TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ZAFER ÖZER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/65239)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 18/3/2020-31072
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportörler
|
:
|
Ali Rıza SÖNMEZ
|
|
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
Zafer ÖZER
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Halim YILDIZOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/12/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası
bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul
edilemez olduğuna karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde
olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son
bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu
teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması
(PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No:
2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok
sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma
başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de
bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının
bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında
gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).
10. Başvurucu, en son Ankara hâkimi olarak görev yapmıştır.
Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Başsavcılık tarafından ağır
cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik
yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmış ve başvurucu bu
soruşturma kapsamında 17/8/2016 günü Ankara İl Emniyet Müdürlüğünde gözaltına
alınmıştır.
11. Başvurucu aynı tarihte Başsavcılıkta ifade vermiştir.
Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur.
Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını
savunmuştur. Başvurucu müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair delil
bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir.
12. Başsavcılık başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan tutuklanması istemiyle 17/8/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine
sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara 9. Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı
tarihte yapılmıştır. Başvurucu sorgudaki ifadesinde önceki anlatımlarına benzer
şekilde beyanda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir.
13. Hâkimlik başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"... üzerlerine atılı bulunan silahlı
terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelilerin
kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli
kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı Şüphelilere isnat edilen suçun Ağır
Cezayı gerektiren suç üstü halleri gerektiren suç olması nedeni ile CMK 2/1-J
ve 2802 sayılı Kanununun yasanın 94 maddesi ve CMK’nun 100. maddesi ile ilgili
düzenlemeler ile AİHS 5. maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat
olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun 101
maddeleri uyarınca AYRI AYRI TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]"
14. Başvurucu 23/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz
etmiş, Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 26/8/2016 tarihinde itirazın kesin
olarak reddine karar verilmiştir.
15. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği 22/9/2016 tarihinde,
Başsavcılığın talebi üzerine yaptığı inceleme sonunda başvurucunun da
aralarında bulunduğu bir kısım şüphelinin tutukluluk hâlinin devamına karar
vermiştir.
16. Başvurucu karara itiraz etmiş, Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliği
10/11/2016 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir.
17. Başvurucu anılan kararı 21/11/2016 tarihinde öğrendiğini
beyan etmiştir.
18. Başvurucu 6/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
19. Başsavcılık soruşturmanın geldiği aşamayı ve mevcut delil
durumunu değerlendirerek 3/3/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesini talep
etmiştir. Bunun üzerine Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliği 3/3/2017 tarihinde sabit ikametgâh sahibi olduğu, kaçma ihtimalinin
bulunmadığı, delillerin büyük ölçüde toplandığı ve tutuklama tedbirinin devamının
artık gereksiz olduğu gerekçesiyle başvurucunun serbest
bırakılmasına karar vermiştir. Bununla birlikte Hâkimlik, başvurucu hakkında
yurt dışına çıkışının yasaklanması adli kontrol tedbirinin uygulanmasına
hükmetmiştir.
20. Başsavcılık 26/9/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun
silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer
ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY
hakkında genel bilgilere, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere
yer verilmiştir. Başsavcılık -FETÖ/PDY'nin kendi üyeleri arasındaki iletişim
yöntemlerinden biri olan ByLock isimli
şifreli haberleşme programını kullandığı tespit edilmese de- başvurucunun
FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma
suçunu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular
özetle şöyledir:
i. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun
31/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun meslekten çıkarıldığı belirtilmiştir.
ii. Tanık sıfatıyla anlatımlarda bulunan C.K. ve R.S.nin
başvurucu hakkındaki beyanlarına yer verilmiştir. Başvurucu ile bir dönem aynı
adliyede yargı mensubu olarak birlikte çalışan tanıkların soruşturma
aşamasındaki ifadelerinin ilgili kısımları şu şekildedir:
- C.K. ifadesinde "...
