TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ONURHAN ÇAKMAK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/6776)
|
|
Karar Tarihi: 16/1/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 25/2/2020 - 31050
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Onurhan ÇAKMAK
|
|
|
2. Arife ÇAKMAK
|
|
|
3. Orhan ÇAKMAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Havva HAKYEMEZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Birinci başvurucu diğer başvurucuların müşterek çocuğudur.
Olay tarihinde dokuz yaşında olan birinci başvurucuya, Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesinin Çocuk Acil Polikliniğinde 9/2/2006 tarihinde
enjeksiyonla ağrı kesici ilaç verilmiştir.
9. Anılan tıbbi müdahaleden hemen sonra birinci başvurucu sol
ayağının üzerine basamama ve ayakta hissizlik meydana gelmesi nedeniyle
başvurucular enjeksiyonun yapıldığı yer olan Çocuk Acil Polikliniğine müracaat
etmişlerdir. Yapılan muayenelerden sonra birinci başvurucu, düşük ayak teşhisiyle aynı hastanenin
Fizik ve Rehabilitasyon merkezinde yatılı olarak tedavi görmüştür. On beş
günlük tedavi sonrasında belirgin bir iyileşme olmadığından tedaviye son
verilmiştir.
10. Zararlarının tazmini için idareye yaptıkları başvuruya
olumsuz cevap alan başvurucular, 24/5/5007 tarihinde İzmir 4. İdare
Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; hatalı tıbbi
müdahale sonucu birinci başvurucunun sakat kaldığı, ağrılar nedeniyle sinir
krizleri geçirdiği, çocuklarının küçük yaşta sakat kalması ve tedavi sürecinde
yaşadıkları zorluklar nedeniyle anne ve babanın da psikolojilerinin bozulduğu
ve tedavi masraflarını ödemek zorunda kaldıkları belirtilerek maddi ve
manevizararların tazmini talep edilmiştir.Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu
(ATK) tarafından hazırlanan 25/9/2009 tarihli raporda; birinci başvurucunun sol
ayağında oluşan güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, olay
tarihli epikrizde enjeksiyon bölgesinin sol dış kadran olduğu yönünde kayıt
olduğu dikkate alındığında, enjeksiyonun bu bölgeden yapılmasının genel tebabet
kuralları içinde olduğu vurgulanmıştır. Sonuç olarak başvurucuda gelişen
rahatsızlığın komplikasyon olarak kabul edilmesi gerektiği ve idarede yapılan
işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir.
11. İzmir 4. İdare Mahkemesi 2/10/2009 tarihinde bilirkişi
raporunu hükme esas alarak davanın reddine oyçokluğuyla karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporunun yerinde olduğu, rapora itiraz
nedenlerinin haklı olmadığı vurgulandıktan sonra başvurucuya yapılan enjeksiyon
sonrası gelişen sakatlıkta idarenin bir kusurunun olmadığı sonucuna
varılmıştır. Karşıoy görüşünde, başvurucunun rapordaki "sol ayak parmak ucunda dikelebildiği,
uyuşukluğun düzeldiği" şeklindeki tespitin gerçeği yansıtmadığı
yönündeki itirazlarının karşılanması için yeniden bilirkişi raporu alınması
gerektiği belirtilmiştir.
12. Başvurucular; bilirkişi raporunun yeterli olmadığını, rapora
itirazlarının değerlendirilmediğini, ayrıca iğne yapılmadan önce olası riskler
konusunda bilgilendirilmediklerini ve tedavi için rızalarının alınmadığını
belirterek anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuşlardır. Danıştay
Onbeşinci Dairesi 3/6/2014 tarihinde, reddedilen tazminat üzerinden nisbi
vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmın bozulmasına, diğer kısımların
usul ve hukuka uygun olması nedeniyle onanmasına karar vermiştir.
Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/1/2016 tarihli kararıyla
reddedilmiştir.
