bkz. Besime Konca,
B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir, B.
No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK], B.
No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12.
Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı,
1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15 İrfan Gerçek, B.
No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16 Bkz. Örneğin,
Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994,
16/2/2017, § 87.
17 Mustafa Avci, B. No: 2014/1545,
22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci,
§35-38
20 Mergen ve
diğerleri/Türkiye kararı, §36