İsimleri geçen ... ve Zafer Özer Diyarbakır adliyesinde görev yapan
hâkimlerdir. 2014 HSYK seçimlerinden önce Yargıda Birlik adına yaptığımız
çalışmalarda bu isimlerini verdiğim 4 kişi o dönem Yargıda Birliğin karşısında
yer alan grup içerisinde hareket ettiler. Bu kişilerden ... ile Zafer Özer [başvurucu] isimli şahıslar o dönem biraz daha kripto
davranmaktaydı. Devlet erkanı Diyarbakır Adliyesine ziyarete geldiğinde, Ö. ve
İ. genelde iştirak eımezken S. ve Zafer kendilerini gerek karşılama içerisinde
gerekse davetlerde gösterirlerdi. Bu kişilerin gerek adliyede gerekse lojman
kısmmda birlikte dayanışma içerisınde hareket ettiklerini, oturup
kalktıklarını, Adliyenin yemek salonunda dahi birlikte yemek yediklerini gözlemledim.
Bu gözlemlerin doğrultusunda Ö., S., İ. ve Zafer'in FETÖ-PDY ile irtibatlı
olduğunu çok rahat söyleyebilirim..." şeklinde beyanda
bulunmuştur.
- R.S. ifadesinde "...Zafer
Özer isimli şahıs Diyarbakır adliyesinde görev yapmaktaydı. Kendisi seçim sürecinde
Yargıda Birlik toplantılarına iştirak eden bir kişiydi. Bu süreçte gerek benim
gözlemlerim gerekse bana gelen duyumlar sonucunda kendisinin toplantılara
iştirakını engelledik. Zira Zafer o dönem Fetöcülerle birlikte ortak hareket
etmekteydi. Yaptığımız toplantılarda aldığı bilgileri Fetöye aktardığını
değerlendirdiğimiz için böyle bir tasarrufta bulunduk ... Zafer'inde Fetöyle
irtibatlı olduğunu söyleyebilirim..." şeklinde beyanda
bulunmuştur.
iii.
HTS analiz çalışmaları neticesinde düzenlenen rapora değinilerek başvurucunun
kullandığı telefon ile haklarında FETÖ/PDY kapsamında soruşturma yürütülen bir
kısım kişilerle görüşmesinin bulunduğu ancak bu kişilerin genellikle yargı
mensubu olduğu ve örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair bir tespite de
yer verilmediği ifade edilmiştir.
21. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak alınan bu olgulara
ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:
"...Şüpheli [başvurucu] hakkında; FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle
HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı, beyanlar, kolluk tarafından
düzenlenen raporlar ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün
olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı silahlı terör örgütünün
ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi iradesini örgütün
iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütle organik
bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı ve anlatılan
lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında; şüphelinin, anılan silahlı
terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede
yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır."
22. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 25/10/2018 tarihinde
iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2018/404 sayılı dosyası
üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
23. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
24. İlgili hukuk için bkz. Adem
Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi (GK), B. No: 2016/14597,
31/10/2019, §§ 33-48.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
26. Başvurucu; somut bir delil olmaksızın gerekçesiz bir kararla
tutuklanmasına karar verildiğini, tutuklama kararında tutuklama nedenlerinin
bulunduğunun somut gerekçelerle açıklanmadığını, kaçma şüphesinin olmadığını,
tüm bu nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
27. Başvurucu ayrıca görevinden kaynaklanan güvencelere riayet
edilmeksizin tutuklandığını iddia etmiştir. Başvurucuya göre tutuklanmasına
karar verildiği tarihte hâkim olması dolayısıyla hakkında soruşturma veya
kovuşturma yapılabilmesi için 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve
Savcılar Kanunu'na göre gerekli özel şartlar oluşmadan soruşturma yürütülmüş,
yetkisiz ve görevsiz mercilerce hukuka aykırı olarak tutuklanmıştır.
28. Bakanlık görüşünde, başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında
incelenmesi ve bu tedbirin meşru bir amacının olup olmadığı değerlendirilirken
tutuklama kararının verildiği andaki genel koşulların göz ardı edilmemesi
gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık ayrıca darbe teşebbüsü sonrasında
teşebbüsle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin soruşturmalarda,
delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik
içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz
kalmasının söz konusu olabileceğine dikkat çekmiştir. Bakanlık, tutuklama
kararının gerekçesinden başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken kuvvetli
suç şüphesini gösteren somut delillere dayanıldığının anlaşıldığı ve
tutuklamaya dair verilen kararlara ilişkin gerekçeler kapsamında başvurucunun
tutukluluğunun keyfî olduğunun savunulamayacağı görüşündedir.
29. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel olarak
başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
30. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
31. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
32. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının özünün tutuklanmasının
hukuki olmadığına yönelik olduğu anlaşıldığından anılan şikâyetlerin
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
33. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da,
savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
34. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 187-191).
35. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama
tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki
yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa
Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla
ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
36. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242;
Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu
iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
38. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konulduktan
sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek
şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı
olarak sayılmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
39. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale
olarak tutuklamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama
tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın
ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
40. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama
ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla
tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin
bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı
delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olguların
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 72). Bununla birlikte tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki
şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya
kovuşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87; Halas Aslan, § 76). Bu nedenle yakalama
veya tutuklama anında tüm delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka
gerekli değildir. Bu bakımdan suç isnadına ve dolayısıyla tutuklamaya esas
teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının
sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak
olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, §
73).
41. Diğer yandan bir şüpheli veya sanık hakkında -özellikle
darbe teşebbüsünden hemen sonra ortaya çıkan koşullarda teşebbüsle ya da
teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantısının olduğu değerlendirmesiyle-
verilen tutuklama kararında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren tüm
somut deliller yeterince ifade edilememiş olabilir. Buna karşılık Anayasa
Mahkemesi, bireysel başvuruları incelerken ilgili soruşturma veya dava
dosyalarına UYAP aracılığıyla erişim sağlayabilmektedir. Dolayısıyla tutuklama
ile bağlantılı şikâyetleri içeren bireysel başvurularda tutuklama kararında yer
verilen, değinilen veya atıf yapılan delillerin içeriğinin anlaşılması
bakımından UYAP üzerinden erişim sağlanan dosyadaki bilgi ve belgelerden,
özellikle de bu delillerin içeriğinin ve bunlara ilişkin soruşturma
mercilerinin değerlendirmelerinin etraflıca ifade edildiği belge olan
iddianameden yararlanılmaktadır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın
hukukiliğine ilişkin iddiaların dile getirildiği bireysel başvuruları
incelerken tutuklama kararında değinilmese de soruşturma dosyasında yer alan ve
iddianamede suçlamaya esas alınan olguları UYAP üzerinden erişim sağlayabildiği
ölçüde değerlendirmektedir.
42. Bu değerlendirme yönteminin darbe teşebbüsünden sonra
uygulanan tutuklama tedbirleri yönünden bir zaruret olduğu ortadadır. Özellikle
teşebbüsten hemen sonra tutuklanan kişiler hakkındaki tutuklama kararlarında
suç şüphesinin varlığını gösteren tüm somut delillerin ayrıntılarıyla ifade
edilmesinin güçlüğü izahtan varestedir. Bu koşullarda uygulanan tutuklama
tedbirleri yönünden tedbirin uygulandığı sırada ifade edilmeyen, suçlamaya esas
kuvvetli belirtilerin soruşturma mercilerince sonradan etraflı bir şekilde
açıklanıp değerlendirilmesi makul karşılanmalıdır. Bu itibarla darbe
teşebbüsünden hemen sonra uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığı
incelenirken tutuklama kararında atıf yapılanların yanı sıra UYAP üzerinden
erişim sağlanan dosya kapsamında yer alan ve genellikle iddianamede suçlamanın
dayanağını oluşturan tüm olgular değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
43. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesine göre de şüpheli veya sanığın
kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların
bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme, tanık, mağdur ya da başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde
tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli
şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin
bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58, 59).
44. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak
hususlardan biri, tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak
olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır (Halas Aslan, § 72).
45. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle
anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve
delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine
kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım
(2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 123). Bununla birlikte
yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı
Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki
denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin
süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No:
2015/18567, 25/2/2016, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser
Yıldırım (2), § 124).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
46. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni
dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY mensubu olduğu iddiasıyla
yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla
5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
47. Diğer taraftan başvurucu, bir hâkim olarak mesleğinden
kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia etmektedir.