13. Nihai karar8/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucular, 7/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
15. Ayrıca UYAP üzerinden yapılan incelemede; başvurucuların
şikâyeti üzerinebirinci başvurucuya tıbbi müdahaleyi yapan doktor ve hemşire
hakkında nitelikli taksirle yaralama suçundan İzmir 25. Asliye Ceza
Mahkemesinde ceza davası açıldığı, ancak İstanbul 3. Adli Tıp Kurumu İhtisas
Kurulunun 13/2/2015 tarihli raporu esas alınarak suçun unsurlarının oluşmadığı
gerekçesiyle beraat kararı verildiği anlaşılmıştır. Anılan karar, kanun yolu
incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Sözü edilen bilirkişi raporunda;
başvurucuda gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, ancak
tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış uygulandığına dair kayıt bulunmadığı
belirtilmiştir. Ayrıca raporda; enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması
durumlarında da ödem, hematom
gibi kitle oluşturan nedenlerle veya difüzyon
yoluyla ilacın sinire nüfuzu sonucu toksik etkiyle nöropatinin
gelişebileceği, gelişen nöropatinin enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir
komplikasyonu olduğu vurgulanarak incelenen tıbbi müdahale açısından hizmet
kusurunun bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
17. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hasta hakları ve
aydınlatılma yükümlülüğüne ilişkin mevzuata yer vermiştir (Ahmet Acartürk, B.
No: 2013/2084, 15/10/2015, §§ 19-25; Emrah Egeç, B.No: 2015/9714,11/12/2018,§§
16-19; Ü.B.K. B.No: 2015/2536, 4/7/2019, §§ 22-25 ).
18. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
B. Uluslararası Hukuk
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dahil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8. maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul
etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.),
B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca
ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
21. AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51).
22. AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan tıbbi
işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi
vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun
bir sonucu olarak, hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan
öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda, ilgili devlet
hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010).
23. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi
için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya,
B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye,
§ 59 ).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
25. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
26. 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve
6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların
Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
27. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerineTazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
28. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel
kararında; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da
yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır (Ferat Yüksel, §
26).
29. Ferat Yüksel
kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması
ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş
şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden
mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün
olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel
olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda
değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi,
ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma
ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna
başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun
ikincil niteliği ile
bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat
Yüksel, §§ 35, 36).
30. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
32. Birinci başvurucu; tıbbi hata sonucu küçük yaşta vücut
bütünlüğünün bozulduğunu, sürekli bacağına takması gereken atel ile yaşamak
zorunda kaldığını, oluşan sakatlığı nedeniyle hareket gerektiren meslekleri
seçme şansının kalmadığını belirtmiştir. Diğer başvurucular, çocuklarının küçük
yaşta sakat kalması, hareket kabiliyetinin kısıtlanması nedeniyle on yıldır
maddi ve manevi sıkıntı yaşadıklarını, tıbbi hatanın adli vaka gibi görünmesi
nedeniyle özel tedavi kurumlarında çocuklarını tedavi ettiremediklerini,sürekli
değiştirilmesi gereken atel ve ayakkabı ile yaptırılması gereken ilave
tedavilerin masraflarını ödemek zorunda kaldıklarını belirtmişlerdir.
Başvurucular enjeksiyon yapılmadan önce riskler konusunda bilgilendirilmediklerini
ve yazılı rızalarının alınmadığını, enjeksiyon sonrası ise derhâl gerekli tıbbi
müdahalenin yapılmadığını, hatalı tıbbi müdahalede idarenin kusurunun olduğu
sabit olmasına rağmen, mahkemenin bilirkişi raporlarına itirazlarını
gözetmeden, tanık dinlemeden eksik inceleme ile karar verdiğini, maddi ve
manevi olarak zarara uğradıklarını, devletin pozitif yükümlülüklerini yerine
getirmediğini iddia ederek kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
33. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
34. Anayasa'nın "Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
36. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Söz konusu düzenleme Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
37. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner,
B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
38. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
40. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
41. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
42. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§ 51).
43. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail
Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
44. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak için adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarında makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine
getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin
yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede
derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet,
yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak
ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel
olacaktır (Yasin Çıldır, B. No:
2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli,
B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
45. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olaylara ilişkin
delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir.
Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle
bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa
Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015
§ 44).
46. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
47. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi
müdahale, ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra
yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak
için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında
kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile
tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak
kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
48. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak incelenmiştir.