48. Anayasa Mahkemesi; darbe teşebbüsünden sonraki dönemde bu
teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu kabul edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında yargı mensupları hakkında
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin bireysel başvuruları
incelediği birçok kararında, başvurucu yargı mensuplarının mesleklerinden veya
görevlerinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandıkları ve bu
nedenle tutuklamanın kanuni dayanağının bulunmadığı iddialarını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda gerek Yüksek Mahkeme üyeleri gerekse
diğer yargı mensupları bakımından tutuklamaya konu olaylara ilişkin olarak
soruşturma mercilerince veya tutuklamaya karar veren yargı organlarınca isnat
edilen ve tutuklamaya konu olan suçların kişisel suç olduğu, ayrıca ağır cezayı
gerektiren suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin olgusal ve
hukuki temellerinin bulunduğu, dolayısıyla tutuklama tedbirlerinin kanuni
dayanaktan yoksun olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (diğerleri
arasından bkz. Adem Türkel, §§
52-59; Erdem Doğan, B. No:
2017/25955, 7/3/2019 §§ 50-57). Kaldı ki -Yüksek Mahkeme üyelerinden farklı
olarak- hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır ceza mahkemesinin görevine
giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına ilişkin olarak soruşturma
yürütülmesi için bir izin şartı bulunmadığı yargısal içtihatlarda
belirtilmiştir (Mustafa Özterzi,
§ 93). Somut başvuruda anılan kararlardan yer alan değerlendirmelerden ve
varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
49. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun hâkim
olması nedeniyle Anayasa veya 2802 sayılı Kanun'dan kaynaklanan güvenceler
uygulanmaksızın, kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu
itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
50. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
51. Ankara 9. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında, başvurucu
yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna genel
olarak değinilmiş ancak herhangi bir olguya ilişkin başka açıklamaya yer
verilmemiştir (bkz. § 13).
52. İddianamede ise suçlamaya ilişkin olarak başvurucunun
meslekten çıkarılmasına, iki tanığın başvurucuya ilişkin beyanlarına ve
başvurucunun haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen
bazı kişilerle telefon irtibatının bulunduğuna dair HTS raporuna
dayanılmıştır(bkz. §§ 21, 22). Dolayısıyla somut olayın koşullarında
başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının bu
olgular temelinde incelenmesi gerekmektedir.
53. Darbe teşebbüsünden sonra başta soruşturma mercileri olmak
üzere yargı organları ve kamu makamları büyük bir zorlukla karşı karşıya
kalmışlardır. Teşebbüsün savuşturulmaya çalışıldığı sırada hem doğrudan
teşebbüsle bağlantılı olduğu değerlendirilen binlerce kişi hakkında hem de
teşebbüsle bağlantılı olmasa da bunun arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile
bağlantılı olduğu değerlendirilen ve önemli bir kısmı kamu görevlisi olan on
binlerce kişi hakkında ivedilikle soruşturma yürütülmesi ihtiyacı ortaya
çıkmıştır.
54. Ülkenin savaş uçağı, helikopter ve tank gibi savaş
araçlarının dahi kullanıldığı bir darbe teşebbüsüne maruz kalması dolayısıyla
bu teşebbüsle ya da bunun arkasındaki yapılanma ile bağlantılı kişiler hakkında
ivedilikle soruşturma başlatılması ve bu soruşturmalar kapsamında bazı
şüpheliler hakkında yakalama, gözaltı, tutuklama gibi koruma tedbirlerine başvurulması,
suç işleyenlerin tespitini ve cezalandırılmasını sağlamak üzere soruşturmaların
selamet içinde yürütülmesi amacının yanı sıra darbe teşebbüsü ve onun
arkasındaki yapılanma nedeniyle millî güvenlik ve kamu düzeni üzerinde oluşan
tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesi gayesine de yöneliktir.
55. FETÖ/PDY'nin kamuda en yoğun şekilde örgütlendiği alanlardan
birinin yargı olması nedeniyle haklarında soruşturma başlatılan bu kamu
görevlileri arasında yargı mensupları önemli bir yer tutmuştur. Bu bağlamda
HSYK, darbe teşebbüsünün devam etmekte olduğu dönemde bu teşebbüsün arkasındaki
yapılanma ile bağlantısının olduğu değerlendirmesiyle çok sayıda hâkim ve
Cumhuriyet savcısının görevden
uzaklaştırılmasına karar vermiştir. Aynı değerlendirmeyle Yargıtay
Birinci Başkanlık Kurulunun bazı mensuplarının Yargıtaydaki
yetkilerinin kaldırılmasına, Danıştay Başkanlık Kurulu ise bir kısım
üyesinin görev yaptıkları dairelerdeki
görevlerinin sonlandırılmasına karar vermiştir. Süreç içinde de çok
sayıda yargı mensubu hakkında görevden
uzaklaştırma ve meslekten çıkarma
idari tedbirlerine başvurulmuş, ayrıca başlatılan ceza soruşturmaları
kapsamında bu kişilerin büyük bölümü hakkında yakalama, gözaltı ve tutuklama
tedbirleri uygulanmıştır.
56. Bu kapsamda verilen tutuklamaya ilişkin kararların önemli
bir kısmında şüphelilerin suç işlediklerine dair somut delillerin bulunduğu
ifade edilirken veya düzenlenen iddianamelerde suçlamaya ilişkin olgular
açıklanırken söz konusu görevden
uzaklaştırma, yetkilerini
kaldırma ve dairelerdeki
görevlerini sona erdirme veya
meslekten çıkarma şeklindeki idari kararlara atıf yapılmıştır. Bu
itibarla anılan kararların kuvvetli suç belirtisi ölçütünü karşılayıp
karşılamadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
57. Darbe teşebbüsünün yanı sıra teşebbüsten veya teşebbüsün
arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin örgütlenmesinden kaynaklanan tehdit ve
tehlikenin bertaraf edilmeye çalışıldığı bu aşamada teşebbüsün arkasındaki
yapılanma ile bağlantılarının olduğu değerlendirilen yargı mensupları hakkında
uygulanan idari tedbirlere ilişkin bu kararların ilgili mercilerde oluşan bir
kanaate dayalı olarak verilmesi söz konusu olsa da içeriğinde kendileriyle
ilgili bir eylem veya olgudan bahsedilmeyen kişiler bakımından bunların -tek
başına- kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
58. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda
görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki
idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara
muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu
anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa Baldır B. No: 2016/29354,
4/4/2018, § 70; Mustafa Açay, B.
No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A.,
B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş,
B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa
Özterzi, § 104). Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden
uzaklaştırma veya meslekten çıkarma tedbirlerine ilişkin kararlarda
başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve değerlendirme bulunmadığından
bunların -tek başına- suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabulü
mümkün değildir.
59. Diğer taraftan soruşturma mercilerinin başvurucu hakkında
tanık C.K. ve R.S.nin vermiş olduğu beyanlara dayandığı görülmektedir. Adı
geçen tanıklar 2014 yılında yapılan HSYK üye seçimleri sırasında başvurucu ile
aynı adliyede görev yapan yargı mensuplarıdır. Tanıkların beyanları genel
olarak başvurucunun HSYK üye seçimleri sürecindeki tutumlarına ilişkindir.
60. 2014 yılında yapılan HSYK üye seçimlerinde ilk derece
mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcılar da aday olmuş, oy kullanmışlardır.
Belirlenen seçim sistemi uyarınca hâkim ve savcılar adli yargıdan yedi asıl,
dört yedek; idari yargıdan üç asıl, iki yedek üyeyi seçecek olup Yargıda Birlik
Platformu (YBP) ile Yargıçlar Savcılar Birliği (YARSAV) seçimde destekledikleri
adaylarını açıklamıştır. Bu iki yargı örgütünün desteklediklerinin dışında bazı
adaylar seçime bağımsız olarak
(bir başka adayla birlikte hareket etmeden) girdiklerini ifade etmişlerdir.
Kendilerini bağımsız adaylar
olarak tanımlayan ve seçim sürecinde hukuk çevrelerinde FETÖ/PDY ile
bağlantılarının olduğuna dair iddialar bulunan -ve darbe teşebbüsünden sonra bu
yapılanmaya iltisak ve bununla irtibatlarının bulunduğu gerekçesiyle meslekten
çıkarılmış olan- bu yargı mensupları lehine çok sayıda hâkim ve savcının
propaganda faaliyetinde bulunduğu ve seçim çalışmalarına destek verdiği
bilinmektedir. Nitekim yargı mensupları hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı
suçlardan yürütülen soruşturmalar kapsamında alınan birçok şüpheli veya tanığın
ifadelerinde bu hususa yer verilmiştir. Seçim sonuçları incelendiğinde seçime bağımsız olarak girdiğini beyan eden adli
yargıdan on adayın binlerce hâkim savcıdan blok olarak oy aldığı ve bunlardan
ikisinin HSYK yedek üyeliğine seçildiği, idari yargıdan ise beş adayın yüzlerce
hâkimden blok olarak oy aldığı ve bunlardan ikisinin HSYK asıl üyeliğine
seçildiği görülmektedir.