49. Başvurucuların olaya dair şikâyetlerinin özü,hatalı yapılan
enjeksiyon nedeniyle vücut bütünlüğünün bozulmasına ilişkindir. Tam yargı
davasında da anılan şikâyet yönünden inceleme yapıldığı, başvurucuların hatalı
enjeksiyon sonrası yeterli tedavi yapılmadığına ilişkin bir iddianın dava
konusu edildiğine ilişkin bir belge sunmadıkları görülmüştür. Öte yandan
enjeksiyon yapıldıktan kısa bir süre sonra birinci başvurucunun şikâyetlerine
ilişkin muayenenin yapıldığı ve konulan teşhis doğrultusunda tedavisine
başlandığı anlaşılmıştır.
50. Somut olayda tam yargı davasında ve ceza davasında hükme
esas alınan bilirkişi raporlarında, tarafların iddiaları ile tıbbi belgelerin
incelendiği ve enjeksiyonun tıp kurallarına uygun olarak doğru bölgeye
yapıldığı, başvurucuda gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu
olduğu, tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış uygulandığına dair kayıt
bulunmadığı tespitlerine yer verildiği görülmüştür. Raporlarda sonuç olarak,
birinci başvurucuda gelişen rahatsızlığın enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir
komplikasyonu olduğu ifade edilmiştir.
51. Derece mahkemesi, olayda idarenin kusurunun bulunmadığı
yönünde görüş bildiren ATK raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir.
Hükme esas alınan ATK raporunda tarafların iddialarının, kişi hakkında
düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgular ve genel tıp kuralları gözetilerek
değerlendirildiği görülmüştür. Buna göre derece mahkemesince yapılan
yargılamada ve uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer
verilerek başvurucuların iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığısöylenebilir.
52. Ayrıca yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil
edilen başvurucuların bilirkişi raporuna ve kararlara karşı kanuni yollara
başvurabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu
davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını
inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar
edildikleri anlaşılmaktadır.
53. Diğer taraftan hukukumuzda hasta hakları, tıbbi işlemlerden
önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ve
Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi
konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu
anlaşılmaktadır (Ahmet Acartürk,
§ 66). Ancak bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp
Anayasa'nın 17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin
bir şekilde uygulanması gerekmektedir (Mehmet
Çolakoğlu, § 49).
54. Somut olayda başvurucular, söz konusu tıbbi müdahaleden önce
olası riskler hakkında bilgilendirilmediklerini ve gerektiği şekilde
rızalarının alınmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların söz konusu
iddialarını temyiz dilekçesinde ileri sürdükleri, ancak temyiz merciinin
kararında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde
anılan iddianın yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır.
55. Bu durumda enjeksiyon sonucu oluşabilecek komplikasyon riski yönünden başvurucuların
tıbbi müdahale yapılmadan bilgilendirilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkin
olarak yargılama sürecinde bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa
kavuşturulamamıştır. Diğer bir deyişle derece mahkemelerinin kararlarında,
başvurucuların enjeksiyon yapılmadan önce yeterli bir biçimde aydınlatılıp
aydınlatılmadığı ve rızalarınınusulüne uygun olarak alınıp alınmadığı hususları
tartışılmamıştır.
56. Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi
müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve
riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yönünden mahkeme
kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı
anlaşılmaktadır. Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve şikâyetleri,
yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla
yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi
ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu
makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine
varılmıştır.
57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
59. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesi ile 90.000 TL maddi,
150.000 TL manevi tazminat talep etmişlerdir.
60. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül
Alkaya ve diğerleri, B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
61. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
62. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa
Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder.
Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak
ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve
bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama
kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan
farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul
hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir
karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini
beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama
kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yerine getirmektir (Mehmet Doğan,
§§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri,
§§ 57-59, 66-67).
63. İncelenen başvuruda kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucunun vücut bütünlüğüne
yönelik tıbbi müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikteki
komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası
yönünden mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya
konulmadığı gerekçesiyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda ihlalin derece mahkemesi
kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
64. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden
yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel
başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2)
numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması
gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan
kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri
gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden
ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
65. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin tıbbi ihmal nedeniyle kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 4. İdare Mahkemesine (E.2007/913,
K.2009/1401) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.239,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.