61. Bu kapsamda anılan seçim sürecinde örgütsel ilişki
çerçevesinde söz konusu adaylar lehine propaganda faaliyetinde bulunmanın veya
seçim çalışmalarına katılmanın yargı mensupları hakkında FETÖ/PDY ile
bağlantılı suçlar bakımından yürütülen soruşturmalarda önemli bir olgu olarak
değerlendirmesi söz konusu olabilir. Bununla birlikte tanık beyanlarında
başvurucunun örgütsel bir ilişki içinde olduğu veya bu yönde bir eylem ve
faaliyetin içinde yer aldığına dair bir anlatım mevcut değildir. Tanıklar,
aksine başvurucunun bu süreçte geri planda durduğunu ifade etmişlerdir. Bu
itibarla tanıkların başvurucunun bu
tutumunun FETÖ/PDY lehine bir tavır olduğu yönündeki açıklamalarının
herhangi bir olguya değil kişisel değerlendirme ve kanaatlerine dayalı olduğu
görülmektedir.
62. Öte yandan soruşturma mercilerince başvurucunun haklarında
FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen bazı kişilerle telefon
görüşmelerinin olduğu belirtilmişse de söz konusu telefon görüşmelerinin
örgütsel bir ilişki çerçevesinde yapıldığı yönünde bir tespit ya da iddia mevcut
değildir. Aksine görüşülen kişilerin çoğunlukla yargı mensupları olduğu ifade
edilmiştir. Yine görüşmelerin içeriğine ilişkin herhangi veri bulunmamaktadır.
Ayrıca söz konusu görüşmelerin FETÖ/PDY'nin yargı alanındaki yöneticileriyle
(imamlarıyla) gerçekleştirildiğine dair bir belirleme de yoktur. Bu durumda
somut olayın koşulları itibarıyla -içeriği belli olmayan- bu telefon görüşme
kayıtlarının örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak
kabulü mümkün değildir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mustafa Özterzi, § 106).
63. Bu itibarla başta tutuklama kararı olmak üzere soruşturma
belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin
yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
64. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup
bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
65. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı
olduğu sonucuna varılmıştır.
66. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın olağanüstü
dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
c. Anayasa'nın 15.
Maddesi Yönünden
67. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak
güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması yer almaktadır.
Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için ön koşul
olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm
güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle
benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde
de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir
olarak kabul edilemez (Şahin Alpay
[GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 109; Mehmet
Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 156).
68. Somut olayda
Anayasa Mahkemesince soruşturma makamlarının suç işlediğine dair belirtileri
somut olgularla ortaya koymadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirine
başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu itibarla Anayasa'nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve
özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını, sınırlandırılmasını düzenleyen 15.
maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi
meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Şahin Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).
69. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
4. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
70. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
71. Başvurucu tahliyesine karar verilmesi istemiyle birlikte 1.000.000
TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
72. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
73. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
74. Başvurucu hakkındaki tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Soruşturma sürecinde 3/3/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine
karar verilmiştir ve tutukluluk hâli sona ermiştir.
75. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 19. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2018/404) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
B.Başvuru No: 2016/78293 (1.Bölüm) ve B.Başvuru No: 2016/14597
(Genel Kurul) sayılı dosyalardaki karşıoylarda belirtilen hukuki neden ve
gerekçelerle; 17.8.2016 tarihinde tutuklanan, soruşturma devam ederken kimi
hâkim tanıklarca FETÖ bağlantısı olduğu yolunda beyanlarda bulunulan, 3.3.2017
tarihinde tahliye edilen ve hakkındaki yargılama derdest olan başvurucu hakkındaki
ilk tutuklama kararında suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin yeterince
ortaya konulduğu, dolayısıyla bu tedbirin uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi
yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği
konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme
girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum
yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı
organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 17.08.2016 tarihinde tutuklanan ve 06.12.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 03.03.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel
başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin
mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama
tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu
bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...
kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel
başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona
ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen
beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş
olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına
yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini
belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur.2 Bununla birlikte, başvurucu
tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması
veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması
hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK
141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3 Mahkeme, bu içtihadında CMK
141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu
hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası
yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.4 Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm
başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası
incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş
olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar
verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın
esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf
yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141.
maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia
edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup
olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf
yapılan Yargıtay kararları7 somut delil olmadan gerçekleştiği
iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar
edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka
aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan,
Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının
belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla
vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma
koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa
Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu
iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini
tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini
belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir
başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk
hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında,
tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da
tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine
karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada
incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme,
buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar
bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını
iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden
şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik
kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin
CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve
tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin
devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten
mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında
mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya
kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama
tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği
veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun
etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda,
kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet
hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek
yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun
olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması
hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna
varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun
hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir
inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz,
Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel
Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya beraat kararı
verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam
ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11 Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada
mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel
teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması
gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik kararı verilmesi
tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet
kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez.
Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir12 başvurusunda
beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna
karar vermiş iken, Ali Bulaç13 başvurusunda hakkında mahkûmiyet
kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal
sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat
nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna
uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya
yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve
tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya
işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle
zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla
ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını
inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina
edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarınınvar olup olmadığını inceleyebilmesi
gerekmektedir. Anılan hükme göre kanunda
öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat
mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma
aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği
tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza
mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek
kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle
olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği
tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit
edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki
tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat
yolunun tüketilmesinin aranması,Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün sona
ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik iddiaların,
CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde
düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da
uyumluluk gösterir.15 Zira tahliye edilen ve hakkındaki
kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu
aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı
doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin
kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli
suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte
devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim
Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup
esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama
nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca,
bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan
mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup
olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür
başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi.
Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk
şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını
inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan
davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da
değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun
tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla
tahliyeedilmişolmasınedeniyleCMK141’de düzenlenen tazminat yolunun
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun,
tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili
olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk
şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka
aykırılığı tespit ve yeterli giderim sağlama hususlarında karar verirken
tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma
hakkına müdahale teşkil edip etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm
koşullarını dikkate almak durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi,
CMK’nin 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama,
tutuklama gibi tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra
diğer temel haklara müdahale sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun
yolu niteliğini haiz olduğunu ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi
faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden de başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.19 Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan
fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi
faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması
durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini
tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu
eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın
hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller
değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit
edebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM
de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun
tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e
bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine
de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı
olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini
düşündüğümden çoğunluğun işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oluşan
görüşüne katılmadım.
___________________
1 Halas Aslan, B.
No: 2014/4994, 16.2.2017.
2 Reşat Ertan,
2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29;
Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§
39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34
3 Kamil Erdoğan, B.
No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49;
Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42
4 Fatma Maden, §47,
Ertuğrul Raşit Benal, §40
5 Erkam Abdurrahman
Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016,§37
6 Neslihan Aksakal,
B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624,
9/5/2018, § 24-26.
7 Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı
8 Benzer durumlar
bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını
gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun
kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz
konusu değildir.
9 B.T. [GK], B. No:
2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.
10 Cafer Yıldız,
B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§
37-40.
11 Bkz. Besime
Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.
12 Mehmet Özdemir,
B. No: 2017/37283, 29/11/2018
13 Ali Bulaç [GK],
B. No: 2017/6592, 3/5/2019
14 bkz. Yargıtay 12.
Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı,
1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.
15İrfan Gerçek, B.
No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37
16Bkz. Örneğin, Hüsnü
Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994,
16/2/2017, § 87.
17Mustafa Avci, B.
No: 2014/1545, 22/3/2018
18 Mustafa Avci, §27
19 Mustafa Avci, §35-38
20 Mergen ve
diğerleri/Türkiye kararı, §36